"Ey. iman
edenler, kendinizi ve yakınlarınızı (ehlinizi) ateşten koruyun ki, onun yakıtı
insanlar ve taşlardır.[1]
Böyle buyurdu
âlemlerin yegane Rabbi Allah Teâlâ... Çünkü iman edenlerin her birileri, kendi
nefsini korumada, ehlini ve malını korumada birer çoban idiler... Muvahhid
mü'min çobanlar, imanlarını, dinlerini, canlarını, mallarım, akıllarını ve
nesillerini korumakla mükelleftirler... Vazifesinin şuurunda olan ve
sorumluluğunu idrak eden imanlı bir çoban, sürüsünü ve kendisini nasıl ki, her
türlü saldırıdan koruyorsa, muvahhid mü'minler de başlarında çoban oldukları
yakınlarını öylece, hatta daha titizlikle korumalıdırlar!... İmana, dine, ırza,
mala, nesle ve cana saldıran her türlü ideolojilerden, kültürlerden ve
vahşetten bu ulvî değerleri korumak, mü'min müsîümanlann üzerinde anın vacibi
olan bir vazifedir... Kendilerini ve sorumluluklarını yüklenmiş oldukları
diğer mü'minleri, bu din, can, mal, nesil ve akıl düşmanlarına karşı cihadı
hazırlamalı ve cihada kuşanmah-dırlar.
Yegane örneğimiz ve
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), ümmetinden olan mü'minleri çobana benzetiyor ve
vazifelerini hatırlatıyor...
Abdullah b. Ömer
(r.anhuma)'ın rivayetiyle dünyada da, ahirette de önderimiz Rasulullah
(s.a.s.), şöyle buyurur:
"Her birerleriniz
çoban ve herbirerleriniz sorumludur, "nam (Devlet başkanı) bir çobandır, o
da (yönettiklerinden) sorumludur. Erkek, kendi aile ferdleri üzerinde bir
çobandır, o da, bunlardan sorumludur. Kadın da, kocasının evi üzerinde bir
çobandır. O da, eli altındakilerden sorumludur. Köle de, efendisinin malı
üzerinde bir çobandır. O da, sorumludur. Dikkat edin! Her birerleriniz çoban
ve herb irerlerin iz sorumlusunuz.[2]
Muvahhid ailenin
kurucuları ve ailenin huzurunu te'min etmekle vazifeli olanlar, çoban
olduklarını ve sorumlu bulunduklarını hiç hatırdan çıkarmayacak, kulaklar
kirşte, parmak tetikte hazır kıta şuuruyla hareket edecektir!.. Hele hele
gayr-ı müslimlerin hakim, mü'min müslümanların mahkûm ve İslâm topraklan işgal
altında bulunan bu devrimizde, bu şuurlu harekete her zamankinden daha çok
ihtiyaç vardır!...
Bu, böyledir!...
Baba, anne ve dünyanın
çekici süsü olan çocuklarının arasındaki ilişki, ayetlerde şöyle beyan
buyrulmuştur... Rab-bimiz Allah, insandaki bu ruhî yapı için şöyle buyuruyor:
"Mal ve çocuklar,
dünya hayatının çekici süsüdür. Sürekli olan salih davranışlar ise, Rabbinin
katında sevab bakımından daha hayırlıdır. Umud etmek bakımından da daha
hayırlıdır. [3]
"İnsanlara,
kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma ve güzel atlar,
duvarlar ve ekinler, aşırı sevgi ile bağlanılan bu gibi şeyler çok ziynetli
(güze I /gösterişi i) gösterilmiştir. Halbuki bunlar, dünya hayatının bir
metaıdır. Varılacak yerin bütün güzelliği Allah'ın yanındadır.[4]
Dikkat edilecek
olunursa, ayet-i kerimelerde zikredilen, mal, çocuklar, kadınlar, oğullar,
altınlar, gümüşler, atlar, davarlar ve ekinler, geçici olan bu dünya hayatının
gereklerindendir... Nasıl ki, yaşamak için, suya, havaya ve ekmeğe ihtiyaç
varsa, gerek ferdî, gerekse toplumsal hayat için bu dünya hayatı için ayetlerde
sayılan nesnelere de ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçyarın vasat Ölçüde giderilmesi,
zaten Rabbimiz Allah'ın emridir... Rabbimizin bize yasak ettiği şey, geçici
dünya süsü olan bunlara, sanki onlardan hiç ay-nlmayacakmış gibi aşırı
bağlılıktır... Bunlara böyle aşırı bağlılığın getirdiği, Rabbimizin yanındaki
en hayırlı nimetleri unutturma felaketidir.
Bu dünya süslerine
eğilim, onlarla kalınacak ve ihtiyaç derecesinde olup o konudaki İslâmî ölçü
aşılmadıkça takdir edilecek bir durumdur... Eğer Allah'ın indindeki daha
hayırlı nimetler unutulur da, büsbütün geçici dünya süslerine gönül verilir ve
tamamen onlar için çalışılır, ahiret için bir hazırlık yapılmaz ise, işte zarar
noktası burasıdır...Yoksa kazanmak ve Alİah yolunda harcamak, niyet ve ameli
her zaman için emredilmiştir... Allah'ın emrettiği şekilde helâl yoldan
kazanan, israf etmeyen,cimri de olmayan ve ahiret hazırlığı için Allah yolunda
harcayan muvahhid mü'mine baha mı biçilir?.. Helâl mal ile salih mü'min insan
kadar birbirine yakışan daha ne vardır ki, bu geçici dünyada?!..
Bir muvahhid mü'min ve
muttaki erkek ile yine muvahhid mü'min ve muttaki olan kadın kadar birbirine
ihtiyach ve birbirine yakışıp da birbirini tamamlayan daha ne var ki?.. Böyle
bir anne ve babaya salih evlad yakışmaz mı?.. Böyle bir aileye helâlinden
kazanılmış, altınlar, gümüşler, atlar, davarlar, ekinler yakışmaz mı?.. Bu
malları helâlinden kazanan bu aile, bunları, Allah'ın ve Rasulullah (s.a.s.)'ın
emrettiği şekilde değerlendirip Allah yolunda sarfetmeleri övülmez mi? Ve
Rabbimiz Allah'ın razı olduğu durum, bu durum değil mi?..
Geçici dünya süsü olan,
evler, arabalar, şirketler, fabrikalar, yazlıklar, kışlıklar, süslü elbiseler
ve yığın yığın servetler, sadece dünya için elde edilir ve dünya zevk-u safâsı
için harcanır, haramdan kazanılır, israf yoluyla dağıtılır, binlerce mazlumunu
alın terleri sömürülürse, elbette bu hâl, felaketin tâ kendisi olur!... İşte
böyle bir durum, Rabbimiz Allah'ın , mü'min kullarına yasak ettiği durumdur...
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
"Bilin ki, dünya
hayatı ancak bir oyun (eğlence türünden), tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi
aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma tutkusudur.
Bir yağmur örneği gibi, onun bitirdiği ekin, ekincilerin (veya kâfirlerin)
hoşuna gitmiştir. Sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki, sapsarı kesilmiş sonra
o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise, şiddetli bir azab, Allah'dan bir
mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) da vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir
metadan başka bir şey değildir.[5]
Dünya hayatı, dünya
malı elde etmek ve yine dünya i-çin harcamak yolunda sarf edilirse, zarar üzere
zarar edilmiş olur... İşte bu hâl, bir oyalanma, bir oyun ve bir eğlencedir...
Ayet-i kerimede beyan edilen yağmur örneği gibi!... elbette muvahhid mü'minler,
bu olayın farkındadır ve geçici dünya hayatını, ebedî olan ahireti kazanmak
için sarf ederler... O zaman fanı olanı, bakîye çevirirler, yani geçici dünya
hayatı, ebedî ahirete dönüşmüş olur...
Kişiyi, dünya hayatına
bağlayan ve hata etmesine vesile olan şeylerden birisi de, yine ayetlerde
beyan edilen çocuklardır... Çocukların geleceği korkusu, insanı hatalara düşürür...
Onlar için çalışıp çırpınmak, onları besleyip büyütmek ve koruyup kollamak adma
hareket, ölçülü ve dengeli olmazsa insanı dünyalık yapar... Yalnız onlar
düşünülür, böylece dünyevîleşecek olursa, ahiret geri plana itilmiş o-lur...
Allah'ın rızası bir yana bırakılıp, ne olursa olsun "aman çocuklarım"
denilecek olursa, elbette kişiyi dünyaya bağlar, böylece eii-kolu bağlanmış
olur... Kazanç onİar için, masraf onlar için!... Bu konuda ifrata düşülmüş olunursa,
kişiyi bir çok hatalara sürükler... Allah'ın rızasını kaybeder, ahireti perişan
olur...
Bunun için Rabbimiz
Alİah (c.c.) şöyle buyurur:
"Ey iman edenler,
Allah'a ve Rasulü'ne ihanet etmeyin, bile bile emanetlerinize de ihanet
etmeyin.
Bilin ki, mallarınız
ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusu/aracıdır). Allah yanında
ise, büyük bir mükafat vardır.
Ey iman edenler,
AHah'dan korkup sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış
(furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah, büyük fazî sahibidir.[6]
Bu ayetleri daha iyi
anlamak için esbâb-ı nüzulüne bakmak faydalı olur... İman edenlerin, Alİah ve
Rasulü (s.a.s.)'e ihaneti nasıl olur? Ya emanetlerine bile bile ihanet etmek ne
demektir?..
Bunları anlayabilmek
için esbâb-ı nüzulüne bakmak gerek... Yani ayet, hangi sebebten dolayı
inmiştir... Bu sebebin kavranması, ayetin anlaşılmasını kolaylaştırır...
Bundan dolayı ayetlerin yorumlanmasından Önce esbâb-ı nüzulü varsa gündeme
gelmelidir... O konuda dünyada ve ahirette Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'in
herhangi bir beyanı varsa, ayet ona göre anlaşılmalıdır... Aynca bu konuda
uzman, işin ehli ulemânın görüşlerine de baş vurulmalıdır... Böyle bir çalışma,
Kur'ân-ı Kerim'i daha iyi anlamaya vesile olacaktır... E-ğer bunlar göz önünde
bulundurulmaz ise, Kur'ân-ı Kerim anlaşılmaz hâle getirilir... Her okuyan,
anladığını, kendi kanaatini sergileyecek ve ayette anlatılan işte budur diyecek
olursa, bu kargaşanın içinden nasıl çıkılacaktır?.. Kur'ân-ı Kerim'e, Kur'ân
ilimlerinden habersiz bir şekilde yaklaşmak ve üstelik böyle gafil bir hâl ile
ayetleri yorumlamak, felaketten başka ne olabilir?..
