Sevgi, dinî her türlü amelin kaynağı olduğu gibi,
Allah'tan korkmak ve ümitvar olmak (havf ve reca') ve benzerleri de sevmeyi
gerektirir.
Şüphesiz arzu / tamah ederek ümit besleyen kişi, Allah'ı kızdıran şeyleri değil,
sevdiği şeyleri umar. Korkan kişi de sevdiğine kavuşmak için korkudan kaçar.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Onların yalvarıp durdukları, Rablerine daha
yakın olmak için vesile ararlar. O'nun rahmetini umar, azabından korkarlar.
Zira Rabbinin azabı korkmağa değer."
(17 İsra
/57).
"Muhakkak ki iman edip hicret edenler
ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umarlar! Allah
Gafur'dur, Rahim'dir."
(2 Bakara/218).
"Allah'ın rahmeti", her türlü iyiliği içeren genel
bir isimdir.
"Azabı" da, her türlü kötülüğü içeren genel bir
isimdir.
Katıksız rahmet yurdu, cennettir ve katıksız azap yurdu da
cehennemdir. Dünya ise, ikisinin karıştığı yerdir.
Reca (ummak), Cennete girme
ile ilgili olup cennet her türlü nimeti içeren bir isimdir. Bu nimetlerin
zirvesi de, Yüce Allah'ın yüzüne bakmaktır.
Müslim, Sahih'inde şöyle rivayet eder:
"Cennetlikler cennete girdikleri zaman
biri şöyle seslenir: Ey cennetlikler, Allah'ın size bir sözü vardır ve onu
yerine getirmek ister. Nedir bu? Yüzlerimizi ağartmadı mı? Tartılarımızı
ağırlaştırmadı mı? Cennete koymadı mı ve cehennemden kurtarmadı mı? derler. O
zaman perde açılır ve Allah'ın yüzüne bakarlar. Onlara, kendisine bakmaktan
daha sevimli hiç bir şey vermemiştir."
(Müslim (1/163), Tirmizî (4/349), İbn Mâce (1/67), Ahmed (6/15)
"İyi davrananlara; daima daha iyisi ve üstünü
verilir. Onların yüzlerine ne bir karalık, ne de zillet bulaşır. İşte onlar
cennetliklerdir, orada temelli kalırlar."
(10 Yunus/26)
ayetinde geçen
"daha iyisi=ziyade" budur.
"Cennetini arzu ettiğim veya cehenneminden
korktuğum için sana ibadet etmedim, sadece seni görmek için sana ibadet
ettim" diyenlerin (Rabiatu'l-Adeviyye ve Yunus Emre gibi-çeviren.)
yanlışlığı burada ortaya çıkmaktadır.
Bunu söyleyen kişiler, cennette sadece
yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, güzel şeyler dinlemek vb. dünyadaki
eğlendirici şeyler için girildiğini sanıyorlar. Cennette Allah'ın görülmesini
inkar eden Cehmiyye ve benzerleri de onlara muvafakat ediyorlar ve kimi
fakihlerin söylediği şekilde Allah'ın görülmesi zevkinin olmadığını iddia
ediyorlar. Bunlar, cennet ve âhiret isimleri kapsamına yaratılmışlardan zevk
almanın dışında şeylerin girmediğinde ittifak ediyorlar. Onun için şeyhlerden:
"Kiminiz dünyayı, kiminiz de âhireti
istiyor" (3 Âl-i
İmran/152)
ayetini duyunca, "Nerede Allah'ı
isteyenler?" diyenler yanlışlık yapmıştır. Bir başkası da:
"Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren
ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kuran'da söz
verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır..."
(9 Tevbe/111)
Ayetini duyunca, cennet malların ve canların karşılığı ise, Allah'a bakmanın
karşılığı nerede? demiştir. Bütün bunlar, Allah'a bakmanın cennet kapsamına
girmediğini sanmalarından dolayıdır.
