İbadet sözcüğü de,
yukarıda belirtildiği gibi, boyun eğme
/ itaat (tezellül) ile beraber sevgi
anlamını da içerir.
Onun için insanların birbirlerini sevmeleri farklı derecelerde olmaktadır. Şöyle
ki;
Alaka:
Kalbin sevdiği kişiye bağlanması.
Sabâbe:
Kalbin ona yönelmesi.
Garam:
Aralıksız sevgi.
Sonra Aşk gelir.
Bunların son aşaması da Teteyyum'dur ki
sevgiliye tapınmaktır.
Muteyyem de tapılan,
ibadet edilen / ma'buddur.
Teymullah:
Allah'ın kulu, demektir. Bu aşamada seven kişi,
sevdiğini sürekli anar, ona kul köle olur ve boyun eğer.
Allah'a
inabe (yöneliş) adı da sevgiyi gerektirir.
Buna benzer başka isimler de böyledir.
Cehmiyye ve benzerlerinin Allah'ı sevmenin veya
Allah'ın kullarını sevmesi, anlatımında hazif olduğunu söylerler. Anlatımda
hazif olması sebebiyle, söyledikleri gibi mecaz olamaz. Çünkü mecaz olabilmesi
için maksadı açıklayan bir karinenin olması gerekir. Halbuki Allah'ı ve
Rasûlünü sevmeyi engeleyecek Kur'an'da ve sünnette bir şey olmadığı gibi,
muttasıl, munfasıl, hatta aklî delalette sevilen şeyin amellerden başkasının
olmasını engelleyecek bir şey de yoktur.
Mecazın doğru olmasının ölçülerinden biri, olumsuzlaştırmanın
doğru olmasıdır. Bu anlatım mecaz olsaydı, o zaman Allah'ın
sevmediğini ve sevilmediğini söylemek de doğru olurdu. Tıpkı Cehmiyyenin imamı
Cad b. Dirhem'in Allah'ın İbrahim'i dost edinmediğini ve Musa ile konuşmadığını
söylediği gibi. Halbuki böyle demek, bütün müslümanların icma ile imkansızdır.
Böylece Allah ile müminler arasındaki karşılıklı sevginin mecaz değil, hakikat
olduğu anlaşılmış olur.
Yine, Allah kendisini sevmek ile
amelî sevmeyi birbirinden ayırarak şöyle buyurmuştur:
"Sizin için Allah'tan,
Rasûlünden ve Allah yolunda bir cihaddan daha sevimli ise..."
Kendi sevgisi ile Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesellem'ın sevgisini de birbirinden ayırarak şöyle der:
"Allah'tan ve Rasûlünden sizin
için daha sevimli ise".
Bundan maksat, sadece ameli sevmek
olsaydı, o zaman anlatımda tekrar veya özel olanı genel olana atfetmek türünden
olurdu. Her ikisi de zahir anlatıma aykırıdır ve ancak gösteren bir karine ile
buna gidilebilir.
Allah'ı sevmek, sadece Rasûlünü sevmekle açıklanamayacağı
gibi, sadece Allah için amel etmeyi sevmekle de açıklanamaz. Allah'ı sevmek,
kendisi için amel etmeyi ve Rasûlünü sevmeyi gerektiriyorsa da, Allah'ı sevmeyi
salt bunlarla açıklamak doğru olmaz.
Bir şeyi sevmeyi, bizzat kendisini
değil de, ona itaat etmeyi sevmekle açıklamak, dilde ne hakikat, ne de mecaz
olarak bilinen bir şeydir. Sözü bu şekilde anlamak, açıkça tahrif etmektir.
Temel kurallardan birkaç yerde belirttiğimiz gibi, bizzat zatı kastedilerek
Allah'tan başka bir şeyin sevilmesi caiz olmadığı gibi, Allah'tan bağımsız bir
şeyin kendisinin var olması da caiz değildir. Çünkü Allah'tan başka rab yoktur,
onun dışında bir tapılan / mabud yoktur. Tam sevgi ve yüceltme ile bizzat
sevilmeğe ve yüceltilmeye layık olan ancak O'dur.
Doğan her çocuk fıtrat üzere doğar.
Allah, arzuladıkları ve sevdikleri arasında kalplerin mutmain olacağı ve huzur
bulacağı kendisinden başka bir şey olmayacak şekilde kalpleri yaratmıştır.