Şimdi ayetin esbâb-ı
nüzulüne bakalım. Bu ayet, Ensar'dan Ebu
Lübabe b. Abdu'l-Munzir hakkında nazil olmuştur.
Rasulullah (s.a.s.),
Beni Kurayza Yahudîlerini yirmi bir gece Kuşatma altında tuttu. Bunun üzerine
onlar, Beni Nadir Yahudîleri'nden olan kardeşlerinin yaptığı bir sulh ü-zerinde
anlaşma talebinde bulundular. Bu anlaşmaya göre onlar, Şam diyarından olan
Esriat ve Eriha'da bulunan kardeşlerinin yanına gideceklerdi. Fakat Rasulullah
(s.a.s.) onların bu isteklerine kabule yanaşmadı. Ancak Ensar'dan Sa'd b.
Muaz'ın kendileri hakkında hüküm vermesi için kalelerinden inmelerini şart
koştu. Fakat onlar, buna yanaşmadılar ve:
Bize, Ebu Lübabe'yi
gönder, dediler.
Zira bu Ebu Lübabe,
onlara nasihatta bulunan hoş ge-çimli, samimi bir hayırhahlarıydı. Çünkü Ebu
Lübabe'nin malı ve çoluk-çocuğu onların yanında bulunuyordu.
Rasulullah (s.a.s.)
de, O'nu gönderdi. Ebu Lübabe, Dnlara gelince kendisine dediler ki:
Ey Ebu Lübabe, senin
görüşün nedir? Sa'd b. Muaz'ın hakemliğine razı olup kalemizden inelim mi?
Ebu Lübabe, eliyle
boğazını işaret ederek, "O Sa'd'ın vereceği hüküm, boğazlanma demektir,
bunu yapmayın" demeye getirdi.
Ebu Lübabe, şunu demiştir:
Vallahi, ayaklarım
bulundukları yerden henüz ayrılmamıştı ki, ben, gerçekten Allah'a ve Rasulü'ne
hainlik ettiğimin farkına vardım.
işte bu ayet, Ebu
Lübabe hakkında inmiştir.
Bu ayet inince Ebu
Lübabe, kendisini mescidin direklerinden bir direğe bağladı ve:
Ölünceye, ya da Alİah
tevbemi kabul edinceye kadar vallahi, ne bir lokma yiyecek, ne de içecek
ağzıma koymayacağım, diye yemin etti.
Böylece hiç bir şey
yemeden yedi gün bu hâl üzere bekledi. Hatta baygın bir vaziyette yere yıkıldı.
Sonra Allah Teâlâ,
O'nun tevbesini kabul buyurdu.
Kendisine:
Ey Ebu Lübabe, tevben
gerçekten kabul buyruldu, denmesi üzerine:
Hayır, Vallahi,
iplerimi çözen Rasulullah'ın kendisi olmadıkça ben, kendi iplerimi
çözmeyeceğim, dedi.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.s.), kendisi gelip eliyle Ebu Lübabe'nin ipini çözdü. Sonra Ebu
Lübabe, dedi ki:
Tevbemin tam kabul
olması için, günaha bulaştığım kavmimin yurdunu terk edeceğim, malımdan,
mülkümden de sıyrılıp çıkacağım.
Bu söz üzerine
Rasulullah (s.a.s.):
"Malının
üçtebirini tasadduk etmen, senin için kâfidir." Buyurdu.[7]
Ebu Lübabe (r.a.)'ın,
malı, çoluk ve çocuğu, Alİah düşmanları, Rasulullah (s.a.s.) ve mü'min
müslümanların düşmanları olan Beni Kurayza Yahudîleri'nin yanında bulunması,
malının, çoluk-çocuğunun geleceği, bir an O'nu gaflete daldırıyor ve kendisini
büyük bir hatanın içine düşürüyor...
Rasulullah (s.a.s.) ve
mü'minlerin sırrını, bir anlık gaflet sonucu, küçük bir hareketle bile olsa
düşmanlara açiklamış oldu...
Katıksız iman sahibi
Ebu Lübabe (r.a.)!... Çünkü Rabbimiz Alİah, olayı beyan buyurduğu ayet-i kerime
de:
"Ey iman
edenler..." diye hitab buyurmuştur...
Evet, imanı sapasağlam
idi Ebu Lübabe (r.a.)'m... Böyle bir hata ettiğini anlayınca, kendi kendisini
cezalandırıyor ve can-u gönülden tevbe ediyor... O'nun bu samimiyeti, bu
ihlası ve bu tavrı tevbesinin kabulüne vesile oluyor... Ebu Lübabe (r.a.)'m bu
samimi ve ciddî tavrı, kıyamete kadar bütün mü'min müslümanlar için ders ve
ibret olmuştur... Düştüğü hatadan ve ihlas ile yaptığı tevbeden alınacak çok dersler
ve ibaretler vardır...
Mal ve evlad geçici
dünya süsü olduğu beyan edildi... Eğer onları, Allah yolunda ve İslâmî
ölçülerde değerlendirecek olur isek, ahiretimiz için faydalı olur... Allah
yolunda, Allah'ın rızasını kazanmak için değerlendirilen her şey, mü'min kulu
Allah'a yaklaştırır... Aksi hâlde kul, Allah'dan uzaklaşmış olur!..
Bunun için şöyle
buyurur Rabbimiz Allah:
"Bizim katımızda
sizi (Bize) yaklaştıracak olan, ne mallarınız, ne de evladlarmızdır. Ancak iman
edip salih a-mellerde bulunanlar başka. İşte onlar, onlar için yaptıklarına
karşılık olmak üzere, kat kat mükafat vardır ve onlar, yüksek köşklerinde güven
içindedirler.[8]
İman etmenin ve salih
amel işlemenin gereği, dünya süsü olan mal ve evlada ifrat derecesinde
bağlanmamak, onları birer emanet kabul edip ona göre değer vermektir... Bu
şekilde değerlendirilirse, yani malı helâl kazanıp Allah yolunda harcamak,
evladı İslâm terbiyesi üzere yetiştirip salih mü'minlerden olmasına vesile
olmak, iman ve salih a-melin gereğidir!..
Muvahhid mü'minler,
aile ortamını İslâm üzere ve dengeli bir hâle getirmelidirler... Ailede gerek
erkek, gerek kadın ve gerekse çocuklar, öyle yetiştirilmelidirler ki, Allah'ın
rızası, ümmetin maslahatı, her şeyden önce gelmelidir... Karşılaştıkları her
hangi bir olayı, bu bakış açısıyla değerlendirmelidirler... îşte böyle bir
değerlendirme ve itaat, aile ferdlerini birbirine yardımcılar kılacak, ailede
İslâm ü-zere birliğin oluşmasını sağlayacaktır... Aksi takdirde aile ferdleri
birbirilerine düşer ve birbirilerine ayakbağı olurlar... O zaman ailede
düşmanlık başlar...
Bu olayı beyan buyuran
Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:
"Ey iman edenler,
gerçek şu ki, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler için
(birer) düşmandırlar. Şu hâlde onlardan sakının. Yine de affeder, hoş görür
(kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Alİah,
bağışlayandır, esirgeyendir.[9]
Ayet-i kerime'nin
esbâb-ı nüzulüne baktığımızda şu olayla karşılaşıyoruz.
İbn Abbas (r.a.),
rivayet eder ki, adamın biri İbn Abbas'a:
"Ey iman edenler,
gerçek şu ki, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler için
(birer) düşmandırlar. Şu hâlde onlardan sakının..." ayetinin tefsirini
sordu. Ve bunun üzerine İbn Abbas, şöyle dedi:
Bunlar, Mekkelilerden
müslüman olan ve (Muhacir olarak) Rasulullah (s.a.s.)'e gelmek isteyen
kişilerdir ki, karıları ve çocukları, onları Rasulullah (s.a.s.)'e gelmeye bırakmak
istememişlerdir. Bilâhire Rasulullah'a geldikleri vakit, müslümanları dinde
Fıkıh (ilim) sahibleri olduklarını gördüler ve bu yüzden onları (eşlerini ve
çocuklarını), cezalandırmaya kalkıştılar.
Bunun üzerine Allah:
"Ey iman edenler,
gerçek şu ki, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler için
(birer) düşmandırlar. Şu hâlde onlardan sakının..." ayetini indirdi.[10]
Bu konuda, bir diğer
haber de şöyledir: Atâ b. Yesar, rivayet ederek şöyle demiştir: "Ey iman
edenler, gerçek şu ki, eşlerinizden ve çocuklarınızdan...." ayet-i
kerimesinden, sûrenin sonuna kadar olan ayetler hariç Tagabûn Sûresinin tamamı
Mekke'de nazil olmuştur. "Ey iman edenler...." ayet-i kerimesi, Afv
b. Malik el-Eşcaî hakkında nazil olmuştur.
Bu zat, çoluk-çocuk
sahibi idi. Gazveye (savaşa) çıkmak istediği zaman, eşi ve çocukları, onu
yumuşatıp geri çevirmek için:
Bizi, kimlere
bırakacaksın?, diyerek etrafında ağlaşirlardı.
O da, onların bu
ağlayıp sızlamalarına dayanamayarak, yanlarında kalıp gazveye gitmezdi. Bu
ayetten itibaren sûrenin sonuna kadar olan ayetler, Medine'de nazil olmuştur. [11]
Havle bintu Hakem
(r.anha) şöyle anlatır:
Rasulullah (s.a.s.),
bir gün evinden çıktı. Kızının iki oğlundan (Hasan ve Hüseyin, r. anhuma'dan)
birini kucağında taşımakta ve şöyle konuşmakta idi:
"Sİz, muhakkak
ki, (insanı) cimri, korkak ve bilgisiz kılarsınız. Ve hiç şübhe yok ki, siz,
Allah'ın en güzel lûtufla-rından (biri)sınız. [12]
Çocukların geleceği
düşüncesiyle ifrat derecesinde mal yığıp Allah yolunda sarfetmemek ve cömert
davranmamak, insanı cimri yapar... İslâm topraklarını işgal eden, şirk
ideoloilerini devletleştiren tağutlara karşı cihad ederken şehid olmak, ya da
zindanlara atılmak, veyahud sürgün o-lunmak kaçınılmaz görünmektedir... Böyle
bir durum başa geldiğinde çoluk-çocuk ne olacak? Bu yetimlere, bu dula, ya da
bu kimsesizlere kim bakacak? Düşüncesi, insanı korkak yapar... Dolayısıyla
müstevli kâfir, müşrik ve mürtedîere karşı cihada kuşanmaz!.. Ayrıca Onların
rızıklarını te'min etme konusundaki gayret, çalışma ve koşturmalar, ilim elde
etme, bilgi sahibi olma konusunda insanı çok geri bırakır, yani bilgisiz
eder...
