Allah (c.c.)'nin
adıyla ve Allah'a hamd ile Rasulullah (s.a.s.)'e salat ve selâm ederek
başladığımız sözümüze, imam Buhârî (rh.a)'in rivayet ettiği şu olayla devam
ediyoruz:
Ebu İshak, şöyle
demiştir:
Ben, El-Bera (İbn
Azib)'dan işittim, şöyle diyordu: (Uhud Harbi'nde) Rasulullah'a, demir zırh ile
yüzü örtülü bir kişi geldi de:
Ya Rasulullah, (hemen)
harb edeyim de (sonra) müslüman mı olayım?, diye sordu.
Rasulullah (s.a.s.):
"Müslüman ol,
sonra harb et!" buyurdu.[1]
O da, hemen müslüman,
oldu, sonra da harbe giriş-ti,nihayet şehid edildi.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.s.):
"Az işledi, fakat
çok ecirkazandi!"buyurdu.!
İmam Müslim (rh.a.),
aynı olayı, şöyle kaydeder:
Ensar'ın bir kabilesi
olan Beni Nebit'den bir adam gelerek:
Ben, Allah'dan başka
ilâh olmadığına, senin Allah'ın kulu ve Rasulü olduğunu şehadet ederim, dedi.
Sonra ilerledi ve
öldürülünceye kadar harb etti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):
"Bu adam, az amel
işledi amma çok ecir kazandı!" buyurdular. [2]
Önce iman... Hiç bir
kerahat vakti olmayan Allah yolunda cihaddan önce iman... Mü'min, muvahhid ve
müslüman ailenin her ferdinin ilk özelliği ve ilk vazifesi, içinde hiç bir şirk
ve küfür bulunmayan sapasağlam iman sahibi olmaktır...
Bedenin amellerinden
önce, kalb harekete geçmeli ve kendisine mahsus olan iman amelini işlemelidir.
Kalbin ameli olan iman, bütün amellerden önce gelir... Allah yolunda cihad
etmekten, yani malıyla, canıyla Allah yolunda, Allah düşmanlarıyla savaşmaktan,
öldürmekten ve ölmekten önce, gereği üzere iman etmek!... Namaz kılmaktan, oruç
tutmaktan, zekat vermekten ve Hacca gitmekten önce şirksiz ve şübhesiz iman
gerek...
Yegane Rabbimiz Allah
(.c.c.)» nasıl emretmiş ise ve yegane önderimiz Rasulullah (s.a.s.) nasıl
bildirmiş ise, o şekilde iman etmek...
Ebu Hüreyre (r.a.)'ın
rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.)'e:
Amellerin hangisi
efdaldır?, diye sordular.
Rasuluîlah (s.a.s.):
"Allah'a ve
Rasulüne iman etmektir." buyurdu.
Ondan sonra hangisi?,
diye sordu. "Allah yolunda cihaddır." buyurdu.
Ondan sonra hangisi?
denildi.
"Makbul olmuş
Hacc'dır." cevabını verdi.[3]
Ve yine Ebu Hüreyre
(r.a.)'ın rivayetiyle yegane önderimiz ve örneğimiz, anam-babam O'na feda
olsun Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurdu:
"Allah katında
amellerin en üstünü, içinde hiç bir şübhe bulunmayan imandır. [4]
Mü'min muvahhid ve
müslüman ailenin oluşumu için iman, vazgeçilmez ilk şart olduğu gibi, ailenin
her ferdi için ertelenmez bir vazife ve anın vacibidir...
Bu konuda,
seleflerimiz olan ve Önderimiz Rasuluîlah (s.a.s.)'ın iman, Tevhid, İlim ve
Cihad mektebinde yrâşmiş Ashab'm (Allah cümlesinden razı olsun) tavrına dikkat
etmek ve ders almak günün mü'min ve muvahhidlermin baş vazifesi olmalıdır...
İşte yeryüzünün en
hayırlı nesli olan \shab'dan Cündüb b. Abdullah (r.a.), şöyle diyor:
Biz, erginlik çağına
ermek üzere birer %enç iken, Rasulullah (s.a.s.) ile beraber idik. Biz,
Kur'ân-i Kerim'i Öğrenmeden önce imanı öğrendik. Ondan sonra Kur'ân'i öğrendik.
Kur'ân sayesinde de imanımız fazlalaştı (kuvvetleşti, pekişti.).[5]
Önce iman, hem de
katıksız iman öğrenilecek... Nedir, ne ksbgildir? Gerçekten bilinecek,
delilleriyle kavranacak ve iman kalbe yerleşecektir. îman, tahkiki olmalı...
Tahkikî iman, sapasağlam ve dipdiri bir imandır... Her ne kadar aleyhinde suç
işlenmemiş taklidi iman, kabul görülse de, mü'min ve muvahhid kuldan istenilen
ve cidden kabul edilen tahkikî imandır... O da, dellilleriyle, bilerek, şuurlu
yapılan imandır...
"Şu hâlde bil,
gerçek şu ki, Allah'dan başka ilâh yoktur. [6] diye
buyuran Rabbimiz Allah (c.c), iman etmenin, sadece dil ile söylenen içi
boşaltılmış, hiç bir mânâ ifade etmeyen kalbe yerleşmemiş ve azalara sirayet
etmemiş bir sözden ibaret olmadığını beyan etmektedir:
"Bedeviler dedi
ki; "İman ettik." De ki: "Siz, iman etmediniz, ancak İslâm
(müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalblerine girmiş değildir. Eğer
Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiç bir şeyi
eksiltmez. Hiç şübhesiz Alİah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.[7]
Önce imanı Öğrenmek,
sonra kabul edip gereğini yapmak ve aleyhine hiç bir suç işlememek... İşte
imtihan sahası olan dünya hayatında imtihanı kazanmanın ve zarardan
kurtulmanın biricik şartı...
"Asra andolsun,
Gerçekten insan ziyan
içindedir.
Ancak iman edip salih
amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı
tavsiye edenler başka. [8]
Muvahhid mü'min, tek
başına bir ümmet olan Allah'ın dostu Hz. İbrahim (a.s.) gibi mutmain olmuş bir
kalb ile i-man etmeli ve imanında hiç bir zaman şübheye düşmemelidir.
"Hani İbrahim:
"Rafetfm, bana ölüleri nasıi dirilttiğini göster." demişti. (Alİah, Ona:)
'İnanmıyor musun? deyin-ce:'Hayır, (inandım) ancak naibimin tatmin olması için'
demişti. "Öyleyse, dört kuş ::t. Onları kendine ahştır, sonra onları
(parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır.
Sana coşarak gelirler. Bil ki, şübhesiz Allah, üstün ve güçlü oland::, hüküm ve
hikmet sahibidir. [9]
Seksiz ve şübhesiz
iran, yakın derece olmalıdır. Hiç bir fitne rüzgarı, muvahhid nü'mini yerinden
sarsmamah ve eğip bükmemelidir. Çünkü. er esen rüzgara eğilen kişi, dağ kadar da
olsa saman çöpt kadar kıymetinin olmadığı bir gerçektir...,
Akide konusunda her
gün yeni bir anlayış gündeme getiren ve dünkü inancında: dolayı pişman
olanların imanları sağlam temellere dayanırımış ve kaygan bir zeminde seyrediyordun
Bu tesbit, yanlatan vazgeçen ve sağlam akideye sarılmak için fikir değiştiren,
doğrusunu görüp ona meylettikten sonra onda kalanlar için değildir elbet!...
Tevhid akidesi,
sağlam, kuvvetli ve yakîn derecede olmalıdır. Emiru'l-Mü'minin İmam Ali
(r.a.)'ın beyan buyurduğu gibi olmalı...
"Perde kaldırılırsa
bile yakınım artmaz benim.[10] diye
buyuran İmam Ali (r.a.)'ın anlayışını ve kavrayışını elde etmeli muvahhid
mü'min...
Muvahhid mü'min,
tahkiki iman derecesinde inanan kişidir. Bilerek ve şuurlu bir şekilde
araştırır, imanî meseleleri kavrar, içine sindirir ve bir kere kalbe
yerleştirdikten sonra bir daha tereddüd etmez artık... O, neye, nasıl ve niçin
inandığını çok iyi kavramıştır...
Rabbimiz Alİah (c.c),
şöyle buyurur: "Göklerin ve yerin mülkü, Allah'ındır. Allah, her şeye güç
yetirendir.
Şübhesiz, göklerin ve
yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahibleri
için gerçekten ayetler vardır.
Onlar, ayakta iken,
otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı
konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu, boşuna yaratmadın.
Sen, pek yücesin, bizi, ateşin azabından koru.
[11]
Göklerin ve yerin
mülkü, yani hakimiyeti Allah'ındır. [12] Mülk
de, milk de Allah'ındır... Hem zerresinden kürresine bütün kâinat Allah'ındır,
hem de kâinattaki canlı ve cansız varlıkların üzerindeki tasarruf ve hakimiyet
Allah'ındır... onları yaratan ve hepsine şaşmaz düzen veren Allah'dır...
Allah, güç ve kudret sahibi olup herşeye kadirdir...
Bu hakikati kavrayan
temiz akıl sahihleri, kâinatın yaratılışını müşahade eder, gece ve gündüzün
ardarda gelişini düşünür, hikmetini araştırır... Bunların, Allah'ın birer
ayeti, yani O'nun varlığına, birliğine, eşi ve ortağı olmayışına birer delil
olduğunu kavrar... Âlemlerin Rabbi Allah'ı bilir, tanır ve kabul eder... Rabbi
Allah ile rabıtasını sağlamlaştırır, seksiz ve şirksiz iman edip her hâlinde
Rabbini anar!... Bu anmak hâli, unutmaktan sonraki hatırlama hâli değil, hiç
unutmama hâlidir...
