İnsanlar, arılar ve karıncalar
 

Cemiyet hayatı” deyince aklımıza sadece insanlar gelir. Oysa arılar ve karıncaların da bizimkine benzer cemiyet hayatları vardır. Mesela her üç canlı türü de, yuvasına yiyecek getirir. Sadece bugünü değil, yarını da düşünürler. Seçicidirler, her bulduklarını yuvalarına getirmezler. Cemiyet, sınıflara bölünmüştür.
Şimdi, insanlar, arılar ve karıncalar arasındaki benzerlikleri sıralayalım:
İnsanlar arasında, ortalama ömre göre en az yaşayanlar, işçi kesimidir. Hayatın zorluklarından kaynaklanan yıpranmalar, işçilerin ömrünü beş on yıl aşağı çeker. Aynı durum arılar ve karıncalar için de geçerlidir. Bey arı beş altı yıl yaşarken, işçi arıların ömrü altı hafta kadardır. İşçi karıncaların da talihli olduğunu söyleyemeyiz. Her üç türün işçileri de en ağır işleri yaparlar.
İnsanlar, “yalnızlık Allah’a mahsustur” der. Bir bal arısı da yalnız başına iki üç günden fazla yaşayamaz. Ona en uygun ortamı oluştursanız bile, yine ölür.
Arı ve karınca cemiyetinde, yaş esasına göre düzenli bir iş bölümü vardır. İnsanlarda da böyledir. Bakkala çocuklar gider vs.
Arılarda, larvalara bakmak, hizmetçi arıların görevidir. Karıncalarda da dadı karıncalar bu işle ilgilenir. İnsanlarda da durum aşağı yukarı böyledir. Bazıları, çocuklarına bakması için dadı tutar, iş hayatına atılan kadınlar da çocuklarını yuvaya verirler.
İnsanların evlerinde, uyuyup dinlenmek için yatak odaları bulunur. Karınca yuvalarında da yorgun işçilerin dinlenme ve uyuma salonları vardır.
Arılarda, kovanın gerçek idarecileri, işçi arılardır. İşçi sınıfının iktidarını amaçlayan sosyalizm, belki de buradan esinlenilmiştir.
Arılar ve karıncalar temizliklerine son derece düşkündür. Karıncalar, besin artıklarını ve ölen arkadaşlarını yuvanın dışındaki çöplüğe bırakırlar. Arılar, adeta temizlik hastasıdır. Temizlik, insanlar için de önemlidir. Fakat insanların çöplüklerinde, sık sık metan gazı patlamaları olur.
Karıncalarda, koloni bireyleri birbirlerine yüksek bir sevgi hissi ile bağlıdır. İki fert karşılaştıklarında, antenlerini birbirine dokundururlar, hatta tatlı sıvı damlalarını birbirlerinin ağızlarına akıtırlar. Bunun bizdeki karşılığı, tokalaşmak veya yanak yanağa öpüşmektir.
Arılardaki oğul verme olayı ile bizdeki oğulların evlendikten sonra evden ayrılıp yeni bir yuva kurmaları da hemen hemen aynı şeydir. Dedem beni “a benim oğul balım” diye boşuna sevmemiştir.
Arılarda zifaf uçuşu diye bir şey vardır. Kraliçe arı ile zifaf uçuşuna giden erkek arıların bir kısmı yolda ölür, sağ kalanları da bir daha yuvaya alınmaz. Karıncalarda da durum böyledir. Erkek karıncalar, kraliçe karınca ile zifaf uçuşuna çıkarlar ve bu uçuş sırasında veya sonrasında erkeklerin hepsi ölür.
İlginç olan şu ki, erkek arıların ve erkek karıncaların ömrü de aynıdır: Beş veya altı ay. İnsanların erkek olanları ise bu konuda daha şanslıdır. Neyse, uzatmayalım.
Bazı karınca gruplarında kölelik sistemi vardır. Kendilerinden daha zayıf kolonilere baskın düzenler ve buradaki yavruları yuvadan kaçırarak kendi yuvalarında esir olarak kullanırlar. Bu iş için, yani esir toplamak için akınlar düzenlerler. Devşirme sistemi de biraz buna benzer. Şimdi, insanlar arasında kölelik sistemi kaldırılmış olabilir. Fakat bir insanı asgari ücretle çalıştırmak da bir tür köleliktir.
Arılar yeşil ve kırmızı renkleri göremezler. Bu renkleri insanlar da pek görmez. Kırmızı ışıkta geçenler, yeşil yandığı halde yayaya yol vermeyenler veya oluk oluk Müslüman kanı akarken hiçbir şey olmuyormuş gibi davrananlar…
Karıncalar arasında, bir de avcı karıncaları vardır ki, bunlar, bugünün Amerika’sına benzer. Tropik iklimlerde yaşayan ve etle beslenen karıncaların milyonlarcası bir araya gelerek ordular kurar. Bunların öldürmek ve yağma etmekten başka sanatları yoktur. Ordularını ve seferlerini askerce tanzim ederler. Ordunun önüne keşif kolları çıkarırlar.
Bu ordunun gelişi, çevredeki canlılar için büyük panik oluşturur. İki milyondan fazla askerli bu muazzam ordunun önünden kaçamayan her şey anında imha edilir: Böcekler, fareler, kuşlar, yılanlar…
Bir çeşit çığlık sesi ve kuşların kaçışı, sürünün geldiğini haber verir. Yerliler, bunların korkusuna köylerini terk eder. Eskiden, bazı yerlerde, esir insanlar, bunlara yem diye satılırdı. Bir aslanı, bir iki saat içinde iskelete çevirirler. Onların geçtikleri yerde canlı kalmaz.
Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, bu karıncaların ameliyatlarda yara dikişlerinde kullanıldığını anlatmaktadır. Yaranın dudaklarını sıkıca ısıran karıncanın hemen başı vücudundan kesilir. Öldüğü halde, yarayı bırakmaz.
Tabii insanları, karınca ve arılardan ayıran özellikler de vardır. Mesela besin bulan karınca, geçtiği yollara koku bırakır. Arkadaşları bu kokuyu takip ederek besine ulaşırlar. Bizde ise, bir kaynak bulan, onu herkesten saklamaya çalışır. 
Bir karınca, yuva içinde veya dışında aç bir arkadaşına rastladığında, büyük bir nezakette bulunur. Kursağında depoladığı besinin bir kısmını arkadaşının boğazına boşaltır. Arkadaşını doyuran karınca, neşe içinde oradan ayrılır. Bizde ise, “aç görünce kaç” taktiği uygulanır.