Sevilenin sevdiği yiyecek, içecek, giyecek, bakacak, duyacak, dokunacak ne kadar
şey varsa, kalp hepsinin dışında başka bir şeyi arar.
Bütün bunların dışında
kalp, ilah olacak, kendi kendine kaim (samed) olacak, kendisinde huzur
bulacak ve bu türden ona benzeyen şeyleri sever. Onun için Yüce Allah,
Kur'an'da:
"Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla
yatışıp huzur bulur"
(13 Ra'd/28) buyurur.
Sahih hadiste lyad b. Hımar'ın
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den şöyle buyurduğu belirtilir:
"Yüce Allah şöyle
buyurdu: Ben kullarımı hanifler (tertemiz
muvahhidler) olarak yarattım, şeytanlar onları sürüklediler, kendilerine
helal kıldığım şeyleri haram ettiler ve izin vermediğim şeyleri bana ortak
koşmalarını emrettiler".
Müslim (4/2197), Ahmed
(4/162)
Buhârî ve Müslim, Ebu Hureyre'den
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Doğan
herkes fıtrat üzere doğar, sonra annesi babası onu yahudi, hıristiyan veya
mecusi yapar. Tıpkı hayvan yavrusunun organları tam olarak dünyaya geldiği
gibi, onlarda herhangi bir organ eksikliği görüyor musunuz?!"
Sonra Ebu Hureyre, isterseniz şu
ayeti okuyun, dedi:
"Hakka yönelerek kendini
Allah'ın insanlara yaratılışta verdiği fıtrata/dine ver. Zira Allah'ın
yaratışında değişme yoldur; işte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu
bilmezler."
(30
Rum/30) (Buhârî (3/235),
Müslim (4/2047), Ahmed (2/233), Ebû Dâvûd (5/86) Malik (1/241) Tirmizî (3/303)
Kalplerin sevdiği bütün mükemmellik
nitelemelerinin en mükemmeline Allah layıktır. Onun dışında varlıkların sevilen
nesi varsa hepsi Allah tarafındandır. Onun için hakikat ve kemal üzere
sevilmeye O layıktır.
Kulun rabbini sevmesinin hakiki olmadığını söylemek,
gerçekte onun tapılan, ibadet edilen / mabud bir ilah olduğunu
kabul etmemek,
inkar etmektir.
Kendisinin de
kulunu sevdiğini inkar etmek, onun irade ve dilemesini inkar etmeyi gerektirir.
Bu da Allah'ın yaratıcı rab olmasını inkar etmeyi doğurur. Onun için bunu inkar
etmek, alemlerin rabbı ve ilahı olduğunu inkar etmeyi gerektirir. Allah'ın
sıfatlarını işlevsiz kılan anlayış ve inkar ehlinin söylediği budur.
Onun için bizden önceki iki ümmet,
Musa aleyhisselam ve İsa aleyhisselam'ın Vasiyetlerinin en büyüğünün,
"Allah'ı bütün kalbinle, aklınla ve kastınla sev" olduğu konusunda
ittifak etmiştir.
Bu da Tevrat, İncil ve Kur'anın aslı olan İbrahim'in Hanif
dininin hakikatidir.
Bunu inkar etmek, müşriklerden, İbrahim'in düşmanı Sabiilerden ve onlara muvafakat eden felsefeci, kelamcı, fıkıhçı ve bid'atçılardan gelmiştir.
Sonra İsmailiyye Batınıyye mezhebinde olan
Karmatilerden ortaya çıkmıştır. Onun için Haniflerin imamı İbrahim aleyhisselam
şöyle demiştir:
"İbrahim: Eski atalarınızın ve
sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Şüphesiz onlar benim düşmanımdır.
Dostum ancak alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de
O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir.
Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. âhiret gününde yanılmalarımı bana
bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına
kat."
(26 Şuara/75-83).
"Üzerine
gece (nin karanlığı) çöktüğünde bir
yıldız gördü. Dedi ki: "(İşte) bu benim rabbimdir." (Yıldız)
kaybolduğunda dedi ki: "Ben kaybolanları sevmem."
