Altıncı Adım
SÖZÜNÜN ERİ BİR ŞAHSİYET
Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:
“Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riâyet edenlerdir.”[1]
Onlar, o muvahhid mü’minler, gerek yegâne Rabbleri
Allah’a verdikleri, gerekse diğer kullara verdikleri sözlerinin erleri olup
ahidlerine
Muvahhid mü’minlerin emanetlere ve ahidlerine riâyet
edişlerini delilleriyle izaha çalışalım:
A) EMANETLERE
RİÂYET
Rabbimiz Allah şöyle buyurdu:
“Gerçek şu ki, Biz emaneti, göklere, yere ve
dağlara sunduk da onlar, bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar.
Onu, insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.”[2]
İmam İbn Kesir (rh.a.) şunları beyan eder:
“Ali b. Ebu Talha, Abdullah İbn Abbas (r.a.)’dan.
‘Emanet’in, farzlar olduğunu söylediğini nakleder.
Allah bu farzları, göklere, yeryüzüne ve dağlara sunmuş
ve onu yerine getirdikleri takdirde kendilerini sevaba, kaybettikleri takdirde
azaba müstehak kılacağını bildirmiş. Onlar, bundan hoşlanmayarak, isyan etmeksizin
emaneti üstlenmekten kaçınmışlar. Onlar, Allah’ın borcunu yerine getirememekten
korkarak ta’zimden dolayı, bunu üstlenmekten kaçınmışlardı.
Sonra Allah Teâlâ onu, Âdem’e sunmuş, Âdem de ondaki
her şeyi kabul etmiştir. İşte Allah Teâlâ’nın:
‘Onu, insan yüklendi. Doğrusu insan pek zalim ve
pek cahil oldu.’ kavlinin mânâsı budur.”[3]
Muhammed Ali es-Sabunî, “Emanet Ayeti” ile ilgili âlimlerin
görüşlerini özet olarak şöyle kaydeder:
“Biz, farzları ve şer’î teklifleri göklere, yere ve
oturmuş dağlara arzettik. Fakat onlar, bu emaneti yüklenmeyi kabul etmediler. Ağırlığından
ve şiddetinden korktular. Bundan mak
Ebu’s-Suud şöyle dedi:
- Yani, bu emanetin şanı o kadar yücedir ki, kuvvet ve
sağlamlıkta darb-ı mesel olan o büyük cisimler, emaneti gözetecek şuur ve
idrake sahib olsalar ve bununla mükellef kılınsalardı, kabul etmezler ve bundan
kaçınırlardı.
İbn Cüzeyy şöyle der:
- Emanet, itaatlere sarılmak ve masiyetleri terk etmek
gibi şer’î tekliflerdir. Bir görüşe göre, malî emanettir. Sahih olan,
tekliflerin umumî olmasıdır. Emanetlerin arzedilmesi, iki türlü tefsir
edilebilir:
Biri, Allah, bu varlıklar için anlayış melekesi yaratmış
ve emanetler hakikî mânâda onlara verilmiş, fakat onlar, bundan korkmuş ve bunu
yüklenmekten kaçınmışlardır.
Diğeri ise, bundan mak
Şöyle ki:
Eğer bu emanet, göklere, yere ve dağlara yüklenseydi
bunlar, mutlaka onu yüklenmeyi kabul etmez ve ondan korkarlardı. Bu, bir nev’i
mecazdır. Bu senin şu sözüne benzer:
Büyük yükü, hayvana yükledim. Fakat o, taşımayı kabul
etmedi. Bundan mak
“İnsan, o emaneti yüklendi. Şübhesiz o, nefse çok zulmedici,
işlerin sonucu hususunda da çok cahildir.”
İbnu’l-Cevzî şöyle der:
- Yüce Allah, “Kabul etmediler” sözüyle, onların muhalefet
ettiklerini kasdetmedi. Onlar,
Abdullah ibn Amr (r.a.) şöyle söylemiş:
- Dört haslet vardır ki, sana bunlar verildiği zaman,
dünyadan (sahib olmadığın) senden ayrılan şeyler sana zarar vermez:
Güzel ahlak,
Harama götürmeyen helâl lokma,
(Yalan karışmayan) doğru söz,
Emaneti korumak (ve gözetmek).[5]
Ebu’d-Derda (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allah’a imanla beraber şu beş şeyi yapan cennete girer:
Abdesti güzel alarak, rükû ve secdesine dikkat ederek
beş vakit namazı kılmak.
Malının temiz kısmından zekatı vermek.
Güç yetirebiliyorsa hacca gitmek.
Ramazan orucunu tutmak.
Emanete riâyet etmek.”[6]
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Şübhesiz Allah, size emanetleri ehline
(sahiblerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle
hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor. Doğrusu
Allah, işitendir, görendir.”[7]
İmam Kurtubî (rh.a.) şunu beyan eder:
“Ayet-i kerimenin herkes hakkında umumî olduğunu
söyleyenler arasında, el-Berâ b. Âzib, İbn
Mes’ud, İbn Abbas ve Ubey b. Ka’b da vardır.
Onlar şöyle derler:
- Emanet, her şey hakkında söz konusudur. Abdestte,
namazda, zekatta, cünüplükte, oruçta, ölçüde, tartıda, vadialarda (emanet
bırakılan şeylerde).
İbn Abbas ayrıca der ki:
- Yüce Allah, varlıklı olsun, eli dar olsun, hiçbir
kimseye emaneti (istediği hâlde) yanında alıkoymasına müsaade etmemiştir.
Derim ki:
- İşte bu, bir icmâdır.
Yine icmâ ile şunu kabul etmişlerdir ki:
Emanetler, sahiblerine -iyi kimseler olsunlar, facir
kimseler olsunlar- mutlaka geri verilir.
Bunu, Îbnü’l-Munzir şöylemiştir.”[8]
İbn Mes’ud (r.a.) şöyle anlatır:
Allah yolunda savaşmak, bütün günahları affettirir. Fakat
emanete hiyaneti affettirmez. Emanete hiyanet eden kul, -Allah yolunda
öldürülse bile- kıyamet günü yakalanır:
- (Dünyada hiyanet ettiğin) emaneti sahibine ver, denilir.
Bu işler karşısında şaşkına dönen zavallı:
- Rabbim, bunu, nasıl yapabilirim? Dünya hayatı gitti,
her şey orada kaldı, der.
Bunun üzerine:
- Götürün bunu, cehennemin derinlerine atın, denilir.
Hemen götürülür, cehenneme atılır. Sahibine vermediği
emanet, dünyada olduğu gibi karşısına çıkar. Onu görünce tanır, peşinden koşar,
ulaşır, onu omuzuna alır. Onunla cehennemden çıkacağını sanır. O sırada
omuzundan düşer. O da, peşinden -nihayeti olmayan- uçuruma yuvarlar.
Abdullah, hadise devam ederek der ki:
- Namaz bir emanettir. Abdest de bir emanettir. (Namazı
kılmayan, hiyanet etmiş olur). Tartı ve ölçü de emanettir. (Alış-verişte hile
yapan, hiyanet etmiş olur.)
Abdullah, başka şeyler de saydıktan sonra:
- Bunların en önemlileri de, emanet bırakılan
şeylerdir, dedi.
Zazan der ki:
- Bunları işttikten sonra el-Berâ b. Âzib’e giderek:
- Bak, Abdullah b. Mes’ud neler söylüyor?! dedim.
O da:
- Doğru söylüyor. Allah’ın:
“Emanetleri mutlaka sahiblerine teslim etmenizi emrediyor.”
