"
Andolsun, Biz, Nuh'u
kavmine gönderdik. (Onlara): "-Ben, sizin için ancak apaçık bir uyarıp
korkutucuyum."
Allah'dan başkasına
kulluk etmeyin. Ben, size (gelecek olan) acıklı bir günün azabından
korkmaktayım (dedi).[1]
"Âd (halkına da)
kardeşleri Hûd'u (gönderdik). Dedi ki: 'Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin
O'ndan başka ilâhınız yoktur. Siz, yalan olarak (tanrılar) düzenlerden başkası
değilsiniz. [2]
"Scmud (halkına
da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: 'Ey kavmim, Allah'a ibadet edin,
sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. O, sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda
sizi ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na
tevbe edin. Şübhesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir. [3]
"Medyen (halkına
da) kardeşleri Şuayb't (gönderdik). Dedi ki: 'Ey kavmim, Allah'a ibadet edin,
sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı noksan tutmayın.
Gerçekten ben, sizi bir bolluk ve refah (hayır) içinde görüyorum. Doğrusu ben,
sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum. [4]
"Senden önce hiç bir
Peygamber göndermedik ki, O na şunu vahyetmiş olmayalım: Benden başka ilâh
yoktur, öyleyse Bana İbadet edin!"[5]
Böyle buyuruyor
kendinden başka ilâh bulunmayan Âlemlerin Rabbi Allah (c.c).
Âdem (a.s.)' dan
RasuluUah (s.a.s.)'e kadar sayısı Allah tarafından bilinen bütün Peygamberlerin
ortak mesajıdır, Lâ ilahe illallah...
Allah'dan başka hiç
bir ilâh yoktur. Yeryüzündeki kullar sadece ve sadece O'na ibadet etmelidirler.
Yalnızca O'na kul olmalıdırlar. Tüm insan kulların hayatına yalnız Allah
müdahele etmeli ve emrine uyulacak sadece Allah olmalıdır. Allah'dan başka hiç
bir güç, hiç bir varlık hayata müdahil olmamalı, emredici ve yasaklayıcı bir
mevkide bulunmamalıdır. Çünkü O'ndan başka ilâh yoktur, O'ndan başka Rabb
yoktur, Ondan başka melik yoktur... İnsanların İlahı, Rabbi ve Meliki, yani
yegane hakimi O'dur.
"...Hüküm, ancak
Allah'ındır. O, yalnız kendisine i-badet etmenizi emir buyurmuştur. İşte doğru
ve sabit din budur. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler." [6]
Evet, insanların çoğu
bilmezler, idrak etmezler, anlamazlar... İnsanların çoğu, iman etmezler.
İnsanların çoğu, imanlarına şirk karıştırmadan inanmazlar... Gerçek mü'minler,
hakîkî muvahhidler azınlıktadır... Dini, Allah'a has kılan ve yalnızca
Allah'ın hükmüne razı olup yalnızca O'na kulluk edenler azınlıktadır... Çünkü
Allah'ın hükmüne rağmen, tağutların hükmüne razı oluyor çoğunluğu... Bazıları,
razı olmadıklarını söylüyorsa da, Sutlarm hükmü ile amel ettikleri, tağutî
kanunlara uy-dukları, saklamlamaz bir gerçektir...
Allah'ın hükmünü
bırakıp tağutların hükmüne tabi olmak ne ise, hayatının bir kısmında Allah'ın
hükmüne, bir kısmında ise, tağutların hükmüne tabi olmak odur. Çünkü mü'minler,
ancak Allah'dan indirilenlere tabi olurlar. Allah'dan başka hiç kimsenin ve hiç
bir mercinin emir ve yasaklarına uymazlar, uyamazlar. Çünkü bilirler ve idrak
ederler ki, Allah'dan başkasının emir ve nehiylerine uymanın Allah'a ortak
koşmak olduğunu
"Rabbinizden size
indirilene uyun. O'ndan başka bir takım velilere uymayın. Siz, pek az
düşünüyorsunuz (pek az öğüt alıyorsunuz).[7]
Elbette ki, Allah'dan
başka velilere, yani insanların hayatlarına müdahale eden otoriter güç
odaklarına uyanlar, onların emirlerine girenler, onların kanunlarına tabi
olanlar, kendilerine Allah'a rağmen Allah'dan başka i-lâhlar, rabbler ve
melikler edinmişlerdir. Bu durum, az düşünmenin veya hiç düşünmemenin bir
göstergesinden başka bir şey değildir... Mü'minler, gerçekleri idrak eden,
şuurlanmiş ve düşünce ibadetine her saniye müdavim olan Allah'ın kulları
oldukları için, yalnız Allah'dan indirilen vahye uyar ve gereğini hakkıyla
yerine getirirler...