"Ay’ı
doğarken gördüğünde: "(İşte) bu benim rabbimdir." dedi. (Ay)
kaybolduğunda dedi ki: "Şayet rabbim bana hidayet etmeseydi muhakkak ki ben
sapmış olan kavimden olurdum."
"Güneşi
doğarken gördüğünde: "(İşte) bu, benim
rabbimdir. Bu daha büyüktür" dedi. (Güneş) kaybolduğunda dedi ki: "Ey
kavmim! Muhakkak ben sizin şirk koştuklarınızdan uzağım."
"Muhakkak
ki ben, yüzümü gökleri ve yeri yaratana hanif olarak çevirdim. Ve ben
müşriklerden değilim."
(6 Enam/76-79).
"..İnsanların diriltileceği gün,
Allah'a
selim
bir kalple gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni
rezil etme" demişti."
(26 Şuara/88)
Selim kalpden maksat, şirkten arınmış
/ şirkten uzak olan bir kalbdir.
"Kadim olan ile yaratılan
arasında onu sevmesini ve kendisine bakmaktan zevk almasını gerektirecek bir
münasebet yoktur" sözleri ise, kapalı bir sözdür.
Münasebetten maksatları, aralarında
babalık oğulluk ilişkisinin olmadığı ise, bu doğrudur. Karı ile koca, yiyen ve
yenilen ve benzeri şeyler arasındaki ilişkinin bulunmadığı anlamında ise, bu da
doğrudur.
Ama birinin seven ve ibadet eden,
diğerinin de sevilen ve kendisine ibadet edilen olmasını gerektirecek bir
münasebetin olmadığını söylemek istiyorlarsa, işte esas mesele budur. Bunu delil
göstermek, istenen şeye ambargo koymak olup bunu sağlamak için yasaklamak
yeterlidir.
Yaratan ile yaratılan arasındaki
münasebet dışında tam sevmeyi gerektirecek bir münasebet olmadığını söylerler.
Yaratan Allah'tan başka
ibadete layık
ilah yoktur. Yerde ve gökte ilah odur. Yerde ve
göklerde en yüce örnek O'nundur.
Bunların söyledikleri aslında Allah'ın mabud
olmasını inkar etmektir. Onun için bu meseleye kelamla uğraşan kimi
tasavvufçular muvafakat etmiştir ki bunlar da Allah'ın gerçekte sevilen
olmasını kabul ederken, seven olmasını inkar ederler. Çünkü beraber oldukları o
kelamcıların görüşlerini benimseyerek tasavvufçu olmuşlardır. Tasavvufçuların
sevgi konusunda söylediklerini almışlar ama onu da karıştırmışlardır. İnkar
etmeleri, aslında Mutezilenin ve benzerleri olan Cehmiyyenin görüşüdür.
Allah'ın kulunu sevmesini ise daha çok inkar ederler. Bunu inkar edenler iki kısımdır:
1 - Bir kısım,
kulun sevgisini, belirttiği kelimelerle tevil ederler ve Allah'ın sevmesini
yaratması anlamında alırlar.
2 - Bir kısım da, o
işleri irade etmesi anlamında alırlar. Bu konuyu "Sıfatlar ve kader
kaideleri" bölümünde detaylı olarak açıkladık. Burada detaylarını
anlatamayacağız.
Allah'ın yapılmasını emrettiği vacip
ve müstehap şeyleri, mevcut olmasalar da, sevdiğini ve bundan razı olduğunu,
maddi ve manevi fasıklık, küfür gibi şeyleri sevmediği ve nefret ettiği, kimi
şeylerin varlığını isteyebileceğini Kitap, sünnet ve ümmetin selef alimleri
belirtmiştir.
"Allah bozgunculuğu
(fesadı) asla sevmez."
(2 Bakara/205)
"... O, kulları
için
küfürden
razı olmaz..."
(39 Zümer/7) buyurmuştur.
Burada söylenmek istenen, kulların
Allah'ı
("ilah" larını)
sevmelerini belirtmektir. Bunun da iman amellerinin aslı
olduğu anlaşılmıştır artık.
Bu konuda ümmetin selefi, ashab, tabiin ve yolundan
gidenler arasında bir anlaşmazlık olmadığı da ortaya çıkmıştır.
Bu sevgiyi
onlar, Allah'ın iman bilgileri ve Kur'an ibadetleri gibi yapılmasını emrettiği
ibadetlerle yerine getirirlerdi.
