"Allah da: İki
ilâh tutmayın! O, ancak bir İlâhtır ve yalnız Benden korkun" buyurmuştur.
Göklerde ve yerde ne
varsa O'nundur. Din de daima O'nundur. Böyle iken siz, Allah'dan başkasından mı
korkuyorsunuz?"[1]
Âlemlerin yegane Rabbi
Allah (c.c.)'ı birlemek, O'ndan başka ilâh kabul etmemek ve yalnızca O'ndan
korkmak, yani dini O'na has kılıp O'ndan dolayı takva sahibi olmak, LÂ İLAHE
İLLALLAH'in gereklerindendir. Göklerin ve yerin sahibi olduğu gibi, onlarda her
ne varsa hepsinin sahibidir Rabbimiz Allah (c.c.)... Allah, bizim Rabbimizken
ve biz mü'minler O'ndan başka hiç bir Rab, ilâh ve meük kabul etmezken, O'ndan
başkasından korkar mıyız hiç? Çünkü yaratma ve emir, O'na aid, yani kâinatın
tüm düzeni O'nun tarafından yaratılmıştır. Her yarattığına, yaratılış gayesine
uygun emir vermiş, onun için bir düzen va'zetmiştir.
Muvahhid mü'minler,
O'ndan başka hiç bir güç ve kuvvetten korkmazlar... Bunun için Allah'dan korkmayanlar,
mücahid mü'mİnlerden korkarlar...
Rabbimiz Allah,
kendisine itaat ettiğimiz gibi, bizim aramızdan vazifeli kıldığı seçkin insan,
biricik Örnek ve Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'e de itaat etmemizi emretmiştir.
Çünkü insanlara önder kılınmış ve Rabbimiz Allah'ın mesajını en iyi anlayan ve
yaşayan, her haliyle mü'minlere önder olan Rasulullah (s.a.s.)'dir.
"Kim Peygamber'e
itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse bilsin ki, Biz,
seni onlara koruyucu göndermedik.[2]
Rasulullah (s.â.s.)'e
itaat etmek, Allah'a itaat etmek olduğunu Rabbimiz Allah buyurmuşken,
"Allah ile Rasulü'nün arasını ayıranın, Allah'ın emirlerine tabi oluruz.
Fakat Rasulün Sünneti bizi bağİayıcı olmadığı için böyle bir mükellefiyetimiz
yoktur" diyen bâtıl görüşün hiç bir kıymetinin olmadığını her akîl ve
baliğ olan anlar ve idrâk eder!...
"Göklerde yerin
ve aralarındaki her şeyin mülkü Allah'ındır. Nihayet dönüş de ancak O'nadir.[3]
Mülk, yâni hâkimiyet,
milk yâni bütün varlık Allah'ındır. Göklerin ve yerin hakim-i mutlakı Rabbimiz
Allah'dır. O'nun hâkimiyetinde hiç bir ortağı yoktur. Yerin yâni dünyanın
hâkimi olduğu gibi, dünya yüzündeki tüm mahlûkâtm, dolayısıyla insanın da
yegane hâkimidir. İnsanlar, Allah'dan başka hiç bir hâkim tanımamalı ve
herhangi bir şeyi O'na ortak kılmamahdırlar... Hakikat bu olmasına rağmen hür
irâdeye sahib insanlar, Allah'ı yegane Rab tanıyıp kabul eden mü'minler ve
Allah'dan başka rabler edinen ve onlara itibar eden müşrikler diye akâid
konusunda ayrılmışlardır...
Bundan dolayı Rabbimiz
Allah (c.c), mü'min ve muvahhid kullarına şöyle buyurur:
"De ki: Benim
namazım, ibâdetlerim, hayatım ve Ö-lümüm Âlemlerin Rabbi Allah içindir.
O'nun ortağı yoktur.
Ben, bununla emrolundum ve müsİümanların ilkiyim.
De ki: Allah, her
şeyin Rabbi iken hiç ben, Allah'dan başka Rabb mı isterim?.[4]
Sağlam akideden,
sıhhatli imandan sonra en önemli ve en büyük ibâdet olan namazım, bir mü'min
olarak mükellef bulunduğum bütün ibâdetlerim, hayatımın tümü ve ölümüm yalnız
ve yalnız Allah içindir, yalnızca O'nun yolundadır. Yaşarsam, Rabbim Allah'ın
emrettiği şekilde yaşarım. Ölürsem, yine O'nun emrettiği şekilde ölürüm, yani
bütün varlığım Rabbim Allah'a aiddir.