Bütün bu
olumsuzlukların giderilebilmesi için en hayırlı asır ve en hayırlı nesil gibi
olmak gerekir...Derece bakımından onlara ulaşmak mümkün değilse de, onlardan
örnek alıp onlar gibi davranmak lazımdır... Çünkü Asr-ı Saadet'te yaşayan
Ashab-ı Kiram,Ümmetin içinde en yüce dereceye sahibtir... Onlar Rasulullah
(s.a.s.) Sahabîİeri, onlar, Bedir ehli, onlar, Uhud ehli ve onlar, Rıdvan
Bey'atı'na katılanlar idiler... Sahabî olma hasebiyle onların derecelerin
ulaşılmaz, fakat onlar, Ümmet için örnek tavırlar sergilemişlerdir...
Rasulallah (s.a.s.), canlı bir Kur'ân, Onlar da, canlı bir Sünnet olmuşlardı...
Allah Teâlâ, cümlesinden razı olsun. Onları rahmetle ve hayırla anarız...
İslam'ın ilk devrinde,
gerek işkence altında mahkûm durumunda olunan Mekke dönemi, gerekse devlet ve
hükümet olumdan Medine dönemi, Kıyamete kadar Ümmet için örnek, ders ve
ibrettir. Mekke'de Cemaat, Medine'de Devlet olmuşlar, birisi hepisi, hepisi
birisi şuuruyla birbirine kenetlenmişlerdi!.. Bu yapılanma, bu iman ve bu şuur
ile hareket eden muvahhid mü'minler, korkaklıktan, cimrilikten ve
bilgisizlikten kurtulmuşlardı... Çünkü Öyle sağlam yapı meydana getirmişlerdi
ki, Allah yolunda cihada gidenlerden hiç. birinin gözü arkada kalmıyordu...
Çünkü gidenler, geri bıraktıklarına Ümmetin sahibleneceğini ve yokluklarını
fark ettirmeyecek bir hâlde olduklarını biliyorlardı... Mekke'de bulundukları
dönemlerde cemaatları vardı ve tüm imkanları kullanıyor, birbirilerine sahib
çıkıyorlardı... Hicret yurdu ve ilk İslam Devleti'nin kurulup güçlendiği
Medine'de ise, devlet ve hükümet olmuşlardı... Bu sahiblenme, devlet boyutunda
gerçekleşiyordu... Bundan dolayı Asr-ı Saadet'teki en hayırlı nesil, Allah'dan
başka hiç bir şeyden korkmuyordu... Korkaklığı ve cimriliği yenmişlerdi...
İslâm Devleti'nin Kur'ân ve Sünnet kaynaklı eğitiminden geçiyorlardı.
Rasu-lullah (s.a.s.yın Mektebinin talebeleri olan bu değerli şahsiyetlerin her
biri bir ilim deryası hâline geliyordu...
Kıyamete kadar, Ümmet
içinde bu hâl ve bu tavır devam etmelidir... Ya Cemaat veya Devlet hâli,
konumuna göre gündeme gelmelidir!..
Korkaklığı ve
cimriliği aşan en hayırlı nesilden örnek bir tavrı, Emiru'l-Mü'minin İmam Ömer
b. Hattab (r.a.)'dan dinleyelim:
İmam Ömer b. Hattab
(r.a.), diyor ki:
Rasulullah (s.a.s.),
bize malî yardımda bulunmamızı emretmiş ve Rasul-ı Ekrem'in bu emri, varlıklı
olduğum bir zamana denk gelmişti.
Ben de:
Ebu Bekir'i bir gün
geçebilirsem, işte bu gün geçe-rimîdedim ve malımın yarısını getirdim.
Rasulullah (s.a.s.)
"Ailene ne
bıraktın?" diye sordu".
O (getirdiğim) kadar,
dedim.
Sonra Ebu Bekir,
elindekinin hepsini getirdi.
Rasul-ı Ekrem
(s.a.s.):
"Ya Ebu Bekir,
"buyurdu, "ailene ne bıraktın ?"
Ebu Bekir:
Onlara, Allah'ı ve
Rasulü'nü bıraktım, diye cevab verdi.
Bunun üzerine:
Hiç bir şey (fazilet)
de O'nu asla geçemem, dedim.[13]
Bu, böyledir!..
Böyle bir iman, böyle
bir itaat, böyle bir hareket, böyle bir cemiyet ve böyle bir devlet!.. İşte
Asr-ı Saadet ve işte Ümmet için en iyi Örnek, ders ve ibret!..
Ve şöyle buyurun
yegane Rabbimiz Allah Teâlâ:
"Elbette
mallarınız ve çocuklarınız birer fitnedir (imtahan aracıdır). Büyük ecir ise,
Allah'ın yanındadır. [14]
"Ey iman edenler,
ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten tutkuya kaptırıp
alıkoymasın. Kim böyle yaparsa, artık onlar, hüsrana uğrayanların tâ kendileridir. [15]
Elbette Rabbimiz Alİah
Teâlâ'nın bizlere bahşettiği helâl mallar ve çocuklar, geçici dünya süsü ve
dünyadaki bir imtihan aracıdır... Onları, Rabbimiz Allah'ın emrettiği ve yegane
önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'ın gösterdiği şekilde değerlendirmek, imtihanı
kazanmak demek olduğu gibi, ölçüyü aşıp aşırı bir tutkuyla onlara bağlanmak da,
imtihanı kaybetmenin sebebi olur...
Rabbimiz Allah,
neslimizi korurken nasıl davranacağımızın yolunu gösteriyor ve çocuklarımızın
bizler için bir yük, sırtımızda bir kanbur olmadığını beyan buyuruyor:
"Bir de, fakirlik
korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onlara da, size de rızkı Biz veriyoruz.
Onları öldürmek, elbette büyük bir günahtır.[16]
Muvahhid mü'minler,
iman etmek, Tevhid akidesini kavramak ve salih amel işlemekle, cahiliyyetten
tamamen kurtulmuş, cahilî değerleri, daha doğrusu değersizlikleri bütünüyle
atmış, İslamî değerleri benimsemiş, böylece kendisinde büyük bir inkılâb
gerçekleştirmişlerdir...
Gerek o günün, gerekse
bugünün cahiliyye anlayışı, bir aile için çocukları istenmez görüyor, bir yük,
bir kanbur kabul ediyor... O günün cahiliyyesi, çocuk düşürme veya kız
çocuklarını diri diri gömme yoluyla Öldürürken, bu günün cahiliyyesi aynı
mantıkla, yani fakirlik veya bakamayız kor-kusuyla,çok çeşitli hamilelik
önlemleri ve bir katliâm olan Kürtaj yoluyla çocukları öldürüyorlar!.. Dünün
cahiliyyesi, çocuk doğduktan sonra, ya hemen, ya da bir kaç yıl sonra bîr
çukura gömerek, bir susuz kuyuya atarak öldürüyordu... Bu günün cahiliyyesi,
çocuk daha anne rahminde iken, daha doğmadan diri diri Öldürüyor... Acaba hangi
cahiliyye daha vahşî va acaba hangi cahiliyye daha korkunç bir katü?.. A-, caba
hangi cahiliyye daha çok gerici?.. Çünkü bütün cahiliyye ideolojileri ve
düzenleri gericidirler!.. Çünkü İslâm'ın hakim olmadığı, gayr-ı İslâmî tağutî
rejimlerin devlet olarak hakim olduğu bütün toplumlar Cahiüyye toplumlardır...
Asr-i Saadet'ten, yani İslâm'ın hakim olduğu, mü'min müs-lümanlann iktidarda
bulunduğu, insanların huzur ve saadet içinde bulunduğu dönemden önceki Arab
Cahiliyyesi, sadece bir örnektir... Yoksa cahiliyye devri denilince, sadece yeryüzünde
bir tek Arab cahiliyyesinin olduğu, o da, gelip geçmiş bir devirdi diye
anlaşılmamalıdır... Cahiliyyet devri, bir inançtır, bir anlayıştır, bir hayat
tarzı ve bir bakış açısıdır!.. Bu inanç, bu anlayış, bu hayat tarzı ve bu
bakış açısı, hangi asırda ve hangi toplumda ortaya çıkarsa, o asır cahiliyyet
asrı, o toplum cahiliyyet toplumudur...
Modern teknoloji,
ileri düşünce ve Medeniyet çağı olarak nitelenen 20. Asra hakim olan ve
damgasını vuran düşünce, cahiliyyet düşüncesidir... Çünkü büyük şeytan Amerika
ve onun yandaşlarının, inançları, anlayışları, hayat tarzları ve bakış
açıları, Asr-ı Saadet'ten, yani İslâm'ın hakimiyetinden önceki Arab
cahiliyyeti'nin aynısının tıpkısıdır... Hâ büyük şeytan Amerika ve onun
yandaşlarının hayat tarzı ve tavırları, hâ Arab cahiliyyetinin hayat tarzı ve
tavırları... Bu iki anlayışın tamıtamına uyuştuğu ve örtüştüğü İnkâr e-dilemez
bir hakikattir... Aralarında bir fark varsa, o da, Zaman ve mekân farkıdır...
Hepsi o kadar!...
Bu, böyledir!..
Arab cahiliyyetindeki,
Allah'a şirk koşmak ve Allah'ın nizamı İslâm'ı reddetip ona karşı savaş açma
ile fakirlik korkusuyla çocuklarını öldürmek, bu modern asır dedikleri asırda
da tüm vahşetiyle gündemdedir...
Daha önce de
zikredilen bir hadisi hatırlatmakta fayda vardır...
Abdullah b. Mes'ud
(r.a.), anlatıyor.
Ben, Rasulullah
(s.a.s.)'e:
Allah indinde hangi
günah en büyüktür?, diye sordum.
Rasulullah (s.a.s.)
"Allah, seni
yarattığı hâlde Allah'a benzer bir eş uy-durmandır." buyurdu.
Ben:
Hakikaten bu, elbette
büyük günahtır, dedim.
Sonra hangi günah
(büyüktür)?, diye sordum.
