Yalta Konferansı, İngiliz Başbakanı Churchill, ABD Başkanı Roosevelt ve Rus
diktatör Stalin’in önderliğinde, 4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında yapılır.
Konferansta alınan karar gereği, Birleşmiş Milletlere girmek isteyen
ülkelere, 1 Mart 1945’ten önce Almanya’ya harp ilan etmesi şartı getirilir.
Almanya’ya harp ilan etmeyen hiçbir ülke, Birleşmiş Milletlere
giremeyecektir.
Türkiye de 1 Mart tarihine sayılı günler kala, 23 Şubat 1945’te eski
müttefiki Almanya’ya harp ilan eder. Fakat fiili olarak savaşa katılmaz.
Daha doğrusu, buna gerek kalmaz.
Neredeyse bütün dünyanın Almanya’ya harp ilan etmesi, sadece Almanların ne
kadar kuvvetli ve inatçı olduğunu göstermiyor. Ernest Jünger, “İkinci Dünya
Savaşı’nı Almanlar kaybettiği zaman, bütün milletler savaşı kaybetti” demiş.
İsmet Özel, Kalın Türk isimli kitabının 47. sayfasında, “bu sözün anlamı
şudur” diyor ve devam ediyor: “Bundan böyle milletlerin millet olarak savaş
yürütebilecekleri saha tahrip olmuştur. Dolayısıyla 1945’ten itibaren dünya
nizamı, birinci planda başrolü milletlerin oynamadığı, örgütlerin oynadığı
bir saha olmuştur. Bu örgütlerin en etkilileri finans örgütleridir.” Kısaca,
Almanya yerle bir edilerek, gerçek anlamda “bağımsızlık” isteyen milletlere
gözdağı verilmiştir. Sadece Dresden şehrine kaç bin ton bomba atıldığı bugün
bile tam olarak hesaplanamamıştır. Veya Rusların kaç yüz bin Alman esirini
yok ettiği…
Almanlara karşı kimlerin birleşip cephe aldığını bilirsek, Hitler’in de
kimlere karşı mücadele ettiğini öğrenmiş oluruz. Nurettin Topçu, Ahlak
Nizamı adlı eserinde, “Alman milliyetçiliğine karşı, kapitalist ve komünist
dünyanın kardeşçe birleştiklerinden” bahseder.
Nurettin Topçu’nun Hitler’e olan ilgisini* araştırırken, karşıma İsmail
Kara’nın hatıralarını kaleme aldığı Sözü Dilde Hayali Gözde isimli eseri
çıktı. (Dergâh yayınları)
Sayın Kara, Nurettin Topçu’yu anlattığı bölümde, konuyla ilgili şu
tespitlerde bulunuyor: “Bugün Hitler dendiği zaman insanların aklına İkinci
Dünya Savaşı sonrasında, büyük ölçüde Yahudilerin tahakkümündeki sinema
dünyasının, basın-yayın organlarının icat ve inşa ettiği Hitler tipi
geliyor: Meczup, gaddar, cahil, nutuk budalası, toplama kampları, gamalı
haç, gadre uğramış ve katledilmiş Yahudiler… İkinci Dünya Savaşı bitene
kadar bütün dünyada, hususen İngiltere’nin, Fransa’nın, Rusya’nın gadrine,
işgaline uğramış ülkelerde, bu arada Türkiye’de de Hitler kesinlikle böyle
biri değildi; dünyaya nadir gelen bir kahraman, hem de cihanı titreten bilge
bir kahramandı. 1930’lu yılların TBMM albümlerine, üniversite yıllıklarına,
gazete sayfalarına bakarsanız sizi ekseriyetle, şimdi sadece filmlerde
gördüğümüz ‘Hitler bıyığı’ karşılayacak…
Nurettin Beyin bu genel gidişten ayrılan önemli bir tarafı var: Herkes
vazgeçtikten sonra o devam etti, hem de aleni denilebilecek bir tarzda.
Çünkü Hitler’e olan ilgisi ortalıktaki aktüel hissiyattan ve galebe çalma,
meydan okuma, bıyığı taklit etme duygularından ötede bir şeydi.” [Sayfa 38]
Hitler’le ilgili ortak kanaat; zeki, azimli ve irade sahibi olduğu
yönündedir. Hitler, Almanya’nın ve insanlığın o yıllarda içinde bulunduğu
sıkıntıların sebep ve kaynaklarını isabetle teşhis etmiştir. Hatta Kur’an-ı
Kerim’in Almanca baskısını okuyup incelemiş ve hayranlığını açıkça dile
getirmiştir.
