MİLLET-İ İBRAHİM
İmam Fahruddin er-Râzî
(rh.a.).
“Millet, din demektir”[1] derken, İmam
Kurtubî (rh.a.) şu açıklamalarda bulunmaktadır.:
“Millet (din): Yüce
Allah’ın, Kitablarında ve Peygamberlerin aracılığı ile kulları için koyduğu
şeriatın adıdır. O bakımdan millet ile şeriat arasında fark yoktur. Din ile
millet ve şeriat arasında ise, belli bir fark vardır. Çünkü millet ve şeriat,
Allah’ın kullarını, yerine getirmeye çağırdığı şeyin adıdır. Din ise,
kulların, Allah’ın emrine uygun olarak yaptıkları şeye denir.”([2])
Elmalılı M. Hamdi yazır
(rh.a.), “Hak Dini Kur’ân Dili” adlı tefsirinde şunları beyan eder.
“Millet: Lügatte, esasen
söyleyip yazdırmak veya ezbe-re yazmak mânâsına gelen, “İmlâl’ mastarıyla,
yani ‘İmlâ’ mânâsıyla ilişkili olan bir isimdir.
Zemahşerî’nin “Esas”ta
beyanına göre, asıl mânâsı: Tutulup gidilen yol demektir ki, eğri veya doğru
olabilir. İşte bu anlamdan alınarak din ve şeriat mânâsında kullanılmıştır.
Şehristânî’nin, “el-Milel
ve’n-Nihal”deki beyanına göre din, şeriat, millet denilen şeyler, haddi zatında
hep aynı şey-lerdir. Ancak itibar edilen ve gözetilen mânâya göre, yine de her
biri bir başka yönden diğerinden farklı bir anlam kaza-nır. İtikad ve iman
bakımından din, amel ve tatbikat bakı-mından şeriat, sosyal bakımından, yani
sosyal reaite bakı-mından millet denilir. Gerçekte itikad edilen ne ise, amel
edi-len de odur. Amel edilen ve uygulanan ne ise, esas itibariyle üzerinde
ittifak edilen şey de odur.
Şu hâlde millet, bir
cemiyetin etrafında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, diğer bir deyişle, ictimaî
duygu ve telakkilerinin tabi olduğu ve kitlesinin bağlı bulunduğu ha-kim
ilkeler ve takib edilen gidişattır, sülûk edilen yoldur. Bu yolun hak olanı,
hak olmayanı, eğri olanı, doğru olanı vardır. Şu kadar var ki, yolun hak olanı
güzel sonuca, hak olmayanı da hüsrana ve kötü akibete götürür. Demek ki,
millet, sosyal kurul dediğimiz toplumun kendisi değildir. Ona, cemaat, kavim,
ümmet veya ehl-i millet denilir.”([3])
İslâm ulemâsının
beyanından anlaşıldığı gibi millet, din demektir... Aynı inancı paylaşan
insanlar, belli bir milleti oluştururlar... Hangi akîde etrafında bir araya
gelmiş ve o akîdenin gereği gibi davranmışlarsa, o akîdenin milletidirler...
Dilleri, renkleri, soyları, kavimleri ve bölgeleri ayrı ayrı da olsa aynı dinde
olanlar, aynı millettendirler...
Bundan dolayı Rabbimiz
Allah, Yahudî ve Hristiyanla-rın milletine, yani dinlerine tabi olunmadıkça,
onların inan-dığı gibi inanmadıkça, onların hareketleri gibi hareket
etme-dikçe, asla mü’minlerden razı olamayacaklarını beyan bu-yurur:
“Sen onların dinlerine (milletlerine) uymadıkça, Yahudî ve Hristiyanlar,
senden kesinlikle hoşnud olmazlar. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur.’ Eğer sana gelen bunca
ilimden sonra onların heva (arzu ve tut-ku)larına uyacak olursan, senin için
Allah’dan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.”([4])
Bundan dolayı Allah’ın
Nebîlerinden Yusuf (a.s.), Allah’a iman etmeyen ve ahireti de tanımayan,
böylece kâfir olan bir toplumun milletini, yani dinini terk ettiğini beyan
eder... Kâfirlerin milletini, yani dinini terk ettiğini beyan eden Yusuf
(a.s.), Tevhid milletinin imamları olan ataları İbrahim, İshak ve Yakub’un
(Allah’ın selâmı üzerlerine ol-sun) milletine, yani dinine uyduğunu söylüyor...
“(Yusuf) dedi ki: ‘Size, rızıklanacağınız bir yemek gelecek
olsa ben, mutlaka size daha gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm. Bu,
Rabimin bana öğrettiklerin-dendir. Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen, ahireti
de tanı-mayanların tâ kendileri olan bir topluluğun milletini (dini-ni) terk
ettim.
Atalarım, İbrahim, İshak ve Yakub’un milletine (dini-ne)
uydum. Allah’a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu, bize
ve insanlara Allah’ın lütuf ve
ihsanındandır. Ancak insanların çoğu şükretmezler.”([5])
Ayet-i kerimede:
“Sizin dininiz size, benim dinim bana.”[6] buyururken, iki
milletten bahsedilmektedir: Küfür milleti ve Tevhid, yani İslâm milleti.
Hangi vasıfta, hangi
isimde ve hangi iddiada olursa olsun bütün tağutî ideolojiler, felsefeler ve
düzenler küfürdür... Küfür, tek millettir!.. Ve İslâm da tek millettir!.. Yeryüzünde
yaşayan milyarlarca insan, iki milletten meydana gelir... Küfür cephesinde
bulunanlar tek millettirler ve İs-lâm cephesinde bulunanlar tek millettirler...
Abdullah b. Ammar
(r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurdu:
“İki (ayrı) milletin
(dinin) mensubları birbirlerine mirasçı olamazlar.”([7])
Usame b. Zeyd
(r.anhuma)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurdu:
“Müslüman kâfire, kâfir de
müslümana mirasçı olamaz.”([8])
Cabir (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurdu.
“Ne biz, Ehl-i Kitab’a
mirasçı oluruz, ne onlar bize mirasçı olurlar.”([9])
Emiru’l-mü’minin İmam Ömer
İbnu’l-Hattab (r.a.) şöyle demiştir:
- Ne biz, müşriklere
mirasçı oluruz, ne onlar bize mirasçı olur.([10])
Rabbimiz Allah şöyle
buyurur:
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler.”([11])
“İnkâr eden (kâfir)ler, birbirlerinin velileridirler.”([12])
Tevhid, yani İslâm
milleti, Millet-i İbrahim’dir... Hali-lullah İbrahim (a.s.), Tevhid milletinin
atasıdır... Rabbimiz Allah onu kendisine dost edinmişti... O (a.s.), Rabbi
Allah’a tam teslim olan ve müşriklerden bütün ilişkisini kesen mu-vahhid bir
şahsiyettir... O (a.s.), bütün varlığıyla
yaratılış gayesine uyan bir insan-ı kâmil idi... Rabbimiz Allah tara-fından
dünyada seçilmiş, ahirette salihlerden olan bir hanif-ti...