Rasulullah:
"Seninle beraber
yemek yemesinden korkarak çocuğunu öldürmendir." buyurdu.[17]
Mülkünde ve milkinde
yegane hakim olan Allah'a şirk koşmak ve fakirlik korkusuyla çocuklarını
öldürmek, cahi-liyyetin iki büyük Özelliği idi... Hakimiyet konusunda Allah'a
şirk koşuyorlardı... Allah, bizim devletimize, hükümetimize, ekonomimize,
hukukumuza ve sosyal meselelerimize karışmaz, karışamaz. Biz, buna asla ve kafa
müsaade etmeyiz, edemeyiz... Allah'ın kanunlarını, hiç bir yönetim işimize
karıştırmayız... Hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir, diğer bir tabirle
egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur... Bu hakimiyetten başka hiç bir
hakimiyeti tanımayız, diyorlardı.
Yegane Rabbimiz Allah
(c.c.) şöyle buyuruyordu. "...Hüküm (hakimiyet), yalnızca Allah'ındır. O,
Kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din, işte
budur. Ancak insanların çoğu bilmezler. [18]
Hakikat bu iken, İslâm
topraklarını işgal etmiş olan devleştirilen cüceler ve onların yerli mürted
uşakları, tuğutî egemenlikleriyle çağdaş birer fır'avn olmuş, Allah'ın kanunlarını
yönetimin her biriminden uzaklaştırrmş ve yönettikleri müstaz'af mazlumlara
şöyle seslenivermişlerdir... Dünün Fir'avn'ı, "bugünün Fir'avnların atası
ve örneği idi...
"Fir'avn, dedi
ki: Ey önde gelenler, sizin için benden başka bir ilâh olduğunu bilmiyorum.. [19]
Fir'avn, kendi kavmi içinde
bağırdı, dedi ki: "Ey Kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan
ırmaklar benim değil mi? Yine de görmiyecek misiniz? [20]
"Böylelikle kendi
kavmini küçümsedi, onlar da, ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fâsık olan bir
kavimdi. [21]
Bu ifadeleri alın,
günün fir'avnların egemen olduğu tağutî sistemlere uygulayın... Göreceksiniz
ki, tıpkısının aynisi!..
Bir de, Hz. Musa
(a.s.) gibi bu tağutî ve Fir'avnî düzenlere karşı çıkan, onları reddeden,
onların zulmünün gide-rilip yerine Allah'ın adaletinin ve İslâm nizamının hakim
olması için cihad eden muvahhid mü'minlere karşı takındıkları tavra bakın!..
Çağdaşların ataları
olan Fir'avn'm tavrı şu idi:
"(Fir'avn) Dedi
ki: Andolsun, benim dışımda bir ilâh edinecek olursan, seni mutlaka hapse
atacağım. [22]
Şirk yönetiminde ona
yardımcı olan meclisine şöyle sesleniyordu:
"Fir'avn dedi ki:
Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de (gitsin) Rabbine yalvarıp yakarsın. Çünkü
ben, sizin dininizi (yönetim şeklinizi) değiştirmesinden, ya da yeryüzünde
fe-sad (anarşi/terör) çıkarmasından korkuyorum. [23]
Ve "Hak
Dâvâ"mn, yani İslam'ın temsilcisi Hz. Musa (a.s.) ve O'nun Allah'dan alıp
getirdiklerine inanan mü'minlere karşı girişilecek katliâm planı şöyle
açıklanıyordu:
"Fir'avn kavminin
önde gelenleri, dediler ki: Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır'da) bozgunculuk
çıkarmaları, seni ve ilâhlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?
(Fir'avn) Dedi ki: Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ
bırakacağız; Hiç şübhesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğü sahibiz. [24]
Bu günün gayr-ı müslim
tüm tağutî düzenler, ideolojisi ve yönetimiyle, yönetimi destekleyen veya
yönetici olanlarıyla aynı şeyleri yapmıyorlar mı? Muvahhid mü'minlere karşı
aynı şeytanî plan ve tuzakları sergilemiyorlar mı?.. İşgal altındaki İslâm topraklarında
egemen olan mürted tağutlar, muvahhid mü'minlere aynı zulmü uygulamıyorlar
mı?..
Bütün bunlara karşı
"Hak Dâvâsı"mn temsilcisi Musa (a.s.)'ın Vahy kaynaklı tavrı şu
olmuştur:
"Musa, Kavmine:
Allah'dan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz (bütün yeryüzü)
Allah'ındır, ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç,
müttakiler içindir, dedi.[25]
Bu, böyledir!..
Dikkat edilecek olursa
cahiliyyet düşüncesinin tavrında bir değişme yok, ister geçmiş, isterse el-an
olan modern cahiliyyet olsun, hep katliâma dönük bir yok etme planları var...
Bu katliâm planı da, özellikle çocuklara yöneltilmiştir... Fir'avn, erkek
çocukları öldürtürken, Asr-ı Saadet öncesi Arab cahiliyyesi de kız çocuklarını
öldürüyorlardı. Bugünün modern denilen çağdaş cahiliyye ise, hem kız, hem erkek
çocuklarını öldürüyor!..
Rabbimiz Allah (c.c.)
şöyle buyuruyor:
"O diri diri
gömülen küçük kıza sorulduğu vakit:
Hangi suçtan dolayı
Öldürüldü? [26]
Yaratan'dan ve
yaratılış gayesinden habersiz, şirk, gaflet ve cehalet için, olanlar, böyle bir
katliâm gerçekleştiren vahşîler oluvermişlerdi...
"Onlardın Dirine
dişi (çocuk) müjdelendiği zaman, içi öfkeyle taşarak, yüzü simsiyah kesilir..
Kendisine verilen
müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir. Onu, aşağılayarak tutacak
mı, yoksa toprağa gömecek mi? Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür!. [27]
Rabbimiz Alİah, o
müşrik cahillerin tutumunu böyle beyan ediyor ve şöyle buyuruyordu:
"Göklerin ve
yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler (kızlar)
armağan eder, dilediğine de erkek armağan eder.
Veya onları erkekler
ve dişiler olarak çift (ikiz) verir. Dilediğini de kısır bırakır. Gerçekten O,
bilendir, güç yetirendir.[28]
Allah'ı bilmedikleri,
tanımadıkları, inanmadıkları bir yana, O'na şirk koşuyor, oğullar, kızlar isnâd
etmek süretiyie iftiralar ediyorlardı. Böyle koyu bir cehaletin içinde
oldukla-n için tamamiyle sapmış ve onulmaz bir şaşkınlığın buhranını
yaşıyorlardı.,. Hangi çağda olursa olsun cahiliyyet taraftarları, yani
İslâm'sız bir hayatın taliblileri ve sahihlerinin ruh ve düşünce yapıları
bundan başka bir şey değildir... Onlar, bu yapılarıyla insanlıktan, insan
olmaktan çıkmış bir vaziyet sergiler, hayvaiî'ardan daha da aşağı bir duruma serler...
O müşrik cahillerin
durumlarını beyan için şöyle buyurur Rabbimiz Alİah:
"Andolsun,
cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişiler yarattık
(hazırladık). Kalbleri vardır, bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır,
bununla görmezler, kulakları vardır, bununla işitmezler. Bunlar, hayvan gibidir,
hatta daha aşağılıktırlar, İşte bunlar, gâfıl olanlardır. [29]
Allah'ın hakimiyetini,
gerek göklerde, gerekse yerdeki hakimiyetini idrak etmeyen, kabullenmeyen, baş
gözleriyle O'nun milyonlarca işaretini, delilini görmeyen, var gibi görülen
kulaklarıyla hakkı duymayanlar, hayvanlardan daha a-şağıhk tavırlar
sergiledikleri, idrak eden, gören ve işitenler tarafından apaçık
görülmektedir...
Ne garibtir ki, bütün
bu olumsuzlukları sergileyenler, çağın süper güçleri ve medenî varlıkları
olarak bilinmektedir...
İslâm'ın hakim
olmadığı her kalbe, her beyine, her kültüre ve her topluma cahiliyyet, bütün
aşağılık kurum ve kuruluşlarıyla hakim olur... Yaşadığımız çağa egemenlik
mührünü vuran modern cahiliyyet, Ay'a da gitse, Merihe de çıksa, bir çok harika
buluşlar da gerçekleştirse, yine en gerici cahiüyyetin tâ kendisidir...
Arab cahiliyyetinin
vahşîliklerinde birisi de, kız çocuklarını diri diri gömmek olduğu
bilinmektedir... Bu olayın bir örneğini El-Vadin vasıtasıyla öğreniyoruz.
El-Vadin, şöyle naklediyor...
Bir adam, Rasulullah
(s.a.s.)'e gelip şöyle dedi: Ya Rasulullah, bizler, Cahiliyye insanları ve
putlara tapan kişüer idik. Bu sebeble çocukları öldürüyorduk. Yanımda bir
kızım vardı. Büyüyüp kendisini çağırdığımda, çağırmamdan dolayı sevinecek (bir yaşa
geldiği) zaman bir gün onu çağırdım, o da, peşimden geldi.
Ben de, ailemin uzak
olmayan bir kuyusuna kadar gittim. (Kuyunun yanına varınca) elini tutup onu
kuyunun içine attım. Ondan hatırımdan kalan son şey:
Babacığım, babacığım,
demesidir.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.s.), gözyaşları boşalm-caya kadar ağladı. Rasulullah
(s.a.s.)'in yanında oturanlardan bunu gören bir adam, olayı anlatana:
Rasulullah'ı
hüzünlendirdin, dedi.
Rasulullah (s.a.s.),
bu adama:
"Bırak onu"
buyurdu, "çünkü o, kendisini ilgilendiren, endişeye sevk eden bir şeyi
sormaktadır."
Sonra olayı anlatan
zata:
"Haberini bana
tekrar anlat!"buyurdu.
O da, tekarar anlattı.
(Rasulullah da) gözyaşları saKa-Itna ininceye kadar ağladı. Müteakiben şöyle
buyurdu:
"Allah, Cahiliyye
(dönemi insanların) dan, yapm, dukları şeyleri kaldırmıştır. Binaenaleyh
ameline başla.[30]
yeniden
Cahiliyyetten, onun
tüm inanış ve düşüncelerinden tamamen tevbe edip iman eden, imamına hiç bir
şirk zulm" karıştırmayan kişinin, geçmişinden hesaba çekilmeyeceğini
önderimiz Rasulullah (s.a.s.) haber veriyor... O (s.a.s.) doğruların en
doğrusu ve haberi de, doğru haberlerin en doğrusudur...
Abdullah b. Mes'ud
(r.a.) şu olayı naklediyor:
Bir adam, Rasulullah
(s.a.s.)'e:
Ya Rasulullah,
cahiliyyet zamanında (müslüman olmadan önce) işlediğimiz günahlardan dolayı
ceza görecek miyiz?, diye sordu.