Fıtrat üzere yaratılan
insanoğlu, üç hâl üzeredir: Ya ayaktadır, ya oturmuştur veya uzanmıştır. Hangi
durumda olursa olsun, kendi varlığından itibaren kâinatta her varlığın
yaratılmasını düşünür, yaratılış hikmetini kavramaya çalışır... Böylelikle
kendisini ve kâinatı yaratan, Rabbi Allah'ın yegane İlâh, Melik ve Rabb
olduğuna tatmin olunmuş bir kalb ile seksiz ve şübhesiz iman eder... Âlemlerin
Rabbi Allah, hem yaratıcı, hem de emir vericidir...Yani yarattığı her varlığın
üzerinde yalnız ve yalnız O, tasarruf sahibi hakim-ı mutlaktır... Yarattığı
gibi, yönetir de... Yaratma kanunları gibi, yönetme kanunları da, yalnız ve
yalnız O'na aiddir. Nasıl ki, O'ndan başkasının yaratmaya gücü yetmediği ve
yetkisi olmadığı gibi, yaratılmışlar üzerinde de Allah'dan başkaları
hakimiyet noktasında tasarruf sahibi olamazlar... Tuğyan edip hakim olmaya
çalıştıkları andan itibaren, o bölgede anarşizm ve terörizm ortaya çıkar. Gerek
ferdî, gerekse toplumsal kargaşa, kavga ve düzensizlik baş gösterir. Çünkü hem
yaratma, hem de emir yalnız ve yalnız Allah'ındır[13]"Yaratma,
Allah'a aid, emir ise başkalarına"denildi mi, düzensizlik başlamıştır...
Yetkiler, ehil olmayanlara verildi mi, elbette sonuç felaket olur... Emanet,
ehline verilmeyince kıyamet kopar.[14]
Tevhidin yerine şirkin, imanın yerine küfrün ve İslâm'ın yerine tağutun hakim
olduğu Cahiiiyye toplumlarında, o toplumun kıyameti kopmuş ve felaketler birbirini
takip ederek, belâlar yağmaya başlar...
Muvahhid mü'minler,
bütün bunları düşünüp, her şeyi yerli yerinde yaratan Rabbleri Allah'a karşı
olan imanları kuvvetlenir ve:
"Rabbimiz, Sen,
bunu boşuna yaratmadın. Sen, pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."
diye dua eder, Allah'ı Rabb, Rasulullah (s.a.s.)'i Önder, Kur'ân-ı Kerim'i
düstur ve İslâm'ı din olarak kabul edip onlardan razı olurlar.
Yaratılış ve
yaratılanlar üzerinde düşünüp onlardaki hikmeti kavramaya çalışan temiz akıl ve
sağlam iman sahibi muvahhid mü'minler, onlardaki mükemmelliği yakinen görür ve
idrak ederler... Yaratılmışlarda, fıtrî hallerinde hiç bir düzensizliğin ve
abesliğin olmadığının farkına varırlar... Yaratılan göklerde, yerde ve her
ikisi arasındaki varlıklarda hiç bir başıbozukluğun olmadığını görür ve
inanırlar...
"Mülk elinde
bulunan (Allah) ne yücedir. O, herşeye güç yetirendir.
O, amel (davranış ve
eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü
ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
O, biri, diğeriyle tam
bir uyum (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)'ın
yaratmasında hiç bir çelişki ve uygunsuzluk (tefavüt) göremezsin. İşte gözü
(nü) çevirip gezdir, herhangi bir
çatlaklık, (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
Sonra gözünü iki kere
daha çevirip gezdir, o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir hâlde
bitkin olarak sana dönecektir.[15]
Rabbimiz Allah (c.c.)
böyle ciddî bir araştırma yapmamızı emrederken, Halilullah İbrahim (a.s.) gibi
kalblerimizin mutmain olmasını diliyor... Rabbimiz Allah'ın yaratma
konusundaki gücü ve kuvvetinin mükemmelliğini idrak eden temiz akıl sahihleri,
O'nun emir, yani dünya hayatının yönetimiyle ilgili kanunlarındaki mükemmelliği
de idrak e-deceklerdir... O'ndan başka kanun koyucuları reddedecek ve yalnızca
O'nun kanunlarına inanıp itaat edeceklerdir...
Rabbimiz Allah'a
tam teslim olmuş
muvahhid Mü'minler, şöyle yalvarıp dua ederler:
"Rabbimiz,
şübhesiz Sen, kimi ateşe sokarsan, artık onu hor ve aşağılık kılmışsındır.
Zulmedenlerin yardımcıları
yoktur.
Rabbimiz, biz:
"Rabbinize iman edin," diye imana çağrıda bulunan bir çağrıcıyı
işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahımızı bağışla, kötülüklerimizi
ört ve bizi de İyilik yapanlarla birlikte öldür.
Rabbimiz,
peygamberlerine va1 d ettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi hor ve
aşağılık kılma. Şübhesiz Sen, vad'ettiğine muhalefet etmeyensin. [16]
Rabbi Allah'ı bilen, tanıyan,
şübhe etmeden iman eden ve imanın gereği olan itaati da hiç bir itiraz etmeden
yerine getiren muvahhid mü'minler, "Hakimiyetin, kayıtsız şartsız Allah'a
aid olduğunu[17] kabul etmiş, Allah'dan
başka tüm egemen tağutî güçleri reddetmişlerdir... Bu inanç ve hareket,
tevhidin ve sağlam iman sahibi olmanın gereğidir...
Yegane Rabbimiz,
ilâhımız ve Melikimiz Allah, şöyle buyurur:
"Ben, cinleri de,
insanları da yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım.[18]
İnsanların ve cinlerin
yaratılış gayesi, yalnız ve yalnız âlemlerin Rabbi Allah'a gereği şekilde kul
olmaktır... O'na iman etmek, itaat etmek ve Rasulü (s.a.s.)'den gördüğü şekilde
ibadet etmek... İbadet etmek, yani Rabbimiz Allah'ı tanımak... O'ndan başka
hüküm koyucu tağutları tanımamak!...Yaratılış gayemize uygun kulluk
vazifelerimizi yerine getirirken de, yegane önder ve örneğimiz, Rasulullah
(s.a.s.)'dır. [19] Rasulullah (s.a.s.),
Rabbimiz Allah'a nasıl kul olmuşsa, biz muvahhid mü'minler de, aynen öyle kul
olmamız gerekir. Çünkü Rabbimiz Allah, bizden bunu istiyor.
Yegane Önderimiz
Rasulullah (s.a.s.), kendisini her şeyiyle Rabbimiz Allah'a teslim etmişti. Ve
Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyurdu:
"De ki: Benim
namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi Allah içindir.
O'nun ortağı yoktur.
Ben, bununla emrolundum ve müslümanların ilkiyim.
De ki: Allah, her
şeyin Rabbi iken, hiç ben, Ailah'dan başka rabb mı isterim?. [20]
Rabbimiz Allah, böyle
emretti ve yegane önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bunu yaşayarak ilân etti.
Allah'dan başka rabb tanımadığını, hayatının ve yalnız Alİah için olduğunu,
yani Allah nasıl emretmiş ise, hiç bir taviz vermeden, hiç bir noksanlık
yapmadan yerine getirmeye çalışarak yaşarken, diğer insanlara da bu gerçeğin
ilân edilmesi gerekiyordu... Rabbimiz Allah'ın muvahhid mü'min kullarına
emriydi bu...
Ayrıca Allah'ın hiç
bir ortağının bulunmadığım, yani ne mülkünde, ne de milkinde hiç bir ortağının
olmadığım inanarak ilân etmelidir muvahhid mü'min kulları!... Yaratma
konusunda da, hakimiyet, yani egemenlik, yani hüküm koyma konusunda da O'nun
hiç bir ortağı yoktur... Göklerde de hakim olan, yerde de hakim olan, yegane
kanun koyucu Allah'dır...
Rabbimiz Alİah, şöyle
buyurur.
"Göklerde ilâh
olan ve yerde ilâh olan O'dur. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir.
Göklerin, yerin ve
ikisi arasında bulunanların mülkü kendisinin olan (Allah) ne yücedir. Kıyamet
saatinin ilmi O'nun kalındadır ve siz, O'na döndürüleceksiniz.[21]
"De ki:
"Göklerin ve yerin Rabbi Kimdir?" De ki: "Allah'tır." De
ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya
güç yetiremeyen bir takım veliler mi (ilâhlar) edindiniz?" De ki:
"Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya
karanlıkla nur e-şit olabilir mi?" Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi
yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti?
De ki: "Alİah, her şeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır. [22]
Göklerin ve yerin
gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nıın dışında
onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. [23]
Göklerde de yegana
İlâh, Rabb ve Melik Allah'dır, yerde de yegane İlâh, Rabb ve Melik AUah'dır...