O'nun gerek zâtında,
gerekse sıfatlarında hiç bîr ortağı yoktur. Ben, böyle inanıyor ve imanımdan
hiç bir şübhem olmayan bir müslümanım... Alİah, tüm kâinatın Rabb'idir. O'ndan
başka hiç bir Rabb yoktur ve ben O'ndan başka hiç bir rabbi kabul etmiyor,
bütün yalancı ilâhları ve palavracı rableri inkâr ediyor, tağutların her
türlüsünü red ediyorum...
Bu seksiz imanımda, bu
ortaksız ibadetimde yani dini Allah'a has kılışımda örneğim ve önderim
Rasuluüah (s.a.s.)'dir. Rasulullah (s.a.s.), bana neyi emretmişse onu yapar,
neyi yasaklamış ise onu terk ederim. Bunun LA 1-LAHE İLLALLAH'ın bir gereği
olduğuna inanırım...
Bir de Peygamber size
ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise, ondan vazgeçin. Allah'dan korkun.
Çünkü Allah, şiddetli azab sahibidir. [5]
Mü'min böyie inanır ve
bu imanını böyle ilân eder...
Böyle inanmayanlara
gelince:
"Yoksa onların
bir takım şerikleri var da, onlara dinden Allah'ın izin vermediği şeyleri meşru
mu kıldılar? Eğer o fasıl kelimesi (yani cezaların ahirete bırakılması)
olmasaydı, muhakkak aralarında (helak ile) hüküm verilmiş, bitmişti. Şübhesiz
zâlimler için acıklı bir azab vardır.[6]
Allah'dan başka
rablere itibar edenlerin, Allah'a ortak ettikleri kimlerdi? sorusunu yine
Rabbimiz Allah cevablandırıyor:
"Onlar, Alîah'ı
bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler (ilâhlar) edindiler ve Meryemoğlu
Mesih'i de. Oysa onlar, tek olan bir ilâha ibâdet etmekten başkasıyla emrolunmadılar.
O'ndan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koşmakta oldukları şeylerden
yücedir. [7]
Demek ki, şirk
koşanlar, Allah'ı bırakıp yöneldikleri rabler, kendilerine kanun koyucu, helâl
ve haram tâyin edici mercilerdi. Allah'ın kanunlarına karşı kanun koyan,
Allah'ın helâl, yâni serbest kıldığını haram, yani yasak kılan, Allah'ın haram
kıldığım, helâl kılan mercilerdi, bu merciler...
Bu ayet-i kerimeyi
bizzat önderimiz Rasulullah (s.a.s.) tefsir buyuruyorlar...
Adiyy b. Hatem (r.a.)
şöyle anlatıyor:
Boynumda altından bir
haç olduğu halde Rasulullah (s.a.s.)'e geldim.
Rasul-i Ekrem:
"Ya Adiyy!"
buyurdu. "Bu putu üstünden at!"
Kendisinin Beraat
(Tevbe) sûresjnden:
"Onlar, Allah'ı
bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler edindiler." ayetini okuduğunu
işittim.
Buyurdu ki:
"Gerçi onlar, bunlara ibâdet etmiyorlardı. Fakat bunlar, herhangi bir
şeyi onlara helâl kıldıkları vakit onu, helâl kabul ediyorlar ve herhangi bir
şeyi de onlara haram kıldıkları vakit, onu haram kabul ediyorlardi. [8]
Helâl ve haram
sınırlarını tayin etmek ancak Rabbimiz Allah'a aiddir. Bir de Rabbimizin izin
verdiği ve vazifeli kıldığı Rasulullah (s.a.s.)'e aiddir.
Birileri kalkıp
insanların üzerinde hakim olup, Allah'ın emirlerine mukabil İnsanlara emirler
verir ve yaptırırsa tağut olur. Allah'ın karşısına dikilen, nevalarını ilâhlaştıran
bu tağutlar, Allah'ın indirdikleri bir tarafa bırakıp kendi yanlarından
çıkardıkları kanunlara uyar ve uydururlarsa, elbette kâfir ve müşrik olurlar.