Hitler, Alman milletine öyle bir milli şuur ve heyecan vermiştir ki, bu
sayede, savaş sonrasında harap olan Almanya’nın kısa sürede toparlanıp
güçlenmesini kolaylaştırdığı kabul edilir. Fakat Yahudilerin aleyhinde
propagandası yüzünden, bugün, bir “cahil ve cani” olarak tanınıyor, o ayrı…
İsmet Özel, Almanya ve Hitler bahsine değinirken, şunları söyler:
“Konuşmamın bir yerinde, dünya sisteminin Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda
bazı kelleleri kopardığını söylemiştim. Rusya’nın çarı gitti,
Avusturya-Macaristan ve Almanya’nın imparatorları gitti, Osmanlı’nın
hilafeti gitti. Fakat bunların arasında bir ülke ya da bir millet yeniden
baş üretti. Tabii İtalyanlar da denediler ama onlar pek beceremediler.
Almanlar ise bunu başardılar; yani kesilen başın yerine omuzların arasından
tekrar bir baş çıkardılar. Bu kişi, beğenilsin veya beğenilmesin, Hitler.
Almanlar işin başsız yürümeyeceği konusunda ısrarcı oldukları için baş
ürettiler. Bu Hitler’in şahsi başarısı değildir, onların –Almanların- böyle
bir eğilimi –Führer Prinzip– vardır. Bu baş da koparıldıktan sonra Almanlar
yeniden görünmeyen bir baş ürettiler ve hala böyle bir başları var onların.
Almanya’da sağcı solcu, her şey olunabilir, fakat ‘Almanya haini’ olunamaz.
Bu, yasayla halledilmiş bir mesele değil. Almanya’da bütün siyasi görüşler
çok net bir şekilde Almanya’nın çıkarında birleşirler. Bu yüzden de belli
karar alma odaklarını, o belli fakat gizli başı koruyarak toplumlarını silik
bir duruma düşmekten koruyabilmişler; bugün iki savaş kaybeden Almanya’yı
hâlâ hesaba katılması, hem de dikkatle hesaba katılması gereken bir ülke
durumuna getirebilmişlerdir.”
İsmet Özel’in söyledikleri, aslında her şeyi özetliyor. Fakat Nurettin
Topçu’nun Hitler’e olan ilgisini sürdürmesinin tek nedeni bu değil.
Hüsrev Hatemi, Anıcak Ol Meclisi (Dergâh yayınları) isimli eserinde, 1950’li
yıllara ait bir anısını anlatır:
“Bir arkadaşımla İnci sinemasına gitmiştik. O yıllarda, film başlamadan önce
‘Dünya haberleri’ gösterilirdi. Bu haberler sırasında, İsrail askerlerinin
bir Mısır tankını, içindeki ölü Mısırlılarla birlikte ele geçirdikleri ve
ellerindeki İsrail bayrağını açarak tank üzerine çıktıkları gösterildi.
Salondaki alkış gürültüsü kulaklarımdan hala gitmiyor. Haberler bitip asıl
film beklenirken, yanımdaki arkadaşa bu sahneyi niye alkışladığını sordum.
Günümüzde tanınmış bir doktor olan bu kişi, “Yok artık, bir de Arapları mı
tutuyorsun? Onların Birinci Dünya Savaşı’nda bize yaptıklarına karşı benim
alkışım az bile” demez mi?” [Sayfa 63]
Bilindiği gibi, Nurettin Topçu, Yahudilerden hiç hazzetmez, onları kıyasıya
eleştirirdi. Yahudilerin insanlığa yaptığı fenalıkları da her fırsatta dile
getirirdi. 1967 yılında kaleme aldığı ve Hareket dergisinde yayınladığı
İnsanlar ve Yahudiler başlıklı yazıya bakmak bile, bizlere yeteri kadar
fikir verecektir.
“İnsanlar ve Yahudiler”
Topçu’nun, Hitler’in adını andığı cümlelerin yazılış tarihine dikkat edecek
olursak, bu cümlelerin, genellikle Arap–İsrail Savaşları sırasında kurulduğu
görülecektir. Bir anlamda, hem bu savaşlarda Araplara destek vermiş, hem de
Sayın Hatemi’nin altını çizdiği yanlış tutumu (duruşu) eleştirmiştir.
Ortada, Hitler sevgisinden çok, Yahudilere olan sevgisizliği vardır.
Şimdi, Nurettin Topçu’nun Hitler’in adını andığı cümlelerine bir bakalım:
“Hitler, ideali hülyaya çiğnetti. Gazi Osman Paşa, Plevne ufuklarında bütün
bayağı realiteyi kutsal vatan idealine feda etmesini bildiğinden, kılıcını
teslim ederken bile, davanın muzaffer ve şerefli sahibi olarak kaldı.”