Göklerin ve yerin müki de O'nundur, mülkü de O'nundur... Gerek milkin de, yani
yarattığı varlıkta, gerekse mülkünde yani hakimiyetinde hiç bir ortağı
yoktur... Yani-haşa-Allah göklerin hakimidir de, yerin hakimi de başkaları
değildir... Allah, gökler için kanun koyup onunla gökleri yönetirken, yere
karışmıyor, yeryüzündeki insanlar da, birbirlerini yönetmek için heva-u
heveslerine hangi şey hoş geliyorsa öylece anayasalar, kanunlar yapıp yönetimi
keyiflerince yapar değildirler... Allah, yegane hakimdir ve hakimiyet, kayıtsız
şartsız hem göklerde, hem de yerde O'nundur... "O, kendi hükmünde hiç
kimseyi ortak kılmaz!..."Kim ki, yerde, yani yeryüzündeki ülkelerde O'nun
hükümlerini bildiren Kur'ân-ı Kerim'i gerek yönetimden, gerek ekonomiden, gerek
hukuktan ve gerekse sosyal meselelerden ayırıp onu devre dışına bırakarak, bu
sahalarda kendi istekleri doğrultusunda kanun yapar, onunla insanları sevk ve
idare ederse, Allah'a hükümde şirk koşmuş olur... "Yani göklerin yönetimi
Allah'a aiddir. Biz, O'nun gökteki yönetimine karışmayız, kanşamayız. Aynen
bunun gibi yeryüzünde bu ülkenin de hakimiyeti, yönetimi bize aiddir, biz,
Allah'ı yönetimimize karıştırmayız... Gökler O'nun, yer ise bizimdir..."
İşte böyie inanan, böyle söyleyen ve böyle hareket edenler, Allah'a şirk koşmuş
olurlar... İşte apaçık şirk budur...
Yegan Rabbimiz Allah
(c.c.) şöyle buyurur: "Hiç şübhesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz.
Bunun dışında kalanlar ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa,
elbette o, uzak bir sapıklıkla sapmıştır.[24]
Âlemlerin Rabbi Allah,
hakimiyet konusunda kendisine şirk koşanları affetmeyeceğini apaçık beyan
etmekte ve göklerde de, yerde de O'nu, yegane Rabb, İlâh ve Melik ka-bu! eden
muvahhid mü'min kullarına şöyle buyurmaktadır:
"Öyleyse sen,
yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir
ki, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değişme
yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.
Gönülden katıksız
bağlılar olarak, O'na yönelin ve O'ndatı korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın
ve müşrikler-den olmayın.[25]
"Ve müşriklerden
olmayın." Yani yeryüzünde müs-tekbirleşmiş tağutlar gibi, Allah'ın
hakimiyet hakkını gasbe-den, insanların üzerinde egemenliğini kuran Allah
düşmanları gibi olmayın... Gökleri ve yeri, kendileri ile yegane Rabb Alİah
arasında pay edenler, yani Allah göklere hakim, biz ise, yeryüzüne diyen ve
Allah'ın kanunlarını kendi ülkelerinin hiç bir şeyine karıştırmadıkları gibi,
teklifte bulunanlar, en ağır ceza veren müşrikler gibi olmayın... Hem onlar
gibi olmayın, hem de onlara yardımcı veya hizmetkâr olmayın!..
Muvahhid mü'minler
olarak yegane Rabbiniz Allah'a yönelin... Hayatınızın her birimi Allah için
olsun,.. O'nun kanunları doğrultusunda hareket edin ve emirleri gereği hayatınızı
tanzim edin... Gönülden, O'nun hayat nizamı olan dine, yani İslâm'a bağlanın...
Allah, nasıl göndermiş ve Ra-sulullah (s.a.s.) nasıl tebliğ edip hayatî örnek
almış ise, İslâm'ı o şekilde alın, idrak edin, kavrayın ve şuurlu bir şekilde
katıksız yaşamaya gayret edin... İslâm'da, ne eksiklik ve ne de fazlalık
yapmayın... Vasat olun ve emredilen şekilde davranın!...
Böyle bütün varlığıyla
Allah'a, Allah'ın dini olan İslâm'a gönülden ve katıksız yönelenleri Rabbimiz
Allah müjdelemektedir:
"Tağuta kulluk
etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler ise, onlar için bir müjde vardır,
öyleyse kullanma müjde ver.
Ki, onlar, sözü
işitirler ve en güzeline uyarlar, işte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete
eriştirdikleridir. Ve onlar, temiz akıl sahihleridir. [26]
Temiz akıl sahibleri,
akılları tağutî değerler ve baskılar tarafından dumura uğratılmamış akıl
sahibleri, tağutlaşanlardan ve tağutî ideolojik düzenlerden tamamen uzaklaşanlar,
ilişkilerini kesenlerdir... Tağuta kulluk etmek, tağutlara, ideolojilerine,
düzenlerine, felsefe ve kanunlarına tabi olmak ve itaat etmek demektir!.[27]
Tağutu reddedip, tüm kurum ve kuruluşlarıyla İslâm'ın karşısına dikilen gayr-'
İslâmî düzenlerden ilişkiyi kesip, yalnız Allah'a ve O'nun nizamına yönelenler,
ancak iyi söz ile kötü sözü birbirinden ayırabilme fİrasetine ermişlerdir.
Çünkü Allah, onların bu iman ve salih amellerine mükafat olarak kendilerine
hidayet vermiş ve hidayetlerini arttırmıştır...
Tağutu reddedmiş ve
onunla üiç jir zaman ve hiç bir şekilde uzlaşmayan muvahhid mü'minler için
şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
"Ey iman edenler,
çokç.: zikretmek suretiyle Allah'ı zik.edin.
Ve O'nu, sabah ve
akşam teşbih edin.
O'dur ki, sizi
karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet etmekte, melekleri de (size dua
etmektedir). O, rnü'minleri çok esirgeyendir. [28]
Ancak gerçekten iman
edenler, Allah'ı çokça zikreder, sabah ve akşam, yani bütün zamanlarda Allah'ı
teşbih eder...
Allah'ı zikreder, yani
o an Rabbimiz Alİah, onun nasıl davranmasını istiyorsa Öylece davranır...
Zikir, muvahhid mü'min insanın, yaratılış gayesine uygun hâl içinde, yani tağutu
reddederek yalnızca Allah'a yönelmek suretiyle ibadet hâlinde bulunmasıdır...
Hem kal (söz), hem de hâl (davranış ve tavır) İle zikre devam eden muvahhid
mü'min kul, Allah'ı bütün noksan sıfatlardan tenzih ederek, O'nu her an teşbih
etmeye devam eder...
Allah'ı zikretmek ile
iman dolu kalbi teskin bulmuş huzura kavuşmuş ve rahatlaşmış muvahhid
mü'minler, iman ve salih amel ile takvaya ermiş, böylece ihsan makamında hazır
bulunmuştur:
Abdullah b. Ömer,
babası Emiru'l-Mü'minin İmam Ömer b. Hattab (r.anha)'dan rivayet ettiği meşhur
Cibril (a.s.) Hadisi'nin bir bölümü şöyledir:
O zat (yani Cibril,
a.s.):
Bana ihsandan haber
ver,dedi.
Rasulullah(s.a.s.):
"Allah'a, O'nu
görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen, O'nu görmüyorsan
da, O, seni muhakkak görür." buyurdu.[29]
Gerçek iman ve
katıksız Tevhid kalbe yerleşince, kalb mü'min, beyin müslimleşip te'siri
vücudun azalarına sirayet edince muvahhid mü'min, her anında Rabbi Allah'ın
huzurunda olduğunun farkına varır... İhsan, Allah'ın farkına varmak ve O'nu
idrak etmektir...
Önce iman dedik ve
sözü sürdürdük...
Muaz İbn Cebel (r.a.),
şöyle demiştir:
Ben, bir seferde
Rasulullah'ın bindiği Ufeyr denilen bir eşek üstünde Rasulullah'ın terkisinde
idim.
Rasulullah (s.a.s.),
bana:
"Ya Muaz,
Allah'ın kulları üzerindeki hakkı ve kulların da Alİah üzerindeki hakkı
nedir,bilir misin ?" diye sordu.
Ben de:
Bunu, Allah ile Rasulü
en (iyi) bilendir,dedim.
Rasulullah (s.a.s.),
"Allah'ın kulları
üzerindeki sabit olan hakkı, kulların, Allah'a itaat ve kulluk etmeleri ve
Allah'a hiç bir şeyi ortak ki İm amalarıdır.
Kulların Alİah
üzerindeki hakki da, kendisine hiç bir şeyi ortak kılmayan kişiye azab
etmemesidir (yani bu husustaki lutfudur)." buyurdu.
Bunun üzerine ben:
Ya Rasulullah, bunu,
ben insanlara müjdeleyeyim mi?, diye sordum.
Rasulullah:
"Hayır, bunu,
onlara müjdeleme! Sonra buna dayanıp güvenirler." buyurdu.[30]
Muvahhid mü'min kul,
Rabbimiz Allah'ın onun üzerindeki hakkını yerine getirir ve vazifesinde bir
noksanlık yapmazsa, gerçek imanın tadına erer... Hayatın her biriminde, gerek
inançta, yani akidede, gerekse amelde, yani hâl ve hareketinde, küçüğünden
büyüğüne, açığından gizlisine Rabbimiz Allah (c.c.)'ye şirk koşmazsa, her anda
ve her hâlde Tevhid üzere olursa, Allah'ı görüyormuş gibi ibadî vazifelerine
hakkıyla yerine getirirse, farzıyla, vacibiyle, Sünne-tiyle, nafilesiyle salih
amelde bulunursa, helâllere sarılır ve haramlara yaklaşmayıp tamamiyle
kaçınırsa, yaradılış gayesine uygun davranmış olur...