Yönetenler böyle, ya yönetilenler? Onlar da, bu tağutlara rıza gösterir,
onların tuğyanında yardımcı olur, tağutları bu tuğyan hareketinde kendilerine
vekil kılarlarsa, hiç şübhesiz onlar gibi olurlar... Çünkü aynı suçun
ortaklarıdırlar...
Kim Allah'ın indirdiği
ile hükmetmezse, işte onlar, kâfirlerin tâ kendileridir.[9]
Her kim Allah'ın
İndirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir. [10]
Kim Allah'ın
indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasıkların tâ kendileridir. [11]
İşte Allah'ın
hükümlerini beğenmeyip, ortadan kaldırarak, heva ve heveslerinden kaynaklanan
kanunlar yapıp onlara tabi olanların hükmü... Allah'ın hükümleriyle
hükmetmemenin hükmü!...
Allah'ın indirdiğiyle
hükmetmemek, aksine hükmedilme isteğini red ederek ve hükmetmek isteyenlere
karşı savaş açıp onları en korkunç cezalarla cezalandırmanın hükmü, kâfir
olmaktan başka bir şey midir?... Böyle korkunç ve vahşî bir suçu işleyenler,
ister dilleriyle Allah'ın hükümlerini inkâr etsinler, ister câhil bıraktıkları
müstaz'af kitleleri kandırmak için inkâr etmediklerini söylesinler, değişen
bir şey olur mu?...
Allah'ın hükmüyle
hükmetmemenin yanı sıra, hükmedilme teklifine karşı tüyleri diken diken olan,
hırslarından parmaklarını geven ve en yırtıcı mahluktan daha korkunç bir tavır
sergileyenlerin hükmü, Rabbimiz Allah'ın beyan buyurduğundan başka bir şey
mi?...
Kur'ân-ı Kerim gibi
bir ilâhî düstûra rağmen, nevalarından kaynaklanan anayasalar yapan,
yonttuklarına tapan ve ellerindeki devlet gücünü kullanarak müstaz'af
kitleleri de kendilerine döndüren müstekbir tağutlar, insan hakikatini
kavrayamadıklarından dolayı her zaman yanılmış ve çıkmazlara saplanıp
kalmışlardır...
İnsanlık âlemi, hangi
ilerlemiş çağda olursa olsun son tahlilde kendisi, tüm çabalarına rağmen çok az
bir ilme sahib olabilir. Çünkü kendisine ilimden çok az şey verilmiştir. Bunu
aşamaz, aşma yetkisine de sahib olamaz.,. "Bir de sana ruhtan
soruyorlar.-De ki: Ruh, Rab-bimin ermindendir. Size ilimden pek az bir şey
verilmiştir.[12]
Bu pek az bir ilimle,
kendisini tanımaktan bile âciz olan insan, insanlığın dertlerini gerçek
yönleriyle nasıl tamsın ve onlara kesin tedaviyi nasıl uygulayabilsin?... İşte
bundan dolayıdır ki, Laik-demokratik ve gayr-ı İslâmî Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'nde durmadan anayasalar değişiyor... Anayasa, hazırlanıp halka sunulup
ve icbarı bir kabulden üç-beş ay sonra değişmeye başlıyor!... Deline deline
zaman içinde kalbura dönen anayasa, bir kaç yıl sonra yeniden düzenlenir... Ya
sivil bir düzenleme, ya da askerî bir darbe ile...
İnsanlar için değişmez
ilkeleri, değiştirilemez kuralları, ancak onları yaratan ve emir yetkisinin
yalnızca O'na aid olan Allah koyar.
Bu ilkeler ve kurallar
öyle ilke ve kurallardır ki dünyanın sonuna kadar değişmez, değiştirilemez.
Çünkü Allah'ın koruması altındadır.