Düşünebilenler,
düşünmek ve akletmek nimetlerini kullanabilenler, Rabbleri olan Allah Teâlâ'yı
tanır, bilir ve O'nun Rabblığını, kendilerinin de kul olduklarını kolayca
kabul ederler.
Dikkat edin ki,
yaratmak ve emretmek, yalnız ve yanlız O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah,
ne kadar yücedir. [8]
İşte Tevhid'in gereği,
işte muvahhid olmanın şartı, işte şirkten kurtulmanın biricik yolu: Yaratmak ve
emretmeği yalnız ve yalnız Allah'a has kılmak. Dini, Allah'a has kılmanın özü
ve özeti budur... Alemlerin Rabbi Allah, hem yegane yaratandır, hem de yegane
emreden, kanun koyan yani şeriat va'zeden.. yani teşri ancak Allah'ın hakkıdır
ve ancak O'na mahsustur. Yani yasama hakkı, Allah'dan başkasının değil,
yalnızca O'na aiddir. Mü'min ve muvahhid böyle inanır ve tatmin olmuş bir kalb
ile böyle iman eder. Kalb ile tasdik, dil ile ikrar eder bu imanını... îmanının
gereği olan salih amel ile isbat eder böyle seksiz, şübhesiz ve katkısız iman
ettiğini...
Nasıl ki, kâinatı
yaratan Allah ise, nasıl ki, O'ndan başka yaratan yok ise, nasıl ki, yaratmayı
Allah'a has kılıyorsa insanoğlu, emretme, kanun koyma, yani yasama hakkını
yalnızca Allah'a has kılınmalıdır. Bu Tevhide sahib olanlar, mü'mindirler.
Yaratmak da Allah'a aiddir, emretmek de... Yaradan, emredicidir...
Yaratma konusunda
Rabbimiz kim ise, emretmek konusunda da Rabbimiz O'dur ki, bu, yalnızca Allah
Teâlâ'dır...
Birileri yaratmayı
Allah'a has kılar ve emretmeyi başkalarına veya ilâhlaştirdığı heva-u hevesine
has kılarsa o kişi, şirk koşmuş olur. Fir'avn'nın, Nemrud'un, Ebu Ce-hil'in ve
o müşriklerin çağdaş uzantılarının şirki, bu şirk türüdür. Allah'ı yaratıcı
kabul edip emri O'na has kılmamak, müşriklerin ortak görüşüdür.
"Alİah,
yaratıcıdır," derler. "Yalnızca yaratıcı. Bizleri yarattıktan sonra
bizlere karışmaz. Daha doğrusu biz, O'nu hiç bir işimize karıştırmayız. Değil
tamamen karıştırmak, kısmen bile karıştırmayız... Hatta O'nun adına
işlerimize, O'nun emirlerini kısmen de olsa karıştırmak isteyenlerle savaşır,
onu yok etmeye çalışırız... Yaratmak Allah'a aid. emretmek konseylerin...
Yaratmak Allah'a aid, emretmek yeryüzünde güçlü olan kurum ve kuruluşlara
aiddir. Yaratmak Allah'a aid, emretmek, laik ve demokratik hükümetlere
aiddir," derler ve yaratmak ile emretmeyi birbirinden ayırırlar. Böylece
emretmeyi Al-lah'dan alır, kendi paylarına itaat etmiş oldukları mercilere
devrederler. Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah'a mahsus iken, Allah'a şirk
koşanlar, hakimiyeti, teşriyi, yani yasamayı kendi paylarınca Allah'dan
gasbeder ve insanlara, dolayısıyla insanların vekillerine verirler...
Vekillerin, a-siîler gibi olduğu bir gerçektir... Yani insan, insanı yasama
makamına oturtuyor ve insan, insanın hakimi oluyor. .. Dolayısıyla insan,
insanın rabbi, insan, insanın kulu durumuna geliyor.