Dünyada ve ahirette
kendisini helâk eden, nefsini aşağı-lık kılandan başkası O’nun milletinden yüz
çevirmez!..
Rabbimiz Allah şöyle
buyurur:
“Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim’in milletin (dinin)den
kim yüz çevirir? Andolsun, Biz O’nu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de o,
salihlerdendir.
Rabbi, ona:’Teslim ol’ dediğinde (O):
“Âlemlerin Rabbine teslim oldum,’ demişti.”([13])
İmam Fahruddin er-Râzî
(r.a.), “Tefsir-i Kebir” adlı meşhur tefsirinde bu ayet için şunları beyan
eder:
“Böylece bu ifadede,
Yahudî, Hristiyan ve müşrik Arab-lar azarlanmıştır. Çünkü Yahudîler’in Hz.
İbrahim ile övü-nüyor ve Yakub (İsraîl) (a.s.) soyundan oldukları için,
ken-dileri ile Hz. İbrahim (a.s.) arasında bulunan alakaya tutu-nuyorlardı.
Hristiyanlar da, Hz. İsa (a.s.) annesi tarafından Yakub (a.s.)’a dayandığı
hâlde, Hz. İsa (a.s.) ile iftihar etme-miş (İbrahim (a.s.) ile iftihar
etmişler)dir. Kureyş müşrikleri ise, cahiliyye döneminde her türlü hayra, Hz.
İbrahim (a.s.)’ın inşâ etmiş olduğu Kâbe sayesinde nâil olmuşlardır. Bu
sebebten dolayı bunların hepsi, bu şekilde Allah’ın Kita-bı’na davet
olunmuşlardır. Kureyş kabilesi dışında kalan Adnanî Arablar’ın soyu da Hz.
İsmail (a.s.)’a dayanır. Bun-lar da, Hz. İsmail (a.s.)’ın Peygamberliği ile
Kahtanî Arab-lara karşı övünürlerdi. İncelendiğinde hepsinin, Hz. İbrahim
(a.s.) ile övündükleri ortaya çıkar.
Ahir zamanda Hz. Muhammed
(s.a.s.)’in Peygamber olarak gönderilmesini Allah’dan isteyen ve bu mak
Rabbimiz Allah şöyle
buyurur:
“Dediler ki: ‘Yahudî ve Hristiyan olun ki, hidayete eresiniz.’
De ki: ‘Hayır, (doğru yol) hanif (muvahhid) olan İb-rahim’in dini (milletidir).
O, müşriklerden değildi.’
Deyin ki: ‘Biz, Allah’a ve bize indirilene, İbrahim, İsma-il,
İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile
Peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. on-lardan hiçbirini diğerinden
ayırdetmeyiz ve biz, O’na tes-lim olmuşlarız.”([16])
Abdullah b. Abbas
(r.anhuma) anlatıyor:
Abdullah b. Suriya adlı
tek gözlü bir Yahudî, Hz peygamber (s.a.s.)’e:
- Doğru yol ancak bizim
yolumuzdur. Ey Muham-med, o hâlde bize tabi ol ki, hidayete eresin, dedi.
Hristiyanların da, O’na
aynı şeyi söylemeleri üzerine Allah, bu ayeti inzâl buyurdu.([17])
Muvahhid mü’minler,
İbrahim (a.s.)’ın milletidirler... Bundan dolayı İbrahim (a.s.)’ın ardı sıra
onu takib eden-lerdir... Put kıran İbrahim (a.s.), Tevhid milleti’nin önderi ve
örneğidir... Muvahhid mü’minler de, önderleri ve örnek-leri İbrahim (a.s.)’ın
izi üzere oldukları için birer haniftirler ve asla müşriklerden olamazlar...
Yahudîler, Hristiyanlar ve diğer tağutî ideoloji mensublarının her grubu, bir
yö-nüyle Allah’a şirk koşmuş, O'nun dinine küfretmişlerdir... Onla-rın,
insanlık âlemine bir hidayet ve kurtuluş olarak sun-dukları felsefî tezleri,
birer dalâlet ve helâke götürücü yol-lardır...
Tek hidayet ve kurtuluş
yolu, Halilullah İbrahim (a.s.)’ın milletinin yoludur!..
Ebu Hüreyre (r.a.)
anlatıyor:
Ehl-i Kitab (olan
Yahudîler), Tevrat’ı İbranice metni ile okurlar, Arab diliyle de onu
müslümanlara tefsir ederlerdi. Bu hususta Rasulullah (s.a.s.), sahabîlerine:
“Siz Kitab Ehli’nin sözlerini tasdîk de, tekzîb de etme-yin.
Ancak:
Deyin ki: Biz, Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail,
İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya veri-len ile
Peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlar-dan hiçbirini diğerinden
ayırdetmeyiz ve biz, O’na teslim olmuşlarız.” (Bakara, 2/136)([18])
Millet-i İbrahim olan
mü’min müslümanların Tevhid akîdesi budur!.. Onlar, böyle inanır ve imanlarında
sabit kalırlar... Yahudî olsun, Hristiyan olsun ve onların dışında diğer
inançlara mensub olanlar olsun, söyledikleriyle ve yaptıklarıyla muvahhid
mü’minleri asla kandıramaz, ken-dilerine meylettiremezler... Çünkü muvahhid
mü’minler, haniftirler...
Mücahid (r.a.)’e göre
hanif:
- Samimi ve ihlâslı
demektir.
Ebu Kalabe (r.a.)’e göre
hanif:
- Baştan sona kadar bütün
Peygamberlere inanan de-mektir.
Kâtade (r.a.)’e göre
haniflik:
- Allah’dan başka ilâh
bulunmadığına şehadettir. Buna, Allah’ın haram kıldığı, anneler, kızlar,
teyzeler ve halalarla evlenmek ile birlikte diğer haramları saymak da girer.
Sünnet de, haniflik
içerisindedir.([19])
Abdullah b. Abbas
(r.anhuma), hangi niyetle olursa ol-sun, Ehl-i Kitab’a gidip soru soran,
onlarla fikir alış-veri-şinde bulunan ve onlardan öğrendiklerine az da olsa
meyle-den müslümaları uyarıyor!.. Ehl-i Kitab’a bir şey sormala-rına ihtiyaç
olmadığını ve bütün ihtiyaçlarını karşılayan Kur’ân-ı Kerim’e meselelerin arz
edilmesini tavsiye ediyor... Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de, hayatî bütün meseleler
bütün açıklığıyla beyan olunmuş ve Rasulullah (s.a.s.) tarafından uygulanması
örnek olarak gösterilmiştir...