"Hiç şübhe yok
ki, zikri (Kur'ân'ı) Biz indirdik Biz! Ve muhakkak O'nu Biz koruyacağız![13]
İnsanlık âleminin
yegane düstûru ve müttakîlerin rehberi Kur'ân-ı Kerim'de insanların bütün
ihtiyaçları gündeme getirilmiş, Rasulullah (s.a.s.) tarafından da tefsir
olunmuştur... Helâl, haram sınırları çizilmiş ve hakk, bâtıldan tamamen
ayrılmıştır... Bundan sonra Rabbimiz Allah, şu emri vermiştir:
Bunlar, Allah'ın
sınırlarıdır, onlara yaklaşma" yın. [14]
Bunlar, Allah'ın
sınırlandır, onları aşmayın. Her kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar
zâlimlerin tâ kendileridir. [15]
Rabbimiz Allah
tarafından çizilen bu sınırlara dikkat etmek, sağlam akidenin ve sıhhatli
imanın gereğidir... Bu sınırları aşan ve tağutlaşanlar, Allah'a karşı baş
kaldırmış, isyan etmişlerdir!... Rabbimiz Allah'ın koyduğu sınırlara bütün
hassasiyetini kullanarak uyanlar, mü'minlerdir. El-hette bu sınırları aşanlar
da, müşrik kâfirdirler!... Akide konusunda sınırı aşanlardır bunlar...
Kelime-i Tevhid
konusunda önderimiz Rasululfah (s-a.s.)'in buyruklarına dikkatle bakalım.
Osman b. Affan
(r.a.)'dan:
Rasulullah (s.a.s.),
şöyle buyurur:
"Her kim
Alİah'dan başka ilâh olmadığını bilerek
Ölürse, cennete
girecektir.[16]
Her kim bilerek LÂ
İLAHE İLLALLAH derse, yani mahiyetini kavrarsa, gereğinin ne olduğunu idrâk
ederek ölürse, cennete girecektir... Yoksa sadece bilmek demek değildir, yani
iman, yalnız ma'ruf demek değildir... Allah'dan inzal olunan ve Rasulullah
(s.a.s.) tarafından tebliğ edilenlerin bütününü kalben tasdik, dil ile ikrar
ve aleyhinde bir suç işlemek kaydıyla, ibâdetlerin edasına gayret etmektir. Hiç
bir ibâdet işlemeden, ayrıca Lâ ilahe illallah'a aykırı davranmakla beraber söz
olarak "bildim" ya da "inandım" demek, iman değildir
elbet!...
Muaz b. Cebel
(r.a.)'dan. O, şöyle demiştir:
Ben, bir seferde
Rasulullah'm bindiği Ufeyr denilen bir eşek üstünde Rasulullah'ın terki
sindeydim.
Rasulullah (s.a.s.)
bana:
"Yâ Muaz,
Allah'ın kulları üzerindeki ve kulların da Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir
misin?", diye sordu
Ben de:
Bunu, Allah ile Rasulü
en iyi bilendir, dedim.
Rasulullah:
"Allah'ın kullan
üzerinde sabit olan hakkı, kulların Allah'a itaat ve kulluk etmeleri ve Allah'a
hiç bir şeyi ortak kılmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı da*
kendisine hiç bir şeyi ortak kılmayan kişiye azab etmemesidir (Yani bu
husustaki lutfudur)." buyurdu.
Bunun üzerine ben:
Yâ Rasulullah, bunu,
ben insanlara müjdeleyeyim mi? diye sordum.
Rasulullah:
"Hayır, bunu
onlara müjdeleme, sonra buna dayanıp güvenirler." buyurdu. [17]
Demek ki, LÂ İLAHE
İLLALLAH'ın gereği, sadece bilmek, bildiğini itiraf etmek ve ibâdet etmemek demek
değilmiş... Kulların, Allah'a itaat ve ibâdet etmeleri ve de Allah'a hiçbir
şekilde ortak koşmamalandır... Demek ki: "Ben de Müslümanım" diyen
kişide aranan şartlar vardır. Bu şartlara uyuyorsa ve kendisinde bu şartlar
varsa, ancak mü'minlerin safında bulunabilir ve müslü-manlardan olabilir.
1) Allah'ın
zâtına ve sıfatlarına şirk koşmayacak,
2) Sahih
imanın gereği olan itaati yapacak.
3) Yine
imanın gereği olan ibâdetleri, istenilen ölçüde edâ edecektir.
İbn Ömer
(r.anhuma)'dan:
Rasuluîlah (s.a.s.)