Rasulullah (s.a.s.),
şöyle cevab verdi:
"Her kim,
müslümanlıkta güzel hareket ederse, cahiliyyet hayatında işlediği günah ile
muaheze olunmaz (hesaba çekilmez). Fakat her kim müslümanlıkta (sebat etmeyip
irti-dad etmek) fenalığında bulunursa (ve küfür üzere ölürse)o, hem evvelce
cahiliyyetteki ameliyle, hem de sonra müslü-manhktaki küfür ve irtidadıyla
muaheze olunur (ebedî cehennemde kalır). [31]
Aynı konuda diğer bir
hadisi Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor:
Allah, îslâm'ı kalbime
yerleştirdiği zaman Rasulullah (s.a.s.)'e gelerek:
Uzat sağ elini de sana
bey'at edeyim, dedim.
Hemen sağ elini
uzattı. Ben, elimi çektim.
Rasulullah (s.a.s.):
"Ne oldu sana ey
Amr"dedi.
Şart koşmak istedim,
dedim.
"Neyi şart
koşuyorsun?" buyurdular.
Af olunmamı, dedim.
"Bilmuz misin ki,
İslâm kendinden önceki günahları yok eder, Hicret de, ondan önceki günahları
yok ede£, Hacc da, ondan önceki günahları yok eder." buyurdu.[32]
Cahiliyyet devrini,
tüm açıklığıyla izah eden şu haberi de kaydedelim.
Mü'minlerin annesi
Ümmü Seleme (r.anha) anlatıyor, Habeşistan'a hicret eden Habeş Muhacirlerinin
durumunu. Allah, cümlesinden razı olsun. Onların kıssalarının bir bölümü
şöyledir:
Kralın yanına
girdikleri zaman, en-Necaşî ile Cafer b. Ebi Talib konuştu.
En-Necaşî, kendisine:
Sizin bu dininiz
nedir? Kavminizin dininden ayrıldınız. Yahudiliğe de, Hristanlığa da
girmediniz. Nasıl bir dindir bu?, diye sordu.
Cafer, şöyle cevab
verdi:
Ey kral, biz, müşrik
bir kavimdik, putlara tapardık, ölmüş et yer, komşuya kötülük eder, haramları
helâl sayar, birbirimizin ve başkaların kanını dökerdik. Helâl, haram
bilmezdik.
Allah, bize, içimizden
bir peygamber gönderdi. O'nun vefasını, doğruluğunu ve güvenirliğini biliyoruz.
O, bizi, bir olan, ortağı bulunmayan Allah'a ibadet etmeye, akraba ile ilgi
kurmaya, komşuya iyilik etmeye, namaz kılıp oruç tutmaya, Allah'dan başkasına
ibadet etmemeye çağırdı, dedi. [33]
Cafer b. Ebi Talib ile
Necaşî'nin (Allah her ikisinden de razı olsun) bu konuşması, cahiliyyeti ve onu
yer ile yeksan edip yok eden İslâm'ı net bir şekilde izah etmektedir... Her
devrin cahiiiyyetini yok etmek için, yeniden İslâm'a gelinmeli ve İslâm'a
sanlıp cihada kuşanmah!..
Allah'ın Dini, yegana
hayat nizamı olan İslâm, çocukları diri diri gömen, vahşet ve cehalet içinde
bulunan insanları, yeryüzünün en hayırlı ve örnek nesli hâline getirdi...
Cahiliyyete aid olan bütün şirk, küfür ve hurafe olan değerlerini yıktı, onun
yerine ilâhî, fıtrî ve insanî değerler yerleştirdi... İslâm, büyük bir inkılâb
gerçekleştirdi... Bu inkılab, değerler inkılabı idi... Cahiliyye aid olan tüm
değerler ayak altına alınmış, onların yerine İslâmî değerler yerleştirilmiştir...
Cahiliyye'den kız
çocukları bir utanç vesilesi, bir yüz karası olarak kabul edilip diri diri
gömülüyordu... İslâm, bu gayr-ı insanî değersizliği kaldırdı ve kız çocuğunun
değerini öyle yüceltti ki, o, insanlığın biricik önderi Rasulullah (s.a.s.)'ın
omuzu üzerinde toplumun içine çıkar oldu...
Ebu Katade (El-Haris
İbn Rıb'i el-Ensari (r.a.), şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.s.),
bizim yanımıza çıktı. Omuzu ü-zerinde damadı Ebu'l-Âs ibnu'r-Rabi ibn
Abdi'ş-Şems ile kızı Zeyneb'den olma kız tornu Umame vardı. Rasulullah, bu
Ebu'l-Âs kızı Umame'yi taşıyarak namaz kıldırdı. Rükûa vardığı zaman O'nu yere
kor, rükû'dan başını kaldırdığı zaman O'nu yerden tekrar kaldırır idi.[34]
"Âlimlerden
bazıları şöyle demişlerdir:
Umame'nin namazda iken
omuzda taşınmasındaki incelik, kızları sevmemek, taşınmalarından çekinmek
gibi, Arab'ın cahiliyyetten kalma çirkin adetlerini hükmen ibtâl etmektir. Bu
münasebetsiz çekinme ve büyüklenmeyi reddetmekte mübalağa olsun diye omuza
alınabileceklerini bi'l-fiil göstermiş oldu ki, fiil ile beyan, söz ile
beyandan elbette daha kuvvetlidir.[35]
Cabir b. Abdullah
(r.anhuma)'nm rivayetiyle yegane önderimiz Rasulullah (s.a.s.), şöyle
buyuruyor:
"Dikkat edin!
Cahiliyyet Umuruna (işlerine) aid her şey ayaklarımın altına konmuştur. [36]
Dünyada ve ahirette
yegane Önderimiz ve şefaatçimiz Rasulullah (s.a.s.), böyle buyuruyor...
Bu, böyledir!..
O, (s.a.s.)'in ümmeti
olan muvahhid mü'minler, O'nun varisleridirler. Onlar da, önderleri Rasulullah
(s.a.s.) gibi, çağdaş cahiliyye'yi tüm ideolojileri, kültürleri, ayaklarının
altına almalıdırlar... Cahiliyyenin hak ettiği budur!.. Yegane hayat nizâmı ve
Allah'ın dini olan İslâm, insanı, hayvanlardan daha aşağı bir hâlden
kurtararak insanlık mertebesine ulaştırmıştır... Cahiliyyenin alçak
anlayışından dolayı ha-kirleştirdiği değerlere, gerçek değerini vermiş ve her
şeyi a-dilâne yerine oturtmuştur...
El-Berâ (r.a.)
anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.),
(Umretu'l-Kaza'dan sonra Asha-bıyla birlikte) Mekke'den çıktı.
Bu sırada Hamza'mn
kızı, RasuluIIah'a:
Ya ammî, ya ammî!,
diye feryad ederek arkalarına -akıtmıştı.
Ali, O'na uzandı ve
eliyle tuttu da (mahfede bulunan) Fatıma'ya hitaben:
Amcanın kızını al,
deyip O'nu mahfeye yükledi.
Medine'ye geldikten
sonra Hamza'mn kızının misafirliği hakkında Ali, Zeyd ibn Harise ve Cafer
çekiştiler.
Ali:
O, benim amcamın
kızıdır. O'nun terbiyesine ben, herkesten fazla hakk sahibiyim, dedi.
Cafer de:
O, benim amcamın
kızıdır. Teyzesi de benim nikâhım altındadır (terbiyesi bana düşer), demişti.
Zeyd b. Harise de:
O, benim (ahdî)
kardeşimin kızıdır, diyordu.
(Bu dâva kendisine
arzedilince) Rasulullah (s.a.s.), Hamza'nın kızının teyzesine aid olduğuna
hükmetti ve:
"Teyze, terbiye
hususunda anne menzilesindedir." buyurdu.[37]
Allahü Ekber!
Şu yüceliğe bakın!..
Yegane hayat dini olan
İslâm'ın yüceliğine bakın!
Bu hadiseden 20-25 yıl
önce diri diri toprağa gömülen, bir yüz karası olarak görülen kız çocuğu,
İslâm'ın gelişi ve hayata hakim oluşundan sonra, bakımını üstüne almak ü-zere
akrabaları olan erkekler arasında paylaşılamıyor... Her biri, bu değerli
insana, kendi imkânlarınca hizmet etmek istiyorlar... İşte İslâm'ın değeri ve
insanlığa verdiği değer... İslâm aynı canlılığı, aynı tazeliği, aynı değeri ve
aynı güzelliğiyle, 20. veya 21. Asrın cahiliyyetinden kurtulmak isteyenleri
kurtarmaya hazırdır... Kurtulmak isteyenler nerede?!..
Bu, böyledir!..
Rasulullah (s.a.s.yin
zevcesi Aişe (r.anha) anlatıyor:
Bir kerre yanında,
kendisine aid iki kız çocuğu bulunan bir kadm bana geldi, benden bir şey
vermemi istiyordu.
Fakat o sırada benim
yanımda bir tek hurmadan başka bir şey bulamadı. Ben, o tek hurmayı kadına
verdim. Kadın, onu iki kızı arasında taksim etti. Sonra kalktı ve çıkıp gitti.
Akabinde Rasulullah,
içeri girdi. Ben, kendisine kadının yaptığını söyledim.
Rasulullah (s.a.s.):
"Her kim, bu kız
çocuklarından herhangi bîr şeye (bakıma, terbiyeye) velayet eder ve onlara
iyilik edip güzel muamelede bulunursa, o kız çocukları kendisi için cehen-nem
ateşinden koruyan bir perde olur.[38]
Ukbe İbn Amir (r.a.),
şöyle dedi:
Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu:
"Kim, üç kızı
olur da bunlara sabrederse ve varlığından onlara giydirirse, ona ateşten
koruyucu bir perde olur. [39]
İbn Abbas (r.a.) şu
hadisi rivayet ediyor.
Rasulullah (s.a.s.)
şöyle buyurdu:
"Her hangi bir
müslüman ki, ona buluğ çağı ile iki kız yetişir de onları korumayı güzel
yaparsa, onu cennete koyarlar. [40]
İslâm Ulemâsı da, bu
konunun üzerinde hassasiyetle durmuş, kadına hürmetin vacib, hafife almanın ve
hakir görmenin haram olduğunu beyan etmişler ve şöyle denilmiştir:
"Mushaf-ı Şerif,
fıkıh kitabları, Hadis kitablan ve kadın gibi kendilerine tazim etmek vacib,
hafif ve hakir görmek haram olan şeylerle cihada çıkmak yasak edilmiştir.