Gerçek şu ki cennet her türlü nimeti içeren yerin
adıdır. Cennette olan şeylerin en üstünü de Allah'ın yüzüne bakmaktır. O da
cennette müminlerin elde edeceği nimetlerdendir. Naslar bunu bildirmektedir.
(Örneğin:)
"O gün aydın yüzler Rabbine bakar"
(75 Kıyame/22-23).
Cehennemlikler ise ateşe girecek ve bundan (Yüce
Allah'ı görmekten) yoksun olacaklardır.
Bu sözü söyleyen kişi, eğer ne söylediğinin farkında
ise:
"Allah'ım, cennet veya cehennem yaratmasaydın, yine de sana ibadet etmek, sana
yakın olmak, sana bakmak gerekirdi" anlamında söylemiş olur. Burada cennetten
maksadı da, yaratıkların zevk alıp eğlendiği şeylerdir.
Sofulardan bazıları yanlış yaparak vehme kapılmış ve kulun kemale ermesinin
iradesini tamamen yitirmesinde olduğunu sanmış olsa da; kişinin sevgi ve
irade (istek) olmadan amel etmesi, mümkün değildir.
Bu gibiler
fena'dan söz ediyorlar. Halbuki fena derecesine ulaşan, yani sevdiğinde fena
bulan kişi, irade ve sevgi sahibidir. Ama bunun farkında değildir.
Sevginin ve
iradenin varlığı başkadır, farkında olmak başkadır. Onların farkında olmayınca,
yok olduğunu sanmışlardır. Halbuki bu yanlıştır. Çünkü: kul, irade, sevgi ve
nefret olmadan hareket edemez.
Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"İsimlerin en doğrusu, Haris
(çift süren) ve
Hemmam (gayret eden) isimleridir"
buyurmuştur. (Ebû
Dâvûd (5/237), Nesâî (7/252)
Her insanın tarlası vardır ve o da ameldir. Herkesin
gayreti vardır ve o da iradedir. Ama bazan kalpte öyle bir durum olur ki
Allah'a itaat etmeye sevkeder ve ondan öyle utanma ve yüceltme bulunur ki
kendisine isyan etmekten alıkoyar.
Ömer şöyle buyurur:
"Suhayb ne iyi adamdır, Allah'tan
korkmasaydı, yine itaatsizlik etmezdi".
(et-Tearuf
li mezhebi Ehli't-Tasavvuf (92), Kutu'l-Kulub (1/224) Makasıdu'l-hasene (449)
Korkmadığı halde Allah'a itaatsizlik etmiyorsa,
korkması halinde asla itaatsizlik etmez. Allah'ı yüceltmesi ve büyüklemesi, ona
isyan etmekten kendisini alıkoymaktadır.
Havf ve reca sahibi kişinin
korkusu Allah'ın
kendisinden saklı olmasından, ümidi de Allah'ın ona tecelli / görünmesinden ileri
geliyorsa, bu da Allah'ı sevmesinin sonuçlarından sayılır. Sevginin kendisi,
görünme / tecelli sevgisini ve örtülü olma korkusunu doğurmuştur.
Ama havf ve
recası bir yaratığın saklı veya açık olmasına bağlı ise, böyle bir durum ancak
Allah'ı sevmeyi gerektiren Allah'a ibadetle elde edilir.
Allah'ı sevmenin zevkini yaşıyorsa, onu her sevgiden daha tatlı bulur. Onun için
cennet ehlinin bununla meşgul olması her şeyden daha büyük olmaktadır.
Hadiste şöyle belirtilir:
"Cennet ehli nefes alıp vermeye
ilham olundukları gibi tesbih etmeye ilham olunurlar." (Müslim
(4/2181), Darimi (2/335), Ahmed (3/349)
Bu da Allah'ı sevmek ve anmaktan ne büyük zevk
aldıklarını gösterir. Bir yaratıktan eziyet görmekten korkmak veya ona umut
bağlamak, kişiyi asıl olan Allah sevgisine götürür. Bütün bunlar sevgi esasına bağlıdır.
|