Ve Rabbimiz Allah,
bize şöyle dememizi emrediyor: "De ki: 'Ey Kitab Ehli, bizimle sizin
aranızda müşterek (olacak) bir kelimeye gelin. (Ki o da, şudur): Aİlah'dan
başkasına kulluk etmeyelim. O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı
bırakıp kimimiz kimimizi rabbler e-dinmeyelim.' Eğer yine yüz çevirirlerse,
deyin ki: Şahid olun, bîz gerçekten müslümanlarız.[9]
Allah'ın nizamı olan
İslâm'ı ve Rabbimiz Allah'ın yeryüzündeki kulları için gönderdiği yegane düstur
Kur'ân'i bırakıp, yanlarından nizam yani düzen ortaya koyan ve heva-u
heveslerinden kaynaklanan anayasalar yapanlar, Allah'ı bırakmış, birbirlerini
rabbler edinmişlerdir. Birbirlerini yetkili kılarak, rabblik makamını işgal
etmişlerdir. Hüküm, yani emretme konusunda kendilerini, Allah'a ortak görmeye
başlamış, 'hakimiyet, Allah'ın değil, kayıtsız şartsız insanındır, düsturuna
inanmışlardır. Allah'ın Mü'min kullarını, yalnızca Allah'a itaat ve ibadet
etme noktasında engellemiş, dini Allah'a has kılan muvahhidlere en ağır
işkenceler uygulamışlardır.
Lâ ilahe illallah'ıh
gereğini gündeme getiren müttakiieri, seleflerinin yaptığı gibi zindanlara
atmış ve iman edenlere hayat hakkı tanımamışlardır.
Rabbimiz Allah
(c.c.)'in affetmeyeceği suç, şirk suçudur. Allah, zatına ve sıfatlarına
koşulan şirki asla affetmeyeceğini hiç bir şübheye yer bırakmadan beyan buyurmuştur:
"Hiç şübhe yok ki
Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bundan aşağısını dilediği kimse
için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, muhakkak o, uzak bir sapıklıkla
sapmıştır.[10]
Allah'a şirk koşmak,
uzak bir sapıklık olduğu gibi, Allah'a karşı işlenen ve bağışlanmayan en büyük
suçtur. Bu suçu işleyenler, insanı yegane hakim kabul eden, hakimiyeti,
kayıtsız şartsız insana veren düşüncenin sahibleridirler. İslâmiyet'in
yönetimden ve hayata hakimiyetten uzaklaştıran, ayrıca insanı rabbleştirenler,
şirk suçunu işlemiş ve işlemeye devam etmektedirler. Bu suçlu-günah-kârların
bir çoğu, inandıklarını, müslüman olduklarını iddia etseler de, Laiklik ve
demokrasiye itibar edip onunla yöneten ve yönetilmeye rıza gösterdikleri, ya da
buna ses çıkarmadıkları müddetçe onların
iddiaları bomboştur. Çünkü:
"Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler. [11] Onlar, her ne kadar müslüman olduklarını iddia
etseler ve bazı İslâmî amellerde de bulunsalar, şirk koşma suçundan
vazgeçmedikleri sürece, mü'min
ve müslimlerden olamazlar. Bu suçu işlemeden önce müslüman iseler, bu
suçu işlediktçe ve tevbe etmedikçe İslâm'dan çıkmış, yani mürted olmuşlardır...
Bu gerçeği kısaca
ifade ettikten sonra mü'min ve muvahhidlerin vasıflarını izaha gayret edelim.
Mü'minler, hiç
bir şübheye kapılmadan
Rasulul-lah'ın, Allah'dan getirdiklerine iman edenlerdir. Rasulullah (s.a.s.),
nasıl iman etmişse, O'nun ümmeti olan mü'minler de öyle iman etmişlerdir.
"Peygamber,
kendisine Rabbİnden indirilen (Kur'-ân'a) iman etti. Mü'minler de iman ettiler.
Hepsi, Allah'a, Meleklerine, Kitablarına ve Peygamberlerine inandılar. [12]
"Ey iman edenler,
Allah'a, Peygamberine ve O'na indirdiği Kitaba, daha önce indirdiği kitablara
da iman e-din. Her kim Allah'a, Meleklerine, Peygamberlerine ve ahiret gününe
inanmazsa, hiç şübhesiz(haktan) uzak bir sapıklıkla sapmış gitmiştir. [13]
Neye, nasıl iman edilecekse,
Alİah ve Rasulü (s.a.s.) tarafından apaçık beyan buyurulmuştur. Buna rağmen
i-man etmeyenler, yani gereği üzere inanmayanlar, elbette korkunç bir
sapıklıkla sapıp gitmişlerdir. Bu konuda, Rabbimiz Allah (c.c), şöyle buyurur:
"Andolsun,
cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık).