Rabbimiz Allah şöyle
buyurur:
“Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara bir
hidayet ve rahmet ve bir müjde olarak indirdik.”([20])
“(Bu Kur’ân,) düzüp uydurulacak bir söz değildir. An-cak
kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, her şeyin çeşitli biçimlerde açıklaması ve
iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir.”([21])
“Biz Kitab’da, hiçbir şeyi noksan bırakmadık.”([22])
“Biz,
her şeyi yeterince açıkladık.”([23])
Abdullah
İbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir:
-
Ey müslümanlar topluluğu, sizler, Kitab Ehli’ne nasıl soru soruyorsunuz?
Halbuki Peygamberinizin üzerine indi-rilmiş olan Kitabınız, Allah katından
indirilen haberlerin en yenisidir.
Sizler
onu, hiç karıştırılmamış olarak okumaktasınız. Ve hâlbuki Allah (Kendi Kitabı
için de) sizlere, Kitab Ehli Milletlerin, Allah’ın yazdığı şeyleri tebdîl
ettiklerini ve kendi elleriyle Allah Kitabı’nı değiştirip başkalaştırdıklarını
ve karşılığında az bir bahâyı satın almaları için “bu, Allah ka-tındadır”
dediklerini kat’iyyetle söylemiştir.([24])
Size
gelmiş olan ilim, onlara herhangi bir şey sormaktan sizleri nehyetmiyor mu?
Allah’a yemin ederim ki biz, onlardan hiçbir kimseyi asla sizin üzerinize
indirilmiş olan Kitab’dan sorar görmemişizdir.”([25])
Millet-i
İbrahim olan muvahhid mü’minler, Allah Teâ-lâ’nın kendilerine din olarak seçip
beğendiği ve tamamlan-mış bir nimet olan İslâm[26] üzere sabit kalmalı,
gerek akîde-lerinden, gerekse amellerinden asla taviz vermemelidirler...
Yahudîliğe, Hristiyanlığa ve diğer batıl inançlara asla mey-letmeyecek, aksine
onları, yegâne hayat nizamı olan Hak din İslâm’a davet edecek, onların
hidayetlerine vesile ola-caktır... Kendilerine doğruları tebliğ edecek, onların
eğriler-den kurtulmaları sağlayacaklardır... Yegâne kurtuluşun bu olduğunu,
onlara delilleriyle açıklayacaklardır...
Çünkü
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Şayet onlar da, sizin
inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuş olurlar. Yok eğer yüz
çevirirler-se, onlar, elbette bir (çelişki ve) aykırılık içindedirler. Sana, onlara karşı Allah yeter. O, işitendir, bilendir.”([27])
Muvahhid
mü’minler, şüçhesiz Allah tarafından inzâl edilen Tevrat, Zebûr ve İncil’in
bozulmamış hâllerine katıksız bir şekilde iman ederler, fakat kendilerini
kuşatan ve kendisiyle amel ettikleri Kitabları, Kur’ân-ı Kerim’dir...([28])
Muhammed
b. Sirin (r.a.) der ki:
-
Sana, sen mü’min misin? diye sorulacak olursa:
“Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İs-hak’a...
İndirilene... iman ettik.” (Bakara, 2/136) ayeti ile ce-vab ver.([29])
Rabbimiz Allah Teâlâ (Azze
ve Celle), başta yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) olmak üzere bütün
muvahhid mü’min müslüman kullarına şu emri vermektir:
“Sonra sana vahyettik: ‘Hanif (muvahhid) olan İbrahim’in
milletine (dinine) uy! O, müşriklerden değildi.” ([30])
“De ki: Allah doğru
söyledi. Öyleyse Allah’ı bir tanıyan (hanif)ler olarak İbrahim’in milleti
(dini)ne uyun! O, müşriklerden değildi.”([31])
“De ki: ‘Rabbim, gerçekten
beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim’in hanif (muvahhid)
dini (milleti)ne. O, müşriklerden değildi.”([32])
Abdullah
b. Abdurrahman b. Ebza, babasından naklederek şöyle der:
Rasulullah
(s.a.s.), sabaha ulaştığında şöyle buyurur-du:
“Biz,
İslâm fıtratı, İhlâs (şehadet) kelimesi, Peygamberimiz Muhammed’in dini, daima
dosdoğru yola meyilli (hanif) müslüman biri olan babamız İbrahim’in milleti üzerinde
kararlı olarak sabaha eriştik.”([33])
Bütün
Peygamberlerin milleti, yani dini birdir... Onlar, aynı Tevhid akîdesine mensub
olan kardeşlerdir... Hepsi, akîde olarak İslâm Dinindendirler...
Hepsinin
dini, İslâm Dini ve milleti, İslâm Milleti’dir...
Ebu
Hüreyre (r.a.) ‘dan.
Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Esasen
Peygamberler, babaları bir kardeştirler, anaları ayrıdır. Dinleri birdir.”([34])
Bundan
dolayı, İbrahim (a.s.)’ın milleti üzere olan Rasulullah (s.a.s.), gerek
cenazeyi kabre indirirken, gerekse cihada ordu gönderirken:
“Rasulullah’ın
milleti üzere.” buyururdu.
Rasulullah
(s.a.s.)’in milleti, İbrahim (a.s.)’ın milletiy-di...
Abdullah
b. Ömer (r.anhuma) anlatıyor:
Ölü
kabre dahil edildiği zaman Rasulullah (s.a.s.):
“Bismillahi
ve alâ milleti Rasulillahi” buyururdu.
Ravî
Ebu Halid, bir defa demişti ki:
İbn
Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir:
Ölü
kabre indiği zaman Efendimiz (s.a.s.):
“Bismillahî
ve alâ Sünnneti Rasulillahî” buyururdu.
Ravî
Hişam, kendi hadisinde:
Rasulullah
(s.a.s.)’in şu kelimeleri buyurduğunu söyle-mişti:
“Bismillahi
ve fî Sebilillahi ve alâ milleti Rasulillahi.”([35])
Enes
b. Malik (r.a.)’dan:
Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allah’ın
ismiyle, Allah için ve Rasulullah’ın milleti üzere savaşa çıkınız. Aciz kalmış
ihtiyarları, büluğa ermemiş çocukları ve kadınları öldürmeyin. Ganimete ihanet
et-meyin. Ganimetlerinizi toplayınız, (hâlinizi) düzeltiniz, ih-san ile muamele
ediniz. Çünkü Allah, ihsan edenleri sever.”([36])
İslâm
Milleti’ne mensub olan muvahhid mü’minler, Rasulullah (s.a.s.)’in milletinden
olmak, İbrahim (a.s.)’ın milletinden olmak demek olduğunun şuurundadırlar!..
İbn
Tavus anlatıyor:
Muaviye,
İbn Abbas (r.anhuma)’ya:
-
Sen, İbn Ebi Talib’in milletinden misin? diye sordu.
İbn
Abbas:
-
Hayır, dedi.