şöyle buyurmuştur:
"Allah'dan başka
hak ilâh olmadığına ve Muham-med'in Rasulullah olduğuna şahadet, namazı ikâme,
zekatı edâ edinceye kadar insanlarla savaşmam bana emro-lundu. Onlar, bu
işleri yapınca -Müslümanlık hakkının gereği (olan haddler) müstesna- İslâm
hakkı olmak üzere canlarını ve mallarını benim elimden kurtarırlar. (Batınlarından
dolayı olan) hesablarına gelince, O (hesabı görmek), Allah'a aiddir. [18]
Akideyi belirleme
ölçüsü olarak, İmam Muhammed eş-Şeybânî (rh.a.) şöyle bir tesbitte bulunuyor
ki, bu konuda en sahih görüş olarak kabul edilmiştir:
"Netice olarak,
bir kimsenin malum olan şirk itikadının hilafı olan Tevhidi ikrar ettiği
zaman, İslâm'a girişine hükmolunur. Çünkü gerçek itikadını tesbit etmek imkânımız
yoktur. Neyi ikrar ettiğini duyarsak, o inançta olduğu-ra hükmederiz. Şayet
daha önce belirlediği itikadından farklı bir söz söylerse bunu, itikadını
değiştirdiğine delil sayarız.[19]
İmam Muhammed
(rh.a.)'in de belirttiği ve hadis-i şerifte de geçtiği gibi, kişilerin
niyetlerine bakılmaz. Onlar, itikâd konusunda neyi ikrar ediyor ve ikrarın gereği
olan tavrı sergiliyorlarsa, ona göre değerlendirilir. İman ve Tevhid ikrarı
üzereyse, iman ve Tevhide aid kabul e-dilir, yok küfür ve şirk üzere bir ikrarı
varsa, küfıir ve şirke aid olarak bilinip değerlendirilir. Bu konuda, niyete,
yani batında olana bakılmaz...
Birileri küfür ve şirk
olan beşerî ideolojileri kabul ettiğini beyan eder, aynı zamanda gereğini
tavrıyla da ortaya koyarsa, niyeti ne olunursa olsun, ikrar ettiğine göre
değerlendirilir. Eğer ikrar ve amele göre değerlendirilmeyecek olursa, müslüman
olduğunu ikrar eden ve ibadete devam eden kişilerden de şübhelenmek lazım.
"Belki batınlarında yani iç yüzlerinde/niyetlerinde müşrik ve kâfirlerdir.
Onun için her ne kadar şahadet getiriyorlarsa ve gereği olan ibâdetleri de
yerine getiriyorlarsa da onlara müslüman deme... Belki bizleri kandırıyorlar,
bunun için böyle görünüyorlar." İddiası akla, mantığa ve İslâm ilkelerine
ne kadar ters ise, ikrarı ve hareketleriyle gayr-ı İslâmî tağutî bir itikadı
ikrar eden ve gereğini de ortaya koyanlara, "Her ne kadar böyle söylüyor
ve böyle görünüyorlarsa da, onların niyetleri iyi, kalbleri temizdir. Onlar,
her ne kadar küfür ve şirk sözlerini söylüyor ve hareketlerinde bulunuyorlarsa
da, niyetleri yani batınları İslâm ve iman üzeredir... vs..." iddiası da,
akla, mantığa ve İslâm ilkelerine terstir!...
Herhangi bir ikrah-i
mülci olmaksızın kişinin hür beyanıyla ikrar ettiği şey, onun akidesini
belirler...
Önderimiz Rasulullah
(s.a.s.), yukarıdaki beyan edilen hadis-i şeriflerdeki ölçüye, bir ölçü daha
eklemektedir şu hadislerinde:
Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan: Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurdu: "Her kim bizim kıldığımız
namazı kılar, kıblemize karşı durur ve kestiğimizi yerse, Allah'ın ve
Rasulullah'm ahd ve emânını hakkeden müslüman, işte odur. Artık öyle olan bir
kimsenin ahd ve emânı hususunda Allah'a (ve Rasulü'ne) hıyanet etmeyin.[20]
Ve mü'min olmanın
ölçüsü için şöyle buyurur önderimizi Rasulullah (s.a.s.). Bu hadisi, Abdullah
b. Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor.
Rasulullah (s.a.s.)
şöyle buyurur: "Benden önce Allah'ın, hiç bir ümmete gönderdiği Peygamber
yoktur ki, o Peygamberin ümmetinden havarileri ve Sünnetine tabi olan, emrine
uyan ashabı olmasın. Kıssa şu ki, sonra onların ardından yapmadıklarını söyleyen
ve emrolunmadıkları şeyleri yapan bîr takım kötü nesiller meydana çıkar.