Yüce Allah buyurur:
"İşte sana da buyruğumuzla
Cebrail'i gönderdik; Sen Kitap nedir, iman nedir önceleri bilmezdin, fakat Biz
onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur
kıldık. Şüphesiz sen de insanlara göklerde olanlar, yerde olanlar kendisinin
olan Allah'ın yolunu, doğru yolu göstermektesin. İyi bilin ki işler sonunda
Allah'a döner."
(42
Şura/52-53)
Aradan uzun zaman geçince kelamcılar
ve Mutezile arasından bu sevgiyi inkar edenler çıktı.
Tasavvufçular arasından da
sema'/meşk, ıslık çalmak ve el çırpmak suretiyle bunları hareketlendirmek
isteyenler çıktı.
Kalbte bulunan her türlü sevgiyi tahrik edip
hareketlendirecek şiirler ve müzikaller dinliyorlar. Böylece kalpleri ile
putları, haçları, kardeşleri, vatanları, taze gençleri ve kadınları sevdiği
gibi Rahman'ı da sevmeğe elverişli duruma geliyorlar.
Halbuki şeyhlerden bunu
gündeme getirenler, onun
için yer, zaman ve imkan şartını
koşarlardı. Hatta onun için şeytandan korunmak için bir şeyhin olmasını şart
koşarlardı. Sonra başkaları bu işte gevşeklik göstererek günahlara, hatta
ahlaksızlıklara düştüler. Hatta onlardan kimileri işi apaçık küfre kadar
götürdüler. Bunlar küfür ve ilhad içeren şiirlerle coşuyorlar ki bu da en büyük
fesad şekillerindendir. Tıpkı kitap ehline ve müşriklere ibadetlerinin
oluşturduğu birtakım haller gibi, onlar için de bu durumlar o biçim haller
oluşturuyor.
Cuneyd'in dediği gibi tahkik ehli
şeyhler, meşk yapmaya çalışanlar, onunla baştan çıkarlar, ama tesadüfen dinleyenler
için dinlendirici olur, derlerdi. Yani bu uydurma sema (müzik, meşk) ayinlerini
dinlemek için bir araya gelmek meşru olmadığı gibi, emredilmesi de, din ve
Allah'a yaklaştıran bir şey kabul edilmesi de caiz olmaz.
Çünkü ibadetler ve Allah'a yaklaştıran
şeyler ancak Peygamberlerden öğrenilir.
Çünkü haram, ancak Allah'ın haram
kıldıklarıdır ve din, ancak Allah'ın bildirdiğidir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Yoksa, Allah'ın dinde izin
vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır? Eğer kesin karar
bulunmayacak olsaydı aralarında hemen hükmedilirdi. Şüphesiz zalimlere can
yakıcı azap vardır." (42
Şura/21)
"(Ey
Muhammed!) De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi
sevsin, günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafur'dur, Rahim'dir."
"(Ey
Muhammed!) De ki: "Allah'a ve rasul (Muhammed)e itaat edin. Eğer yüz
çevirirlerse (bilsinler ki) Allah (şüphesiz) kafirleri sevmez."
(3
Âl-i İmran/31-32)
Yüce Allah onlara, Allah'ı sevmelerinin
Rasûlunü
sevmelerini de gerektirdiğini
belirtmiş,
Rasûlune
uymanın da Allah'ı sevmeyi
gerektirdiğini söylemiştir.
Ubey b.Ka'b şöyle der:
"Allah'ın yoluna
ve Sünnete sarılınız. Allah'ın yolunda ve sünnet üzere olup Allah'ı andığı
zaman Allah korkusundan tüyleri ürperen hiçbir kul yoktur ki ağaçtan kuru
yaprakların döküldüğü gibi günahları dökülmüş olmasın. Allah yolunda ve sünnet
üzere olan hiçbir kul yoktur ki tenhada Allah'ı andığında Allah korkusundan
gözleri yaşarsın da ateşten kesin olarak kurtulmuş olmasın. Allah yolunda ve
sünnet üzere olmakla yetinmek, ona ve sünnete aykırı düşmeğe çalışmaktan daha
iyidir. Amellerinizin peygamberlerin yolu ve sünneti üzere ve onunla sınırlı
olmasına gayret ediniz."