Muaviye:
-
İbn Affan milleti üzere misin? dedi.
İbn
Abbas:
-
Hayır, dedi.
Muaviye:
-
Peki, kimin milleti üzerindesin? dedi.
İbn
Abbas:
-
Muhammed (s.a.s.)’in milleti üzereyim, dedi.([37])
Halilullah
İbrahim (a.s.), İslâm Milleti’nin atası, öncü-sü ve örneğidir... Rabbim Allah,
İbrahim (a.s.) ve onunla beraber iman etmiş olan ümmetini, kıyamete kadar
mu-vahhid mü’minlere bir örnek kılmıştır... Millet-i İbrahim’in mensubları olan
mü’min müslümanlar, İbrahim (a.s.) ve onunla birlikte olan o muvahhid mü’minler
gibi, iman edip, onlar gibi davranacaktır:
“İbrahim ve onunla birlikte
olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: “Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız.
Sizi (artık) tanımayıp inkâr ettik. sizinle aramızda, Siz, Allah’a bir olarak
iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.” Ancak İbrahim’in babasına: ‘Sana,
bağışlanma dileyeceğim, fakat Allah’dan gelecek herhangi bir şeye karşı senin
için gücüm yetmez.” demesi ha-riç.
‘Ey Rabbimiz, biz sana tevekkül ettik ve içten
Sana yö-neldik. Dönüş Sana’dır.
Rabbimiz, bizi, inkâr
edenler için fitne (deneme korkusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz
Sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin.”
Andolsun, onlarda sizlere,
Allah’ı ve ahiret gününü umut edenlere güzel bir örnek vardır. Kim yüz
çevirecek olursa, artık şüphesiz Allah, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı ol-mayan)
Hamîd (övülmeye layık olan)dır.”([38])
İmam
Taberî (r.a.), meşhur tefsirinde bu ayetler için şunları beyan ediyor:
“Allah
Teâlâ, bu ayetlerde, kâfirlerden uzak durma, onlara düşmanlık besleme ve onları
dost edinmeme hususunda mü’minlerin, Hz. İbrahim’i ve Onunla birlikte iman
edenleri örnek almalarını emrediyor. Zirâ Hz. İbrahim ve onunla birlikte iman
edenler, kâfirlere karşı kesin bir tavır almışlar, onların taptıkları şeylerden
beri olduklarını ve onlara düşman olduklarını kesin bir şekilde ortaya koymuşlar,
iman ile inkâr arasını kesin bir sınır çizmişlerdir. Bütün mü’minlerin de böyle
olmaları gerekmektedir.”([39])
Halilullah
İbrahim (a.s.) ve onunla birlikte iman eden muvahhid mü’minler, kendilerinden
sonra gelen İslâm Mil-leti’nin diğer ümmetleri için birer hayat örneği olurken
ne-ler yapmışlardı?
1)
İçinde bulundukları tağutî şirk toplumunun egemenlerine ve onların emrine
girip kullara kul olan halkına karşı kesin Tevhidî tavırlarını almış, onlardan
ve Allah’dan başka taptıkları bütün sahtekâr rablerinden, ilâhlarından
uzaklaşmışlardı... Dolayısıyla tağutî şirk toplumunda saflar ayrılmış,
tavırlar netleşmişti... Millet-i İbrahim ile Millet-i Nemrud birbirinden
ayrılmıştı... Tevhid milleti ile küfür milleti ayrı cepheler oluşturmuştu...
2)
Millet-i İbrahim’in muvahhid mü’minleri, Millet-i Nemrud’un taraftarları olan
müşrik ve kâfirleri kesinlikle tanımayıp inkâr ederek reddedmişlerdi...
Aralarında akîde, yani iman ve din bağı olmayınca veya oluşmayınca, kan bağı
onların kardeş olmasını sağlamamamıştı... Çünkü kan bağı, tek başına kardeş
olmaya yeterli değildi... Millet-i İbrahim’in karakterine aykırıdır bu
anlayış... Çünkü Millet-i İbrahim’in
akîdesinde, ancak mü’minler kardeştir!.. Hangi kavimden, hangi ırktan, hangi
renkten, hangi dilden ve hangi bölgeden olursa olsun, katıksız iman eden
muvah-hid mü’minler kardeştir... Millet-i İbrahim’in akîdesinde, kanın,
toprağın ve çamurun değil, dinin, iman ve sali ame-lin kıymeti vardır...
3)
Millet-i İbrahim’in mensubları olan muvahhid mü’minler, Tevhid akîdelerinden
dolayı, aralarında kan bağı olan müşrik ve kâfir kavimlerinden çok eziyet,
zulüm, işkence ve düşmanlık görmüşlerdi... Hatta malum olduğu üzere,
Halilullah İbrahim (a.s.)’ı ateşe atmışlardı...[40]
O müşriklerin bu kin ve düşmanlıklardan dolayı muvahhid mü’-minler
kendilerine:
“Sizinle
aramızda, siz, Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve
bir kin baş göstermiştir.” demiş ve safları ayırmış olduklarını kesin bir
tavır ile beyan etmişlerdi...
İslâm
Milleti’nin örnek neslinin tavrı böyle olmuştu... Mü’min müslümanların
kendisine uyacağı örneği budur!.. Rabbimiz Allah Teâlâ, o muvahhid mü’minleri
örnek alma-yı ve onlar gibi davranmayı emrediyor...
Millet-i
atası Halilullah İbrahim (a.s.)’ın Tevhidî tavrını, şöyle beyan ediyor
Rabbimiz Allah:
“Onlara, İbrahim’in
haberini de aktar oku:
Hani babasına ve Kavmine:
‘Siz, neye kulluk ediyorsunuz?’ demişti.
Demişlerdi ki: ‘Putlara
tapıyoruz. Bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz.”
Dedi ki: ‘Peki, dua
ettiğiniz zaman onlar, sizi işitiyorlar mı?
Ya size, bir yararları
veya zararları dokunuyor mu?’
‘Hayır dediler. ‘Biz,
atalarımızı böyle yaparken bulduk.’
(İbrahim) dedi ki: ‘Şimdi
neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?
Hem siz, hem de eski
atalarınız?
İşte bunlar, gerçekten
benim düşmanımdır. Yalnızca Âlemlerin Rabbi hariç.
Ki beni, yaratan ve
hidayet veren O’dur.
Bana yediren ve içiren
O’dur.
Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.
Beni öldürecek, sonra
diriltecek olan da O’dur.
Din (ceza) günü hatalarımı
bağışlayacağını umduğum da O’dur.”([41])
“Hani İbrahim, babasına ve kendi Kavmine
demişti ki:”Şübhesiz ben, sizin
taptıklarınızdan uzağım.