(Nisa, 4/58) buyurduğunu işitmedin mi? dedi.[9]
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), bir A’rabî’nin sorusuna cevab olarak:
“Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle!” buyurdu.
A’rabî:
- Emaneti zayi etmek nasıl olur ya Rasulullah? diye tekrar
sorunca:
“İş, ehli olmayan kimseye havale edilip dayandırıldığı
zaman kıyameti bekle!” buyurdu.[10]
Huzeyfe ibnu’l-Yeman (r.anhuma) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), bize iki hâdise haber verdi.
Bunlardan birisini gördüm, diğerini de görmeyi gözlüyorum. Rasulullah, bana (emanetin
nasıl indirildiğini şöyle) haber verdi:
“Emanet (yani, din duyguları, adalet ve emniyet umdeleri
ilk önce) salih kimselerin gönüllerinin derinliğine indi. (Böylece emanet,
fıtrî oldu.) Sonra o kullar, Kur’ân’dan bilgi aldılar, sonra Sünnet’ten bilgi
aldılar, (bu da, kesbî oldu).”
Rasulullah bize, emanetin geri kaldırılmasını da haber
verip şöyle buyurdu:
“(Fıtrî ve kesbî duygular sahibi olan,) bilgili kişi,
bir uyku uyur, o, uyurken emanet kalbinden silinip alınır da, emanetin eseri
(izi-yeri) rengi uçuk bir nokta hâlinde yanık yeri gibi kalır. Sonra o bilgin
kişi, bir uyku daha uyurken emanetin (geri kalan kısmı da) alınır. Bunun eseri
ve yeride balta sallayan bir işçinin avucundaki kabarcık gibi kalır (bir zaman
sonra o da, söner gider). Şu hâlde (o mübarek) emanet, senin ayağına düşen bir
ateş parçasının düştüğü yeri şişirip senin onu, bir kabarcık şeklinde görmen
gibidir. Halbuki bu kabarcıkda (bedenin hayatı üzerinde tesirli) bir şey
yoktur. (Bir zaman sonra söner gider.)
Şu vaziyette halk, birbirleriyle alış-veriş etmek ve
medenî münasebette bulunmak için (müşkil bir günün) sabahına erişmiş bulunur.
Hiçbir kimse emaneti edâ etmek imkânını bulamaz.
Şöyle ki:
Bazan:
- Falan oğulları içinde emin bir kimse vardır (emaneti
ona verelim), denilir.
Bazan birisinin lehine:
- O, ne akıllıdır, ne tedbirlidir. O, ne zerafetli
zattır, o, ne kahramandır, diye şehadet olunur.
Halbuki hakkında propaganda
yapılan şahsın kalbinde hardal tanesi
kadar imandan bir eser yoktur.”
Huzeyfe dedi ki:
Bana öyle bir zaman karşı geldi (öyle bir zamanda yaşadım)
ki, o (saadetli ve emanetli) devirde ben kiminle alış-veriş edeceğim diye
tasalanmazdım. Çünkü medenî münasebette bulunacağım kimse müslümansa, onu,
İslâm Dini (bana hiyanet etmekten) men ederdi. Eğer Hıristiyan (ve Yahudî) ise, onu, bulunduğu yerin valisi,
hiyanetten men ederdi. (Bu suretle o devirde umumî bir emniyet vardı.) Bugün
ise, ben, fulan fulandan başka kimse ile alış-veriş edemez oldum.[11]
Dünyanın en hayırlı ve en faziletli neslinin yaşadığı
“Asr-ı Saadet”te yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) ile yaşamış, Rasulullah
(s.a.s.)'in vefatından sonra “Hulafau’r-Raşidîn” dönemini idrak etmiş olan
Ashab-ı Kiram’ın önden gelenlerinden Huzeyfe b. el-Yemen (r.anhuma), yaşadığı
zamanı için böyle olumsuz şeylerden bahsediyorsa, ondan sonra gelen zamanlara
çok dikkat etmek gerekiyor!.. “El-Emin” olan bir Peygamberin merhamet olunmuş ümmetinin
her muvahhid mü’min ferdi emanete riâyet konusunda çok hassas olmalıdır!..
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur
Rasulullah (s.a.s.):
“Emaneti, sana emanet eden kişiye ver ve sana hiyanet
edene sen, hiyanet etme!”[12]
İbn Mes’ud (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Kendisiyle istişare edilen kişi, güvenilir bir kimsedir.”[13]
Mü’min müslüman bir şahsiyet, “el-Emin” olan
Rasulullah (s.a.s.)'in varisi olduğu için “el-Emin” sıfatına sahib birisidir...
Onun yanına emanet eşya bırakanlar, Mekke müşriklerinin Rasulullah (s.a.s.)'e
ihanet edip canına kasdettikleri gibi kendisine ihanet ederlerse bile o,
onların emanetlerine asla ihanet etmemeli ve sahiblerine vermelidir...
Yaşadığı toplumda “Emin” bir insan olarak bilinip kabul edildiği için insanlar,
özel ve gizli meselelerini kendisine açar, onun bilgisinden firasetli,
basiretli ve isabetli görüşlerinden faydalanmak isterler... İnsanların
kendisiyle istişare ederken, onun yanına bıraktıkları sırlarını iyi saklamalı,
o sırları başkalarına açmamalıdır...
Muvahhid mü’minler, her hakkı, olduğu gibi hak sahibine
teslim eden şahsiyetlerdir... Hak sahibinin izni olmadan, onun hakkından bir
başkasına vermek mümkün değildir... Çünkü emanetçi, kendisine emanet edilen
eşyayı korumak ve ona hiçbir zarar getirmemekle mükelleftir...
Ebu Umame (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Şübhesiz Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir.
Varise vasiyet yoktur. Kadın, kocasının izni olmadan evinden hiçbir şey
sarfedemez.”
- Ya Rasululah, yemek de veremez mi? denildi.
“O, bizim en değerli malımızdır (veremez).” buyurdu.
Sonra da:
“Âriyet (ödünç şey) ödenir, minha (gelirini alıp iade
etmek üzere alınan tarla, hayvan ve ağaç) geri verilir, borç ödenir, kefil
borçludur.” buyurdu.[14]
Dârakutnî ise, şunu ilave etmektedir:
Bunun üzerine bir adam:
- Peki, ya Allah’ın ahdi? diye sordu.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allah’ın ahdi eksiksiz olarak yerine getirilen şeyler
arasında buna en layık olandır.”[15]
Rabbimiz Allah şöyle buyurur.
“Onlar kendilerine verilen emanete ve verdikleri
ahde (harfiyen) riâyet edenlerdir.
Şahidliklerinde dosdoğru davrananlardır.
Namazlarını (titizlikle) koruyanlardır.
İşte onlar, cennetler içinde ağırlananlardır.”[16]
“Eğer birbirinize güveniyorsanız, kendisine güven duyulan,
Rabbi olan Allah’dan sakınsın da emanetini ödesin.”[17]
“Ey iman edenler, Allah’a ve Rasulüne ihanet
etmeyin, bile bile emanetlerinize de ihanet etmeyin.”[18]
“Bir peygamber için hainlik etmek olur şey değil!
Kim hainlik ederse, kıyamet günü, o hiyanet ettiği şey ile gelir. Sonra herkese
ne kazandıysa eksiksiz ödenir, o gün onlara zulmedilmez.”[19]
İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:
“Bir peygamber için hainlik etmek olur şey değil!”
ayeti, Bedir günü aranan (yitik) bir kırmızı kadife hakkında nâzil olmuştur.