İşte kim, bunlara
karşı eliyle mücadele ederse, o mü'mindir. Kim onlara karşı diliyle mücadele
ederse o, mü'mindir. Kim onlara karşı kalbiyle mücadele ederse o, mü'mindir.
Ama bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi de yoktur.[21]
Kötülüğe, isyana,
tuğyana ve her türlü İslâm dışı hal ve hareketlere karşı eliyle, diliyle
mücadele eden, kalbiyle kin duyan kişinin imanına şahidlik yapılır... Eğer
bunun aksine tağutlara ve tağûtî düzenlere meyleder, onları imkânlarıyla
destekler, onlara karşı çıkmaz ve hayatlarına devam etmelerine yardımcı olursa
onda, "imandan bir hardal tanesi de yoktur." Bu ölçü, önderimiz
Rasulullah (s.a.s.)'in beyan buyurduğu ölçüdür.
Önderimiz Rasulullah
(s.a.s.)'in, iman konusunda bize verdiği başka bir değer ölçüsü de şudur:
Enes b. Mâlik (r.a.)
rivayet etmektedir.
Rasulullah (s.a.s.),
şöyle buyurdu:
"Hiç biriniz
kendisi için arzu ettiğini (mü'min) kardeşi için arzu etmedikçe, (kâmil
mânâda) iman etmiş olmaz. [22]
Gerçek İslâm cemaatı
ve İslâm toplumu için vazgeçilmez bir değerdir bu ölçü... Mü'minlerin
kaynaşması, bir vücudun azaları bir duvarın kurşunla kaynatılmış cüzleri olmak
ve safların belirlenmesi için yegane Ölçüdür, bu ölçü... Hem kâmil imanın, hem
olgun kardeşliğin ölçüsü...
Sahih bir İslâm akidesine
sahib olmak ve imanın tadına ermenin ölçüsü de, Rasulullah (s.a.s.) tarafından
belirlenmiştir.
Enes b. Malik
(r.a.)Man,
Rasulullah (s.a.s.),
buyurdu ki:
"Kim de üç şey
bulunursa, imanın lezzetini tatmış o-hır:
Allah ile Rasulü,
kendisine başkalarından daha sevgili olan kimse,
Bir kulu seven, fakat
yalnız Allah için seven kimse Allah, kendisini kâfirlikten kurtardıktan sonra,
yine kâfirliğe dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmayan kimse.[23]
Rabbimiz Allah'ın ve
O'nun Rasulü'nün sevgisi, sevgilerin en üstünde olmalı ve sevgi konusunda hiç
bir şeyin sevgisi, onlara denk tutulmamalıdır. Eğer başka sevgiler, Allah ve
Rasulullah (s.a.s.)'in sevgisine denk tutulacak olursa, sevgide şirk koşulmuş
olur. Eğer kul, herhangi bir şeyi Allah ve Rasulü'nden daha çok sevecek olursa,
artık o-nun işlediği suçun korkunç boyutunu varın siz düşünün!...
"De ki: Eğer
babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandınız
mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere,
Allalr dan, O'nun Rasulü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli
ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleye durun. Allah, fasıklar
topluluğuna hidayet vermez. [24]
Bu ayet-i kerime,
işlenen korkunç suçun durumunu düşünmede temel ölçü olmak üzere nakledildi...
Mü'minlerin, hiç bir
dünya menfaatini gözetmeksizin yalnızca Allah için birbirlerini sevmeleri ve
bu sevginin gereği olan kardeşlik tavrını sergilemeleri imanlarının gereğidir.
Küfürden ve şirkten
kurtulduktan sonra gerek söz ile gerekse hareket ile imandan sonraki dönüş,
kişiye ateşe a-tılmaktan daha ağır ve zor gelirse, o kişinin imanı kâmil
demektir... Yoksa helâle, harama, elfaz-ı küfre ve ahval-i küfre aldırış
etmeden hayatına devam eden, her gün bir kaç kez elfaz-ı küfür ve ahval-i
küfürde bulunan, ikaz olunduğunda da oralı olmayıp "Bunda ne varmış
canım" deyip olayı hafife alan kişinin, iman noktasındaki durumunu
açıklamak için çok söz söylemeye gerek var mıdır acaba?...
Allah için sevmenin ve
Allah için kin duymanın, nefret etmenin imanın bütünlüğüne işaret olduğunu
beyan buyuruyorlar Rasulullah (s.a.s.):
Muaz el-Cühenî (r.a.)
rivayet ediyor.