(Ancak) beni yaratan
başka. İşte o, beni hidayete yöneltip iletecektir.([42])
Halilullah İbrahim
(a.s)’ın Tevhidî tavırı net ve tavizsizdir... Onunla birlikte olan mü’min
müslümanlar da böy-le olduğu gibi, onun evlâdından ve onun takibcisi olan
Rasulullah (s.a.s.) ile Ümmeti olan
muvahhid mü’minler de onun gibi net tavırlarıyla tavizsizlerdir... Put kıran
Hali-lullah İbrahim (a.s) ‘a en yakın
olanlar, bunlardır!..
Rabbimiz Allah şöyle
buyurmuştur:
“Doğrusu, insanların İbrahim’e en yakını
olanı, ona uyanlar ve bu Peygamber ile iman edenlerdir. Allah, mü’-minlerin
velisidir.”([43])
Yegâne
önderimiz Rasulullah (s.a.s.) de, atası Halilullah İbrahim (a.s.) gibi, mü’min
müslümanların tek önderi ve hayat örneğidir... O’na iman edip Sünneti üzere
yaşayanlar, aynı zamanda Halilullah İbrahim (a.s.)’ın izi üzerinde
olanlardır... Hepsi, aynı millettin mensublarıdır... Dinleri, yani milletleri
birdir...
Rabbimiz
Allah şöyle buyurur:
“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret
gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için, Allah’ın Rasulünde gü-zel
bir örnek var.”([44])
Allah’a
ve ahiret gününe katıksız iman eden muvahhid ve müttaki mü’minlerin yegâne
önderi ve hayat örneği Rasulullah (s.a.s.)’in tavırına dikkat edilmelidir!..
Çünkü mü’min müslümanların her yönüyle uyacakları tavır, Rasulullah (s.a.s.)’in
tavrıdır...
Rabbimiz
Allah, Rasulü Muhammed (s.a.s)’e hitaben şöyle buyurur:
“De ki: ‘Ey kâfirler,
Ben, sizin taptıklarınıza
tapmam.
Benim taptığıma siz de
tapacak değilsiniz.
Ben de, sizin
tapdıklarınıza tapacak değilim.
Siz de, benim taptığıma
tapacak değilisiniz.
Sizin dininiz size, benim
dinim bana.([45])
“De ki:’ ‘Şahidlik
bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki:
‘Allah, benimle sizin aranızda şahiddir. Sizi – ve kime ulaşırsa- kendisiyle
uyarmam için bana şu Kur’ân vahyedildi. Gerçekten Allah’la beraber başka
ilâhların da bulunduğuna siz mi şahidlik ediyorsunuz?’ De ki: ‘Ben, şe-hadet
etmem.’ De ki: ‘O, ancak bir tek olan ilâhtır ve gerçekten ben, sizin şirk
koşmakta olduklarınızdan uzağım.”([46])
“De ki: ‘Ey insanlar, eğer
benim dinimden yana bir kuşku içindeyseniz, ben, sizin Allah’dan başka ibadet
ettiklerinize ibadet etmiyorum. Ancak ben, sizin hayatınıza son verecek olan
Allah’a ibadet ederim. Ben, mü’minlerden olmakla emrolundum.’
Ve: ‘Bir muvahhid (hanif)
olarak yüzünü dine doğru yönelt ve sakın müşriklerden olma!
Allah’dan başka sana yararı
ve zararı olmayan (ilâhlara) tapma. Eğer sen, (bu emirlerin tersini) yapacak olursan, bu durumda
muhakkak zulmedenlerden olursun (diye emrolundum).”([47])
Net Tevhidî tavrın gereği budur!..
Hangi
bölgede ve hangi çağda olursa olsun, tağutî şirk düzenlerinin müşrik ve kâfir,
hâttâ mürted zalim egemenlerine, ayrıca o egemenlerin zulmüne rıza gösteren
aldatılmış insanlara karşı kesin tavır budur!..
Halilullah
İbrahim (a.s.)’ın Nemrud’a ve yönettiklerine, Kelimullah Musa (a.s.)’ın
Fir’avn’a ve yönettiklerine, Ru-hullah İsa (a.s.)’ın Kayserlere ve
yönettiklerine, Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in Ebu Cehil’e ve yönettiklerine
karşı aldıkları net Tevhidî tavır, bu tavırdır!..
Küfürle
iman, Tevhidle şirk sınırlarını tamamen ve net çizgilerle ayırmak, asla birbirine
karıştırmamak gerekir... kâfirle mü’min, muhavvidle müşrik saflarının
birbirlerine hiç karıştırılmadan net bir şekilde ayrılması, Resullerin yaptığı
ilk işlerdendir... Bir yanda küfür milleti, bir yanda İslâm milleti... Safları
belirlenmiş iki ayrı millet... İbrahim (a.s.) milleti ve Nemrud milleti...
birbirinden ayrı ve asla birbirine karışmayan iki millet... iki ayrı milletin
akîdelerinden herhangi bir değişme olmadıkça, birbirlerine dost ol-maz ve
birbirine karışamazlar... Bu, onların değişmez ka-rakteridir... Nemrud
milletinden birisinin İbrahim (a.s.)’ın milletine karışması için, katıksız,
yani şirksiz iman edip Al-lah’ın hükümlerine tam teslim olmaları gerekir...
İbrahim (a.s.)’ın milleti'nden Nemrud Milleti'ne karışacak bir kişi-nin, irtidâd
etmesi, Allah'a şirk koşması veya küfretmesi ge-rekir… Bu şekilde olmadıkça,
Nemrud Millet'i İbrahim (a.s.)'ın milleti’nden asla razı olmaz ve kesinlikle
onlara dostça davranmaz!..
Rabbimiz
Allah, Rasulullah (s.a.s.)’in şahsında bütün muvahhid mü’min kullarının bu net
Tevhidî tavrı sergilemelerini emretmektedir:
“Şu hâlde sen, bundan
dolayı davet et ve emrolundu-ğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva
(istek ve tutku)larına uyma. Ve dedi ki: ‘Allah’ın indirdiği her Kitaba
inandım. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum. Al-lah, bizim de Rabbimiz,
sizin de Rabbinizdir. Bizim amelle-rimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir.
Bizimle aranızda deliller getirerek tartışma (ya huccete gerek) yoktur. Allah,
bizi bir araya getirip toplayacaktır. Dönüş O’nadır.”([48])
“Eğer seni yalanlarlarsa,
onlara de ki: ‘Benim yaptıklarım benim, sizin yaptıklarınız sizindir. Siz,
benim yaptıklarımdan uzaksınız ve ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.”([49])
Bu
net ve kesin Tevhidî tavrı ortaya koyan muvahhid mü’minler, tek millet olan
küfür milletinin müşrik ve zalim egemenleri tarafından bir çok işkenceler
görmüşlerdir... Her an, bu zulme ve bu işkenceye uğramaktadırlar... Küfür,
şirk, zulüm ve sömürü üzere kurdukları düzenlerinin bo-zulmasını istemeyenler,
iman, Tevhid, adalet ve kardeşlik-ten yana olan muvahhid mü’minlere karşı
olanca kinlerini kusmakta, korkunç düşmanlıklarını her fırsatta ortaya
koymaktadırlar...