Kalbleri vardır, bununla kavrayıp anlayamazlar, gözleri vardır bununla göremezler,
kulakları vardır bununla işitemezler. Bunlar, hayvanlar gibidir, hatta daha
aşağılıktırlar. İşte bunlar, gafil olanlardır.
[14]
Hayvanlardan daha
aşağılık olanlar, iman etmeyen müşrik ve kâfir zümresidir. Münafıklar ve
mürtedler de aynı konumdadırlar..! Bunlar, böyle!...
Şimdi gelelim gerçek
iman edenlerin durumuna... Mü'minlerin tavrı nedir, nasıl olmalıdır?..
"Allah ve Rasulü,
bir işte hüküm verdiği vakit, erkek olsun, kadın olsun hiç bir mü'min için
kendi işlerinde seçme hakkı (muhayyerlik) olmaz. Kim Allah'a ve Peygamberine
isyan ederse, muhakkak açık açığa sapıklık etmiş olur.[15]
Mü'minler, "Lâ
ilahe illallah Muhammedu'r-Rasu-lullah" diyen, kalb ile tasdik edip
sözleriyle, Özlerîyle, hal ve hareketleriyle gereğini yapıp salih amelleriyle
imanlarını isbat edenlerdir. îşte bu mü'minler, Allah ve Rasulü'nün emirlerine
tam teslimiyet gösterenlerdir. İsyan etmeden ve kendi hevalanm gündeme
getirmeden teslim olanlar... Bu teslimiyet, La ilahe illallah
Muhammedu'r-Rasulullah'ın gereğidir... [16]
"Ey iman edenler,
Allah'a itaat edin, Rasulü'ne itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de.
Bir şey hakkında çekişip anlaşmazlığa düştünüz mü, eğer Allah'a ve ahiret
gününe inanıyorsanız, onu, hemen Allah'a ve, Rasulü'ne arzedin. Bu, hem daha
hayırlı, hem de netice itibariyle daha güzeldir."
İmanın gereği olan
itaat*- kime ve nasıl olacağı bu a-yet-i kerimede beyan buyrulmuştur.
Mü'minler, Allah'a ve Rasulü'ne itaat ettikleri gibi, ancak kendileri gibi
mü'min, Allah'a ve Rasulü'ne itaat eden, Allah ve Rasu-lullah (s.a.s.)'in
emirleriyle emreden, yani İslâm ile yöneten, Kur'ân-ı Kerim'e tabi olan
yönetici imama ve yöneten kadroya da itaat ederler... Allah'a ve Rasulü'ne isyan
eden, İslâm'dan başka bir düzen benimseyen, Kur'-;in:a rağmen Kur'ân'dan başka
yasalara tabi olan, kişilere, kurum ve kuruluşlara asla itaat edilmez ve
edilmemelidir de Allah'a ve Rasulü'ne isyan edenler, apaçık ve korkunç bir
sapıklığın içinde olduğunu Rabbimiz Allah (c.c) buyurmuştu. Böyle bir sapıklık
içinde bulunanlara, bir mü'min nasıl itaat edebilir?..
Mü'minler, kendi
aralarında herhangi bir anlaşmazlığa düştükleri zaman, tağutun mahkemelerine başvurmazlar,
tağutu hakem olarak kabul etmez ve onun hükmüne asla rıza göstermezler...
Meselelerinin çözümü, Allah'a ve Rasulü'nün emirleridir. Mü'minler, tüm meselelerini
İslâmî çözüm ile hallederler... Bunun, imanın gereği olduğuna inanırlar... Bunun
için Daru'l-İslâm'da Şer'î mahkemelere gittikleri gibi, Daru'l-Harb'te de kendi
aralarında İslâm'ın emrettiğini gerçekleştirirler... Tağutun mahkemelerine
başvurmak, onların hükümlerine rıza göstermek, tağutu hakem olarak kabul etmek,
iman iddiasını boşa çıkaracağına inanırlar...
"Sana indirilen
ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını Öne sürenleri görmedin mi?