Rasulullah (s.a.s.)
şöyle buyurdular:
"Kim Alİah için
verir, Allah için önler, Alİah için sever, Allah için buğzeder ve Allah için evlenirse,
o kimsenin imanı bütünleşmiştir.[25]
Ve Ebu Zerr (r.a.)'in
rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Amellerin en
faziletlisi, sevdiğini Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir. [26]
Allah için sevmek ve
Allah için buğzetmenin ölçüsünü iyi kavramak lâzımdır. Allah neyi seviyor ve
emrediyorsa, sevgimiz ona olmalı, neyi de yasak kılmış, yani haram etmişse
buğzumuz, ona karşı olmalıdır!...
[1] Nahl, 16/51-52
[2] Nisa, 4/80
[3] Mâide, 5/18
[4] En'am, 6/162-164
[5] Haşr, 59/7
[6] Şura, 42/21
[7] Tevbe, 9/31
[8] Sünen-i Tirmizî, Kitabu't-Tefsiru'l Kur'ân, B.10,
Hds.3292.
Ibni Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı
Kerim Tefsiri. Çev. Dr. Bekir Karhga-. Bedrettin Çetiner, İst. 1985, c.7,
sh.3456
Fahruddin er-Razî, Tefsir-i Kebir, Çev. Doç. Dr. Suad Yıldırım, vdğ. k.
1991,c.ll,3h.485-486.
[9] Mâide, 5/44
[10] Mâide, 5/45
[11] Mâide, 5/47
[12] Msrâ, 17/85
[13] Bakara, 2/187
[14] Bakara, 2/187
[15] Bakara, 2/129
[16] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-tman, B.10, Hds.43
Sahih-i Buhârî,
Kitabu'I-Libas, B.24, Hds.44
Sünen-i Ebu Davud,
Kitabu't-Cenaiz, B.15-16, Hds.3116.
İmam Suyutî, Mütevatir Hadisler, çev. M.Emin Akın, Ank. 1992, sh.29,
Kitabu'1-İman, Hds.3
[17] Sahih-i Buhârî, K.itabu'1-Cihad ve's-Siyer, B.40,
Hds.71 Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman B.10, Hds.49
Sünen-i lirimizi, Kitabu'1-İman, B. 16, Hds.2781.
[18] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-iman, B. 16, Hds. 18 ' Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.8,
Hds.36 Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-İman, B.l, Hds.2733 Sünen-i Neseî,
Kitabu'1-İman, B. 15, Hds.4970 Sünen-i İbn Mâce, Kitabu'I-Fiten, B.l,
Hds.3927-3928. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.95, Hds.2641 Sünen-i
Dârimî, Kitabu's-Siyer, B.10, Hds.2450. îmam Suyutî, Mütevatir Hadisler, Sh.30,
Hds.4
[19] İmam Muhammed, Siyer-i Kebir/İslâm Devletler Hukuku,
Şerh: İ-mam Serahsî, çev. M. Said Şimşek-îbrahİm Sarmış, İst. 1980, c.I, sh.163
[20] Sahih-i Buhârî, Kitabu's-Salât, B.28, Hds.43 Stinen-i
Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.95. Hds.2641
Sünen-iNeseî,
KitabuTahrimi'd-Dem, B.l, Hds.3954-3956.
[21] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.20, Hds.80
[22] Sahih-i Buhân, Kitabu'1-İman, B.6, Hds.6 Sahih-i
Müslim, Kitabu'1-İman, B.17, Hds.71
Sünen-i TirmiZÎ, Kitabu Sıfatu'l Kıyame, B.22, Hds.2634. Sünen-i İbn
Mâce, Mukaddime, B.9S Hds.66 Sünen-i Neseî, Kitabu'1-lman, B.19, Hds.4984.
Sünen-i Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.29, Hds.2743
[23] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-İman, B,13, Hds.14 Sahih-i
Müslim, Kitabu'1-İman, B.15, Hds.68 Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-İman, B.10,
Hds.2759. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman, B.2, Hds.4954-55-56.
Not: Neseî de: "Allah için sevip, Allah için buğzetmek" de
eklenmiştir.
[24] Tevbe, 9/24
[25] Süııen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l Kıyame, B.22,
Hds.2642.
[26] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu1 s-Sünnet, B.3, Hds.4599.
Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman, B.2, Hds.4954.