Bazı kişilerin:
- Belki onu, Rasulullah (s.a.s.) aldı! demeleri
üzerine Allah (c.c.):
“Bir peygamber için hainlik etmek olur şey değil!”
ayetini indirildi.[20]
İmam Kurtubî (rh.a.) şunları kaydeder:
“Kim böyle hainlik ederse, kıyamet günü hainlik ettiği
şey ile gelir.” buyruğu, şu demektir:
Yani o kimse, hainlik ettiği şeyi sırtında ve boynunda
taşıyarak, onu taşımakla ve ağırlığıyla kendisine azab olunarak, sesinden
dolayı dehşete düşmüş olarak, herkesin gözü önünde hainliği açığa çıkarılmak
sûretiyle azarlanarak gelecektir.
Yüce Allah’ın, hiyanette bulunan kimseyi bu şekilde rezil
etmesi, sözünde durmamak ve benzeri hainliklerde (gadr) bulunmuş kimseleri
rezil etmesine benzemektedir. Bu şekilde hainlik eden kimselerin, hainlikleri
oranında arkalarında bir sancak dikilecektir.
İşte şanı yüce Allah, bu cezalandırmaları, insanların alışageldikleri
ve anlayabilecekleri şekilde takdir buyurmuştur.”[21]
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Bir keresinde Rasulullah (s.a.s.), içimizde ayağa
kalktı da ganimet ve millet malına hainlik hakkında söz söyledi. Ve hainliğin günahını büyüttü. Hainlik işinin ve hükmünün büyüklüğünü
belirtti de şöyle buyurdu:
“Sakın sizden birinizi kıyamet gününde omuzunda meleyen
bir koyunla, öbürünü omuzunda homurdayan bir at ile bulmayayım.
O sırada o kimse bana:
- Ya Rasulullah, bana yardım et, der.
Ben de, ona:
- Sana hiçbir şey yapmaya (yani şefaat etmeye) malik değilim.
Ben, sana (dünyada iken Allah’ın hükmünü) tebliğ ettim, diye cevab vereceğim.
Birine de, omuzunda böğüren bir sığır olduğu hâlde
rast gelmeyeyim. Öylesi de:
- Ya Rasulullah, bana imdad eyle, der.
Ben de, ona:
- Sana, hiçbir şefaat eylemeye malik değilim. Ben, sana
(dünyada) Allah’ın hükmünü tebliğ ettim, derim.
Bir başkasını da omuzunda altın, gümüş yüklü bulmayayım.
Öylesi de:
- Ya Rasulullah, bana yardım et, der.
Ben de, ona:
- Sana hiçbir yardım yapmaya malik değilim. Ben, sana
dünyada iken Allah’ın hükmünü tebliğ ettim, derim.
Bir diğerini üzerinde ganimet elbisesini yeldirir
hâlde bulmayayım.
O da:
- Ya Rasulullah, bana yardım et, der.
Ben de, ona:
- Sana, hiçbir yardım yapmaya malik değilim. Ben, sana
tebliğ etmiştim, derim.”[22]
Sabit naklediyor:
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Ben, çocuklarla oynarken Rasulullah (s.a.s.) yanıma
geldi. Bize selâm verdi ve beni bir hacete gönderdi. Bu sebeble annemin yanına
dönmekte geçiktim. (Eve) geldiğim vakit annem:
- Niye geciktin? diye sordu.
- Beni, Rasulullah (s.a.s.), bir hacete gönderdi, dedim.
- Haceti ne imiş? diye sordu.
- O, sırdır, dedim.
- Sakın Rasulullah (s.a.s.)'in sırrını kimseye söyleme,
dedi.
Enes:
- Vallahi, bunu, bir kimseye söyleyecek olsam sana söylerdim
ya Sabit! demiş.[23]
İbn Ömer (r.anhuma)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Allah (Azze ve Celle) bir kulu, helâk etmeyi dilediği
zaman ondan hayayı söküp alır. Sonra ondan hayayı söküp alınca sen o kula,
(herkesce) ancak çok menfur olarak rastlarsın. Sonra sen ona, ancak çok menfur olduğu
hâlde raslayınca on(un kalbin)den emanet sökülüp alınmış olur. O herif(in kalbin)den
emanet çekilip çıkarılınca da sen ona, ancak hiyanetçi olarak ve herkesin nazarında
hiyanetle meşhur olduğu hâlde rastlarsın. Sen ona, ancak hiyanetkâr bir
hainlikle meşhur olarak rastlayınca onun kalbinden rahmet çekilip çıkarılır.
Onun kalbinden rahmet sökülüp alınınca da sen ona, ancak kovulmuş, lânetlenmiş
olarak rastlarsın. Sonra sen ona, ancak kovulmuş, lânetlenmiş olarak
rastlayınca ondan İslâmiyet bağı çözülüp alınır.”[24]
Ebu Hüreyre (r.a)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Münafığın alâmeti üçtür:
Söz söylerken yalan söyler.
Va’dettiği vakit sözünde durmaz.
Kendisine bir
şey emniyet edildiği zaman, hiyanet eder.”[25]
Abdullah ibn Amr (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.)şöyle buyurdu:
“Dört şey her kimde bulunursa hâlis münafık olur. Her
kimde bunların bir parçası bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde
münafıklıktan bir huy kalmış olur.
Bunlar, şunlardır:
Kendisine bir şey emniyet edildiği zaman hiyanet etmek.
Söz söylerken yalan söylemek.
Ahd ettiğinde ahdini tutmamak.
Husumet (düşmanlık/kavga) zamanında da haktan ayrılmak.”[26]
Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) beyanlarında apaçık
izah ettiği gibi, emanete ihanet etmek münafıklığın alâmetlerinden bir alâmettir
ki, muvahhid mü’minler ile bu alâmet arasında yer ile gök arası kadar mesafe
olmalıdır... Çünkü hakikî iman, böyle bir hatalı hâlin en büyük engelidir...
İman sahibi mü’min müslümanlar, bu duruma düşmemeli ve her anlarında
kendilerini böyle bir duruma düşmemek için iman kontrolünden geçirmelidirler...
İmrân İbnu’l-Huseyn (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdular:
“Sizin en hayırlı olanınız, benim asrımda yaşayanınızdır.
Sonra onların ardından gelenlerdir. Sonra onların ardından gelenlerdir.”
İmrân:
- Ben, Rasulullah’ın kendi asrından sonra hayırlı nesiller
olarak iki nesil mi, yahud üç nesil mi zikrettiğini bilmiyorum, demiştir.
Rasulullah (s.a.s.) devamla şöyle buyurmuştur:
“Onlardan sonra öyle bir kavim olur ki, onlar, kendilerinden
şahidlik istenilmeden şahidlik yaparlar, hiyanet ederler, bunlara güvenilmez.
Bunlar, nezrederler, fakat nezirlerini ifâ etmezler. Bunlar arasında (çok
yemek yemek) semizlik, şişmanlık meydana çıkar (hayatın gayesi bu olur).”[27]
Emirü’l-mü’minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.)şöyle buyurur:
“İnsanlardan ilk kaldırılacak şey emanettir. Son kalkacak
olan da namazdır. Nice namaz kılanlar vardır ki, kendilerinde hayır yoktur.”[28]
İbn Ömer (r.anhuma)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Emanete riâyet etmeyenin imanı yoktur.”[29]
Cabir b. Abdullah (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Bir kimse, bir söz söyleyip sonra (acaba başka duyan
oldu mu dercesine) iki tarafına baktığı zaman bu söz, (dinleyenlere) emanettir.”[30]
Cabir b. Abdullah (r.anhuma)’dan.