Zalim
ve müstekbir tağutlar tarafından işgal edilen İslâm topraklarında İslâm
Milleti’ne karşı girişilen katliamlardan dolayı, mü’min müslümanların kanları
oluk oluk akıtılmış ve şehidlerin cesetlerinden tepeler oluşturulmuştur...
Bu
korkunç zulüm, Fir’avn, Nemrud ve Ebu Cehil’in şirk Milleti’nin değişmez
karakterlerinin bir görüntüsüdür... Allah’ın Rasulleri ve onlara tabi olan
mü’min müslü-manlar, Küfür milletinden
çok eziyet ve işkence görmüş, hâlâ da görmeye devam etmektedirler...
Ümmü’l-mü’minin
Aişe (r.anha) vahyin başlangıcında Rasulullah (s.a.s.) durumunu şöyle
anlatıyor:
Hatice,
Peygamber’i birlikte alıp amcası oğlu Varaka İbn Nevfel’e götürdü. Bu Zât,
Cahiliyye zamanında Hristi-yan dinine girmiş bir kimse olup İbranice yazı bilir
ve İn-cil’den Allah’ın dilediği mikdarda bazı şeyleri İbranice ya-zardı.
Varaka, gözlerine körlük gelmiş bir ihtiyardı.
Hadice,
Varaka’ya:
-
Amcaoğlu, dinle bak! Kardeşinin oğlu ne söylüyor? dedi.
Varaka:
-
Ne var kardeşimin oğlu? diye sorunca,
Rasulullah
(s.a.s.), gördüğü şeyleri kendisine haber ver-di.
Bunun
üzerine Varaka şöyle dedi:
-
Bu gördüğün, Allah’ın Musa’ya gönderdiği “Nâmûs”’tur. Ah! Keşke senin davet
günlerinde genç olsaydım! Kavmin, seni çıkaracakları zaman keşke hayatta
olsay-dım!..
Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.s.):
“Onlar,
beni çıkaracaklar mı ki? diye sordu.
O
da:
-
Evet, senin getirdiğin gibi bir şey
getirmiş (yani vahy tebliğ etmiş) bir kimse yoktur ki, düşmanlığa uğramasın.
Şayet senin davet günlerine yetişirsem, sana son derece yardım ederim, cevabını
verdi.
Ondan
sonra çok geçmedi Varaka, vefât etti.([50])
Ebu
Said el- Hudrî (r.a.) anlatıyor:
Ben:
-
Ya Rasulullah, hangi insanlar en şiddetli belâya uğrarlar? diye sordum.
O
(s.a.s.):
-
“Peygamberler.” buyurdu.
Ben:
-
(Onlardan) sonra kimler? dedim.
O:
“Sonra
salih (dinî emirleri yerine getirip günahlardan uzak duran takva sahibi)
insanlar.” buyurdu.([51])
Rabbimiz
Allah’ın, Kur’ân-ı Kerim’de kıssalarını beyan buyurduğu bütün Rasuller ve
Nebîler, İbrahim (a.s.) ve Ra-sulullah (s.a.s.) gibi davranmış, egemen
tağutlara ve şirk içinde bulunan kavimlerine karşı aynı nitelikte Tevhidî ta-vırlar
sergilemişlerdir... Bütün Peygamberler kardeş olup dinleri, yolları ve
usûlleri birdir... Hepsi, müşrik ve kâfir millete karşı aynı metod ile hareket
etmişlerdir... Onlara iman eden ümmetleri de aynı şekilde davranmışlardır...
İşte birkaç örnek!..
a) Nuh (a.s.)
“Onlara, Nuh’un haberini
oku! Hani Kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, benim makamım ve Allah’ın ayetleriyle
hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şübhesiz Allah’a tevekkül
etmişim. Artık siz, ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da
işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın). Sonra hakkımdaki hükmünüzü
–bana süre tanımaksızın- verin.
Eğer yüz çevirecek
olursanız, ben sizden bir karşılık istemedim. Benim ecrim yalnızca Allah’a
aiddir. Ve ben, müslümanlardan olmakla emrolundum.”([52])
b) Hûd (a.s.)
“Hud dedi ki:) ‘Ey kavmim,
Rabbinizden bağışlama dileyin, sonra O’na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak
(yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkârlar
olarak yüz çevirmeyin.’
“Ey Hûd,” dediler. ‘Sen, bize apaçık bir belge (mucize) ile gelmiş değilsin ve
biz de senin sözünle ilâhlarımızı terk etmeyiz. Sana iman edecek de değiliz.
Biz, bazı ilâhlarımız seni
çok kötü çarpmıştır (demekten) başka bir şey söylemeyiz.” Dedi ki: ‘Allah’ı şahid tutarım, siz de şahidler olun ki, gerçekten
ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım.
O’nun dışındaki
(ilâhlardan). Artık siz, bana toplu olarak dilediğiniz tuzağı kurun, sonra bana
süre tanımayın.
Ben, gerçekten benim de
Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından
yakalayıp denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru
bir yol üzerindedir.
Buna rağmen yüz
çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de,
sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na, hiçbir şeyle zarar veremezsiniz.
Doğrusu benim Rabbim, her şeyi gözetleyip koruyandır.”([53])
c) Şuayb (a.s.)
“Kavminin önden
gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: ‘Ey Şuayb, seni
ve seninle birlikte iman edenleri, ya ülkemizden sürüp çıkaracağız veya mutlaka
bizim milletimize (dinimize) geri döneceksiniz.’ (Şu-ayb:) ‘Biz, istemesek de
mi?” dedi.
“Allah bizi, ondan kurtardıktan sonra, bizim
tekrar sizin milletinize (dininize) dönmemiz, Allah’a karşı yalan ye-re iftira
düzmemiz olur. Rabbimiz, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Biz, Allah’a
tevekkül ettik. Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında Sen, hak ile hüküm ver.
Sen, hüküm verenlerin en hayırlısısın.”([54])
d) Bütün Rasuller (a.s.)
“İnkâr edenler, Rasullerine
dediler ki: ‘Muhakkak (ya) sizi kendi toprağımızdan süreceğiz, veya dinimize
(milletimize) geri döneceksiniz.”([55])
e) Ashab-ı Kehf (r.anhum)
“Böylece aralarında bir
sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü
dedi ki: ‘Ne kadar kaldınız?’ Dediler ki: ‘Bir gün veya günün bir (kaç saatlik)
kısmı kadar kaldık.’ Dediler ki: ‘Ne kadar
kaldığınızı Rabbi-miz daha iyi bilir. Şimdi birinizi bu paranızla şehre
gönde-rin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin.
Ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kim-seye sezdirmesin.