(Hılye (1/250),
Sıfatu's-Safne (1/446) Kitabu'z-Zuhd Li'bnu'I-Mubarek (4/21)
Bunlar başka yerlerde detaylı olarak
anlatılmıştır.
Sema' / meşk, emredilen ve sevilen
bir şey olsaydı, sevilen ve ibadet edilen Allah'a karşı kalpler onunla salah
bulsaydı, şeri deliller ona delalet ederdi. Bilindiği gibi
Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'in:
"Kuşakların en
hayırlısı, içinde bulunduğum kuşaktır, sonra ikinci ve üçüncü kuşaktır"
(Buhârî (7/3), Müslim (4/1926), Tirmizî (3/376), İbn Mâce (2/791) Ahmed (1/378) dediği en
hayırlı kuşaklarda Hicaz, Şam, Yemen, Irak, Mısır ve Horasan'da iyilik ve din
ehlinden kalplerin salah bulması için bid'at olan sema / meşk için bir araya
gelen kimse yoktur.
Onun için İmam Ahmed ve başka imamlar sema'ı / meşki
mekruh görmüştür. Hatta Şafiî, semai zındıkların uydurduğunu söyleyerek
şöyle der:
"Bağdad'ta
zındıklar sema diye bir şey uydurmuşlar, onunla insanları Kur'an'dan
alıkoyuyorlar".
(Telbisu İblis İbnu'l-Cevzî (230)
Ama insanın kastı olmaksızın
dinlediği şeylere, imamların ittifakı ile, ne kötüleme, ne yasak terettüp eder.
Onun için kötülenen ve yasaklanan şey, salt dinlemek değil, dinlemek için
gayret ve kastetmektir.
Kur'an dinleyen kişi sevap kazanır,
ama kast ve gayret etmeden Kur'an dinlemenin bir sevabı olmaz. Çünkü ameller,
niyetlere göredir.
Dinlemenin yasaklandığı eğlenceli şeyler de böyledir. Kişi
elinde olmadan ve kastetmeden dinlerse, ona zarar vermez. Kişi bir beyit dinlese
ve bu da onun iç dünyasının övülen boyutunu tahrik etse veya benzeri bir beyiti
örnek verse, yasak bir şey yapmış olmaz.
Övülen ve güzel olan şey, Allah ve
Rasûlünün sevdiği şeyler için kalbinin hareket etmesidir ki bu da Allah'ın
sevdiğini işleme ve yerdiğini terketme sevgisini içerir.
Örneğin, adamın biri bir yerden
geçerken birinin "Hergün okuyorsun, bunu değiştirsen iyi olur"
sözünü söylediğini duyar ve bundan kendi durumuna uygun bir işaret alır. Çünkü
işaretler, kıyas, ders çıkarma ve atasözleri türündendir.
Sema' / meşk, meselesi büyük ve yaygın
bir meseledir. Başka yerde detaylı olarak açıkladık.
Belirtmek istediğimiz şudur:
Müridler için arzu edilen şeyler,
Peygamberlerin, alimlerin, müminlerin ve ariflerin dinlediği şer'î, dinî,
nebevî, imanî ve Kur'anî dinleme ile gerçekleşir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kitapta İbrahim'e dair
anlattıklarımızı da an, o şüphesiz dosdoğru bir peygamberdi. Babasına şöyle
demişti: "Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan
şeylere niçin tapıyorsun?" "Babacığım! Doğrusu sana gelmeyen bir ilim
bana geldi. Bana uy, seni doğru yola eriştireyim." "Babacığım!
Şeytana tapma, çünkü şeytan Rahman'a baş kaldırmıştır." "Babacığım!
Doğrusu sana Rahman katından bir azabın gelmesinden korkuyorum ki böylece şeytanın
dostu olarak kalırsın." Babası: "Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan
yüz çevirmek mi istiyorsun? Bundan vazgeçmezsen mutlaka seni taşlarım; uzun bir
süre benden uzaklaş git." dedi. İbrahim şöyle cevap verdi: "Sana
selam olsun. Senin için Rabbim'den mağfiret dileyeceğim, çünkü O, bana karşı
çok lutufkardır." "Sizi Allah'tan başka taptıklarınızla bırakıp
çekilir, Rabbime yalvarırım. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağımı
umarım." İbrahim onları Allah'tan başka taptıklarıyla başbaşa bırakıp
çekilince ona İshak ve Yakup'u bahşettik ve her birini peygamber yaptık. Onlara
rahmetimizden bağışta bulunduk. Onların her dilde üstün şekilde anılmalarını
sağladık.