“Üç meclis hariç, bütün meclisler(de yapılan, konuşulan
şeyler) emanettir.
Hariç olanlar:
1) Haram olan bir
kan akıtılmışsa.
2) Haram
olan bir iffete tecavüz edilmişse.
3) Haksız
yere yol kesilmiş, bir mal alınmışsa.”[31]
Bu meclislerde konuşulan, ihanet ve zulüm planlarını,
hâl ve hareketlerini yetkili merciî ve kişilere duyurmak sakıncalı olmadığı
gibi, ihanet ve zulmü engellemek konusunda her mü’min müslümanın
vazifesidir...
Emirü’l-mü’minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle
demiştir:
- Bir adamın tantanası (yüksekten atıp övünmesi), sizi
hayrete düşürmesin. Fakat kim, emaneti yerine getirir ve insanların mal ve
namusundan elini çekerse (olgun) adam olur.[32]
B) AHİDLERE RİÂYET
Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:
“Ahidleştiğiniz zaman, Allah’ın ahdini yerine
getirin, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Çünkü Allah’ı üzerinize kefil
kılmışsınızdır. Şübhesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.
Bir ümmet, diğer bir ümmetten (sayıca ve malca) daha
gelişkindir diye, yeminlerinizi kendi aranızda bir bozuculuk unsuru yaparak,
ipini kuvvetle eğirdikten sonra bozup çözen (kadın) gibi olmayın. Şübhesiz
Allah, sizi bununla imtihan etmektedir. kıyamet günü hakkında ihtilafa düştüğünüz
şeyi size muhakkak açıklayacaktır.”[33]
İmam Fahruddîn er-Râzî (rh.a.), bu ayetlerin tefsirinde
şöyle diyor:
“Âlimler ‘Allah’ın ahdi’nin ne demek olduğu hususunda
şu izahları yapmışlardır.
1) Keşşâf sahibi söyle der:
Allah’ın ahdi, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e müslüman olmak
üzere biat etmektir. Çünkü Cenab-ı Hak:
“Gerçekten sana biat edenler, ancak Allah’a biat
etmiş olurlar. Allah’ın eli onların elleri üstündedir.” (Fetih, 48/10) buyurmuştur.
Yani, o biatı pekiştirdikten sonra biat yeminlerini
bozmayınız. Yani onu, Allah’ın adını anarak sağlama bağladıktan sonra, demektir.
2) Bununla insanın kendi ihtiyarı ve seçmesi ile
üstlendiği her söz kasdedilmiştir. Nitekim ibn Abbas:
- Söz verme, va’d de bir ahiddir, derken,
Meymûn ibn Mihrân da:
- Kiminle sözleştimse, ister müslüman, ister kâfir olsun,
o sözü yerine getirdi. Ahd, ancak Allah’a aiddir, demiştir.
3) Ebu Bekr el-Esamm:
- Bununla, cihad ve Allah’ın, mallardan farz kılmış olduğu
zekat kasdedilmiştir, der.”[34]
İmam Kurtubî (rh.a.) şunları beyan etmiştir:
“Bu ayet-i kerime, yemin eden, ahidleşen ve ahdini sağlamlaştırıp
pekiştirdikten sonra bozan kimseyi, yününü eğirip sağlam bir şekilde büktükten
sonra çözen kadının durumuna benzetmektedir.
Rivayet olunduğuna göre Mekke’de, Amr b. Ka'b b. Sa’d
b. Teym b. Mürre kızı Rayta diye bilinen ahmak bir kadın varmış. Ve bu kadın, bu şekilde yaparmış. İşte bu benzetme onadır. Bu
açıklamayı, el-Ferra yapmıştır. Abdullah b. Kesir ve Süddî de bunu, nakletmekle
birlikte, kadının adını vermemişlerdir.
Mücahid ve Katade ise:
- Bu, bir misaldir. Yoksa muayyen bir kadın ile ilgisi
yoktur, demişlerdir.”[35]
Mekke Fethi’nden önce umre yapmak üzere gelen
Rasulullah (s.a.s.) ve Ashab-ı Kiram, Hudeybiye denilen yerde engellendiler...
Mekke şirk devletinin tağutları onları Mekke’ye sokmadılar... Rasulullah
(s.a.s.), müşriklere karşı cihad etmek üzere Ashab’dan bey’at aldı...[36]
“Beyatu’r-Rıdvan” denilen
bu bey’at olayı için Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Şübhesiz sana biat edenler, ancak Allah’a biat
etmişlerdir. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu hâlde kim ahdini
bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah’a
verdiği ahdine vefâ gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.”[37]
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Her kim Allah yolunda kılıcını sıyırırsa, şübhesiz Allah’a
biat etmiştir.”[38]
Allah yolunda kılıcını kınından sıyıran mü’min
müslüman kişi, Allah ile bey’at etmiş ve ahd eylemiştir... Bundan dolayı o sıyırdığı
kılıcı, Allah’ın emrettiği ve rıza gösterdiği şekilde kullanmalıdır... Her
konuda olduğu gibi, bu konuda da bey’atın şartlarına uymalı ve yaptığı ahdi
yerine getirmelidir... Bu olay gibi, her kim, “Hacerü’l-Esved’e” yönelir, onu
istilâm ederse, Allah’a yönelmiş, yani Rabbi Allah ile bey’atlaşmıştır, O’na ahdini
tazelemiş olur... Muvahhid mü’min şahsiyet, verdiği ahde ve yaptığı bey’ate
sahib çıkan kişidir...
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Kim Hacerü’l-Esved’e yönelirse, şübhesiz o kimse,
Rahman (olan Allah)’a yönelmiş (yani O’na bey’at ve ahid etmiş) olur.”[39]
İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:
Rasulullah
(s.a.s.), Hacerü’l-Esved hakkında şöyle buyurdu:
“Allah’a yemin ederim ki, Allah O’na, kıyamet günü
bakacağı iki gözü, konuşacağı lisanı olduğu hâlde haşredecek ve O da, gerçekten
O’nu istilâm edenler hakkında şehadette bulunacaktır.
Kim Hacerü’l-Esved’i istilâm etmişse, şübhesiz Allah’a
biat etmiştir.”
Sonra Rasulullah (s.a.s.):
“Muhakkak ki, sana biat edenler, ancak Allah’a biat
etmişlerdir. Allah’ın eli,
onların elleri üstündedir.” (Fetih,
48/10) ayetini tilavet buyurmuştur.[40]
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Hayır, kim ahdine vefâ eder ve sakınırsa, şübhesiz
Allah da sakınanları sever.
Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık
satanlar... İşte onlar, onlar için ahirette hiçbir pay yoktur. kıyamet gününde Allah, onlarla konuşmaz,
onları gözet-mez (onlara bakmaz) ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir
azab vardır.”[41]
Ebu Umame (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Her kim yemini ile bir müslümanın hakkını elinden alırsa,
o kimseyi Allah, cehennemi vacib kılmış, cenneti de haram etmiş demektir.”
Bunun üzerine bir zat:
- Pek az bir şey olsa da mı ya Rasulullah? dedi.