Bunlar, tağutun önünde muhakeme olmayı, istemektedirler. Oysa onlar, onu
reddetmekle emr olunmuşlardır. Şeytan da, onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak
ister. [17]
Lâ ilahe illallah'a
iman eden muvahhid ve müttakî mü'minler, tağutu bütün kurum ve kuruluşlarıyla
hem fikren, hem de fiilen red etmekle mükelleftirler... Bunu söylerken,
elbette zaruret halini ve ikrah-ı mülci durumunu göz ardı etmiyoruz. Zaruret
ve ikrah mülci gündeme girdiğinde yine nasıl davramlacağı ve hangi haklara
sahib olunacağına karar veren Allah ve Rasulü (s.a.s.)'dir...
"Hakkında
ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey, artık onun hükmü Allah'ındır. İşte benim
Rabbim olan Allah. Ben, O'na tevekkül ettim ve yalnızca O'na dönüp yönelirim. [18]
"Aralarında hüküm
vermesi için Allah'a ve Peygamberine çağrıldıkları vakit, Mü'minlerin sözü
ancak: 'Dinledik ve itaat ettik' demek olmalıdır. Ve işte bunlar, feJah
bulacakların tâ kendileridir.[19]
İman etmek,
teslimiyeti gerektirir. Mü'min olmak, müsîimiiği, gerçek müslimlik de,
mü'minliği gerektirir...
"Yemin olsun ki,
Biz, cidden açıklayıcı ayetler indirdik. Allah, dilediğini dosdoğru yola
iletir.
Bir de: 'Allah'a ve
Rasulü'ne inandık, itaat ettik, diyorlar da, sonra bunun arkasından bir
takımları yan çiziyorlar. Bunlar, mü'min değillerdir.
Aralannda hüküm
vermesi için, Allah'a ve Rasulü'ne çağrıldıkları vakit, bir de bakarsın
onlardan bir fırka yuz çevırılmışlerdır. [20]
Allah ve Rasulü'nün
hükümlerine, yani İslâm nizamına davet edildiklerinde, "gelin,
herşeyimiz, hayatımızın her birimi İslâm'a göre olsun, yönetimimiz, hukukumuz,
ekonomimiz ve sosyal hayatımız İslâm'ın emir ve nehyilerine uygun olsun"
diye çağrıldıklarında yüz çevirip gidenler, mü'min olmadıkları gibi, aynı
zamanda heva-u heveslerini kendilerine ilâh edinmiş, onun emrine girmiş ve ona
tapınır olmuşlardır.
"Arzusunu (heva-u
heveslerini) ilâh edineni görmedin mi? [21]
Hevasım tabi olduğu
halde iman iddiasında bulunanları, şöyle beyan ediyor Rabbimiz Allah (c.c):
"Yok yok, Rabbin
hakkı için yemin ederim ki, Onlar, aralarında çekiştirdikleri şeyde seni hakem
yapıp sonra da verdiğin hükümde kendileri için hiç bir darlık duymadan (tam bir
teslimiyetle, boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar. [22]
Hitab, Rasulullah
(s.a.s.)'edir. "Biz de inandık, biz de müslümanız" diyenler,
Rasulullah (s.a.s.)'e uymadıkça, O'nun getirdiklerine tabi olmadıkça, O'nu
Önder ve örnek kabul edip, O'nun Sünnetine teslim olmadıkça, iman etmiş
olamazlar... Kur'ân ve Sünnet'e rağmen, heva-u heveslerini ilâh edinerek
ortaya koydukları yasalara, düzenlere, tüzüklere tabi olanİar, bununla beraber
Kur'ân ve Sünnet'in emir ve nehiylerine yasak koyanlar, nasıl iman etmiş olarak
sayılabilinirler? Ve "Ben müslümanım" diyen milyonlarca insan,
bunlan nasıl müslüman kabul eder ve ulu'l emr diye onlara itaat edebilir?..
Müslümanların
topraklarını işgal edenler, onların kalblerini ve beyinlerini de işgal ettiler.
Seksen yıllık küfür ve şirk kültürüyle eğitilenler bu hâle geldiler... Kendisini
müslüman kabul ettiği halde, kalben ve beyince İslâm dışı bir tavır sergilemek,
şirk düzeninin eğitiminin sonucudur...
"Şu emri de
indirdik: Oniarm aralarında Allah'ın in-irdiğiyle hükmet. Onların arzularına
uyma. Onlardan saın ki, Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni
şaşırtmasınlar. Yine yüz çevirirlerse, bil ki Alİah, onların bazı günahları
sebebiyle başlarına bir belâ getirmek istiyordur. Her halde insanların bir
çoğu fâsıktırlar.