Kitapta Musa'ya dair
anlattıklarımızı da an. O seçkin kılınmış bir insan, tarafımızdan gönderilmiş
bir peygamberdi. Ona Tur'un sağ yanından seslenmiş ve konuşmak için onu
yaklaştırmıştık. Rahmetimizden, kardeşi Harun'u bir peygamber olarak ona
bağışladık.
Kitapta İsmail'e dair
anlattıklarımızı da an. Çünkü o sözünde doğru bir kimse idi, tarafımızdan gönderilmiş
bir peygamberdi. Çevresinde bulunanlara namaz kılmalarını, zekat vermelerini
emrederdi. Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti. Kitapta İdris'i de zikret,
çünkü o dosdoğru bir peygamberdi. Biz onu yüce bir yere yükselttik.
İşte bunlar Allah'ın kendilerine
nimetler sunduğu peygamberler; Adem'in soyundan, Nuh ile beraber
taşıdıklarımızdan; İbrahim ve İsmail'in neslinden ve doğru yola
erdirdiğimizden, seçip beğendiklerimizdendirler. Rahman'ın ayetleri onlara
okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı."
(19 Meryem/41-58)
"De ki: "Kur'an'a ister
inanın, ister inanmayın, O'ndan önceki bilginlere o okunduğu zaman, yüzleri
üzerine secdeye varırlar" ve "Rabbimiz münezzehtir. Rabbimiz'in sözü
şüphesiz yerine gelecektir" derler. Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar;
bu, onların gönüllerindeki saygıyı artırır."
(17 isra/107-109)
"İnananlara en şiddetli düşman
olarak, insanlardan yahudileri ve Allah'a eş koşanları bulursun. Onlardan,
inananlara sevgice en yakın "Biz hıristiyanız" diyenleri bulursun.
Bu, onların içinde bilginler ve rahipler bulunmasından ve büyüklük
taslamamalarındandır. Peygambere indirilen Kur'an'ı işittiklerinde, gerçeği
öğrenmelerinden gözlerinin yaşla dolarak, "Rabbimiz! İnandık, bizi de
şahitlerden yaz. Rabbimizin bizi iyi milletle birlikte bulundurmasını umarken
niçin Allah'a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?" dediklerini görürsün.
Allah onlara, dediklerine karşılık, temelli kalacakları, altından ırmaklar akan
cennetler verdi. Bu, iyi davrananların mükafatıdır."
(5
Maide/82-85)
"İnananlar ancak, o kimselerdir
ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer ayetleri okunduğu zaman bu onların
imanlarını artırır. Ve Rablerine güvenirler; namaz kılarlar; kendilerine
verdiğimiz rızıkdan yerli yerince sarf ederler. İşte gerçekten inanmış olanlar
bunlardır. Onlara Rablerinin katında mertebeler, mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır."
(8
Enfal/2-4).
"Allah, ayetleri birbirine
benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitabı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir.
Rablerinden korkanların, bu Kitaptan tüyleri ürperir, sonra hem derileri ve hem
de kalpleri Allah'ın zikrine yumuşar ve yatışır. İşte bu Kitap, Allah'ın
doğruluk rehberidir, onunla istediğini doğru yola eriştirir. Allah kimi de
saptırırsa artık ona yol gösteren bulunmaz."
(39 Zumer/23)
Allah, şerî, dinî, nebevî, imanî ve
Kur'anî dinleme yapan Peygamberleri, alimleri, müminleri ve arifleri övmesine
karşın, bundan yüz çevirenleri de yermiştir. Şöyle buyurur:
"İnsanlar arasında, bir bilgisi
olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve
Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir.
Ayetlerimiz sapık kimseye okunduğu zaman sanki kulaklarında ağırlık var da
işitmiyormuş gibi büyüklenerek sırt çevirir. İşte ona can yakıcı azabı müjde et."
(31 Lokman/6-7).
"Kendilerine Rablerinin
ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar."
(25 Furkan/73).