[Kurtuluş Yolu, Nisan 1971, İradenin Davası, sayfa 202]
“Hitler’in ne için Yahudi düşmanlığı yaptığını yine gazeteleri okuyup
anlıyoruz.” [Gazeteler, Şubat 1952, Ahlak Nizamı sayfa 63]
“Hem insanlık adı altında toplanan bütün meziyetler, nasıl olursa olsun,
harbi kazanan tarafa mı aitmiş? Vaktiyle Hitler’in istila senelerinde Alman
şansölyesini göklere çıkaran ve tıpkı şimdiki Müslümanlar gibi yenilgiye
uğrayan Fransızları o zaman dejenere olmakla itham eden kuvvet
müdahenecileri, Hitler yenilir yenilmez, Amerika’dan gelen Yahudi temposuna
uyarak, onu yerlerin dibine geçirmekte tereddüt göstermediler.” [İslam
Davası ve Yahudilik, Temmuz 1967, Ahlak Nizamı, sayfa 214]
“Alman üniversiteleri, 18. asırda, arza sığamayan bir idealizmin kurucuları
oldular. Öyle ki, Hegel’de Hitler’i tanımak kabildir. Zira kollar daima
beyne bağlı kalmışlardır.” [Komünizm Karşısında Üniversitenin Rolü, Ahlak
Nizamı, sayfa 291]
“Yavuz Selim, Alpaslan’dan daha genç, Hitler, İskender’den daha zindedir.
Gandi, Buda’dan daha taze, Yunus, Sen Pol’den daha cezbelidir. Kalven,
Luther’den daha samimi, Hüseyin Avni, Dalton’dan daha ateşlidir.”
[Mukadderatımızın Tohumları, Haziran 1959, Yarınki Türkiye, sayfa 276]
Yine, Mayıs 1965 yılında kaleme aldığı ve Büyük Fetih isimli kitabında
yayınladığı Fatihler ve Zalimler başlıklı yazının da altını çizmek
gerekiyor: “İşte eski Asur ve Mısır orduları, İran ve Yunan harpleri, Hunlar
ve Romalılar; işte Napolyon istilaları, İngilizlerin mazlum milletlere
saldırıları; işte varlıklarıyla insanlığı ürperten Rusya ve Amerika.
Bunların yaptığı fetihlerde, ruhumuzun önderleri Halife Ömer’lerin, Büyük
Muaviye’lerin, ulu atalarımız Fatih’lerin ve Yavuz’ların insanlığa rahmet
getiren harplerindeki ruh ve dava, onlardaki kılıcı kullanan kalp kuvveti
yoktur.”
Bu paragrafta dikkat çekici olan, Hitler Almanya’sının saldırganlığının es
geçilmesidir. Gerçi Hitler’in haklı olduğunu söylemiyor. Fakat haksız
olduğunu da söylemiyor.
Nurettin Topçu’nun Hitler ve Almanya vurgusunu daha iyi anlamak için,
bana kalırsa Birinci Dünya Savaşı yıllarına gitmemiz gerekiyor. Bilindiği
gibi, Osmanlı Devleti ve Almanya bu savaşta kader birliği yapmışlardı. Fakat
sonuç, her iki devlet için de tam bir felaket oldu. Sonrasında, Türkiye
önüne konulana razı olurken, hatta hakkı olan Misak-ı Milli sınırlarından
bile vazgeçerken; Almanya böyle bir şeye razı olmadı. Türkiye’nin hakkını
alamamasına gösterdiği rıza, buna karşılık, Almanya’nın hakkını istemekteki
ısrarı…
Topçu’nun Hitler’e olan ilgisi; Türkiye’nin bu umursamazlığına,
çekingenliğine ve halkın uyutulmasına tepki olarak da değerlendirilebilir.
Öyle ki, hiç görmedikleri Girit için miting düzenleyenler, kısa bir süre
sonra, gözlerinin önündeki Ege adalarından habersiz hale geldiler,
getirildiler.
Yine, dergisine Hareket adını veren, “Hareketsizliğin günah olduğunu”
düşünen bir insanın; hem hayatı oldukça hareketli geçmiş, hem de her şeyini
kaybetmiş bir milleti harekete geçirmiş birine sempati beslemesinden daha
doğal bir şey olamaz...
* Nurettin Topçu, çalışma odasının duvarına üç kişinin fotoğrafını asmıştır:
Mehmet Akif Ersoy, Hüseyin Avni Ulaş ve Adolf Hitler. Topçu, onca soruya ve
meraklı kişiye rağmen, Hitler’in fotoğrafını niçin astığı konusunda kimseye
bir şey söylemez. |