Gerçek ve tam imanın
tadına ermenin şartlarını, Enes (b. Malik, r.a.)'ın rivayetiyle önderimiz
Rasulullah (s.a.s.) şöyle beyan buyurur:
"Kimde üç şey
bulunursa, imanın tatlılığını tatmış olur:
Allah ile Rasulü,
kendisine başkalarından daha sevgili olmak,
Bir kimseyi sevmek,
fakat yalnız Allah için sevmek,
(Alİah, onu küfürden
kurtardıktan sonra) yine küfre dönmekten, ateşe atılacakmışcasına hoşlanmamak.[31]
Başka bir Hadis-i
Şerifte, Abbas b. Abdulmutalib (r.a.)'m rivayetiyle önderimiz Rasulullah
(s.a.s.), şöyle buyurur:
"İmanın tadını,
Rabb olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, Peygamber olarak Muhammed'e razı olan
tatmıştır. [32]
Bu konuda diğer bir
hadis-i şerifi de bizlere Ebu Said el-Hudrî (r.a.) rivayet eder. Yegane önder
ve Örneğimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Ey Ebu Said, her
kim, Rabb olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, Peygamber olarak da Muhammed'e
razı olursa, o kimseye cennet vacibdir. [33]
Yegane Rabbimiz Allah
Şahiddir, bu satırları okuyanlar şahid olsun, bilenler ve duyanlar şahid olsun
ki, muvahhid mü'minler olarak biz, yegane Rabb olarak Allah'ı, din olarak
İslâm'ı, Peygamber ve önder olarak Rasulullah Muhammed (s.a.s.)'i, hayat
düsturu olarak Kur'ân-ı Kerîm'i seçip beğendik ve razı olduk!... Allah'dan
başka hiç bir hakim ve kanun koyucu kabul etmiyor, İslâm'dan başka hiç bir
hayat nizamı kabul etmiyor, bütün beşerî ve tağutî ideolojileri, düzenleri,
felsefeleri red ve inkâr ediyoruz. Rasulullah (s.a.s.)'den başka hiç bir önder,
örnek ve mürşid kabul etmiyor, Kur'ân-ı Kerîm'den başka hiç bîr düstur, yani
beşerî ve tağutî yasalar kabul etmiyor, yegane uyulacak ve hayata hakim olacak
yasanın Kur'ân-ı Kerîm olduğuna İman ediyoruz!..
Ehli's-Sünne
ve'1-Cemaat Akidesine mensub olan mu-vahhid mü'minlerin, vazgeçilmez ve olmazsa
olmaz itikadı budur... Bu akideyi benimseyen muvahhid mü'minler, bütün tağutî
ideolojileri ve düzenleri, kurum ve kuruluşlarıyla reddeden şahsiyetlerdir...
Çünkü tağutî ideolojiler ve düzenlerinin ana yapısı, Allah'a şirk koşmak
üzerine kurulmuş, temel-lendirilmiş ve bu konuda kemikleşmiş durumdadır... Şu
gerçeği hatırlatmakta da fayda vardır: Komünizmden kapitalizme, sosyalizmden
faşizme, diktatörlükten nasyonalizme, sekulerizmden demokrasiye, liberalizmden
laikliğe kadar bütün beşerî ideolojiler ve düzenler, başta İmam Ebu Cafer
Muhammed bin Cerir et-Taberî (rh.a)'in ve diğer İslâm ulemâsının görüşüne göre
tağut hükmündedir!..
Allah (c.c.)
tarafından kabul gören iman, tağutu red etmekle ve katıksız inanmakla
gerçekleşir...
Bu konuda Rabbimiz
Allah şöyle buyurur:
"Andolsun, biz,
her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ
etmesi için) bir peygamber gönderdik. Böylelikle onlardan kimine, Allah hidayet
verdi, onlardan kiminin üzerine de sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın
da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.[34]
Ve yine buyurur yegane
Rabbimiz Allah (c.c.)
"Dinde zorlama
(ve baskı) yoktur. Gerçek şu ki, doğruluk (rüşd), sapıklıktan apaçık
ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir
kulpa yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. [35]Bu,
böyledir!... Katıksız iman, sapasağlam kulptur, yani urvetu'l-vuska... kopması
imkânsız olan sapasağlam kulpa yapışmanın şartı da, tağutu her şeyiyle
reddetmek tanımamak, kalbini ve beynini tağutî bütün değerlerden tertemiz
kılmak, ondan sonra Allah ve Rasulü (s.a.s.yin emrettiği, Öğrettiği şekilde
inanmak, bu imanı kalbe ve beyne yerleştirmek, vücudun azalarına sirayet
ettirmek, yani imanın gereği olan salih ameli işlemektir... Kabul gören
katıksız imanın gereği budur!..
Olgun ve katıksız imanın
gereklerinden birisini Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Enes b. Malik (r.a.)'ın
rivayetiyle şöyle beyan eder:
"Hiç biriniz, ben
ona, babasından da, evladından da, bütün insanlardan da sevgili olmadıkça
(kemaliyle) iman etmiş olamaz. [36]
Önderimiz Rasulullah
(s.a.s.)'ı sevmek, Allah'ı sevmenin vazgeçilmez gereği ve Rabbimiz Allah'ın
emridir... Muvahhid mü'minlerin Allah'a karşı olan sevgileri çok kuvvetlidir...
Bu gerçeği, Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle beyan buyurur:
İnsanlar içinde,
Allah'dan başkasını eş ve ortak tutanlar vardır ki, onlar (bu eş ve
ortakları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgisi
ise, daha güçlüdür.[37]
Kendisine karşı
sevgileri çok güçlü olan muvahhid mü'min kullarma şu emri veriyor Rabbimiz
Alİah ve Rasulü (s.a.s.)'in beyan etmesini buyuruyor:
"De ki:
"Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayandır ve esirgeyendir."
De ki: "Allah'a
ve Rasulü'ne itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse, şübhesiz Allah, kâfirleri
sevmez. [38]
Bu ilâhî emirler olan
ayet-i kerimelerden apaçık anlaşıldığı gibi, Allah'a iman, Rasulullah
(s.a.s.)'e iman etmekle, Allah'ı sevmek, Rasulullah (s.a.s.)'i sevmekle,
Allah'a itaat, Rasulullah (s.a.s.)'e itaat etmekle gerçekleşir!..
Olgunluğuyla,
bütünlüğüyle katıksız ve kabul görmüş iman, Allah'a ve Rasulü Muhammed
(s.a.s.)'e gereği üzere imandır... Muvahhid mü'min, Allah'a ve Rasulullah
(s.a.s.)'e sıhhatli bir şekilde iman edendir...
Rasulullah Muhammed
(s.a.s.)'e iman etmeden, sadece Allah'a iman etmek, iman değildir.
Rabbimiz Allah, şöyle
buyurur:
"Mü'min olanlar,
ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Rasulü'ne iman ettiler, sonra hiç
bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihâd ettiler.
İşte onlar, sadık (doğru) olanların tâ kendileridir. [39]Bu
konuda, İslâm Milleti'nin ve Rasulullah (s.a.s.)'in ümmetinin imamlarından imam
Şafiî (rh.a.), şu hakikati beyan eder:
"Allah, dini,
farzı ve kitabı bakımından peygamberine öyle bir mevki vermiştir ki, O'nu dini
için bayrak yaptığını
bildirmiş, O'na itaati
farz kılmış ve O'na karşı gelmeyi yasaklamıştır. Peygamberi'ne imanı,
kendisine iman ile birleştirerek O'nun üstünlüğünü belirtmiştir.[40]
Muvahhid mü'min
olmanın vazgeçilmez şartı, Allah ve Rasulü'ne iman olduğuna dair, Rabbimiz
Allah (c.c.)'nin buyruklarını, temel yasamız ve hayat düsturumuz Kur'ân-ı
Kerîm'den takib edelim:
"Ey iman edenler,
Allah'a, Rasulü'ne, Rasulü'ne indirdiği Kitab'a ve bundan önce indirdiği
kitaba iman edin. Kim, Allah'ı , meleklerini, kitablarını, peygamberlerini ve
ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz uzak bir sapıklıkla sapmıştır. [41]
"Şu hâlde
Allah'a, O'nun Rasulü'ne ve indirdiğimiz nur (Kur'ân)'a iman edin. Allah,
yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. [42]
"De ki: Ey
insanlar, ben Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçi (peygamberi) yim.
ki, göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilâh yoktur. O,
diriltir ve öldürür. Öyleyse, Allah'a ve ümmî peygamberine iman edin. O da,
Alİah ve O'nun sözlerine inanmaktadır. O'na iman e-din ki, hidayete ermiş
olursunuz. [43]
"Şübhesiz, Biz,
seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı-korkutucu olarak gönderdik.
Ki, Allah'a ve
Rasulü'ne iman etmeniz, O'nu savunup desteklemeniz, O'nu en içten bir saygıyla
yüceltmeniz ve sabah, akşam O'nu (Allah'ı) teşbih etmeniz için. [44]
"Kim, Allah'a ve
Rasuİü'ne iman etmezse, (bilsin ki) gerçekten Biz, kâfirler için çılgınca yanan
bir ateş hazırlanmışızdır. [45]
"Mü'minler o
kimselerdir ki, Allah'a ve Rasulü'ne i-man ederler, O'nunla birlikte toplu (mu
ilgilendiren) bir iş üzerinde iken, O'ndan izin alıncaya kadar bırakıp gitmeyenlerdir.
