Murat Çeşme’nin şiirleri

İki yıl kadar önce; “Bazı genç şairleri benim gözümde önemli kılan, yazdıkları değil, yazacaklarıdır” diye fikir beyan etmiştim. Bu şairlerden biri de Murat Çeşme idi. Bugün, Murat Çeşme’nin son şiir kitabını alıp okuduğumda, yanılmadığımı gördüm.
1978 doğumlu Murat Çeşme, ilk şiir kitabını on sekiz yaşında yayınlamıştı: Göğü Tutan Sütunlar. Çeşme, ikinci şiir kitabı Yalnızlığa Doğru Eğiliyor Gül’ü Mart 2004’de; üçüncü şiir kitabı Korku ve Ümit Arasında’yı Mart 2005’te yayınladı. (Yort Savul Yayınları)
Çeşme’nin ilk kitabında Sezai Karakoç, ikinci kitabında Edip Cansever etkisi varken; üçüncü kitabında, artık üslubunu bulduğunu ve ne yapması gerektiğine karar verdiğini görüyoruz.
İkinci şiir kitabında “niçin üşür dururum, zaman üzerimdeyken” diye soran şair, üçüncü kitabında, sorusunun cevabını arıyor ve buluyor. Evet, üçüncü şiir kitabının anahtarı, ikinci şiir kitabındaki bu dize.
Otuz iki sayfalık Korku ve Ümit Arasında, on üç şiirden oluşuyor. Bu şiirlerden, Ellerine Kumar Oynatmış Adam başlıklı olanı, hemen öne çıkıyor. Bu şiiri değerli kılan şey, elbette kumara karşı oluşum falan değil.
Ellerine Kumar Oynatmış Adam, son yıllarda yazılmış en başarılı şiirlerden biri. “Adam pir-i fani / Bir el kalkıp çıkarmıyor yürüyüşünü bulvarlara” dizeleriyle başlayan şiir; “Bakışlarını; yani genç bir balığın / Yüzmeyi sevmesinden geriye kalan şeyi” dizeleriyle derinlik kazanıyor ve “sırtından indirdiği tüm pişmanlıklar” ile sona eriyor. Derdi, meselesi olan bir şiir bu...
Murat Çeşme’nin son kitabını ve şairliğini dikkat çekici hale getiren, sadece bu şiir değil. Çeşme, buluş yapma gücüne, yeteneğine sahip bir şair olarak, Türk Şiiri için iyi bir kazanım olabilir, ki olmuştur da. Biraz çapaklı şiirler yazıyor, ama olsun; sonuçta, “dize, şiirin dizleridir” ilkesini ve neyin peşinde olduğunu iyi biliyor: “Her kazılan mezarda bir yerim vardır”, “Mescitlerden çıkan cemaatler gibi dağılsa da nefesim”, “Bir başka nurdur şimdi / Bizdeki pişmanlığı parlatan”, “Bir köleyi almayan, sultanlarla dolmayan”, “Dört nala koşabilir, bir incir çekirdeği boyunca” gibi birçok orijinal dize, okuyucuyu mest ederken, bir şair olarak beni de kıskandırıyor.
Şair, şiir yazmakla bir sırrını ifşa ediyor gibi görünse de, bunun tam tersini yapar. Sırrını, herkesin gözü önünde bir yere saklar. Yani, ‘şiir yazmak, sır vermeye benzer’ dersek, yanılmış olmayız.
Şiir, biraz da tepkiden doğar. Bir şiiri ‘duyabilmemiz’ için, tepkiye değil, tepkinin doğmasına neden olan şeye bakmamız daha yerinde olur. Dolayısıyla, şiirin güçlü olabilmesi ve ayakta kalabilmesi için, öncelikle şu iki özelliğe sahip olması gerekir: Saklayacak bir sırrının olması ve doğru tepki.
İşte bu nedenlerden dolayı, şiire bambaşka bir gözle bakmak, ona farklı kanallardan yaklaşmak zorundayız. Gördüğümüzü sandığımız şey, belki de uzun zamandır bize bakıyordur. Aslında onu görmemiş, onun bize baktığını farketmişizdir.
Evet, Murat Çeşme’nin bir sırrı var. Henüz bulamadım, ama var!
Göstermiş olduğu tepki ise, Berat Demirci’nin deyimiyle, “Büyük çoğunluğunu; sıkışınca özgürlükçü, acıkınca toplumcu, zenginleşince serbest piyasacı, kendini gizlemesi gerekince millici olanların oluşturduğu bir toplumda” yaşaması ve ambalajın içindekini solladığı, konusuzluğun konu / anlamsızlığın anlam olduğu, içi boş olanların daha hafif diye itibar gördüğü, kapıya değil de kasaya yakın oturanların ‘adam’ sınıfına dahil edildiği, işporta uyanıklığının her alana sirayet ettiği, çalışkanlara ‘köle’, dürüstlere ‘ahmak’ damgasının vurulduğu bir çağa şahitlik ediyor olması... Malum, kendimize ne kadar dikkat edersek edelim, şahit olmak bile insanı kirletiyor. Murat Çeşme, işte bu kirlenmeye karşı şiirler yazıyor:
“Kalplerdeki kara kara, vızır vızır
Sinekler, sinekler, yine sinekler...”