Yerlilik ve Niğde gazozu
 

Bir yandan Coca Cola içiyor, bir yandan da yerlilikten bahsediyoruz. Halimiz bu.

İnsanın kendi kendine “yalancı şahit, nasılsın, iyi misin” diye sorası geliyor.

En azından gazlı içecekler sorununu halletmek için, birtakım arayışlara girdim. Birkaç bilinen yerli meşrubat üreticisi var ama onların da Amerikan sermayesinden farkı yok.

Neyse... Hemen konuya girelim.

Bir gün bir gazoz içtim ve hayatım değişti. Niğde gazozu...

Tek kelimeyle söyleyecek olursak; harika... Ev yemeklerine benziyor. O gün bugün Niğde gazozu arıyor, buluyor ve içiyorum.

Niğdelileri öteden beri severim. Onlara sempatim vardır. Dolayısıyla, Niğde’yle ilgili nerede bir yayın görsem, ilgilenirim. Mesleğimiz icabı şahsımıza bir sürü yayın gönderiliyor. Edebiyat dergilerinden tutun da mesleki bültenlere kadar...

İşte bunları karıştırırken, Niğde Esnaf ve Sanatkarları Odaları Birliği’nin aylık yayın organı olan NESOB Haber ile karşılaştım. Bültende, “44 yıllık gururumuz: Niğde Gazozu” başlıklı bir haber de vardı.

“Firma, İsmet Olcay tarafından 1962 yılında Niğde Gazozu İmalathanesi adıyla kurulmuş. Şu an Niğde Organize Sanayi Bölgesindeymiş ve 15 kişiye iş imkanı sağlıyormuş. İmalat Yeterlilik Belgesi, Gıda Üretim Sertifikası, Türk Standartları Enstitüsü Uygunluk Belgesi; hepsi tamam...

Niğde gazozunun formülü, uzun uğraşlar sonunda bulunmuş. Halkımızın damak tadına hitap eden bir formülmüş bu... Ayrıca, ihracatçı bir firma aracılığıyla, Amerika’ya 51.600 şişe gazoz ihraç etmişler.”

Haberden öğrendiğimize göre, 1967 yılında, ülkemizde 1.000 (bin) civarında yerli gazoz üreticisi varmış. Ancak Amerikan firmalarının Türkiye piyasasına girmesiyle, bu sayı, bugün için 50’ye düşmüş. Böyle giderse, onlar da tarihe karışacaklar.

Yapmamız gereken şey belli. Bundan sonra Niğde gazozunu ve diğer yerli gazozları içmek...

Siviller, başıbozuklar...

Kim yazdı, nerede okudum, tam olarak bilmiyorum. Bildiğim, yazıyı yazan tarihçinin, Osmanlı halkını ikiye ayırmasıydı: “Askerler ve başıbozuklar.”

Yazarın iddiasına göre, Osmanlı’da sivil yoktu. Osmanlı asker milletti ve asker kavramı çok geniş olduğu için, birçok kesimi içine alıyordu.

Sivillik ise bize Batı’dan gelmişti. Belki de bu yüzden, ülkemizdeki bazı sivil toplum örgütleri için “Kökü dışarıda” tabiri kullanılıyor. Hoşumuza gitmeyen bir iş yaptıklarında, “Dışarıdan talimat alıyorlar” diyoruz.

Gerçi hangi örgütlerin, kurumların, kişilerin kökünün dışarıda olduğu, nerelerden talimat aldığı belli... 28 Şubat sürecinde, bunları fazlasıyla gördük. Uyduruk tabelalar altında bir araya getirilmiş ve eline pankartlar tutuşturulmuş bir avuç kişiden oluşan örgütler, dernekler, nasıl da laiklik şovu yapmış, dindar camiaya kin kusmuşlardı. Kimini Siyonist sermaye finanse ediyordu, kimini de Amerika ve Avrupa.

Bunları Danıştay Cinayetinde de gördük. Ne zaman mütedeyyin insanların başına çorap örülmek istense, hızlı bir şekilde hücrelerinden çıkıyorlar. Danıştay cinayetinin türban için işlendiği yayılır yayılmaz, hemen meydanlara indiler, koskoca bakanlara çer çöp atmaktan bile çekinmediler. Arkalarında da dün olduğu gibi yine malum medya vardı.

Başıbozukluğun karşılığı sivillik ise eğer; başıbozuk olan ve kökü dışarıda aranması gereken işte bunlardır.

Evet, başıbozuk, vatanının, dolayısıyla milletinin selametini, refahını, saadetini düşünmez. Ülkede nizam olsun istemez. Ülke kaynaklarının halka adil bir şekilde dağıtılmasından hoşlanmaz. Gerilimden, kavgadan beslenir. Bir nevi siyasi eşkıyalık yapar.

Bunlar, öylesine yazılmış satırlar değildir: 28 Şubat’tan sonra kimlerin, ne gibi yolsuzluklara imza attığını, rakamların birden bire nasıl memleket aleyhine döndüğünü bilmeyen kalmadı.

Bir de Milli Gençlik Vakfı, Anadolu Gençlik Derneği gibi kuruluşlar var. Peki, onları nereye koyacağız?

Bu oluşumlar, şu ya da bu kişinin, grubun, medya organının değil, milletin ve devletin menfaati için kurulmuştur. Vatanını seven, hakkı ve hukuku gözeten, milli menfaatleri önceleyen kişilerden başıbozuk olmaz. Böyle kişiler, ideallerinin askerleridir.

Bir varmış, iki yokmuş...

Bir köyde, iki tane fakir aile varmış. Komşu olmalarına rağmen, ailelerin arası pek iyi değilmiş.

Aile reislerinden biri, bir rüya görmüş. Rüyasını ziyaret eden nur yüzlü kişi, ona şöyle seslenmiş: “Haline çok acıyor, sana yardım etmek istiyoruz. Dile bizden ne dilersen. Fakat sana ne iyilik yaparsak, komşuna da iki katını yapacağız.”

Adam bir türlü ne isteyeceğine karar verememiş. Bir tane tarla istese, komşusuna iki tane verilecek. Bir küp altın dilese, komşusuna iki küp...

Düşünmüş taşınmış ve iyilik olarak şunu istemeye karar vermiş: “İki gözümden birini çıkarırsanız, bana yardım etmiş olursunuz...”

Durumumuz biraz buna benziyor.

Camiamızda, maalesef kimse kimsenin iyiliğini istemiyor. Biri bir adım öne çıksa, “şımarmasın, dikkat çekip harcanmasın” gibi sahte gerekçelerle, hemen onun icabına bakıyoruz.

Almaya gelince “Müslümanlar kardeştir” diyoruz, vermeye gelince kardeşliği falan unutuyoruz.

Evet, komşumuzun iki gözünün elinden alınması karşılığında, biz, bir gözümüzün gitmesine razıyız. Bu, edebiyat dünyasında da böyle, siyasette de, basın sektöründe de... Mesela mütedeyyin camiaya hitap eden ve İslami hassasiyetler taşıdıklarını iddia eden bazı dergiler, kurumlar, kişiler var ki; sosyalistlere, ateistlere, liberallere gösterdikleri ilginin, hoşgörünün onda birini kendi insanlarına göstermiyorlar. 

Kendilerini yanlış anlamaya programlamış, alınganlık zırhına bürünmüşler. Küçük bir itirazınızda bile, tüm füzelerini üstünüze yolluyorlar. Sonra da bunun adı, “dost ateşi” oluyor. Nasıl oluyorsa?