Rasulullah (s.a.s.):
“Misvak ağacından bir çubuk dahi olsa (yine böyledir).”
buyurdular.[42]
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Ki (bunlar/fasıklar) Allah’ın ahdini, onu kesin olarak
onayladıktan sonra bozarlar. Allah’ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği
şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk (fe
İmam Kurtubî (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şu tesbiti
gündeme getiriyor:
“Bu ayet-i kerime, ahde vefâ gösterip ona bağlı kalmaya,
aynı şekilde kişinin bağlı kalmakla kendisini yükümlü tuttuğu caiz olan her
türlü ahdi bozmanın helâl olmadığına bir delildir. Bu ahidlerin, müslüman ile
müslü-man olmayan arasında olması fark etmez. Çünkü yüce Allah ahdini bozan kimseyi
burada yermiştir.
Ayrıca:
“Ahidlerinizi eksiksiz olarak yerine getiriniz.”
(Maide, 5/1) diye buyurduğu gibi, Peygamberine de şu emri vermiştir:
“Eğer bir kavmin hainliğinden endişeye düşersen,
adalet üzere (ahidlerini gerisin geri) kendilerine at.” (Enfal,8/58) diye
buyurarak, ahdinde durmamayı yasaklamıştır. Ahdinde durmamak ise, ancak verilen
sözü bozmakla olur.”[44]
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Ahde vefâ gösterin. Çünkü ahid, bir sorumluluktur.”[45]
İmam Kurtubî (rh.a.) şöyle diyor:
“ez-Zeccac der ki:
- Allah’ın emrettiği ve yasakladığı her bir şey, ahdin
kapsamı içerisinde yer alır.
Denildiğine göre, ahde dair sorgulama, onu bozan kimseleri
azarlamak için yapılacaktır.
Ona:
- Sen, ahdini bozdun ha? denilecektir.
Nitekim kız çocuğunu diri diri gömene azarlamak için
sorulacağı gibi.”[46]
Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Hani Rabbin İbrahim’i bir takım kelimelerle denemeden
geçirmişti. O da, bunları tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah,
İbrahim’e:) ‘Seni şübhesiz insanlara imam yapacağım’ demişti. (İbrahim:) ‘Ya
soyumdan olanlar?’ deyince (Allah:) ‘Zalimler, Benim ahdime erişemez’ demişti.”[47]
İmam Kurtubî (rh.a.) şunları beyan eder:
“Allah’ın ahdi, O’nun verdiği emirler olduğuna göre, ‘Zalimler,
ahdime erişmez’ buyruğunun anlamı şöyle olur:
Zalimlerin, kendilerinden Allah’ın emirlerinin kabul edileceği
ve emirlerini uygulamakla görevli olacakları bir konuma gelmeleri caiz
değildir.
Ma’mer, Katade’den yüce Allah’ın:
‘Zalimler, ahdime erişmez’ buyruğunu açıklarken
şunları söylemektedir:
- Ahirette, Allah’ın ahdi zalimlere erişmeyecektir. Dünya
da ise, Allah’ın ahdine zalim erişmiştir. Ve bu ahid sayesinde o, güvenlik
kazanmış, yemek yemiş, yaşamış ve çevresini görebilmiştir.
Ez-Zeccac der ki:
- Bu, güzel bir açıklamadır. Bunun anlamı, ‘Benim
emanım, zalimlere erişmez’ şeklindedir. Yani ben, onlara azabımdan yana güven
vermem, demek olur.”[48]
Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:
“Mü’minlerin arasında Allah’a verdikleri sözde içtenlikle
sebat gösteren nice yiğitler vardır. Onlardan kimisi, adağını yerine getirdi,
kimisi de beklemektedir. Onlar, hiçbir şeyi değiştirmemişlerdir.
Çünkü Allah, doğru olanları doğrulukları sebebiyle
mükâfatlandıracak, münafıkları da dilerse azablandıracak veya tevbelerini kabul
edecek. Muhakkak Allah, çok bağışlayandır, rahmet edendir.”[49]
Bu ayetin, nüzûl sebebi olarak şu olay anlatılır:
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Amcam Enes ibnu’n-Nadr, Bedir Harbi’nde uzakta bulunmuş
ve savaşa katılamamıştı.
Bunun için O:
- Ya Rasulullah, müşriklerle yaptığın ilk savaştan uzakta
bulundum. Yemin olsun, eğer Allah beni, müşrikler harbinde hazır bulundurursa,
ne yapacağımı Allah, muhakkak insanlara gösterecektir, demişti.
Uhud Günü gelip de müslümanlar cephesi açılınca, Enes
ibnu’n-Nadr:
- Ya Allah, ben Sen’den şunların, yani Rasulullah’ın
sahabîlerinin yaptıkları bozulma ve kaçma suçundan dolayı özür ve
bahanelerinin kabulunu isterim.
Şunların, yani müşriklerin Rasulullah’a karşı yaptıkları
harbten ve cinayetten de Sana sığınırım, dedi.
Sonra (müşriklere doğru) ilerledi.
Bu sırada Enes ibnu’n-Nadr’a, Sad ibn Muaz rast geldi.
Enes ibnu’n-Nadr, O’na:
- Ya Sad ibn Muaz, ben, cennet istiyorum. Ve Nadr’ın
Rabbine yemin ederim ki, ben, cennetin kokusunu Uhud’un berisinden hissedip
buluyorum, dedi.
Sad ibn Muaz, Rasulullah’a:
- Ya Rasulullah, ben, İbnu’n-Nadr’ın düşmanlara karşı
yaptığı harika kahramanlıkları anlatmaya muktedir değilim, dedi.
Enes b. Malik (Sad ibn Muaz’ı te’yid ederek) şöyle demiştir:
- Biz, Enes ibnu’n-Nadr’ı şehid edilmiş hâlde bulduğumuzda,
O’nun bedeninde kılıç darbesi, yahud mızrak dürtmesi veya ok saplaması olarak
seksenden fazla yara bulduk. Müşrikler, bu mücahidin burnunu, kulaklarını ve
diğer bazı uzuvlarını kesmek ve gözlerini oymak sûretiyle müsle, yani işkence
etmişlerdi. Bu sebeble O’nu hiçbir kimse tanıyamadı da ancak kız kardeşi
(halam) O’nu parmaklarının ucuyla tanıyabildi.
Yine Enes b. Malik dedi ki:
- Biz, şu ayetin, Enes ibnu’n-Nadr ile benzerleri hakkında
indiğini düşünür, yahud zannederdik:
“Müminlerin arasında Allah’a verdikleri sözde içtenlikle
sebat gösteren nice yiğitler vardır.” (Ahzab, 33/23)[50]
Müminlerin arasında Allah’a vermiş olduğu ahdinin
gereğini yerine getirenler olduğu gibi, ahdine
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“Size ne oluyor ki, Rasul sizi, Rabbinize iman
etmeye çağırıp dururken Allah’a iman etmiyorsunuz? Oysa O, sizden kesin bir söz
almıştı. Eğer mü’min iseniz (inanıp sözünüzü gerçekleştirin).”[51]
“Hani Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini
almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: ‘Ben, sizin Rabbiniz
değil miyim?’ (demişti de) onlar: ‘Evet (Rabbimizsin), şahid olduk, demişlerdi.
(Bu,) kıyamet günü: ‘Biz, bundan habersizdik.’ dememeniz içindir.
Ya da: ‘Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu,
biz ise, onlardan sonra gelme bir kuşağız. İşleri batıl olanların yaptıklarından
dolayı bizi helâk mı edeceksin? dememeniz için.