Çünkü onlar, üzerinize
çıkıp gelirse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine (milletilerine) geri
çevirirler. Bu durumda, ebedî olarak kurtuluş bulamazsınız.”([56])
Ayet-i kerimelerde verilen
örnek şahsiyetlerin tavırlarında apaçık görülüp anlaşıldığı gibi, küfür ve
şirk milleti ile iman ve Tevhid milleti birbirinden tamamen ayrılmış
durumdadır… Millet-i İbrahim’in mensubları olan muvah-hid mü’minler,
kendilerinin dışındaki insanlara oldukça na-zik ve merhametli davranıp, onları,
kullara kul olmaktan kurtarıp Allah’a kul olmaya davet ederken, millet-i
Nem-rud’un mensubları, mü’min müslümanları tehdit ederek, onlara zor kullanarak
ve zulmederek, tekrar şirk milletine döndürmek üzere çaba harcıyorlar...
Rabbimiz Allah’ın,
kendilerine dosdoğru yolu göstersin, onları uyarsın, şirkten ve zulümden
kurtulmaları için ken-dilerine yardımcı olup hidayetlerine vesile olsun diye
gön-derdiği Rasulleri, onları, Allah’a, doğruya, hakka ve hayra davet ederken,
o müşrikler, Rasullerine karşı çıkıyor, onlara olmadık hakaretler, işkenceler,
zulümler ediyorlar...
Küfür ve şirk milletinin
mensublarının değişmeyen tavırlarıdır bu!.. Bu tavırda olan müşrikler, hangi
çağda olur-larsa, muvahhid mü’minlerin oluşturduğu İslâm milleti cephesine
karşı bunca kinli ve kanlı düşmanlıkları apaçık iken, gerçekten iman edenler,
onlarla asla bir dostlukta bulunamaz ve kendilerine bir sevgi besleyemezler...
Bu kişiler, isterse onların kan bağıyla en yakınları bile olsa!..
Rabbimiz Allah şöyle
buyurdu:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk)
bulunmaz ki, Allah’a ve Rasulüne başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk)
bağı kurmuş olsunlar. Bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister
kardeşleri, ister kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki,
(Allah) kalblerine imanı yazmış ve onları kendisinden bir ruh ile
desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır, orada
süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı
olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin! Şüphesiz Al-lah’ın
fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kur-tuluş) bulanların tâ
kendileridir.”([57])
Bu kesin tavrı göstermeyen
ve Allah’a ve Rasulüne baş-kaldıran bir kavmi veli edinen, o isyankârlar, o
zulüm edenlerle beraber olmuş olurlar... Böylece Allah’ın gazabına uğramış ve
hüsrana uğramış ve hüsrana düşenlerden olmuşlardır...
Şöyle buyurur Rabbimiz
Allah :
“Allah’ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi veli (dost ve
müttefik) edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizlerdendirler, ne onlardan.
Kendileri de (açıkça gerçeği) bildikleri hâlde, yalan üzere yemin ediyorlar.
Allah, onlara şiddetli bir azab hazırlamıştır. Doğrusu,
onların yaptıkları ne kötüdür.
Onlar, yeminlerini bir siper edindiler, böylece Allah’ın
yolundan alıkoydular. Artık onlar için alçaltıcı bir azab vardır. Ne malları,
ne çocukları onlara, Allah’a karşı hiçbir şeyle yarar sağlamaz. Onlar, ateşin
halkıdır, içinde süresiz kalacaklardır.
Onların tümünü Allah’ın dirilteceği gün, sizlere yemin
ettikleri gibi, O’na da yemin edeceklerdir ve kendilerinin bir şey üzerine
olduklarını sanacaklardır. Dikkat edin! Gerçekten onlar, yalan söyleyenlerin
tâ kendileridir.
Şeytan, onları sarıp kuşatmıştır, böylelikle onlara Allah’ın
zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin! Şüphesiz
şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların tâ kendileridir.
Hiç şüphesiz, Allah’a ve Rasulüne karşı (onların koydukları
sınırlarını tanımayıp, kendileri sınır koymaya kalkışmakla) başkaldıranlar,
işte onlar, en çok zillete düşenler arasında olanlardır.”([58])
Rabbimiz Allah, muvahhid
mü’min kullarına, zulme ve zalime asla meyil etmemelerini emir vermektedir...
Mü’min müslümanlar, Allah’ın ayetleriyle alay edilen mec-lislerde bulunmamalı
ve egemen tağutlarla asla uzlaşma-malıdır-lar... Eğer heva (istek ve
tutku)larını ilâh edinmiş ve Alla-h’ın hükümleriyle amel etmeyip, kendi hükümleriyle
ina-narak amel edenlerle birlikte oturulur, birlikte hareket edile-cek olunursa,
onlardan olunmuş olunur... Tağutlar ile zaman, mekân ve hareket birlikteliği
kişiyi, onlarla beraber saymaya yeterli gelir... Kişinin başkalarınca gayb olan
ve bilinme imkânı bulunmayan akîdesi ile niyeti, diğer insan-ları bağlayıcı
değildir... Çünkü İslâm, zahire hükmeder... Rabbimiz Allah, tağutların meclislerinde
Allah’a isyan edil-diği için oralarda bulunmamayı, oralarda oturmamayı ve
onların küfür ile şirklerine karşı sessiz kalmamayı emre-diyor... Eğer eliyle
ve diliyle, o tağutların Allah’a yaptıkları isyana müdahale yapılamıyorsa, en
azında o mekân terk edilmelidir... Aksi takdirde o isyankâr tağutlar gibi olmak
kaçınılmazdır... Onlara tepki göstermeyenler, onlardandır...
Rabbimiz Allah şöyle
buyurur:
“Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur.
Sizin, Allah’dan başka velileriniz yoktur, sonra yar-dım göremezsiniz.”([59])
“Ayetlerimiz konusunda alaylı tartışmalara dalanlar-onlar, bir
başka söze geçinceye kadar- onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa,
bu durumda hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber oturma!” ([60])
“O, size Kitabta: ‘Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay
edildiğini işittiğinde, onlar, bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla
oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz!’ diye indirdi.”([61])
Rabbimiz Allah, mü’min
müslüman kullarının vasfını beyanla, onların nasıl davranmalarının gerektiğini
beyan buyuruyor... Muvahhid mü’minler, Rabbleri Allah’ın emir-lerine riâyet
etmeli ve muvahhid bir şahsiyete yakışan, Mil-let-i İbrahim’in karakteri olan
tavrını ortaya koymalıdır...