Esah olan kavle göre,
yaralıları tedavi için olsa bile yaşlı kadınların ve cariyelerin de çıkarılması
yasaktır.[41]
Ebu Hüreyre (r.a.)'ın
rivayetiyle Rasulullah (s a x şöyle buyurur:
"Her çocuk ancak
fıtrat üzere dünyaya getirilir Bun dan sonra annesi-babası (Yahudî ise,) Onu
Yahudî yaparlar' (Nasranî ise,) O'nu Nasranî yaparlar, (Mecusî ise) onu Mecusî
yaparlar. Nitekim kusursuz doğan bir hayvan yavrusu i-çinde siz, kulağı,
dudağı, burnu ve ayağı kesik olanı hiç görüyor musunuz?"
Bundan sonra Ebu
Hüreyre (r.a.), şu ayeti söyledi:
"O hâlde sen,
yüzünü bir muvahhid olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki, O, insanları
bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur.
Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler. [42]
İmam Buhârî (rh.a.),
şu açıklamada bulunur:
"El Fıtratu,
El-İslâmu manasınadır. [43]İmam Buhârî (rh.a)'in de
beyanıyla fıtrat üzere yaratılmak, İslâm üzere yaratılmak demektir... İnsanın
eğitilmesinde beş temel etken vardır:
l) Anne
2) Baba
3) Yakın
Çevre
4) Eğitim ve
öğretim sistemi.
5) Egemen
siyasî rejim.
İslâm üzere yeryüzünde
gelmiş insanın kişiliğinin e-ğitiminde bu beş temel unsur, fıtrak gereği
beraberce çalışır ve birbirini tamamlar hâlde elele verirlerse, kişilik olgunlaşması
gündeme gelir.... Aksi takdirde kişilik çatışması, dış ve iç kavga ortaya
çıkar,...
Bundan dolayı Rasulullah
(s.a.s.), insanı ilk eğiten anne ve babayı sözkonusu etmiştir... Fıtrat üzere,
yani İslâm olmaya hazır bir vaziyette yaratılıp yeryüzüne gönderilen in-sanlarm
annesi, babası, yakın çevresi, eğitim ve öğretim sistemi ile siyasî nizam İslâm
olduktan sonra, onun, İslâm'ı kabul etmesinde hiç bir zorlukla karşılaşmadığı
malum... Çünkü İslâm, onun fıtratıdır... Onun dumura uğratılmamış,
değiştirilmemiş fıtratına İslâm takdim edildiği zaman hemen kabul eder...
Susuzun, kaynak suya veya suyun kaynağına ulaştığında suyu reddetmediği, büyük
bir istekle kabullendiği gibi... Su, susuz için yaratıldığı gibi, susuz da
suya hasrettir... Birbirine muhtaç, birbiri için olanlar, birbirine kavuştukları
zaman birbirini reddedebilirler mi?
Zikredilen hadiste,
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'in beyanına dikkat edilecek olursa, olay daha net
bir şekilde kavranır... Fıtrat üzere yaratılan çocuğun, annesi ve babası
Yahudi, Hristiyân veya Mecusî ise, çocuğu kendileri gibi yaparlar... Yani
aslında fıtrat üzere yaratılan çocuk, yine fıtratına uygun bir şekilde
hayatına devam etmek ister, yalnız annesi ve babası ve diğer etkenlerin zoruyla
fıtratına aykırı bir kişilik kazanıyor... O, fıtratı olan İslâm'ın dışında bir
yapıya zorla sürüklenmiş oluyor...
İmam Müslim (rh.a)'in
rivayetindeki hadiste görüldüğü gibi, annesi-babası müslüman iseler, yani
fıtrat üzere i-seler, çocuk da fıtratına uygun olduğu için müslüman olur...
O'nun müslüman olması için herhangi zorlamaya, onu müslüman yapmaya veya ikna
etmeye ihtiyaç duyulmaz.... Tertemiz fıtrat, fıtrat dini olan İslâm ile
buluşmuştur...
Hadisi rivayet eden
Ebu Hüreyre (r.a.)'ın bu hakikati daha iyi izah etmek ve pekiştirmek için delil
olarak getirdiği suresi'nin otuzuncu ayetinde de mesele apaçık beyan
buyrulmuştur...
İşgal altındaki İslâm
topraklarında müstevli kâfirlere ve yerli mürted egemen güçlere karşı cihada
kuşanmış müs-taz'af mü'min müslümanlar, muvahhid aileyi kurarken çocuklarının
eğitimi konusunda çok dikkatli olmak durumundadırlar... Muvahhid ailenin,
muvahhid mü'min ferdlerini yetiştirirken, gerek eğitimlerinde, gerek
öğretimlerinde ve gerekse hayata bakış açılarında kişilik çatışmasına uğramamak
gereklidir.
İnsanın eğitimi için
gerekli olan beş unsurun paralel ve birbiriyle çatışmayıp birbirini
tamamlayıcısı olmasına gayret edilmelidir... Mü'min müslüman anne ve babadan
gördüğünü, çevreden eğitim kurumlarından ve egemen siyasî sistemden görürse,
sıhhatli bir şahsiyet kazanır... Yoksa muvahhid mü'min aile ortamı ile
diğerleri birbirine zıd tavırlar sergileyecek, bir doğuya, diğer batıya çeker
gibi davranacak olursa, elbette yetişen nesil, sıhhatsiz olacaktır....
İslâm üzere, yani
fıtrat üzere doğan çocuk, fıtratının gereği olan bir ortamda yetişmelidir...
Müstevli kâfirlerin ve yerli mürtedlerin işgali altında bulunan İslâm
topraklarındaki mü'min müslümanlar, mahkûm ve müstaz'af bir durumdadırlar...
Bu, inkâr edilemez bir gerçektir... Bu durumda iken, böyle bir eğitim nasıl
verilir? sorusunu "İslâm'ın Mekke dönemi en iyi örnektir" cevabı
verilir.... Muvahhid mü'minler, bir ümmet, bir millet ve bir cemaatttirler...
Onlar, bir vücud gibidirler... Her birerleri bir vücudun organlarıdırlar....
Kalb merkezli ve beyin komutanh bir vücudun organları gibi hareket ederler:..
Mekke döneminde, bu vücud oluşmuş, tek millet ve ümmet şuuruyla cemaat meydana
gelmiş, Rasulullah (s.a.s.) komutan ve Daru'l-Erkam merkez karargâhı idi...
Muvahhid mü'minler, egemen şirk yönetiminin eğitim ve öğretim sisteminin
dışında, birbirlerini Kur'ân-ı Kerim ve Rasulullah (s.a.s.)'ın talimatları,
yani Sünneti doğrultusunda egitiyor ve öğretiyorlardı... Emiru'l-Mü'minin İmam
Ömer b. Hattab (r.a.)'ın müs-lüman olmasına vesile olan olay bunun en güzel bir
örneğidir....
İmam Ömer (r.a.)'ın
eniştesi Said b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl (r.a.) ile İmam Ömer (r.a.)'ın
kızkardeşi olan Fatıma bintu
ei-Hattab (r.anha) müslüman
olmuşlardı. Onların Kur'ân ile
eğitilmelerine Habbab b. el-Eret (r.a.) vazifeli kılınmıştı... Habbab b. Eret
(r.a.), onların evine gelir, kendilerine Kur'ân öğretir ve İslâmî eğitimle eğitmeye
gayret ederdi. Hatta İmam Ömer (r.a.) daha müslüman olmadan önce aldığı haber
üzerine bu muvahhid aileye bir baskın düzenlemiş ve onları eğitim anında
yakalamıştı. O sırada ailenin eğitimi ve öğretimiyle görevli muallim Habbab b.
Eret (r.a.), muvahhid aileden talebeleri olan Said b. Zeyd (r.a.) ve,hanımı
Fatıma bintu el-Hattab (r.anha)'ya Kur'ân öğretiyor, "TÂHÂ Sûresini"
okuyorlardı.[44]İslâm'ın Mekke döneminde
müslüman olan Ashab, mevcud egemen şirk yönetiminin resmî eğitim kurumlarının
dışında böyle eğitiliyorlardı... Onları, Kur'ân eğitimiyle eğiten Rasulullah
(s.a.s.), ayrıca e-ğitilmeleri için Ashab'tan (Allah cümlesinden razı olsun) ehil
olanları bu iş için eğitimci olarak görevlendiriyordu. Nitekim "Akabe
Bey'ati" sonucu Medine'deki müslümanları egitmek ve İslâm'ı tebliğ edip ve
İslâm'a davet etmek üzere Mus'ab b. Umeyr (r.a.) vazifelendirilip
gönderilmişti. Hz. Mus'ab (r.a.)'ın ve diğer mü'minlerin gayretiyle, Allah'ın
izni ve keremiyle kısa zamanda İslâm'ın girmediği Medineli hiç bir ev kalmamıştı. [45] Bu,
böyledir!...
Mesele, çağımızı idrak
eden, katıksız iman ve salih amel sahibi, tağutî rejimlerden ve halktan
müstağni İslâm ulemâsına havele edilmeli ve bu meselenin çözümü zaman, mekân ve
imkân dahilinde, gündeme getirilmelidir...
Muvahhid ailede
çocuğun eğitimi için Rasulullah (s.a.s.)'m Sünneti'ne tabi olmak gerek... Her
konuda Kitab ve Sünnet'e tabi olmak mü'min müsiümanlann en tabiî görevidir...
Amr b. Şuayb, babası
vasıtasıyla dedesinden naklettiği bir hadiste, önderimiz Rasulullah (s.a.s.),
çocuk eğitiminin ilk merhalesi için şöyle buyurur:
"Çocuklarınıza
yedi yaşma geldiklerinde namaz kılmalarını emrediniz. On yaşına geldiklerinde
kılmazlarsa dövünüz ve yataklarını ayırınız.[46]
Muvahhid mü'mine anne,
çocuğun dünyaya gelmesinden itibaren onun eğitimi ve öğretimiyle gereği
şekilde ilgilenmelidir... Ona, İslâm adabını ve onun seviyesinde imanî
konularını anlatırken, evde ve toplumda bir müslüman çocuğu olarak nasıl
davranacağının usûlünü öğretmelidir... Mü'mine annenin küçük yavrusuna söyleyeceği
ninniler, "danalar girdi bostana" ninnileri olmamalı... Mü'mine annenin
yavrusu için söylediği ninniler, Tevhidi anlatan, İslâm'ın yüce değerlerini
dile getiren, dünyadaki müstaz'af, mazlum ve mahkûm muvahhid müsiümanlann
dertlerini dile getiren ninniller olmalıdır... Bu ninniler, birer cihad
türküsüne dönüşmelidir...
