Hatalı Anlayışın Gerçek Sebebi:
Cahiliyet devri ile onu izleyen İslam devirlerine
baktığımızda şu gerçeği görüyoruz: Kur'an Kerim, Araplar arasında nazil
olup onlara sunulduğu zaman, onlardan her şahıs ilâh'ın mânâsının ne olduğunu,
rabdan neyin kastedildiğini anlıyorlardı. Zira ilâh ve rab kelimelerini
öteden beri dillerinde kullanılıyordu. Bu iki kelimenin anlattığı bütün
mânâları kuşatan bir bilgiye sahiplerdi. Bunu için onlara: "Allah'tan
başka ilâh yoktur" dendiğinde, ne demek istendiğini ve neye davet
olunduklarım tamamen anlıyorlardı. Belirsizlik ve karışıklığa meydan vermeksizin,
konuşanın neyi yok saydığı ve Allah'tan başkasını ne ile vasıflandırmaktan
menettiği, hangi şeyi Allah'a tahsis edip, O'na ihlasla has kıldığı insanlar
tarafından açıkça anlaşılıyordu. Küfredenler küfürlerinin Allah'tan başkasının
ilahlık ve rab lığı ile neyi iptal ettiğini açıkça bilerek küfrediyorlar,
iman edenler bu inancı kabul etmenin neleri gerekli kıldığını veya nelerden
uzaklaşmalarını öngördüğünü kesin bir şekilde bilerek inanıyorlardı.
Din ve ibâdet kelimeleri de aynı şekilde
dillerinde oldukça yaygın idi. "Kurun ne olduğunu, hangi tavır ve
duruma "kulluk" denildiğini, "ibâdet" ismi verilen
amelî programın neden ibaret bulunduğunu, "din"den neyin kastedildiğini,
bu kelimelerin içine aldığı mânâların neler olduğunu tamamen biliyorlardı.
O bakımdan onlara: "Allah'a ibâdet edin, tağutlardan sakının, Allah'ın
Dini'ne, diğer bütün dinlerle ilişkiyi tümden keserek girin" denildiği
zaman, bu Kur'ani davetin mânâsını anlamakta hataya düşmüyorlardı. Bu
kelimeleri işittikleri zaman, bu davetin, kendilerinin yaşam tarzlarında
ne tür bir değişikliği gerçekleştirmek istediğini gayet iyi anlıyorlardı.
Lakin bu parlak devri takib eden zamanlarda,
Kur'an-ı Kerim'in nazil olduğu devirdeki insanların arasında bilinen bu
kelimelerin mânâları doğru ve gerçek mânâlarından sapmaya başladı. Hatta
bu dört kelimeden her biri, daha önce ifâde ettikleri geniş mânâlarını
kaybederek daralmaya başladılar. Böylece kapalı, müphem ifâdeleri ile
özel, sınırlı, dar mânâ kalıplarına sıkışıp kaldılar. Bu durumun iki sebebi
vardı:
1.Sonraki devirlerde halis Arapça’nın
yozlaşması ve arap zevk-i seliminin azalması.
2.İslam toplumunda doğup yetişenler
açısından ilâh, rab, ibâdet, din kelimelerinin, Kur'an-ı Kerim'in nazil
olduğu zamanki câhili toplumda ifade ettiği etkili anlamın, o boyutta
etkili olmaktan çıkmış olması.
Bu iki nokta son devir müfessir ve
dilcilerini, Kur'an kelimelerinin çoğunu, asıl anlamları yerine, kendi
dönemlerindeki müslümanların anlayışlarına göre açıklamaya sürüklemiştir.
İşte bundan örnekler:
İlâh kelimesini, heykel kelimeleriyle
eş anlamlı gibi açıklamaya koyuldular.
Rab kelimesini, terbiye eden, yetiştiren,
halkın eğitimi ile ilgilenen otoritelerle eş anlamlı yaptılar.
İbâdet kelimesine, mezhep (Religion)
kelimesinin anlamını yüklediler.
Tâğût kelimesini, put ve şeytanla tefsir
ettiler.
Neticede insanlar, Kur'an'ın dâvetindeki
hakiki gayeyi, öz maksadı idrak edemez oldular. Kur'an, onları Allah'tan
başkasını ilâh edinmemeye çağırdığı zaman, putları terk etmekle, heykellerden
kaçınmakla Kur'an'ın isteklerini hakkıyla yerine getirdiklerini zannettiler.
Hakikatte ise, ilâh kavramının içine aldığı bütün diğer mânâları ile putlar
ve heykellerden başka şeylere yönelmekte devam edip durdular. Bu amelleri
ile, Allah'tan başkasını ilâh edindiklerinin farkına bile varmadılar.
Kur'an-ı Kerim, "Allah, hakiki Rab'tır. O'ndan gayrisini Rab edinmeyin"
deyince: "İşte biz o kimseleriz ki, Allah'tan başkasının mürebbimiz
ve işlerimizi de gözeten olmadığına inanırız. Bununla da tevhid yolunda
imanımız olgunluğa ermiştir" derler. Ancak onların çoğu, "Rab"
kelimesinin kapsadığı ve "mürebbi" anlamı dışında kalan diğer
mânâları açısından, Allah'tan başkasının Rablığına teslim olmuş oluyorlar.
Kur'an'ın onlara: "Allah'a ibâdet edin, tağutlardan sakının"
diye hitâb ettiği zaman: "Putlara tapmayız; Şeytana kin besler, lanetleriz;
Allah'tan başkasına huşu duymayız. Kur'an'ın bu emrine tam bir bağlanışla
uyarız" derler. Halbuki taşlardan yontulmuş putlar haricinde, nice
tâğutların eteklerine, zaman zaman ilâhlığın dışında olmak üzere sımsıkı
yapışmakta devam edip dururlar. İbâdetin diğer çeşitlerini, Allah'tan
başkasına tahsis ederler.
Bunu din hususunda da söyleyebiliriz. İnsanlar,
dini Allah'a samimiyetle has kılmak tabirinden İslam Dini'ne mensup olup,
Brahmanist, Yahudi ve Hristiyan v.s. olmamak mânâsını çıkarıyorlar. Bundan
dolayı da, İslam Dini'ne mensup olduğunu söyleyen her şahsın dinini samimiyetle
Allah'a has kıldığını zannediyorlar. Oysa ki onlardan birçoğu, din kelimesinin
içine aldığı geniş mânâlar yönünden, hiç de dinlerini ihlasla Allah'a
has kılan kimseler değillerdir.
|