İşte Biz, ayetleri böyle birer birer açıklarız, umulur
ki, dönerler.”[52]
“Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve: ‘İşittik ve
itaat ettik’ dediğinizde sizi, kendisiyle bağladığı sözünü (Misakını) anın. Allah’dan
korkup sakının. Şübhesiz Allah, sinelerin özünde olanı bilendir.”[53]
“Ey İsrailoğulları,
size bağışladığım nimetimi hatırlayın ve ahdime bağlı kalın ki, Ben de ahdinize
bağlı kalayım. Ve yalnızca Benden korkun.”[54]
Said b. Cübeyr, Abdullah b. Abbas’ın, Allah Teâlâ’nın
ve İsrailoğlu’nun ahdini şöyle rivayet ettiğini
zikretmiştir:
- Muhammed size geldiği zaman, O’na iman etmenize dair
sizden aldığım ahdimi yerine getirin ki, ben de, Muhammed’i tasdik edip O’na
uymanızla daha önce işlediğiniz günahları affedeceğime dair va’dımı yerine getireyim.
Rebi’ b. Enes, Ebu’l-Âliye’nin bu ayeti şöyle izah
ettiğini rivayet etmiştir:
- İslâm Dini’ne uyacağınıza dair sizden aldığım ahdi
yerine getirin ki ben de, size va’dettiğim cenneti vereyim.
Süddî ise, şöyle izah etmiştir:
- Benim size, kitabta emrettiğim hükümleri yerine getirin
ki, ben de size, itaat etmeniz hâlinde cennete koyacağıma dair olan va’dımı
yerine getireyim.
Dahhak ise, Abdullah b. Abbas’ın bu ayeti şöyle izah ettiğini
rivayet etmiştir:
- Size emrettiğim hususlarda bana itaat edip, yasakladığım
hususlardan kaçınarak emirlerimi yerine getirin ki, ben de sizden razı olayım
ve sizi, va’dettiğim cennete koyayım.[55]
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve
verdikleri kesin sözü (Misak’ı) bozmazlar.
Ve onlar, Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rabblerinden
içleri saygı ile titrer, kötü hesabtan korkarlar.
Ve onlar, Rabblerinin yüzünü (hoşnudluğunu) isteyerek
sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden
gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret
mutluluğu) onlar içindir.
Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden
ve soylarından salih davranışlarda bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler,
onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler):
‘Sabretmenize karşılık selâm size. (Dünya) yurdun (un)
sonu ne güzel.’
Allah’a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan
sonra bozanlar, Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip koparanlar ve
yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar, işte
onlar, lânet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir.”[56]
“Ey iman edenler, akidleri yerine getirin.”[57]
Enes (r.a.)‘ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah
(s.a.s.):
“Emanı (güvenirliği) olmayanın (kâmil) imanı yoktur,
ahdine
Himyer (Kabilesin)’den olan Süleym b. Amir anlatıyor:
Muaviye ile Rum(lar) arasında bir (sulh) anlaşması vardı.
(Muaviye, bu anlaşma süresi sona ermeden önce) Rumların ülkesine doğru yola
çıkmıştı. Sulh (süresi) sona erince onlarla savaşacaktı.
Derken:
- Allahu Ekber, Allahu Ekber (hayret doğrusu size)
hiyanet (etmeniz) değil, (ahde) vefâ (etmeniz gerekir), diyerek at üstünde
veya Acem atı üzerinde bir adam çıkageldi. Bir de baktılar ki (bu adam) Amr b.
Absete (imiş).
Bunun üzerine Muaviye, ona (birini) gönderdi. (Ve huzuruna
çağırttı) ve kendisine (bu meseleyi) sordu.
(O da):
- Ben, Rasulullah (s.a.s.)’i:
“Kimin herhangi bir kavimle arasında bir anlaşma varsa,
süresi sona erinceye kadar, ya da karşılıklı olarak (anlaşmayı) bozduğunu
onlara bildirinceye kadar bu bağı, ne (yeniden) bağlasın, ne de çözsün.”
buyururken işittim.
Bunun üzerine ( Muaviye seferden) geri döndü.[59]
Ebu Bekre (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Her kim (kendisiyle) anlaşma yapan bir kimseyi (anlaşma
süresi sona ermeden, yani savaş) vakti dışında
öldürürse, Allah, ona cenneti haram kılar”[60]
İmam Muhammed (rh.a.), “Siyer-i Kebir” adlı eserinde
şöyle der:
“Müslümanlar müşriklerden bir kavimle anlaşsalar, bu
anlaşmadan dolayı mallarını almak, müslümanlara caiz değildir. Meğer ki, gönül
rızasıyla vereler... Çünkü bu anlaşma sayesinde artık onların mal ve canları
müslümanların mal ve canları mesabesindedir. Nasıl, gönül rızasıyla vermeleri
dışında müslümanların mallarını almak caiz değilse, anlaşmalı müşriklerin
mallarını almak da caiz değildir.”
Bu metin şerh edilirken şunlar beyan olunur:
“Çünkü gönül rızalarının dışında mallarını almak, ihanet
ve ahde vefâsızlıktır. Oysa ki, Rasulullah (s.a.s.):
“Ahidlere vefâlı olmak gerekir, gadretmek caiz değildir.”
buyurur.[61]
İbn Ömer (r.anhuma)’nın rivayetiyle Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurur:
“Verdiği sözde durmayıp cayan gadredici kimse için,
kıyamet gününde bir bayrak yükseltilir de (kendi ismi ve babasının ismi söylenerek):
- Bu filan oğlu filanın ahd ve sözünde durmamasıdır!
denilir.”[62]
Ebu Said (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde her vefâsız için bir sancak olacak,
kendisi için vefâsızlık mikdarı dikilecektir. Dikkat edin ki, gadir itibariyle
ammeyi idare edenden daha büyük vefâsız yoktur.[63]
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“İman, ihaneti bağlamıştır. Mü’min ihanet etmez.”[64]
Huzeyfe ibnü’l-Yeman (r.anhuma) anlatıyor:
Bedir’de bulunmamdan beni men eden bir şey yoktu. Şu
kadar var ki ben, babam Huceyl ile beraber (yola) çıktım da bizi Kureyş
kâfirleri yakaladılar.
- Siz, muhakkak Muhammed’in yanına gitmek istiyorsunuz?
dediler.
- Biz, O’nun yanına gitmek istemiyoruz. Biz, ancak Medine’ye
gitmek istiyoruz, dedik.
Bunun üzerine bizden mutlaka Medine’ye gideceğimize,
O’nunla birlikte savaşmayacağımıza Allah’a ahd-u misak aldılar.
Sonra Rasulullah (s.a.s.)'e bu haberi ilettik de:
“Haydi gidin! Biz, onlara verdiğimiz sözü tutar, onlara
galebe için Allah’dan yardım dileriz!” buyurdular.[65]
Bu hadisin şerhinde şöyle denilmiştir:
“Peygamber (s.a.s.)’in, Hz. Huzeyfe ile babasına sözlerinde
durmalarını emir buyurması, Ashabının
verdikleri sözde durmadıkları şüyu’ bulmasın diyedir. Yoksa cihadı terk etmek
için verilen bir sözü tutmak vacib değildir.
Hadis-i Şerif, harbte yalan söylemenin caiz olduğuna
delildir. Bu hadiste, serahaten bildirildiğine göre harbte, dargınları barıştırmada
yalan söylemek caiz olduğu gibi, kocanın karısına yalan söylemesi de caizdir.
Ulemâ, küffarın elinden kaçmayacağına söz veren esir hakkında ihtilaf etmişlerdir.