Fıtrat üzere, yani
İslâm üzere doğan müslüman çocuğunun, konuşmasından yürümesine, yemek
yemesinden yatmasına, tuvaletinden, banyosuna kadar her hâl ve hareketi İslâm
terbiyesine tabi kılınmalıdır... Bu hâl üzere büyüyen müslüman çocuğu,
muvahhid aile içinde yedi yaşma geldiği
zaman, abdest için
taharetlenmeyi, usûlü üzere abdest almayı ve namaz kılmayı
öğrenmeli, anne ve babası ona bunları Öğretmeli... Tevhidi konular kavratılmaya
çalışılırken, namaz kılması emredilmeli ve namazla beraber diğer ibadetler
sevdirilmelidir... On yaşından itibaren devamlı namaz kılması sağlanmalıdır...
Olabilir ki, bazan gevşek davranır ve hevasına uyar da namazı kılmazlık
yaparsa, yüzüne ve hassas bölgelerine vurmamak şartıyla, terbiye etmek
niyetiyle hafifçe dövülür... Bu dövmek, dayak atmak değildir... Onu
uslandırmak ve terbiye etmektir... On yaşından i-tibaren kız ve erkek
çocukların yatakları ayrılır... Eğer çocukların gelişmeleri erken olursa bu,
daha önce de uygulanmalıdır!...
Özellikle akide
konusunda katıksız bir iman şuuruna ermeleri sağlanmalı ve namaza devam üzere
olmalarına hassasiyet gösterilmelidir...
Rabbimiz Allah Teâlâ,
şöyle buyurur:
"Sana Kitab'tan
vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin-utanmazlıklar
(fahşa) dan ve kötülüklerden vazgeçilir. Allah'ı zikretmek ise, muhakkak en
büyük (ibadet) dür. Allah, yapmakta olduklarını bilmektedir.[47]
Said b. el-As (r.a.)'m
rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Hiç bir baba,
çocuğuna iyi terbiyeden daha üstün bir bağışda (hediyede) bulunmamıştır. [48]
Cabir b. Semure
(r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.)
"Kişinin çocuğunu
terbiye etmesi (o'na bir terbiye vermesi) bir Sa' sadaka vermesinden daha
hayırlıdır. [49]
Muvahhid ailenin
müslüman çocukları, ailenin kurucuları olan mü'min müslüman anne ve babanın
öpüp kokladıkları reyhanlarıdır... Ailenin hem gülü, hem bülbülleridirler...
Ayrıca her birerleri, birer kırmızı lâledirler!..
İbn Ebu Nu'm, şöyle
demiştir:
Ben, İbn Ömer'in
yanında hazır bulunuyordum. Bir a-dam, O'na, sivrisineğin kanının hükmünü
sordu.
İbn Ömer, Ona:
Sen, hangi
beldedensin? dedi.
Adam:
Ben Irak ehlindenim,
dedi.
İbn Ömer (hazır
bulunanlara):
Şu adama bakın! Bana,
sivrisineğin kanından soruyor. Halbuki bu Iraklılar, vaktiyle Rasulullah'ın
torununu öldürmüşlerdi. Ben, Rasuİullah (s.a.s.)'den işittim ki, O:
"Bu iki tornum
(imam Hasan ve İmam Hüseyin, r.anhuma), benim dünyadan öpüp kokladığım iki
reyhanım-dır." buyuruyordu, dedi.[50]
Ebu Hüreyre (r.a.),
bize şu hadisi rivayet ediyor:
Rasulullah (s.a.s.),
tornu Hasan b. Ali'yi öptü. O sırada yanında El-Akra îbn Habis et-Temimî
oturmakta idi.
Benim on tane çocuğum
vardır. Onlardan hiç birini öpmedim, dedi.
Rasulullah (s.a.s.),
ona doğru baktı, sonra da:
"Merhamet
etmeyen, Merhamet olunmaz." buyurdu. [51]
Bu konuda
Ümmü'1-Mü'minin Aişe (r.anha) da şu hadisi rivayet eder:
Rasulullah (s.a.s.)'e
bedevî bir Arab geldi de:
Ya Rasulullah, sizler
çocukları öper (sever) misiniz? Biz, çocuklarımızı öpüp okşamayız, dedi.
RasuIuİlah (s.a.s.):
"Alİah, senin
gönlünden merhamet ve şefkati çekip çıkarmıştır. Ben, senin için neye malik
olabilirim? (Yani ne yapabilirim?) " diye cevab verdi.[52]
Muvahhid mü'min
müslümanlar için hayatın her yönüyle Örnek ve önder olan RasuIuİlah (s.a.s.),
bir baba olarak en mükemmel ve en ideal önder örnek tavrını beyan buyurmuştur...
Enes b. Malik (r.a.)
anlatmıştır:
RasuIuİlah ile demirci
bir sanatkâr olan Ebu Seyf in yanma girdik. Ebu Seyf, (Rasulullah'ın çocuğu)
İbrahim'in sütbabası idi.
RasuIuİlah, İbrahim'i
aldı, onu öptü ve kokladı. Bundan sonra bir kerre daha Ebu Seyf in evine
gittik. Bu defa İbrahim, can veriyordu. Rasulullah'ın iki gözü yaş dökmeye
başladı.
Bunun üzerine
Abdurrahman b. Avf:
Ya RasuIuİlah, halk
musibet zamanında sabr etmeyebilir, fakat sen de mi? diye taaccüb ifade etti.
Rasululllah (s.a.s.):
"Ey Avf oğlu, bu
halet, bir rahmet ve şefkattir." buyurdu.
Sonra bu gözyaşını,
diğer bir gözyaşı takib etti. Bu defa da RasuIuİlah (s.a.s.):
"Şübhesiz göz
ağlar, Kalb de mahzun olur. Biz ise, Rabbimizin razı olacağı sözden başka söz
söylemeyiz.
Ya İbrahim, bizler
senin ayrılığınla pek mahzun ve kederliyiz." buyurdu.[53]
Yarının büyükleri ve
İslâm'ın birer cihad eri olan bugünün müslüman çocuklarına karşı mü'min
müslüman annelerin, babaların sevgisi, şefkati ve merhameti için bu kadar
örnek olayı zikretmek yeterli gelir herhalde!.. Mü'min müslüman anneler ve
babalar, İslâmî vazifelerinin şuurunda oldukları için işgal altında İslâm
topraklarında müstaz'af, mazlum ve mahkûm mü'min müslümanların nasıl bir tavır
sergilemeleri gerekeceğinin farkındadırlar... Çocuk eğitiminden, cihad
eğitimine îslâmî eğitim nasıl olacak ise, Kitab ve Sünnet çerçevesinde gündeme
getirirler.. Katıksız iman ve salih amelden taviz vermemek şartıyla zaman,
mekân ve imkân dahilinde gerekeni gerçekleştirmeye çalışırlar...
Yegane Önderimiz
Rasululİah (s.a.s.), ailesinin yani çoluk-çocuğunun nafakasını teminle vazifeli
ve helâlinden kazanç elde etmesi gereken mümin babaya şu nasihatta bulunur.
Hadisi bize, El-Mikdam
İbn Ma'dıkerib (r.a.) rivayet ediyor. Rasululİah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Kendi nefsine
yedirdiğin sana bir sadakadır. Çocuğuna yedirdiğin senin için bir sadakadır.
Zevcene yedirdiğin, senin için bir sadakadır. Hizmetçine yedirdiğin, senin için
bir sadakadır.[54]
Sevban (r.a.) da, bize
şu hadisi naklediyor.
Rasululİah (s.a.s.)
şöyle buyurdu:
"Bir kimsenin
infak edeceği en faziletli dinar, çolu-ğuna-çocuğuna infâk ettiği dinar ile
Allah yolunda infak ettiği dinar, bir de yine Alİah yolunda arkadaşlarına sarf
ettiği dinardır."
Ebu Kilabe:
Rasululİah (s.a.s.)
(infak işine) çoluk-çocuktan başlamıştır, demiş, sonra sözüne şöyle devam
etmiştir:
Küçük çocuklarının
namuslu yetişmesini sağlayan, yahud onları Allah'ın menfaatlendirip kendisi ile
zengin kılacağı nafakayı, çoluğuna-çocuğuna infak eden bir adamdan daha sevablı
kim olabilir?[55]
Önderimiz Rasulullah
(s.a.s.), küçük Müslümanlara şefkat etmeyen, yani çocuklara merhamet ve sevgide
bulunt mayanlara, "Bizden değildir" diye uyarıyor... Rasulullah (s.a.s.)'den olmak, O'nun gibi
davranmakla, yani Sünneti'ne tabi olmakla gerçekleşir...
İbn Abbas (r.a.)'ın
rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Küçüğümüze
şefkat ve büyüğümüze saygı göstermeyen, iyiyi emretmeyen, kötüden sakındırmayan,
bizden değildir. [56]
Mü'minlerin annesi
Aişe (r.anha)'dan rivayetle önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur;
"Mü'minlerin iman
bakımından en kâmili, ahlâk bakımından en güzel ve çoluk-çocuğuna karşı en
lütûfkâr olanlarıdır. [57]
Daha önce de beyan edildiği
gibi, yine vurgulayarak beyan edelim ki, muvahhid ailenin rızkım teminle
vazifeli mü'min erkekler, çoluk-çocuklarının rızkını helâlinden temin etmeye en
son gayretini gösterecek ve bu konuda da şübheli olanlardan kaçınacaktır...
Ebu Hüreyre (r.a.)
şöyle anlatır:
Hurmaların kesilip
devrilmesi sırasında Rasulullah'a, zekat hurması getirildi. Şu biri hurmasıyla
gelir, öbürü de hurmasını gönderirdi. Nihayet bu hurmalar, Rasulullah'm yanında
bir harman, bir tmas olurdu.
Bir kerre Hasan ile
Hüseyin (r.anhuma), bu hurmalarla oynarken çocuklardan biri (Hasan b. Ali),
ansızın bu sadaka hurmasından bir tane alıp ağzına koydu.
Rasulullah (s.a.s.),
çocuğa (şöyle bir) baktı, (zeki) çocuk, hemen hurmayı ağzından dışarı çıkardı.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.s.):
"Sen, Muhammed
Ailesinin sadaka malı yemediklerini bilmedin mi?" buyurdu.[58]
Mü'min müslüman aile
reisleri, Rasulullah (s.a.s.), helâl rızık konusundaki bu hassas ölçüsüne sadık
varisler olmalıdırlar...