Gerçekten senden izin alanlar, işte onlar, Allah'a ve Rasuİü'ne iman
edenlerdir. Böylelikle, senden, kendi bazı işleri için izin istedikleri zaman,
onlardan dilediklerine izin ver ve onlar için Allah'dan bağışlanma dile.
Şübhesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. [46]
Bu ayet-i kerime
bizlere, çok ciddî bir ölçü vermektedir. Gerçek iman edenler ve iman etmeyip
de, iman etmiş gibi görünenlerin arasındaki farkı ortaya koymaktadır...
Ayet-i kerimenin
"Esbâb-ı Nüzûlü"ne baktığımızda bu ölçüyü daha güzel bir şekilde
kavrayabiliriz. Olay şöyle gerçekleşmiştir:
Urve, Muhammed b. Ka'b
el-Kurazî ve başkalarından rivayet etmiştir.
Onlar, derler ki:
Kureyş, Ahzâb yılı
Medine'ye hücum etmek üzere yola çıktığında, Medine yakınlarındaki Ruma denilen
kuyu yanında konaklamıştı. Başlarında Ebu Süfyan bulunuyordu. Gatafân kabilesi
ise, gelip Uhud dağının yanındaki Nakma denilen yere yerleştiler.
Durumu haber alan Hz.
Peygamber (s.a.s.), derhal Medine'nin etrafına hendekler kazdırdı. Hendeklerin
kazılmasında, müslümanlarla birlikte Hz. Peygamber (s.a.s.) de bizzat çalıştı.
Münafıklar ise, işi ağırdan alıp çok az bir iş görüyorlar, fırsat bulur bulmaz,
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in haberi olmadan derhal oradan sıvışıp evlerine kaçmaya
ba-. kıyorlardı.
Müslümanlardan biri
ise, derhal yerine getirilmesi gereken zarurî bir ihtiyacı olduğu zaman durumu
derhal, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e bildirip O'ndan izin istiyordu. Hz. Peygamber
(s.a.s.)'de, ona izin veriyordu. O da, ihtiyacını giderir, gidermez, tekrar
yerine geri dönüyordu.[47]
Bu olaydan da açıkça
anlaşıldığı gibi, gerçekten iman edenler, imanın gereği olan itaati, yani salih
ameli, yani doğru eylemi, yerine getiriyorlardı.
Allah'a ve Rasulü
(s.a.s.)'e iman konusunda zikredilen ayet-i kerimelerden dolayı ümmetin
imamlarından imam Şafiî (rh.a.) şöyle diyor:
"Bu ayetlerde
Allah, imanın tam olarak vücud bulmasını, önce Allah'a sonra da Peygamberi'ne
imana bağlamıştır. Öteki işler ise, buna tabidir.
Bir kul, Allah'a iman
etse ve Peygamberi'ne inanmazsa, onun için imanın kemali, O'nunla birlikte
Peygamberi'ne inanmadıkça, asla söz konusu olmaz.
Allah'ın elçisi de,
iman açısından denediği herkes hakkında işte bu esası koymuştur. [48]
Tevhid üzere olan
katıksız İman, itaati gerektirir. İ-man, itaattan, itaat imandan ayrılmaz...
Kendisine itaat edilmeyen iman, boş bir iddiadan ibaret kaldığı gibi, imansız
itaat da, söz konusu olamaz... Bu tesbit, amel, imandan bir cüzdür mânâsına
gelmez... Yalnızca iman-itaat ilişkisi vurgulanılmak istenmiştir... İman,
kalbe yerleştikten ve kalb, şirkten, küfürden ve nifaktan tamamıyla temizlenip
yalnız ve yalnız katıksız imana mekân olduktan sonra, vücudun azalarını imanın
gereği doğrultusunda yönlendirir... Böylelikle vücudun organları, imanla dolu
kalbin emrinde harekete geçerler... Bu vücudun sahibi olan muvahhid mü'min
şahsiyet, gerek Sözleriyle, gerekse hareketleriyle iman sahibi olduğunu ortaya
koyar... Çünkü gerek dili, gerekse hâli, kalbini ihata eden imanın emrine girmiş
ve imanın gereğini yaptıkları için iman, onlara sirayet etmiştir.
Yeri gelmiş iken,
konuyu bir örnek ile açıklayalım.
Yegane Rabbimiz Allah
(c.c.) şöyle buyurur:
"Kim, imandan
sonra Allah'a (karşı) küfre sapıp da -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu hâlde
baskı altında zorlanan hariç küfre göğüs açarsa, iste onların üstünde
Al-lah'dan bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır.[49]
"îkrah-ı
Mulci'"yi beyan buyuran bu ayet-i kerimenin esbâb-ı nüzulü şu olaydır:
îbn Abbas (r.a.)'m
rivayetine göre bu ayet, Ammar b. Yasir hakkında inmiştir. Müşrikler, O'nu,
babası Yasir'i, annesi Sümeyye'yi, Suheyb'i, Bilal'ı, Habbab'ı ve Salim'i yakalayıp
kendilerine işkence yapmışlardı.
Sümeyye'ye gelince, O,
iki deveye bağlanıp önünden mizraklandı. O'na, müşrikler tarafından:
Sen, erkekler için
müslüman oldun, diye iftira olundu ve nihayet Öldürüldü.
Kocası Yasir de
öldürüldü. Onlar, İslâm uğrunda öldürülen ilk şehidlerdir.
Ammar'a gelince, O,
müşriklerin istediklerini zorbalıkla, sadece diliyle onlara söyledi. Bu yüzden
Rasulullah (s.a.s.)'e , Ammar1 in inkâr ettiği haberi verildi.
O ise:
"Hayır, muhakkak
ki, Ammar, tepeden tırnağa kadar iman doludur. İman, O'nun etine, kanına
karışmıştır." buyurdu.
Nihayet Ammar, ağlar
bir vaziyette Rasuluİlah (s.a.s.)'e geldi. Rasuluflah (s.a.s.), O'nun
gözyaşlarını siliyor ve şöyle buyuruyordu:
"Eğer onlar, sana
yine işkence yaparlarsa, demiş olduğun bu sözü, tekrar de."
Derken Allah Teâlâ, bu
ayeti indirdi. [50]
Bu, böyledir!... Kalbi
ihata eden katıksız imanın vücudun organlarına sirayet etmesi böyledir...
Ammar b. Yasir (r.anhuma)'nın imam gibi bir iman...
İşte bu İmam sahibi
muvahhid mü'minler, imanın gereği olan salih ameli işler ve onu bir davranış
biçimi olarak ortaya koyar... Ammar b. Yasir (Allah, O'ndan, annesinden ve
babasından razı olsun) gibi iman, tepeden tırnağa bütün vücudu ihata eder, kana
ve ete karışacak olursa, o zaman kâmil mânâda muvahhid mü'min şahsiyet ortaya
çıkar...
Muvahhid aileyi
oluştururken, bu ailenin her muvahhid mü'min ferdi, bu akideyi korumalı,
böylece inanmalı ve salih amel olarak yaşamalıdır... Bu arada amelden dolayı
ortaya çıkan noksanlıkları da, birbirlerine iyiliği emrederek, kötülüklerden
sakındırarak gidermeye çalışmalıdırlar...
İman, itaat ister,
imanın gereği itaattir dedik... Bu itaat, yegane Rabbimiz Allah'adır... Bu
itaat, Allah'dan sonra Önderimiz Rasululİah (s.a.s.)edir... Yani Kur'ân'a ve
Sün-net'edir...
Yegane Rabbimiz
Allah'a ve yegane önderimiz Rasululİah (s.a.s.)'e katıksız imanın gereği olan
tam itaatin olması konusunda Rabbimiz Allah'ın Kitabı ve muvahhid müzminlerin
temel yasası, hayat düsturumuz Kur'ân-ı Kerim'e müracaat ettiğimizde, bir çok
ayet-i kerimede Rabbimiz Allah, bu itaati bizlere emrediyor....
İşte bu ayet-i
kerimelerin bazıları:
"Allah'a ve
Rasulü'ne itaat edin ki, merhamet olunası.[51]
"Ey iman edenler,
Allah'a ve Rasulüne itaat edin. Siz de, işitiyorken, O'ndan yüz çevirmeyin.
Ve: Biz işittik,
dedikleri hâlde, gerçekte işitmeyenler gibi olmayın. [52]
"Allah'a itaat
edin, Rasulüne de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki,
elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.[53]
"Allah'a ve
Rasulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşirsınız,
gücünüz gider. Sabredin, şübhesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. [54]
"Ey iman edenler,
Allah'a itaat edin, Rasul'e itaat edin ve kendi amellerinizi geçersiz kılmayın. [55]
"Ey iman edenler,
Allah'a itaat edin, Rasul'e itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de
(itaat edin). Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu, Allah'a ve
Rasulüne döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı
ve sonuç bakımından daha güzeldir. [56]
Bu ayet-i kerime'nin
esbâb-i nüzûiü üzerinde durulmasında fayda görüyoruz. Çünkü Allah'a ve
Rasululİah (s.a.s.)'e iman ederek itaat eden muvahhid mü'minler, ancak
kendileri gibi iman ve itaat sahibi olan emir sahihlerinin Allah'ın dinine
uygun, yani Kur'ân ve Sünnet'e uygun emirlerine itaat ederler... Allah'a ve
Rasulullah'a isyan konusunda hiç bir emir sahibinin emri dinlenilmez ve itaat
edilmez!..
