Amacımız kalbin hastalıklarını
bilmektir. Bunlar da iki çeşittir;
1 - His (duyu) bozukluğu,
2 - Doğal /
tabii hareketin ve ona bağlı olarak iradenin bozukluğu.
Her ikisi de kişiye acı ve azap verir.
His, iradeli ve doğal hareket zamanında kişi lezzet ve
nimet tattığı gibi, bunun bozulması halinde de acı ve azap duyar. Onun için
nimet, Allah'ın kuluna verdiği ve ona lezzet ve rahatlık veren naim'den
gelmedir.
Sonra o gün (size verilen) nimetten sorulacaksınız" (102 Tekasür/8)buyurmuştur.
Yani nimetlere karşı şükredip
etmediğiniz sorulacaktır.
Lezzet duymanın sebebi; uygun olanın
hissedilmesi, acı duymanın sebebi de; aykırı olanın hissedilmesidir.
Lezzet ve
elem, hissetme ve idrak etmenin kendisi değildir. Sadece ikisinin sonucu,
ürünü, amaç ve gayesidir.
Aykırı bir etkenle bazan ağrısı kesilirse de,
hastalık acı verir. Hastalığı gerektiren şey, en ufak bir kışkırtıcı ile
harekete geçer. Onun için hastalıkta mutlaka acı veren sebebin olması gerekir.
Acı da, aykırı olan etkenin varlığı ile yok olur.
Kalbin manevi lezzet ve elemi,
vücudun maddi lezzet ve eleminden daha büyüktür. Vücudun hastalanması sebebiyle
bedenlerde meydana gelen acı türünden acı orada da meydana gelebiliyorsa da, bu
başka bir şeydir.
Onun için kalbin hastalanması ve
şifası, vücudun hastalanması ve şifasından daha önemlidir. Bu hastalık, bazan
şüpheler türünden olur.
"... Kalbinde (şehvetten arız)
hastalık bulunan kimsede arzu uyanabilir..."
(33 Ahzab/32) dediği
gibi.
Haraiti'nin "Kitabu İ'tilali'l-Kulubi bi'l-Eh-vai"
kitabında belirttiği gibi, münafıkların kalplerindeki hastalık bu türdendir,
yani inancın ve iradelerin bozukluğu hastalığıdır.
Zulme uğrayan kişinin kalbinde hastalık
vardır. O da başkasının kendisine zulmetmesinin yol açtığı elemdir. Hakkını
ondan aldığı zaman kalbi rahatlar.
Yüce Allah'ın:
"Onlarla savaşın ki Allah sizin
elinizle onları azaplandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin
de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi
gidersin." (9 Tevbe/14)
buyurduğu gibi.
Kalbin öfkelenmesi, duyduğu elem ve eziyeti gidermek içindir. Eziyet gider ve
elem yok olursa, hakkını alır ve öfkesi diner.
İnsanın kulağı ile işitmemesi, gözü
ile görmemesi ve dili ile konuşmaması onun için yararlarının kaçmasına ve
zararların gelmesine yol açan bir hastalık olduğu gibi, kalbi ile işitmez,
görmez ve hakkı batıldan, hayrı şerden, doğruyu yanlıştan ayıramaması da en
büyük hastalıklarından olur.
Oburca çok yemek veya toprak gibi
şeyleri yemesi nasıl zarar veriyorsa, gittikçe acısını artıran bu bozukluğu
kayboluncaya kadar yese de yemese de, bu acısı devam eder.
Bir yüze, başkanlığa veya mala aşık
olması gibi, yararı olmayan bir aşka müptela olduğu zaman, arzusuna ulaşmadığı
sürece kişi acı ve ızdırap çeken bir hasta olur. Halbuki arzu ettiğini elde
etmesi ona daha çok hastalık ve ızdırap getirir. Tıpkı hastanın muhtaç olduğu
yemek ve içmekten nefret etmesi, böylece acısının sürmesi ve yemek içmekten
kaçınmasının acı ve ızdırabının da devam etmesine ve nihayet ölmesine yol açması
gibi.
Kişi, kendisine yarar sağlayacak ve zarardan koruyacak şeylerden nefret
etmeyi bırakıncaya kadar ızdırap çekmeye devam eder. Allah kendisine şifa
vermedikçe de ızdırabı daha sonra gittikçe artacaktır.
Allah'ın verdiği nimeti başkasının
üzerinde görmeyi çekemeyerek kişinin başkasını kıskanması da, sağlıklı
kişilerin yeme içmelerine buğzetmesi ve
yediklerini görmeye bile dayanamaması gibidir. Haset ettiği kişiye hakkını vermekten
nefret etmesi de, hastanın kendisine yarayan yemek ve içmekten nefret etmesi
gibidir.
Kişide itidal ve sağlık sınırını aşan
sevgi ve nefret, vücutta sağlık ve itidal sınırını aşan şehvet ve nefret
gibidir.
Kalbin körelmesi ve gerçekleri
duymayacak şekilde sağırlaşması, yarar ve zarar verecek şeyleri seçememesi,
vücudun olayları görecek, dile getirecek, yararlı ve zararlıyı birbirinden
seçemeyecek kadar gözünün körelmesi, dilsizleşmesi ve sağırlaşması gibidir.
Gözü görmeyen kişinin gözü açıldığı
zaman rahatlama, afiyet ve sevinç duyması nasıl büyük bir olay ise, kalbin
görmesi ve gerçekleri kavraması da o kadar büyüktür.
Kaldı ki kalbin gerçekleri görüp
kavraması ile baş gözünün görmesi arasında ancak Allah'ın bildiği kadar büyük
fark vardır.
Burada söylenenlerden maksat, iki
hastalığı birbirine benzeterek açıklamaktır.
Çünkü: dinlerin tıbbı, bedenlerin tıbbı ile
paraleldir.
|