O günler..
 

Kılıç Ali’nin sekizyüz sayfalık anılarını okuyup bitirdiğimde, kandırılmış bir insan kendini nasıl hissediyorsa, kendimi işte öyle hissettim.
Kılıç Ali, Milli Mücadele’ye ilk katılanlardan. Kısa sürede Mustafa Kemal’in güvenini kazanır. Ve ölümüne kadar onun yakın çevresindeki dört beş kişiden biri olur. Ona, “Atatürk’ün sırdaşı” derler.
Antep savunmasında büyük yararlılık gösterir. Fakat İstiklal Mahkemelerinin üyesi olması ve bu mahkemelerin çok can yakması, onu, kötü bir şöhretin sahibi yapar.
Kılıç Ali, anılarında, mümkün mertebe sırdaşı olduğu kişiye yakın durmak, onu zor durumda bırakmak istememiş. Nitekim durmuş da. Ama bu çabasına rağmen, birçok şeyi gizleyememiş. Mesela, İsmet İnönü’yle ters düşen, onunla iyi geçinemeyen ya da onun gözüne giremeyen herkesin safdışı edildiğini, sistemin dışına itildiğini...
[Sayfa 128: “Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele Paşalar, İsmet Beyin Genelkurmay Başkanlığına getirilmesine karşı çıktılar. Bunlar, kendilerinden sonra Anadolu’ya gelerek Ulusal Mücadele’ye katılmış olan İsmet Bey’in birdenbire en yüksek askeri makama getirilmesini doğru bulmuyorlardı.”]
Zaferden sonra, bu iki paşa da saf dışı edilmiştir.
[Sayfa 203: “Lozan Heyetinin Ankara’ya döneceği gün yaklaşıyordu. Başbakan Rauf Bey, Ankara’da İsmet İnönü’yü karşılayanlar arasında olmak istemiyordu. Gazi Paşa’ya başvurarak seçim bölgesine gitmek için izin istedi. Gazi’nin canı sıkılmıştı: “Başbakanlıktan istifa etmek şartıyla gidebilirsiniz” dedi.]
Yine, bu anılar sayesinde, Mustafa Kemal’in yakın çevresini oluşturan ve kendilerine danışılan kişilerin Selanik kökenli olduklarını öğreniyoruz. Anadolu kökenlilerin ise, özellikle Milli Mücadele’nin gidişatını değiştiren, başarıda büyük payı olan paşaların, türlü bahanelerle küstürüldüklerini, yönetimden uzaklaştırıldıklarını görüyoruz. Bu isimlerin arasında kimler yok ki? Bazı devrimler ancak bu paşalar etkisiz hale getirildikten sonra hayata geçiriliyor.
Kılıç Ali’nin Anıları, Milli Mücadele’nin ilk yılları ile Atatürk’ün ölümü arasındaki dönemi kapsıyor. Mesela, kitaptan okuduğumuza göre, Erzurum kongresi sırasında, bazı kimseler, Mustafa Kemal’in kongrede başkan seçilmesini istemezler. Kılıç Ali, Cafer Tayyar Paya’ya şunu sorar: “Bazı kimseler Mustafa Kemal hakkında neden kongreye girmesin, girerse başkan olmasın fikrindeler?” Tayyar Paşa şu cevabı verir: “Mustafa Kemal’in diktatör olmasından korkulduğu için...”
Şimdi, konuyla ilgili Kılıç Ali’nin yorumlarını okuyalım: “Bu korkunun ne gibi bir duyguya veya görgüye dayandığını sorduğumda ise hiçbir tatmin edici cevap verememişti. Veremezdi, çünkü verecek cevabı yoktu.  Asıl sebep bu korku değil, çekememek, haset ve kıskançlıktı. Diktatörlük, bilindiği gibi, bütün kişilik haklarını ortadan kaldırır. Fikir ve vicdan özgürlüğünü yok eder. Oysa Mustafa Kemal...” Sayfa 48
Sizi gidi muhalifler...
Kitabın ilerleyen sayfalarında, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Fırka’nın kuruluşu ve kapatılışı da anlatılıyor. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi Milli Mücadele’nin önemli simalarından bir çoğu, bu partinin kurucuları arasında yer alır. Terakkiperver Fırkası, halk katında büyük ilgi görür. Parti programının bir maddesinde, “Parti dine saygılıdır” cümlesi vardır. Ve Şeyh Said olayları bahane edilerek, bu parti kapatılır.
Son muhalifler de, İzmir Suikastı bahanesiyle etkisiz hale getirilir. [Kitapta, bu suikast girişimi ve mahkeme aşamalarıyla ilgili geniş bilgiler var. Mesela, mahkemeye çıkarılan Kazım Karabekir Paşa, “Atatürk’le aramıza inkilap kurtları girdi” der. İşte bu kurtlardan bir kaçı, “okuma parçası”ndaki kurtlardır. Öyle ki, Cumhuriyetin ilanı veya Halifeliğin kaldırılması bile, birçok önemli paşadan habersiz gerçekleştirilir. Yangından mal kaçırmak gibi bir şeydir bu...]
Atatürk, her ne kadar, “Büyük olayları, yapılan işleri bir kişiye mal etmek, milletin hakkına saygısızlık ifade eden bir görüş tarzıdır” dese de; sonuçta, onlarca kahraman paşadan geriye kalan, kendisi ve İsmet İnönü olmuştur.
Kılıç Ali, anılarının 159. sayfasında, bunun doğru olmadığını söylüyor: “Ata’nın ölümünden sonra, devri için öylesine şeyler söylendi ve yazıldı ki. Bunlardan bir bölümü, açıkca kaydedilmemiş olsa bile, zaferden ve Çankaya’ya Devlet Başkanı olarak yerleşmesinden sonra, çevresinin çok değiştiği yargısında toplanıyor. Bunun içinde, Mustafa Kemal’in Milli Mücadele arkadaşlarından zaferden sonra ayrıldığı, hatta onları feda ettiği yargısı da vardır. Bu yanlıştır.”
Aslında amacım, Kılıç Ali’nin Anıları vesilesiyle, İstiklal Mahkemeleri’ni yazmaktı. Fakat yazı, başka bir kulvara girdi. Yine de İstiklal Mahkemeleri’yle ilgili, kitaptan bir iki paragraf alalım: “Mahkeme üyelerinin hemen hepsi genç ve ihtilalci karaktere sahip insanlardı. Mesela Tevfik Rüştü Aras 29, Refik Şevket İnce ve Muhiddin Baha Pars 35, Yasin Kutluğ 31, Refik Koraltan 32, Abdülkadir Kemali ve ben 33 yaşındaydık. Bu genç, dinamik ve korkusuz Kuva-yı Milliye’ciler, Mustafa Kemal Paşa’ya içten bağlı idiler. Belli durumlarda zaman zaman sert davranmışlar, ülkede düzen ve asayişi sağlayarak, zafere giden yolun açılması için çalışmışlardı. İstiklal Mahkemeleri olmasa, zaferin kazanılması güç olacaktı.”
Yalnız, burada bir soru sormak zorundayım: Hayat tecrübesi ve bilgi birikimi yeterli olmayan bu ateşli gençlerin önüne; Milli Mücadele’nin kahramanı olan koca koca paşalar ‘sanık’ olarak çıkartılırken; Çankaya’da oturan Mustafa Kemal acaba ne düşünüyordu?