Hanefîlerle İmam
Şafiî’ye göre, böyle bir sözü tutmak lazım değildir. Esir, kaçmaya imkân
bulursa kaçar. İmam Malik, sözünde durarak kaçmaması lazım geldiğine kail olmuştur.
Kaçmamak için küffar zorla yemin ettirirlerse bu yemin,
bütün ulemâya göre geçersizdir.”[66]
Abdullah b. Ebu’l-Hamsa (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.)'e peygamberlik gelmeden önce,
Rasulullah (s.a.s.) ile bir alış-veriş yapmıştım. Bende biraz alacağı kalmıştı.
Bulunduğu bir yerde alacağını getireceğimi va’d ettim. Getirmeyi unuttum. Üç
gün sonra hatırladım. Bir de geldim ki, Rasulullah (s.a.s.) bulunduğu yerde beklemektedir.
Şöyle buyurdu:
“Ey delikanlı, bana meşakkat verdin. Ben (bekle, dediğin
için) üç günden beri seni burada beklemekteyim!”[67]
Zeyd b. Erkam (r.a.)’dan.
“Bir kimse mü’min kardeşine söz verir, sözünü yerine
getirmek niyetinde olur da, yerine getiremez ve söz verdiği yerde bulunamazsa
(elinde olmayarak gelmediği için), ona günah yoktur.”[68]
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allah şöyle buyurdu:
Üç sınıf insan vardır ki, kıyamet gününde Ben, onların
hasmıyımdır:
Biri şu kimse ki, benim adıma yemin edip (ahd eder de)
sonra ahdini bozar.
İkincisi, hür bir insanı köle diye satar da onun parasını
yer.
Üçüncüsü, şu kimsedir ki, bir işciyi ücretle tutar,
onu çalıştırıp işi tam yaptırır da onun ücretini vermez.”[69]
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Üç şahıs vardır ki, Allah kıyamet günü onlara bakmaz,
onları temize çıkarmaz, onlar için elem verici bir azab vardır:
(Birincisi) şu kimsedir: Kendisinin yol üstünde ihtiyacından
fazla suyu vardır da onu, yolculardan men etmiştir.
(İkincisi) şu kimsedir: İmama/Halifeye/Emire yalnız
dünya metaı için bey’at etmiş, İmam ona, dünyalık verirse hoşlanır, vermezse
öfkelenir.
(Üçüncüsü) şu kimsedir ki, bu da, satılık malını ikindiden
sonra (pazara) çıkarır ve:
- Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim
ki ben, bu mala emin ol kat’i olarak şöyle şöyle para verdim, der.
Satın alıcı olan kimse de onu tasdik eder (o fiyata satın
alır).”
Bundan sonra Rasulullah (s.a.s.) şu ayeti okudu:
“Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere
karşılık satanlar, işte onlar, ahirette onlar için hiçbir pay yoktur. kıyamet gününde
Allah, onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Ve
onlar için acıklı bir azab vardır.” (Âl-i İmrân, 3/77)[70]
Büreyde (r.a.)’nın rivayetiyle şöyle buyurur
Rasulullah (s.a.s.):
“Hangi millet ahdini bozar, va’dinden cayarsa, mutlaka
aralarında düşmanlık ve savaş zuhur eder. Hangi millette zinâ ve kötülükler baş
gösterirse, mutlaka Allah onlara, salgın hastalıkları musallat kılar,
aralarında ölüm hadiseleri çoğalır. Hangi millet, cimrilik eder, zekat
vermezse, mutlaka memleketlerinde kuraklık ve kıtlık olur.”[71]
Zikredilen ayetler, hadisler ve diğer delillerden apaçık
anlaşıldığına göre, dünyada ve ahirette kurtulmuşlar zümresine dahil olan
muvahhid mü’minler, Rabbleri Allah’a verdikleri “Misak” ahdine
[1] Mü’minun, 23/8.
[2] Ahzab, 33/72.
[3] İbn Kesir, A.g.e., C.12, Sh.6612.
[4] Muhammed Ali es-Sabunî, A.g.e., C.5, Sh.110.
[5] İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B.138, Hbr.288.
İbn
Kesir, A.g.e., C.12, Sh.6616. İmam Ahmed b. Hanbel ve Taberânî’den.
[6] Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir Tercümesi, C.2, Sh.219, Hds.532
İbn
Kesir, A.g.e., C.12, Sh.6615. İbn Cerir et-Taberî’den.
[7] Nisa, 4/58.
[8] İmam Kurtubî, A.g.e., C.5, Sh.292.
[9] İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e., C.6, Sh.8, Hds.5. İmam Ahmed b.
Hanbel
ve
Beyhakî, “Mevkuf” olarak rivayet etmişlerdir.
İbn Kesir, A.g.e., C.4, Sh.1738 ve C.12, Sh.
6615.
[10] Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B.35, Hds.83.
Kitabu’l-İlm
B.2, Hds.1.
[11] Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B.35, Hds.84.
Kitabu’l-Fiten,
B.13, Hds.36.
Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-İman, B.64, Hds.230.
Sünen-i
İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.27, Hds.4053.
Sünen-i
Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.15, Hds.2270.
İbn
Kesir, A.g.e., C.12, Sh.6615. İmam Ahmed b. Hanbel’den.
[12] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Buyu, B.38, Hds.1280.
Sünen-i
Ebu Davud, Kitabu'l-Buyu ve’l-İcare, B.81, Hds.3534-3535.
Sünen-i
Dârimî, Kitabu’l-Buyu, B.57, Hds.2600.
Taberânî,
Mu’cemu’s-Sağir Tercümesi, C.1, Sh.445, Hds.331.
Kuzâî,
Şihâbu’l- Ahbâr Tercümesi, Sh.151, Hds.490.
[13] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Edeb, B.37, Hds.3746.
Sünen-i
Tirmizî, Kitabu'l-İsti’zan ve’l-Adab, B.90, Hds.2975-2976.
[14] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Buyu ve’l-İcare,
B.88, Hds.3565.
Sünen-i
Tirmizî, Kitabu'l-Buyu, B.39, Hds.1281.
Kitabu’l-Vasaya, B.4, Hds.2203.
Sünen-i
İbn Mace, Kitabu's-Sadaka, B.5, Hds.2398-2399.
[15] İmam Kurtubî, A.g.e., C.5, Sh.293.
[16] Mearıc, 70/32-35.
[17] Bakara, 2/283.
[18] Enfal, 8/27.
[19] Âl-i İmrân, 3/161.
[20] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B.4, Hbr.3195.
Sünen-i
Ebu Davud, Kitabu'l-Huruf ve’l-Kıraat, B.1, Hbr. 3971.
[21] İmam Kurtubî, A.g.e., C.4, Sh.449.
[22] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad ve’s-Siyer, B.188, Hds.271.
Kitabu'z-Zekat,
B.3, Hds.8.
Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-İmare, B.6, Hds.24.
[23] Sahih-i Müslim, Kitabu Fedailu’s-Sahabe, B.32, Hbr.145.
İmam
Buhârî, Ebedü’l-Müfred, B.547, Hbr.1154.
[24] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.27, Hds.4054.
[25] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-İman, B.24, Hds.26
Kitabu’l-Vasaya,
B.8, Hds.12.
Kitabu’ş-Şehadet,
B.29, Hds.44.
Kitabu’l-Edeb,
B.69, Hds.120.
Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-İman, B.25, Hds.107.
109.
Hadiste şu ziyade vardır.
“Münafığın
alameti üçtür. İsterse oruç tutsun namaz kılsın ve
kendisini müslüman saysın.”
