Sırlar Dünyası’nı seyrediyorum.
Görüntüde dindar bir kadın var.
Tertemiz bir şekilde örtünmüş.
Dilinden Allah kelamı, elinden tesbih düşmüyor.
Bir ara, gelininden su istiyor. Su geliyor. Ve gelen suyu sol eli ile bir
dikişte içiyor.
Böylece, rol ile gerçek arasındaki farkı görmüş oluyoruz.
Yorumum şu oluyor: Kimse, nasıl biri olduğunu saklayamaz.
*
Bir arkadaşımla yürüyoruz.
Biriyle karşılaşıyor.
Benim tanımadığım ama arkadaşımın tanıdığı kişi, tokalaşmak için sağ elini
uzatıyor.
Arkadaşım da sol elini.
Öylece tokalaşıyorlar.
“Nasılsın, ben iyiyim” gibi bir iki ezberden sonra ayrılıyorlar.
O kişinin kim olduğunu bilmediğimden, arkadaşıma soruyorum: “Niçin
tokalaşmak için sol elini uzattın? Yoksa, o kişi gayrimüslim miydi?”
“Evet” diyor, “nereden bildin?”
Şuradan bildim: Eskiden, Müslümanlar, hıristiyan ve yahudilerle
tokalaşırken, sol ellerini kullanırlarmış. Çünkü, sağ el “temiz el”; sol el
ise “pis el” anlamına geliyor.
Dolayısıyla, temiz ellerini kirletmemek için, onlara, sol ellerini
uzatıyorlar.
*
Tesettürlü bir hanımın, bir iç giyim mağazasında tezgahtarlık yaptığını
gördüm.
Tatsız bir manzara idi: Vitrinde ve mağazanın her yerinde avuç içi kadar iç
çamaşırları sergileyen mankenlerin fotoğrafları, her yere asılmış, gerilmiş
iç çamaşırlar ve bütün bu çıplaklığın ortasında, bir başına o.
Demek, ekmek parası böyle bir şey.
Demek, bir sağcının solak olması da böyle bir şey...
“Eski, hiç eskimeyendir...”
Gözden geçirilmiş ve genişletilmiş ikinci baskı...
Şu sıralar, sık sık, eski ile yeniyi aynı potada buluşturmak adına bir
şeyler yapanlarla, yapmaya çalışanlarla karşılaşıyoruz. Mesela, rock
tarzında türkü söylüyorlar. Bir nevi, o güzelim türkülere elektrik
veriyorlar.
Olmuyor tabii. Seksen yaşındaki bir nineye, bir genç kızın kıyafetlerini
giydirirseniz olmaz.
Melih Cevdet Anday, “Eski, hiç eskimeyendir” der. Yeni ise yenidir. Mesela
‘selam’ hem eskidir, hem de hiç eskimeyendir. Buna karşılık, moda tabir
edilen birçok şey çabucak esiyip günlük hayatımızdan çekilir.
Peki, eski ile yeni, şık bir şekilde yan yana sunulamaz mı? Sunulabilir.
Fakat bunu yapacak kişilerin yetenekli, bilgili, bilinçli olması gerekir.
Mesela “Nar ağacı narsist olur mu” derseniz, bu bir değer ifade eder.
Şiirseldir, anlamlıdır, hem eskiyi hem yeniyi çağrıştırır. Fakat ortaya
konulan işler bu kadar kaliteli olmuyor. Olan, aşağı yukarı şöyle bir şey:
“İkinci baharı yaşıyor ömrüm,
Gel benim yarim Oliver Stone.”
Şunu da hatırlatmakta fayda var: Eskiye ait her şeyi günümüze uyarlamaya
kalkışırsak, doğru bir iş yapmış olmayız. Mesela eskiden, ay tutulunca,
insanlar sahan, tencere gibi şeyler çalarmış. Böylece, ayı tutan şeytan
korkup kaçarmış. Bugün, bunu tekrar canlandırmaya kalkışırsanız, size endişe
dolu gözlerle bakarlar.
Eski ile yeniyi anlamlı bir şekilde yanyana getirebilmemiz için, önce,
insanların bakışına çeki düzen vermemiz gerekiyor.
Nasıl anlatmalı?
Ninem güzele çok meraklıymış. Köyden İstanbul’a geldiği vakitler, evimizin
balkonunda oturur, karşı tepedeki gecekonduları seyreder ve “şu evlerde ne
güzel gelinler vardır” diye söylenirmiş.
Şimdi ise, aynı gecekondulara baktığımız vakit, aklımıza müteahhitler
geliyor.
Tabii şunu da hep hatırlamak gerekiyor: İnsanoğlunun elinden çıkan her şey,
ölüme mahkumdur. Bu, nesneler için de böyledir, ideolojiler için de.
Sözgelimi, bundan bin sene önce, Antik Yunan’da yaşıyor olsaydım ve “Savaş
tanrısı, gel, dövüşelim seninle” gibi bir şiir yazsaydım, muhtemelen linç
edilirdim. Ama bugün, “Aaa, ne güzel olmuş” diyorlar.
Dolayısıyla, eskiyi canlandırmak adına, ölüleri de diriltmemeliyiz.
Bırakalım, ölüler mezarlarında rahat uyusun.
Yaşayan zaten yaşıyor.
****
“Bir taşla duvar olmaz” dedi.
“Bir taşla baş yarılır ama” dedim. |