Abdullah İbn Abbas
(r.anhuma):
"Ey iman edenler,
Allah'a itaat edin, Rasul'e itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de [57]
ayeti, o zaman peygamber'in kendisini bir seriyyede (askerî birlikte) kumandan
yaparak, gönderdiği Abdullah İbn Huzafe îbn Kays İbn Adiyy hakkında indi,
demiştir. [58]
Ali b. Ebi Talib
(r.a.) şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.s.),
bir seriyye gönderdi de, başlarına Ensar'dan bir adamı kumandan tâyin etti ve
askerlere, kumandanlarına itaat emretti. Yolda Kumandan maiyyetine öfkelendi
de:
Peygamber (s.a.s.),
bana itaat etmenizi emretmiş değil mi? dedi.
Askerler:
Evet, emretti!,
dediler.
Kumandan:
Kat'î olarak size
emrettim ki, muhakkak odun toplayacaksınız ve bir ateş yakacaksınız, sonra da
ateşin içine gireceksiniz, dedi.
Sahabîler, odun
topladılar, bir ateş yaktılar. (Bazısı) ateşin içine girmeyi kasdettikleri
zaman, bir kısmı, diğer bir kısmına bakmaya ve:
Bizler, Peygamber'e
ancak ateşten kaçmak İçin tabi olmuşuzdur. Böyle iken şimdi biz, bu ateşe girer
miyiz?, dedi.
Onlar, böyle konuşma
yaptıkları sırada ateşin alevi söndü ve kumandanın da öfkesi sakinleşti. Sonra
bu vak'a Peygamber (s.a.s.)'e zikrolununca, Peygamber (s.a.s.):
"Eğer mücahidler
bu ateşe girselerdi, ebediyyen ondan dışarı çıkamazlardı. Çünkü amire itaat,
ancak mâkul ve meşru olan emirler hakkındadır." buyurdu.[59]
Yetkili emir
sahihleri, İslâm'a tabi oldukları müddetçe, Allah'a ve Rasulullah (s.a.s.)'e
itaat ettikleri müddetçe ve yaptırmak
istedikleri işler de, İslâm'a
uygun olduğu, yani ma'kul ve meşru olduğu müddetçe emirlerine İtaat edilir...
Aksi olursa reddolunur...
Ali b. Ebi Talib
(r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.),
şöyle buyurdu:
"(Allah'a)
masîyyet hakkında kula itaat yoktur. İtaat, ancak ma'rufta (ma'kul ve meşru
olan emirler hakkındadır.[60]
Ümmet bir birlik
içinde İslâm bayrağının gölgesinde, İslâm Devletinin başında mü'minlerin
halifesi olduğu, yani yönetim İslâmî, yönetenler İslâm'la yönettikleri bir
dönemde nasıl davranılması gerektiğini bize Önderimiz Rasuİullah (s.a.s.)
öğretmiştir!...
Abdullah b. Ömer
(r.anhuma)'nm rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Devlet
amirlerinin, sevdiği yahud sevmediği hususlardaki emirlerini dinlemek ve
ma'siyyetle emrolunmadıkça itaat ve icabet etmek , müslim kişi üzerine vacib
bir haktır. Ma'siyyetle emrolunduğu zaman da, dinlemek ve boyun eğmek yoktur. [61]
Hakimiyetin kayıtsız
ve şartsız Allah'a aid olduğu, İslâm'ın hakim, mü'min müslümaniarın iktidar
olduğu, müs-lümanların beş emniyetinin, yani din, can, mai, akıl ve nesil
emniyetinin sağlandığı "Daru'l-İslâm"da durum bu iken, ya işgal
altındaki İslâm topraklarında hakimiyet tağutların, iktidar mürtedlerin,
gayr-ı müslimler egemen, müslümanlar mahkûm olduğunda durum, ona göre
değerlendirilmelidir...
Yine Önder Rasulullah
(s.a.s.)'e itaat konusunda Rab-bimiz Alİah (c.c.) şöyle buyurur:
"Hayır, öyle
değil, Rabbine andolsun, aralarında çeliştikleri şeylerde seni hakem kılıp
sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı bulunmaksızın, tam bir
teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.[62]
Muvahhid mü'minler,
Allah'ın emri üzere önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'a tam teslim olmuş ve O'nun
verdiği hükme razı olmuşken, müslüman görümünde onların durumu ise şöyledir:
"Onlara:
'Allah'ın indirdiğine ve Rasul'e gelin denildiğinde, o münafıkların senden
kaçabildikçe kaçtıklarını görürsün. [63]
Allah'a ve Rasulullah
(s.a.s.)'e katıksız iman edip, imanlarından doİayı hiç bir şübheye düşmeyen ve
imanların gereği olan itaati gösterenler; yani salih amelde bulunanları şöyle
beyan buyuruyor Rabbimiz Allah:
"Kim, Allah'a ve
Rasul'e itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği
Peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır
onlar!. [64]
"Kim, Rasul'e
itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiştir. Kim de, yüz çevirirse, Biz,
seni onların üzerine koruyucu göndermedik. [65]
"Dinde zorlama
yoktur." Yani hiç bir gayr-i müslim; zor kullanarak İslâm Dini'ne
sokulamaz... Ona, İslâm zor ile kabul ettirilemez... En ince noktalarına kadar
veyahud onun ihtiyacı olanı, 'kafasına takılıp sorduğu şeyleri, Kur'ân'dan,
Sünnet'den, icmâdan ve kıyastan naklî, aklî ve mantıkî deliller getirilerek
izah edilir... Kabul etmek ve etmemekte serbesttir. Kabul ederse mü'min
müsiümanlarla kardeş olup aynı haklara sahib olur... Kabul etmezse, eğer İslâm
Devleti hâkim ise, "Daru'l-îslâm'"da zimmî olarak yaşayabilir... Eğer
gayr-ı İslâmî bir ortamda ise, meselâ Komünizm, Kapitalizm, Faşizmin, Laiklik
ve Demokrasinin hakim olduğu bir ülkede ise, kendisine İslâm tebliğ edilir ve
vicdanı ile başbaşa bırakılır... Zaman zaman kendisine İslâm hatırlatılır, yeni
yeni olaylar vesile kılınarak İslâmî çözümler anlatılır ve hidayeti için dua
edilir...
Bu, gayr-ı müslimler
için böyledir... Gayr-ı müslim denilince, aklımıza yalnız Yahudî ve
Hristiyanlar gelmemeli... Yahudî ve Hristiyanlar, Ehl-i Kİtab olan gayr-ı
müs-Iimlerdir. Bir de, Ehî-i Kitab olmayan gayr-ı müslimler vardır..:
Komünistler, Faşistler, Kapitalistler, Liberalistler, Nasyonalistler, Laikler
ve Demokratlar gibi, İslâm'ı hayat niza-mı kabul etmeyenler de, gayr-ı
müslimlerdir... Yegane Rabbimiz Allah'ı, yegane kanun koyucu kabul
etmeyenlerdir bunlar... Kur'ân-ı Kerim'i hayatî hiç bir meseleye karıştırmaz ve
karıştırılmasını yasak ederler... Allah'ın emirlerini, yani kanunlarını, yani
Kur'ân-ı Kerim'i, Rasulullah (s.a.s.)'ın Sünnetini, siyasete, ekonomiye, hukuka
ve sosyal meselelere m.dahİl etmezler... Kitab ve Sünnet'i, bunların dışında tutarlar...
Ayrıca Kur'ân ve Sünnet'i siyasete, ekonomiye, hukuka ve sosyal meselelere
müdahil etmek isteyen muvahhid mü'minlere de tağutî ve gayr-i İslâmî
devletlerinin düzenlerinin güvenliğini tehlikeye düşürücü eylemlerde bulunduğu
ve tehlikeli fikir kümelerini oluşturduğu için en ağır cezalar verir, işkenceye
tabi tutar ve yıllarca zindana atarlar... Bundan dolayı gayr-ı müslim
kavramını iyi kavramak, tahlil edip yerinde kullanmak gerekir...
İnsanlar, Allah'ı
Rabb, Rasulullah (s.a.s.)'ı Önder Peygamber, İslâm'ı din ve Kur'ân'i temel
yasa, yani hayat düsturu olarak kabul edip bunların aleyhine bir suç
işlemediği ve akide konusunda aykırı davranmadığı sürece müslüman olmuş ve
ümmetin bir parçası hâline gelmiştir...
İslâm'ı kabul etmesi
ve müslüman olma konusunda zorlanmaya, kişiler, müslüman olduktan sonra imanın
ve dinin gereği olan vazifeleri yapma konusunda zorlanırlar... Yani emr-i
bi'1-maruf ve nehy-i ani'l münker yapılır... Gerek iman konusunda, gerekse amel
konusunda hataları giderilir, noksanlıklarını tamamlaması için yardımcı
olunur... Allah ve Rasulü (s.a.s.)'ın emirleri doğrultusunda hareket etmesi
sağlanır... Böyle davranmak, her muvahhid mü'minin üzerine ertelenmesi mümkün
olmayan anın vacibidir...
Rabbimiz Alİah (c.c),
şöyle buyurur:
"Allah ve Rasulü,
bir işe hükmettiği zaman, mü'min olan bir erkek ve mü'min olan bir kadın için o
işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim, Allah'a ve Rasu-lü'ne
isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.[66]
Mü'min müslüman
olduktan sonra, Allah ve Rasulul-lah (s.a.s.)'ın emirlerine tabi olmak
mecburiyeti gündeme girer...
