Okuduğum bazı kitaplar
Bazı okuyucularım, e-mailler atıp benden okuma listesi istiyor. Bir insana
şunları ve şunları okuyun diyebilmemiz için, onu az çok tanımamız icap eder.
Sözgelimi, tarihle arası iyi olmayan birine tarih kitapları tavsiye etmek;
Hüseyin Akın’ın deyimi ile, ağırlık birimiyle uzunluk ölçmeye benzer. Bu da,
takdir edersiniz ki, sağlıklı bir şey değildir. “Sağlık” dedim de aklıma geldi: Doktorlar, bir hastaya reçete yazmadan önce, onu muayene eder, şikayetleriyle ilgili sorular sorarlar. İnsanlara okuyacakları kitapları önermek de böyle bir şeydir. Yine de, bir iki ay içinde okuyup beğendiğim kitapları köşeme konuk etmek istiyorum. Sıbyan Mektepleri, İsmail Kara - Ali Birinci, Dergâh Yayınları, 468 sayfa. İttihat ve Terakkî’nin Doğu Politikası, Erdal Aydoğan, Ötüken Yayınları, 400 sayfa. Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafası, Feridun Kandemir, Yağmur Yayınları, 448 sayfa. Tek Parti Dönemi, Şükrü Karatepe, İz Yayıncılık, 112 sayfa. Buhranlarımız ve Son Eserleri, Said Halim Paşa, İz Yayıncılık, 304 sayfa. Kılıç Ali’nin Anıları, Hulusi Turgut, Kültür Yayınları, 794 sayfa. Şiirler, Alaeddin Özdenören, İz Yayıncılık Fe Şiirleri, Fatma Çolak, Ay Vakti Kitaplığı Hasar Ayini, Seyyidhan Kömürcü, Varlık Yay. En önemli sorun: Hırsızlık Bir arkadaşımın evine hırsız girmiş, eşinin bileziklerini falan çalmış. Geçmiş olsun ziyaretine gittim. “Benim olayı boşver de, asıl şunu dinle” dedi. Onun da arkadaşının evine hırsız girmiş. Olay şu: Arkadaşımın arkadaşı, evinde bir başına uyuyormuş. Balkona bakan odada. Bir ses duyuyor ve gözlerini hafifçe aralıyor. O da ne! Balkonun kapısından eve hırsız giriyor! Çok korkuyor ve uyuma numarası yapıyor. Tabii kalp atışları hızlanıyor, korkudan tir tir titriyor. Hırsız olacak adam, evde bir süre kalıyor, odaları geziyor, her yeri kurcalıyor. Ve işini bitirip tekrar balkonun kapısına yöneliyor. Tam balkonun kapısından çıkacakken geri dönüyor ve yatağında yatan evsahibine şunu söylüyor: - Bu arada, uyanık olduğunu biliyorum ha... Sonra çekip gidiyor. Ne demeli, bilmiyorum. Hani, “sözün bittiği an” derler ya, işte öyle bir şey. Arsızlığın ve cesaretin böylesine pes doğrusu... *** Aynı günlerde, hal hatır sormak için bir arkadaşımı aradım. Arkadaşımın, şirketlere bir şeyler pazarlayan bir işyeri var. On yıldan fazla çalıştı, çabaladı, orta ölçekli bir işyerinin sahibi oldu. İşyerine hırsız girmiş. İşyeri, bir binanın giriş katındaydı. Gecenin bir yarısı gelmişler, kamyoneti kapıya dayamışlar ve içerideki her şeyi yükleyip gitmişler. Çalınan malların toplam değeri 25 milyar. Böylece, onca yıllık emeği sıfırla çarpılmış oldu, tekrar başa döndü. Yazık ki yazık... Olayı polise bildiriyorlar. Polisler geliyor, inceliyor, bir iki şeyi not ediyor ve gidiyorlar. İşyeri mahalle arasında olduğundan, “bir şey gördünüz mü” diye komşulara da soruluyor. Evet, komşunun biri olayı görmüş. İşyerinin yanındaki binada oturan komşu, gece gürültüye uyanıyor ve pencereyi açıp bakıyor. Ve kamyonete mal yükleyen kişileri görüyor. Tabii ortalık karanlık, kim olduklarını seçemiyor, bu kişileri dükkan sahibi sanıyor. Çünkü öyle rahatlar ki... “Gecenin bu saatinde iş mi yapılır, gündüz yapsanıza” diye çıkışıyor. Gelen cevap şu: “Tamam amca, zaten bitirdik, gidiyoruz. Kusura bakma, bugün böyle oldu...” Yukarıdakinin aynısı: Arsızlığın ve cesaretin böylesine pes doğrusu... *** Bu arada, bizim apartmana da hırsız girdi, komşumuzun 400 milyonunu çaldı. Polis, her zaman olduğu gibi, yine suçluyu bulamadı. *** Evet... Bence, Türkiye’nin en önemli sorunu, hırsızlıktır. Hırsızlığı, sadece evimize ve işyerimize giren, otomobilimizin camını kırıp teybini çalan, yürüyenlerin çantalarını kapan haydutlarla sınırlamamak lazım. Emek hırsızlığı da bunun içindedir, siyasi hırsızlık da. Mesela, siz bir parti kuruyor, otuz yıl gece gündüz mücadele ediyor ve tam emeğinizin karşılığını almak üzereyken, birileri partinizi bölüyor ve onca yıllık birikiminizi alıp götürüyor. Siz, tekrar baştan başlarken, onlar, iktidarın keyfini sürüyor. *** Sözü uzatmayalım. Hırsızlık gibi adi suçlar, sadece kolluk kuvvetleriyle önlenemez. Dikkat ederseniz, hırsızlık vakalarının sayısı her yıl artıyor. Gerçi polislerin de sayısı her yıl artıyor. Ama ne çare? Yakalanan hırsızlara verilen cezaların da caydırıcı olduğu söylenemez. Halk arasındaki deyimle, karakolun ön kapısından giriyor, arka kapısından çıkıyorlar. Çare, her insanın başına bir polis dikmek değil, her insanın kalbine bir göz yerleştirmektir. Keşke, bunun yolu Milli Eğitim’den geçse... Ki, onların da hırsız olduğunu iddia edebiliriz. Başı örtülü kızları üniversiteye almamakla, onların geleceklerini çalmış olmuyorlar mı? Oluyorlar... |
|||||
![]() |
|||||