Şöyle buyuruyor Rabbimiz
Allah:
“Allah (yolun)da da hakkıyla cihad edin. Sizi O, seçti. Dinde
size güçlük vermedi. Atanız İbrahim’in milleti (di-ni)ne (uyunuz!). Önceden de,
bu (Kur’ân)da da sizi, müsli-mîn (müslümanlar diye) O, adlandırdı. Tâ ki, Rasul
size şa-hid olsun siz de insanlara karşı şahidlik edesin. Artık nama-zı
dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah’a güvenin. Mevlânız O’dur. O, ne iyi ve
ne güzel Mevlâ, ne iyi ve ne güzel yar-dımcı.”([62])
“Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa
onlar, bir çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar bile haksızlığa
uğramayacaklardır.
İyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hanif (Tevhidî)
olan İbrahim’in dinine uyandan daha güzel dinli kimdir? Allah, İbrahim’i dost
edinmiştir.
Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah’ındır. Allah, her şeyi
kuşatandır.”([63])
“Allah, yazmıştır. ‘Andolsun, Ben galib geleceğim ve Rasullerim
de.’ Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır.”([64])
[1]) Fahruddin er-Râzî,
Tefsir-i Kebir - Mefatihu'l-Gayb, Çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, Vdğ. Ank. 1988,
C.3, Sh.405.
[2]) İmam Kurtubî, A.g.e., C.2, Sh.301.
[3]) Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân
Dili, Sadeleştirenler: Doç. Dr. İsmail
Karaçam, Vdğ. İst. T.Y. C.1, Sh. 399-400. Orjinal Metin: Yenda Yayınları, C.1,
Sh. 397-398.
[4]) Bakara, 2/120.
[5]) Yusuf, 12/37-38.
[6]) Kafirun, 109/6.
[7]) Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Feraiz, B.10,
Hds.2911.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Feraiz, B.15,
Hds.2192.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Feraiz, B.6,
Hds.2731.
Sünen-i Dârimî, Kitabu'l-Feraiz, B.29,
Hbr.2995-2996.
[8]) Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Feraiz, B.25,
Hds.41.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Feraiz, B.1,
Hds.1.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Feraiz, B.6,
Hds.2729-2730.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Feraiz, B.15,
Hds.2189.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Feraiz,
B.10, Hds.2909.
Sünen-i Dârimî, Kitabu'l-Feraiz, B.29,
Hds.3002.
İmam Malik, Muvatta', Kitabu'l-Feraiz,
Hds.10.
[9]) Sünen-i Dârimî, Kitabu'l-Feraiz, B.29,
Hds.2997-2998.
[10]) Sünen-i Dârimî, Kitabu'l-Feraiz, B.29,
Hbr.2994.
[11]) Tevbe, 9/71.
[12]) Enfal, 8/73.
[13]) Bakara, 2/130-131.
[14]) Bkz. Bakara, 2/129.
[15]) Fahruddin er-Râzî, A.g.e., C.3, Sh.478-479.
[16]) Bakara, 2/135-136.
[17]) Abdulfettah el-Kadî,
Esbâb-ı Nüzül, Çev. Doç. Dr. Salih Akdemir,
Ank.1986, Sh.20.
İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim
Tefsiri, Çev. Dr. Bekir Karlığa-Dr. Bedrettin Çetiner, İst.1984, C.2, Sh.576.
[18]) Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-İ'tisam, B.25,
Hds.89.
Kitabu't-Tevhid, B.52, Hds.167.
Kitabu't-Tefsir, B.11, Hds.12.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-İlm, B.2, Hds.3644.
[19]) İbn Kesir, A.g.e., C.2, Sh.576-577.
[20]) Nahl, 16/89.
[21]) Yusuf, 12/111.
[22]) En'âm, 6/38.
[23]) İsra, 17/12.
[24]) Bkz. Bakara, 2/79.
[25]) Sahih-i Buhârî, Kitabu'ş-Şehâdet, B.30,
Hbr.47.
Kitabu'l-İ'tisam, B.25, Hbr.90.
[26]) Bkz. Mâide, 5/3.
[27]) Bakara, 2/137.
[28]) Bkz. İbn Kesir, A.g.e., C.2, Sh.578.
[29]) İmam Kurtubî, A.g.e., C.2, Sh.358.
[30]) Nahl, 16/123.
[31]) Âl-i İmrân, 3/95.
[32]) En'âm, 6/161.
[33]) Sünen-i Dârimî, Kitabu'l-İsti'zan, B.54,
Hds.2691.
İmam Nesâî, Amelu'l-Yevmi
ve'l-Leyle-Hadisler Işığında Günlük Hayat,
Çev. Mehmet Yolcu, İst.1996, C.1, Sh.143, Hds.1-3.
İmam Muhammed b. Muhammed
b. Süleyman er-Rûdânî, Cemu'l- Fe-vaid-Büyük Hadis Külliyatı, Çev. Naim
Erdoğan, İst. T.Y. C.5, Sh.261, Hds.9353. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, Sh.406'dan.
İbn Kesir, A.g.e., C.6, Sh.2884. İbn
Merduyeh'den.
[34]) Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Enbiya, B.50,
Hds.113.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Fedail, B.40,
Hds.143-145.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet,
B.14, Hds.4675.
[35]) Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Cenaiz, B.38,
Hds.1550-1553.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Cenaiz, B.53,
Hds.1051.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cenaiz,
B.63-65, Hds.3213.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.27, 40.
[36]) Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.82,
Hds.2614. Ayrıca bkz. Bakara, 2/195.
[37]) İbn Hacer el-Askalânî, Metalibu Âliye, Çev.
Mehmet Ali Kara, İst.1996, C.3, Sh.29,
Hbr.2915.
[38]) Mümtehine, 60/4-6.
[39]) Ebu Cafer Muhammed b.
Cerîr et-Taberî, Taberî Tefsiri, Çev. Hasan Karakaya-Kerim Aytekin, İst.1996,
C.8, Sh.256.
[40]) Bkz. Enbiya, 21/68-70. Saffat, 37/97-98.
Ankebut, 29/24.
[41]) Şuara, 26/69-82.
[42]) Zuhruf, 43/26-27.
[43]) Âl-i İmrân, 3/68.
[44]) Ahzab, 33/21.
[45]) Kâfirun, 109/1-6.
[46]) En'âm, 6/19.
[47]) Yunus, 10/104-106.
[48]) Şura, 42/15.
[49]) Yunus, 10/41. Ayrıca bkz.
Bakara, 2/139. Kasas, 28/55.
[50]) Sahih-i Buhârî, Kitabu Bed'i'l-Vahy, B.1,
Hds.3.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İman, B.73,
Hds.252.
[51]) Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.23,
Hds.4024.
İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.229,
Hds.510.
[52]) Yunus, 10/71-72.
[53]) Hud, 11/52-57.
[54]) A'râf, 7/88-89.
[55]) İbrahim, 14/13.
[56]) Kehf, 18/19-20.
[57]) Mücadele, 58/22.
[58]) Mücadele, 58/14-20.
[59]) Hud, 11/113.
[60]) En'âm, 6/68.
[61]) Nisa, 4/140.
[62]) Hacc, 22/78.
[63]) Nisa, 4/124-126.
[64]) Mücadele, 58/21.