Tağutî ve gayr-i
İslâmî düzenlerde belli bir yaşa gelmiş erkek vatandaşlar askere almıyor.
İsteyerek veya istemeyerek, askere giden vatandaşlar kışlanın nizamiye kapısından
içeri girip teslim olduktan sonra, kıhk-kıy af etinden, yemesi-içmesinden,
yatması-kalkmasından ve günlük tüm hareketlerinden dolayı belli bir düzene tabi
olmak mecburiyetindedir... Tağutî ve gayr-i
islamî ordunun kendisine has kanunları ve tüzükleri vardır... Kışlaya
gidip teslim olan her vatandaş, bu kanunlara ve tüzüklere uymak mecburiyetindedir...
Uymayanlar için gerekli cezaî müeyyide uygulanır... Askere gitmeden önce veya
askerlikten sonraki sivil hayatta, askerî kanunlar ve tüzükler vatandaşları
enterese etmez, amma asker olur olmaz, bu kanun ve tüzüklere uymak zorunluluğu
vardır. Asker olmadıkça , kimse kendisini bu kanun ve tüzüklere uymaya
zorlamaz, fakat asker olunca, ya u-yar, ya da uydurulur... "Ben, asker
olurum, amma askerî kanun ve tüzüklere uymam, gönlümün ve keyfimin istediği
gibi hareket ederim. Kimse benim kılık ve kıyafetime , yeme ve içmeme, yatma ve
kalkmama, hâl ve hareketime karışamaz.... vs.....vs..." denilebilir mi
veya diyenler var mıdır?
Bu, böyledir!...
Tevhid akidesine iman
etmiş ve İslâm'a teslim olup muvahhid mü'min müslümanlarm mekânı olan İslâm
kışlasının nizamiye kapısından içeri girenler, bu mekânın kanun ve tüzüklerine
uymak mecburiyetindedirler... Yani Kur'ân ve Sünnet'e tabi olmak
zorundadırlar... Bu mekâna girip ümmetin bir ferdî olup mü'min müslümanlarla
kardeş olanlar, kendi keyiflerinin, yani nefs-i emmarelerinin, heva-u heveslerinin
istediği şekilde hareket edemezler... Onlar, bu arzularını, Alİah ve
Rasulullah (s.a.s.)'ın, yani Kitab ve Sün-net'in emrine tabi kılarlar. Bu tür
davranış onların, imanlarının gereğidir... Gerçekten katıksız iman eden bir
kişinin teslimiyetidir bu!.. Aksine davranıyorsa, iman noktasında tehlikeli
bir konuma ve amel noktasında iflas etmiş bir duruma düşer...
Ebu Muhammed Abdullah
b. Amr b. el-Âs (r.anhu-ma)'nın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Sizden
hiçbiriniz, arzulan benim (Allah katından) getirip tebliğ ettiğim dine
uymadıkça mü'min olmuş olmazsınız..[67]
Rabbimiz Allah, şöyle
buyurur:
"Aralarında
hükmetmeleri için onlar, Allah'a ve Rasu-lüne çağrıldıkları zaman, onlardan bir
grup yüz çevirir.
Eğer hak onların
lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler.
Bunların kalblerinde
hastalık mı var? yoksa kuşkuya mı kapıldilar? Yoksa Allah'ın ve Rasulünün
kendilerine karşı haksızlık yapacaklarından mı korkmaktadırlar? Hayır, onlar,
zalim olanlardır.
Aralarında hükmetmesi
için Allah'a ve Rasulüne çağrıldıkları zaman, mü'min olanların sözü:
"İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha kavuşan bunlardır.
Kim, Allah'a ve
Rasulü'ne itaat ederse ve Allah'dan korkup O'ndan sakınırsa, işte kurtuluşa ve
mutluluğa erenler bunlardır.[68]
Ümmetin mutlak müctehid
imamlarından İmam Şafiî (rh.a), bu konuda şunları beyan eder:
"Bu ayette Alİah,
insanlara şunu bildirmiştir:
Onların aralarında
hükmetmesi için Hz. Peygamber'e çağrılmaları, Allah'ın hükmüne çağrılmaları
demektir. Çünkü aralarında hüküm veren Hz. Peygamber'dir. Onlar, Hz.
Peygamber'in hükmünü kabul ederken, onu Allah'ın farzına uyarak kabul
etmişlerdir.
Yine Allah, onlara
bildirmiştir ki, Peygamber'in hükmü, O'nun hükmü demektir. Çünkü Alİah,
Peygamber'in hükmüne uymayı farz kılmış, ezelî ilminde geçtiği üzere, O'nu
ma'sum ve muvaffak kılmakla mutluluğa erdirmiş, O'nun, insanları doğru yola
ilettiğine ve kendi emrine uyduğuna tanıklık etmiştir.
Böylece Allah,
kullarını Peygamber'e itaate mecbur ederek ve onlara, O'na itaatin kendisine
itaat olduğunu bildirerek, farzını pekiştirmiştir.
Kısaca, Alİah,
insanlara hem kendi emrine, hem de Peygamberinin emrine uymalarım farz
kıldığım, Peygamberine itaatin kendisine itaat olduğunu bildirmiştir. Sonra da
yüce Allah, Peygamberinin de kendi emrine uymasının farz olduğunu bildirmiştir. [69]
Yegane Rabbimiz Allah
(c.c.) şöyle buyurur:
"Ey iman edenler,
size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Rasulüne icabet
edin. Ve bilin ki, muhakkak Alİah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz,
gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız[70]
Bu ayet-i kerimedeki
emrin Asrı Saadet'teki uygulanması ve tüm zamanlarda aynı şekilde
uygulanmasının gereği için bir örnek verelim.
Ebu Said İbnu'l-Mualla
(r.a.) şöyle demiştir:
Ben, namaz kılıyordum.
Rasulullah, bana uğradı ve beni çağırdı. Ben, namazı bitirinceye kadar O'nun
yanma girmedim, Ondan sonra yanma gittim.
Rasulullah (s.a.s.):
"Senin gelmenden,
seni men'eden nedir? Allah: "Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere
sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Rasulüne icabet edin" buyurmadı mı?"
dedi.
Sonra Rasulullah,
bana:
"Sen, bu
mescidden çıkmadan önce, sana muhakkak Kur'ân'daki en büyük sûreyi
Öğreteceğim." buyurdu.
Rasulullah, mescidden
çıkmağa davrandığı zaman ben, kendisine va'dettiği şeyi hatırlattım.
Ve Muaz İbn Ebu Muaz,
şöyle dedi:
Bize, Şu'be, Habib'den
tahdis etti ki, O, Hafs'dan i-şitmiştir. O da, Peygamber'in Sahabîlerinden bir
adam olan Ebu Said'den bu hadisi işitmiştir...
Ve Rasulullah
(s.a.s.):
"O sûre,
El-Hamdulillâhi Rabbi'l-âlemin'dir. Namazda tekrar edilen yedi ayettir"
buyurdu. [71]
Muvahhid mü'minler,
yeryüzünün hangi bölgesinde olurlarsa olsunlar, hangi ırka, hangi renge ve
hangi dile mensub olurlarsa olsunlar, bir milletin ve bir ümmetin fertleri
olup hepsi kardeştirler... Yeryüzünün varisleri olan muvahhid mü'minler, hangi
bölgede ve hangi konumda olurlarsa olsunlar, kısaca izah edilen bu Tevhtd
akidine, bu katıksız imana sahib olmalı ve onu çok sıkı bir şekilde korumalıdırlar...
Köylüsünden
şehirlisine, yani bedevisinden Medenîsine, tahsillisinden tahsilsizine,
erkeğinden kadınına, gencinden ihtiyarına, fakirinden zenginine, yani
yedisinden yetmişine kadar bütün Müslümanlar, tağutu, her şeyiyle reddederek,
katıksız imanı kalbe yerleştirip gereği olan salih ameli işlemelidirler...
Bütün İslâm Milleti ve
Rasulullah (s.a.s.) ümmeti, gönül gönüle, elele ve omuz omuza olmaları
gerekir... Yeryüzünün varisleri olan musahhid mü'minler, yeryüzünden fitneyi
ve fitnecileri giderip Allah'ın dinini hakim kılmalıdırlar. Bu, onların
ertelenmez, vazgeçilmez vazifesidir...[72]
Bu vazife
yapılmayınca, şu ilâhî tehditte karşı karşıya kalınır ve toplumsal ceza
hakkedilmiş olur:
"Ve sizlerden
yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup sakının.
Bilin ki, gerçekten Allah, (ceza ile)
sonuçlandırması pek şiddetli olandır. [73]
[1] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.13 Hds.23
[2] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.4I, Hds.144.
[3] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-İman, B.17, Hds.19 Sahih-i M
slim, Kitabu'1-İman, B.36, Hds.135. Sünen-i Neseî, Kitabu'l-Cihad, B.17, Hds.
3115-3116. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu'l-Cihad, B.22, Hds. 1709 Sünen-i
Dârimî, Kitabil-Cihad, B. 4, Hds. 2398.
[4] Sünen-i Dârîmî, Kitabu'r-Rikak, B.28, Hds. 2742.
[5] Sünen-i îbn Mâce, Mukaddime, B.9, Hbr. 61.
[6] Muhammed, 47/19.
[7] Hucurât,49/14.
[8] Asr, 103/1-2-3.