Onlar, Cahiliyyet
devrinin hükmünü mü istiyorlar? Yakın (ile iman) eden bir kavim için Allah'dan
daha güzel hüküm veren kim olabilir?"[23]
İnsanların arasında
Allah'ın emirleriyle, kanunlarıyla hükmetmek, Rabbimiz Allah'ın emirlerinden
olup, yetki sahibi mü'minlerin üzerine ertelenmesi mümkün olmayan
farzlardandır. Lâ ilahe illallah'ın gereklerinden birisi de budur. Kesinlikle
Allah'ın emirleriyle hükmedilecek ve insanların
heva-u heveslerine uyulmayacak... İnsanlar, vahyi bir yana bırakarak nevalarını
öne sürer, ya da nevalarını ilâh edinerek, nevalarına uygun anayasalar hazırlayabilirler...
Kendilerini bağlayan anayasaların hazırlanmasından sonra, mü'minlere şu
teklifte bulunabilirler:
"Gel, başımıza
yönetici ol!... Liderimiz sen ol, amma bizi nevamızdan ortaya çıkardığımız,
arzularımızdan kaynaklanan hazırladığımız anayasamıza göre yönet... Evet,
yöneticimiz sen ol... Başbakanımız, cumhurreisimiz, bakanımız, genel
müdürümüz, şefimiz, vs... vs... sen ol!.. Fakat bizi, bizim anayasamızla
yönet... Bizim kanunlarımızla hükmet!... Biz, Allah'dan gelen şeylerle
yönetilmek istemiyoruz. Biz, İslâm kanunlarıyla değil, çağdaş ve kendimizin
hazırladığı, İslâm ile hiç bir ilgisi olmayan kanunlarımızla yönetilmek
istiyoruz. Bizi, bizim anayasamız ve bizim kanunlarımızla sen yönet... Buyur,
bu şartlarda makam senin ve biz, bu şartlarda o makamın kim tarafından elde
tutulmasına bakmayız. Yeter ki, bizim kanunlarımızla amel etsin ve anayasamızı
istediğimiz şekilde.icra etsin... Buyrunuz, bu makam sizin!..."
Onların bu
tekliflerine karşı, Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyurur ve mü'min kuluna şu
emri verir:
"Şu emri de
indirdik: Onların aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların arzularına
uyma. Onlardan sakın ki, Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni
şaşırtmasınlar..."
Evet, onlardan o
Allah'ın hükümleriyle yönetilmek ve amel etmek istemeyen heva-u heveslerine
tabi olanlar-'dan sakın!.. Eğer sakınmaz isen, ola ki, Allah'ın sana indirdiği'hükümlerin
bir kısmından seni şaşırttır... Sakın... Sakın onlardan.
Çünkü "Onlar,
Cahiliyyet devrinin hükmünü istiyorlar." İslâm'ı, hayat düzeni olarak
istemiyorlar... Cahiliyye devrinde müşrikler ve kâfirler nasıl davranıyorlarsa,
onlar da bu çağda aynısını arzu ediyorlar .. Allah'ın kanunlarını değil,
kendilerinin yaptıkları kanunların uygulanmasını dayatıyorlar. Ayrıca Allah'ın
kanunları yasaklamış, gündeme getirenlere de en ağır ceza ve işkenceler uyguluyorlar...
Sakın bunlardan ve sakın bunların tağutî düzenlerinden!,.
Çünkü, "Yakın
(ile iman) eden bir kavim için Allah'dan daha güzel hüküm veren kim
olabilir?"
Evet, Allah'dan başka
hüküm veren yoktur. Ve mü'minler, Allah'dan başka hüküm vermeye kalkışan tüm
tağutları reddetmekle mükelleftir. Lâ ilahe illallah dâvasının gereği budur...
[1] Hûd, 11/25-26
[2] Hûd, 11/50
[3] Hûd, H/61
[4] Hûd, 11/84
[5] Enbiya,21/25
[6] Yûsuf, 12/40
[7] A'raf, 7/3
[8] A'raf; 7/54
[9] Ai-i Imrân, 3/64
[10] Nisâ,4/U6ve48
[11] Yûsuf, 12/106
[12] Bakara, 2/285
[13] Nisa, 4/136
[14] A'raf, 7/179
[15] Ahzab, 33/36
[16] Nisa, 4/59
[17] Nisa, 4/60
[18] Şura, 42/10
[19] NÛr, 24/51
[20] Nûr, 24/46-47-48
[21] Casiye, 45/23
[22] Nisa, 4/65
[23] Mâide, 5/49-50