Sünen-i
Tirmizî kitabu’l-İman, B.14, Hds.2766.
Sünen-i
Neseî, Kitabu'l-İman, B.20, Hds.4988-4990.
İmam
Hafız el-Munzirî, A.g.e., C.6, Sh.14, Hds.14. Ebu Ya’lâdan.
[26] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l- İman, B.24, Hds.27.
Kitabu’l-Mezalim,
B.17, Hds.20.
Kitabu’l-Cizye,
B.17, Hds.20.
Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-İman, B.25, Hds.106.
Sünen-i
Tirmizî, Kitabu’l-İman, B.14, Hds.2768.
Sünen-i
Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet, B.16, Hds.4688.
Sünen-i
Neseî, Kitabu'l-İman, B.20, Hds.4987.
[27] Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B.7, Hds.16-17.
Sahih-i
Müslim, Kitabu Fedailu’s-Sahabe, B.52, Hds.214.
[28] Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercümesi, C.1, Sh.358, Hds.268.
Abdullah
İbnü’l-Mübarek, Kitabu’z-Zühd ve’r-Rekaik, Sh.47, Hds.172 (İlk
cümle).
[29] Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir Tercümesi, C.1, Sh.171, Hds.107.
(Mu’cemu’l-Evsat,
C.3, Sh.154, Hds.2313).
İbn Hacer
el-Askalânî, A.g.e., Sh.75, Hds.99.
İmam
Hafız el-Munzirî, A.g.e., C.1, Sh.365, Hds.33
İmam
Suyutî, Camiu’s-Sağir Muhtasarı, C.3, Sh.425, Hds.3848 (9704).
Ahmed
b. Hanbel, Müsned, C.3, Sh.135, 154, 210, 251’den.
İmam
er-Rûdânî, A.g.e., C.2, Sh.381, Hds.4987. Ebu Ya’lâ ve Bezzar’dan.
[30] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Edeb, B.37, Hds.4868.
Sünen-i
Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.39, Hds.2025.
[31] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Edeb, B.37, Hds.4869.
[32] Abdullah İbnü’l-Mübarek, Kitabu’z-Zühd ve’r-Rekaik, Sh.173,
Hbr.695.
[33] Nahl, 16/91-92.
[34] Fahruddin er-Râzî, A.g.e., C.14, Sh.329.
[35] İmam Kurtubî, A.g.e., C.10, Sh.264.
[36] Hudeybiye ve Bey’atu’r-Rıdvan olayı için bkz.
Sahih-i
Buhârî, Kitabu'ş-Şurût, B.15, Hds.18.
Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-Cihad ve’s-Siyer, B.34, Hds.90-97.
et-Taberî,
A.g.e., C.7, Sh.467-476.
İbn
Hişam, İslam Tarihi - Siret-i İbn Hişam Tercemesi, çev. Hasan Ege, İst.
1985,
C.3, Sh.424-452.
[37] Fetih, 48/10.
[38] İbn Kesir, A.g.e., C.13, Sh.7338. İbn Ebu Hatim’den.
[39] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Menasik, B.32, Hds.2957.
[40] İbn Kesir, A.g.e., C.13, Sh.7338. İbn Ebu Hatim’den.
[41] Âl-i İmrân, 3/76-77.
[42] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Ahkam, B.8, Hds.2324.
Sünen-i
Neseî, Kitabu Adabu’l-Kudat, B.30, Hds.5384.
Sünen-i
Dârimî, Kitabu’l-Buyu, B.62, Hds.2606.
İmam
Malik, Muvatta, Kitabu’l-Akdiye, Hds.11.
[43] Bakara, 2/27.
[44] İmam Kurtubî, A.g.e., C.1, Sh.516.
[45] İsra,17/34.
[46] İmam Kurtubî, A.g.e., C.10, Sh.390.
[47] Bakara, 2/124.
[48] İmam Kurtubî, A.g.e., C.2, Sh.319.
[49] Ahzab, 33/23-24.
[50] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad ve’s-Siyer, B.12, Hbr.21.
Kitabu’t-Tefsir,
B.240, Hbr.304 (Kısmen).
Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-İmare, B.41, Hbr.148.
Sünen-i
Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B.34, Hbr.3415-3416.
İmam
el-Vahidî, A.g.e., Sh.403-404.
Abdulfettah
el-Kadî, A.g.e., Sh.308.
[51] Hadid, 57/8.
[52] A’râf, 7/172-174.
[53] Mâide, 5/7.
[54] Bakara, 2/40.
[55] et-Taberî, A.g.e., C.1, Sh.196.
[56] Ra’d, 13/20-25.
[57] Mâide, 5/1.
[58] İmam Suyutî, Camiu’s-Sağir Muhtasarı, C.3, Sh.425, Hds.3848 (9704).
Ahmed
b. Hanbel, Müsned, C.3, Sh.135, 154, 210, 251’den.
İmam
Hafız el-Munzirî, A.g.e., C.6. Sh.17, Hds.21. Ahmed, Bezzar, Tabe-
rânî,
Mu’cemu’l-Evsat’ta. İbn Hibban, “Sahih”inde rivayet etmiştir.
[59] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.152, Hds.2759.
Sünen-i
Tirmizî, Kitabu's-Siyer, B.26, Hds.1629.
[60] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.153, Hds.2760.
[61] İmam Muhammed, Siyer-i Kebir – İslam Devletler Hukuku, Şerh: İmam
Serahsî,
çev. Said Şimşek - İbrahim Sarmış, İst.1980, C.1, Sh.148.
[62] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Edeb, B.99, Hds.199-200.
Kitabul-
cizye, B.22, Hds.27-28.
Kitabul-
Hıyel B.9, Hds.13.
Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-Cihad ve’s-Siyer, B.4, Hds.9-16.
Sünen-i
Tirmizî, Kitabu’s-Siyer, B.27, Hds.1630.
Sünen-i
Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.150, Hds.2756.
Sünen-i
İbn Mace, Kitabu'l-Cihad, B.42, Hds.2873.
Sünen-i
Dârimî, Kitabu’l-Buyu, B.11, Hds.2545.
[63] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cihad, B.4, Hds.16.
[64] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.157, Hds.2769.
İmam Suyutî, Camiu’s-Sağir Muhtasarı, C.2,
Sh. 183, Hds.1679 (3098).
Ahmed
b. Hanbel, Müsned, C.1, Sh.166-167, C.4, Sh.192’den.
[65] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.35, Hds.98.
[66] Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, C.8, Sh.593.
[67] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Edeb, B.90, Hds.4996.
İmam
Hafız el-Munzirî, A.g.e., C.6, Sh.13, Hds,12. İbn Ebi Dünya’dan.
[68] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Edeb, B.90, Hds.4995.
Sünen-i
Tirmizî, Kitabu'l-İman, B.14, Hds.2770.
[69] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Buyu, B.106, Hds.170.
Kitabu’l-İcare,
B.10, Hds.10.
Sünen-i
İbn Mace, Kitabu'r-Rehine, B.4, Hds.2442. İbn Mace (rh.a.)’ın
rivayetinde
şu ziyade vardır:
“Ve
Ben, kimin hasmı oldum ise, kıyamet günü onu mağlub ederim.”
[70] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Musakaat, B.6, Hds.7.
Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-İman, B.46, Hds.173.
Sünen-i
İbn Mace, Kitabul-Cihad, B.42, Hds.2870.
[71] İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e., C.6, Sh.17, Hds.22. Hakim rivayet
etmiş:
-
Müslim’in şartına göre sahihtir, demiştir.