"Öyleyken, bunlara ne oluyor ki
öğütten yüz çeviriyorlar? Aslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere
benzerler."
(74
Müddessir/49-51).
"Allah katında, yeryüzündeki
canlıların en kötüsü gerçeği akıl etmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. Allah
onlarda bir iyilik görseydi onlara işittirirdi. Onlara işittirmiş olsaydı yine
de yüz çevirirlerdi, zaten dönektirler."
(8
Enfal/22-23).
"İnkar edenler: "Bu
Kuran'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki bastırırsınız" dediler.
İnkar edenlere çetin bir azap tattıracağız. İşledikleri en kötü işlere karşılık
onların cezasını vereceğiz."
(41 Fussilet/26-27).
Kur'an'da bunun örnekleri çoktur.
Ümmetin selefinin, ashabın, tabiin imamlarının, İbrahim b.Edhem, Fudayl b.
lyaz, Ebu Süleyman ed-Daranî, Maruf el-Kerhî, Yusuf b. Ebsat, Huzeyfe el-Meraşi
ve benzeri önde gelen şeyhlerin dinlediği budur.
Yine Ömer radıyalhhu anh, Ebu
Musa el-Eşarî'ye "Ey Ebu Musa, bize
rabbimizi hatırlat" derdi. O da Kur'an okur, kendileri de dinler ve
ağlarlardı. Ashap bir araya geldikleri zaman içlerinden birine Kur'an okumasını
söyler, okur, onlar da dinlerlerdi.
Sahih hadiste şöyle sabit olmuştur:
"Ebu Musa el-Eş'a-rî
Kur'an okurken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem oradan geçti ve okumasını
dinlemeye koyuldu ve:
"Bu adama Dâvûdî bir ses verilmiştir."
buyurdu.
(Buhârî
(9/92), Müslim (1/546), Tirmizî (5/356): Hadis ğarîb hasen-sahihtir, der. Nesai
(2/18), Darimi (1/349), Ahmed (2/261)
Yine:
"Dün
sana uğradım, Kur'an okuyordun, ben de seni dinlemeye başladım, buyurdu. Bunun
üzerine Ebû Mûsâ: Dinlediğini bilseydim senin için daha güzel okurdum,
dedi."
(İbn Sa'd (4/107)
Fethu'l-Bârî (9/93) İbn hacer: İbn Sa'd bunu Muslimin şartına uygun sahih bir
isnad ile rivayet etti, der. Hakim (3/466)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Seslerinizle
Kur'an'ı süsleyiniz."
(Ebû Dâvûd (2/155),
Nesâî (2/179), İbn Mâce (1/426) Darimî (2/474), Ahmed (4/283).
"Allah, güzel
sesle Kur'an okuyan kişinin sesini, şarkıcı kadının sesini dinleyen kişinin
dinlediğinden daha çok dinler."
(Ahmed (6/19), İbn Mâce
(1/425) Hakim (1/571): Hadis Buhârî ve Müslim'in şartına göre hasen-sahihtir
ancak onlar tahric etmedi, der. Zehebî: Bilakis hadis munkatı'dır, der.
Mecmau'z-Zevaid'de: İsnadı hasendir, denilir.)
(Ayet-i kerime'de de şöyle buyurulur:
"... Rabbının buyruğuna kulak verip
(dinleyip)
boyun eğdiği zaman..."
(84 İnşikak/2)
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yine şöyle buyurmuştur:)
"Allah, Kur'an'ı
güzel sesle okuyan Peygamberinin okumasına kulak verip dinlediği kadar başka
hiçbir şeyi dinlememiştir".
(Buhârî (9/68), Müslim
(1 /545), Ebû Dâvûd (2/157), Darimî (1 /350) Ahmed (2/271)
"Kur'an'ı güzel
okumayan, bizden değildir".
(Buhârî (3/501), Ebû
Dâvûd (2/156), Darimi (1/349), Ahmed (1/172)
Bu okuma insana güzel coşkular,
değerli zevkler ve anlatılamayacak kadar geniş bilgiler ve büyük haller verir.
Bunları bir kitapta anlatmak zordur. Kur'an'ı anlamaya çalışmak ve üzerinde
düşünmek kişiye anlatılamayacak kadar büyük ilim ve iman kazandırır.
|