[9] Bakara, 2/260
[10] Hazret-i Emir Ali İbn Ebi Talib, Nehcu'l-Belâga, çev.
Abdulbakî Gölpınarh, Kum, 1989, Sh.402.
Not: Bu hikmetli söz
için Aliyyü'1-Karî (rh.a) şöyle diyor:
"Bu, hadis
değildir. Kuşeyrî'nin Risalesi'nde anlattığına göre Amir b. Abdullah'ın
sözüdür. Meşhur olan Hazret-i Ali'nin sözüdür. Bunu, mahallinde
açıkladık."
Aliyyü'I-Karî, Zayıf Hadisleri Öğrenme Metodu, çev. Ahmed Serdaroğlu,
İst. 1986, Sh.98.
[11] Âl-i İmrân, 3/189-190-191.
[12] Ayetler için bkz. Bakara, 2/107, Tevbe, 9/116, Nur,
24/42, Fur-kan, 25/2, Zümer, 29/44, Şura, 42/49, Câsiye, 45/27, Fetih, 48/14.
[13] Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca)
O'nundur. Âlemlerin Rabbi olan Alİah, ne yücedir." A'raf, 7/54.
[14] Ebu Hüreyre (r.a.)'dan
Rasulullah (s.a.s. Bir
Arabîntn sorusuna cevab olarak):
"Emanet, zayi
edildiği zaman kıyameti bekle" buyurdu.
Arabî
Emaneti zayi etmek
nasıl olur ya Rasulullah? diye tekrar sorunca: "îş, ehli olmayan kimseye
havale edilip dayandırıldığı zaman kıyameti bekle!" buyurdu.
Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B.35, Hds.83.
[15] Mülk, 67/1-4.
[16] Âl-Ümrân, 3/192-193-194.
[17] Hüküm yalnızca Allah'ındır. O, kendisinden başkasına
kulluk e -memenizi emretmiştir. Dosdoğru din, iste budur^Ancakp mezler."
Yûsuf, 12/40 ve 67. Ayrıca bkz. Kasas, 28/88. Enam, 6/62 ve 57.
[18] Zariyat, 51/56.
[19] Bkz. Ahzâb, 33/21.
[20] En'am, 6/162-163-164.
[21] Zuhruf, 43/84-85.
[22] Ra'd, 13/16.
[23] Kehf, 18/26.
[24] Nisa. 4/116 ve 48.
[25] Rum, 30/30-31.
[26] Zümer, 39/17-18.
[27] Değerli İslâm ulemâsından müfessir Ebu Cafer Muhammet!
bin Cerir et-Taberî (rh.a), Tağut kavramı için şöyle diyor:
"Allah'ın
indirdiği hükümlerin karşısına dikilen, ayaklanan, Allah'ın emirlerine mukabil
yeni hükümler icad eden her varlık, Allah'dan başka İtaat edilmesi İstenen
herhangi bir şey, ister bilerek, isteyerek itaat etsinler, uysunlar; isterse
zorla, tehditle boyun eğsinler, her iki hâlde de, bu uyulan ve itaat edilen
şey, Tağuttur. Bu nesnenin, insan olmasının, şeytan olmasının, put olmasının,
yahud da bunlardan başka.herhangi bir şey olmasının ehemmiyeti yoktur."
İbn Cerir et-Taberî,
Camiu'l-Beyan Fi Tefsiri'1-Kur'ân, Mısır, 1324, C3, Sh. 13.
Türkçe Tercemesi: Taberi Tefsiri, çev. Kerim Aytekin. Hasan Karakaya,
İst. 1996, C.2, Sh. 115.
[28] Ahzâb, 33/41-42-43.
[29] Sahih-i M.slim, Kitabu'l-İmare, B.l, Hds. 1 -Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-İman, B.37,
Hds.43. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-İman, B.4, Hds. 2738. Sünen-i Ebu Davud,
Kitabu's-Sünnet. B 17 . llds. 4695. Sünen-i Neseî, Kitabu'i-İman, B.5, Hds.
4957. Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime, B.9, Hds. 63.
[30] Sahıh-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.46,
Hds.71. Sahıh-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.10, Hds. 48-49-50. Sunen-i İbn Mâce,
Kitabu'z-Zühd, B.35, Hds. 4296.
[31] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-İman, B.8, Hds. 9. B.13,
Hds.14
Kitabu'1-Edeb, B.42,
Hds.70. Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.I5, Hds. 67-68. Not: İmam Müslim'in
kaydında şu ziyade vardır: ("Küfre dönmekten" ifadesi yerine),
"Yahudi ve Hristiyan olmağa dönmekten" demiştir.
Hadis 68'in devamında,
numarasız.
Sünen-i Neseî,
Kitabu'1-İman, B.2 Hds. 4954-B.3 Hds. 4955- B.4,
Hds. 4956.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-İman, B.10. Hds.2759.
[32] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.ll, Hds.56.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-İman, B.10, Hds. 2758.
[33] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-îmare, B.31,,Hds.ll6. Sünen-i
Ebu Davud, Kitabu'1-Vitr, B.26, Hds. 1529 Sünen-i Neseî Kitabu'l-Cihad, B.18,
Hds. 3117.
[34] Nahl, 16/36.
[35] Bakara, 2/256.
[36] Sahih-i Buharı Kitabu'1-îman, B.7, Hds. 8 ve 7.
Sahih-i Müslim, Kitabu'1-tman, B.İ6, Hds. 69-70. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman,
B.19, Hds. 4980-4982. Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime, B.9, Hds. 67. Sünen-i
Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.29, Hds. 2744.
[37] Bakara, 2/165
[38] ÂMİmrân, 3/31-32.
[39] Hucurât, 49/15
[40] Muhammed b. İdris eş-Şâfiî, Er-Risale, çev. Prof. Dr.
Abdulkadİr Şener-Prof. Dr. İbrahim Çalışkan, Ank. 1996, Sh.49, Md.236.
[41] Nisa, 4/136.
[42] Tağebûn, 64/8.
[43] A'raf, 7/158.
[44] Fetih, 48/8-9.
[45] Fetih, 48/13.
[46] Nur, 24/62.
[47] Abdulfettah El-Kadî, Esbâb-ı Nüzul, çev. Doç. Dr.
Salih Akdemir, Ank. 1986, Sh.284-285.
[48] Muhammed b. İdris eş-Şâfiî, er-Risale, Sh. 49, Md.
239-241.
[49] NahI, 16/106.
[50] İmam Ebu'l-Hasen Ali bin Ahmed El-Vahidî, Esbâb-ı
NüzOl çev. Dr. Necati Tetik-Necdet Çağıl, Erzurum, T.Y. Sh.312.
Elmalı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İst. T.Y. (Yenda Yayınları)
C.5, Sh.291.
Sünen-i Neseî,
Kitabu'1-İman, B. 17, Hds, 4974.
[51] Âl-iîmrân,3/l?".
[52] Enföl, 8/21-22.
[53] Mâide, 5/92.
[54] Enfal, 8/46.
[55] Muhammed, 47/33.
[56] Nisa, 4/59.
[57] Nisa, 4/59
[58] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.83, Hbr. 106.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.8, Hbr. 31. Sünen-i Ebû Davud,
Kitabu'l-Cihad, B.87, Hbr. 2624. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-Biat, B.28, Hbr, 4176.
El-Vahidî, A.g.e. Sh. 166.
Abdulfettal El-Kadî, A.g.e. Sh.115.
[59] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Ahkam, B.4, Hds.9.
Sahih-i Müslim,
Kitabu'l-İmare, B.8, Hds. 39-40.
Sünen-i Ebu Davud,
Kitabu'l-Cihad, B.87, Hds. 2625.
Sünen-i Neseî,
Kitabu'1-Biat, B.34, Hds. 4187.
Sünen-i İbn Mâce,
Kitabu'İ-Cihad, B.40, Hds. 2863.
Not: İbn Mâce'nİn
kaydına göre, kumandanda şaka etme huyu var-
Abdulfettah El-Kadî. A.g.e. Sh.115.
[60] Sahih-i Buhârî, Kİtabu Ahbari'l-Ahadî, B.l, Hds. 12.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.87, Hds. 39. Sünen-i İbn Mâce,
Kitabu'l-Cihad, B.40, Hds. 2863-2864.
[61] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Ahkam, B.4, Hds. 8. Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-İmare, B.8, Hds. 38. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.87,
Hds. 2626. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu'l-Cihad, B.40, Hds. 2864. Sünen-i Neseî,
Kitabu'1-Biat, B.34, Hds. 4188. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Cihad, B.29, Hds.
1759.
[62] Nisa, 4/65
[63] Nisa, 4/61.
[64] Nisa, 4/69.
[65] Nİsâ, 4/80,
[66] Ahzâb, 33/36
[67] İmam Nevevî, Kırk Hadis, Hds. 41.
Hatib-ı Tebrizî, Mişkâtu'l-Mesabîh,
Kitabu'1-İman, B.5, Fasıl. 2, Hds. 167 (28)
İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, çev. Dr. Bekir Karlığa ve
Dr. Bedrettin Çerirer, İst. 1984, c.4, sh. 1751.
[68] Nur, 24/48-52.
[69] Muhammed b. İdris eş-Şâfiî, Er-Risale, Sh. 56-57, Md. 278-281
[70] Enfal, 8/24.
[71] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.130, Hds. 168.
[72] Bkz. Bakara, 2/193 ve Enfâl, 8/39.
[73] Enffîl, 8/25.