Rabbimiz Allah (c.c),
mü'min kullarının vasfım şöyle beyan buyurur:
"Onlar
(Mü'minler), kendilerine Rabblerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun
üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır.
Ve onlar: Rabbimiz,
bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et
ve bizi takva sahihlerine önderler (imamlar) kıl, diyenlerdir. [59]
Bütün çalışmamız,
bütün zaman ve imkânımızın harcanması, bu vasıfta mü'minler olmak için
olmalı...
İslâm topraklarını
işgal eden büyük şeytan Amerika ve onun yandaşları olan Avrupa emperyalist devletleri
ile komünist Rusya, mazlum, müstaz'af, mahkûm müslümanlan kanlarının ve
terlerinin son damlasına kadar sömürdükten sonra, onları fakirlikle
korkutuyorlar. .. Onları meta zoruyla mahkûmlaştırıyor ve başlarına mürted bir
hükümet tayin e-diyor, fakirleştirdikten sonra da korkutuyorki, doğum kontrolü
yapsınlar... İslâm topraklarındaki mü'min müslümanlar çoğalmasın, yeterli bir
sayıda bulunsunlar. Onlar yemesin ki, büyük şeytan Amerika ve yandaşları, köle
olarak onları çalıştırsın, sömürsün ve bu modern kölelere yedirmedikleri
nimetleri kendileri yesinler...
İnsanlardan olan bu
azgın şeytanlara[60] karşı Rabbimiz Allah
bizleri uyarıyor ve dikkatli olmamızı emrediyor:
"Şeytan, sizi
fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasızlıkları emrediyor. Allah ise, size
kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) va'dediyor. Allah (rahmetiyle) geniş
olandır, bilendir. [61]
Muvahhid ailenin
ferdleri olan mü'min müslümanlar, bu insan şeytanlarına karşı çok uyanık
olmalıdırlar... Büyük şeytan Amerika ve onun işgal altındaki İslâm
topraklarındaki karakolları olan yerli mürted devletler, hükümetler,
müs-taz'af müslümanları sömürmeye devam ederken, çok çeşitli kuruntu
veriyorlar. [62] Önce dost görünüyor,
sömürdükten sonra yapayalnız bırakıyorlar..[63] Önce
söz veriyor, umud-İandırıyor, işini bitirdikten sonra terk edip gidiyorlar...
Muvahhid mü'mİnier,
gerek kendilerini, gerek çoluk-çocuklarını gerekse mü'min ve mü'minelerden
oluşmuş müstaz'af İslâm Milleti'ni bu şeytanlardan kurtarmak, onia-rın sömürü
kanlı pençelerini İslâm topraklarından çektirmek ve yeryüzüne Allah'ın dinini
hakim kılmak için Allah yolunda cihada kuşanmatıdırlar... Apaçık düşman olan
şeytanlarla cihad ederken, Allah'ın ordusu mutlaka galib gelir. [64]
Çünkü şeytanın ve şeytanîlerin, salih kullar üzerinde bir hakimiyeti olamaz.. [65]
[1] Tahrim, 66/6.
[2] Sahih-i Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, B.82, Hds. 118.
Kitabu'1-Cuma, BM, Hds.
18. Buradaki kayıdda şu ziyade var: Rabî şöyle demiştir:
Ben zannederim ki,
Rasulullah, muhakkak şunu da söyledi:
"Ve kişi,
babasının malında bir çobandır ve elinin altındakinden sorumludur."
Sahih-i Müslim,
Kitabu'l-îmare, B.5, Hds. 20.
Sünen-İ Ebu Davud,
Kİtabu'l-Harac ve'l-Fey ve'S-İmare, B.l, Hds. 2928.
Sünen-i Tirmizî,
Kitabu'l-Cihad, B.27, Hds. 1757.
İmam Buhârî, EdebÜ'l-Müfred, B.1Û8, Hds. 212.
[3] Kehf, 18/46.
[4] AMİmrân, 3/14.
[5] Hadİd, 57/20.
[6] Enffll, 8/27-28-29.
[7] İmam El-Vahidî, Esbâb-ı Nüzul, çev. Dr. Necati Tetik,
vdğ. Erzurum, T.Y. sh. 253-254.
Abduifettah El-Kadî,
Esbâb-ı Nüzul, çev. Doç. Dr. Salih Akdemir, Ank. 1986, Sh. 188.
İbn Kesir, Hadislerle
Kur'ân-i Kerim Tefsiri, çev. Dr. Bekir .'arlığa, vdğ. İst 1985, C.7, Sh. 3277.
îbn Hişam, İslâm Tarihi-Siret-i îbn Hişam Tercemesi, çev. Hasuı fiğe,
İst. 1985, C.3, Sh. 325-327.
[8] Sebe' 34/37.
[9] Tegabûn, 64/14.
[10] Sünen-i Tirmizî, Kitabu't-Tefsir, B.64, Hbr. 3535.
İmam El-Vahidî, A.g.e: Sh. 508.
Abdulfettah El-Kadî, A.g.e. Sh.397. ' İbn Kesir, A.g.e. C.14, Sh. 7932.
[11] Abdulfettah El-Kadî, A.g.e., Sh. 397. (İbn Cerir'den)
İmam El-Vahidî, A.g.e., sh. 507.
[12] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.ll, Hds.
1975. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu'1-Edeb, B.3, Hds. 3666.
İmam Suyutî, Camiu's-Sağîr Muhtasarı,
Tercüme ve Şerhi, İst.19^6, C.l, Sh.567-568, Hds.1229
(2151) Hakim, Müstedrek'den.
[13] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Menakıb, B.41, Hds. 3919.
(Bu Hadis, Hasen-Sahihdir,)
[14] Teğabûn, 64/15. Enfâl, 8/28.
Abdullah b. Büreyde
babası (Büreyde)'nin şöyle dediğini nakiet-miştir;
Rasulullah (s.a.s.)
bize hutbe irâd ederken, Hasan ve Hüseyin (r.anhuma) üzerlerinde kırmızı birer
gömlek olduğu hâlde düşe-kalka (mescide) geliverdiler. Bunun Üzerine Rasuluilah
(s.a.s.), hemen İnip onları aldı ve onlarla birlikte minbere geri çıktı. Sonra
da:
"Allah, doğru
söyledi:
"Elbette
mallarınız ve çocuklarınız, birer fitnedir (imtihan aracıdır)." (Teğabün
64/15.)
Bunları gördüm,
sabredemedim." Buyurdu ve hutbeye başladı Sünen-i Ebu Davud,
Kitabu's-Salat, B.225-227, Hds. 1109. Sünen-i Tirmizi, Kitabu'l-Menakıb, B.89,
Hds.4025. Sünen-i Neseî, Kitabu Salatu'l-İydeyn, B.27, Hds.1585
Kitabu'I-Cuma, B.30, Hds.1413. Sünen-i İbni Mâce, Kitabu'1-Libas, B.20,
Hds.3600.
[15] Münafikûn, 63/9.
[16] tsrâ, 17/31-En'âm, 6/151.
[17] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tevhid, B.41, Hds. 146.
Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.37, Hds. 141-142. Sünen-i Tirmizî,
Kitabu't-Tefsîr, B.26, Hds. 3394-3396. Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimu'd-Dem,
B.4, Hds.4000-4002.
[18] Yusuf, 12/40 ve 67, Ayrıca bkz. En'am, 6/62 ve 57, Kasas,
28/88.
[19] Kasas, 28/38.
Yeri gelmişken şu
ayetleri de kaydedelim;
"(Firavn) sonunda
(yardımcı güçlerini) topladı, seslendi!
Dedi ki: Sizin en yüce rabbiniz, benim." Naziât 79/23-24.
[20] Zuhruf, 43/51.
[21] Zuhruf, 43/54.
[22] Şuara, 26/29.
[23] Mü'min, 40/26.
[24] A'raf, 7/127.
[25] A'raf, 7/128.
[26] Tekvir, 81/8-9.
[27] Nahl, 16/58-59.
[28] Şûra, 42/49-50.
[29] A'raf, 7/179.
[30] Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.l Hds. 2.
[31] Sahih-i Buhârî, Kitabu İstitabeti'l-M.rtedin, Hds.4
Sahih-i Müsiim, Kitabu'1-Iman, B.53, Hds. 189-190., Süncn-i İbn Mâce,
Kitabu'z-Zühd, B.l9, Hds. 4242. Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.l, Hds. 1.
[32] Sahİh-i Müslim, Kİtabu'1-İman, B.S4, Hds. 192.
"O küfre sapanlara de ki: "Eğer vaz geçerlerse geçmişte
(yaptıkları) şeyler bağışlanacaktır. Amma yine dönecek olurlarsa, önceki
(toplumlara uygulanan) Sünnet, muhakkak (başlarından da) geçmiş
olacaktır," Enfâ], 8/38.
[33] Muhammed îbn îshak, Siyer, çev. Sezai Özel İst, 1991,
sn. 275.
İbn Hişâm, A.g.e. C.l,
Sh. 448-449.
İbnü'1-Esir, El-Kamil Fi't-Tarih Tercümesi, İslâm Tarihi, çev. M.Beşir
Eryarsoy, İst. 1985, C.2, Sh. 81.
[34] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.18, Hbr. 25. Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-Mesacid ve Mevaziî's-Salat, B.9, Hbr.41. Sünen-i Ebu Davud,
Kitabu's-Salat, B. 164-165, Hbr. 917-918-919. Sünen-i Neseî, Kitabu'l-îmame,
B.37, Hbr. 827.
[35] Zeynü'd-Din Ahmed b. Ahmed b. Abdi'l-Lâtifi'z-Zebîdî,
Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve şerhi, şerh: Ahmed Naİm,
(D.İ.B. yayınları) Ank. 1980, 6. Baskı, C.2, Sh. 458. (Sadeleştirilmiştir.)
Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim, Terceme ve Şerhi, İst. T.Y, 2. Baskı,
C.3, Sh. 415 (Fakihanînin beyanı)
[36] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-Hacc, B.19, Hds. 147. Sünen-i
Ebu Davud, Kitabu'l-Menasık, B.56, Hds. 1905.
Sünen-i İbn Mâce, Kitabu'l-Menasık, B.84, Hds. 3075. Sünen-i Dârimî,
Kitabu'1-Menasıku'I-Hacc, B.34, Hds. 1837.
[37] Sahih-i Buhârî, Kitabu's-Sulh, B.6, Hds. 9.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.6, Hds. 1967.
[38] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.18, Hds. 24. Sünen-i
Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.13, Hds. 1980. SUnen-i İbn Mâce,
Kitabu'1-Edeb, B.3, Hds. 3668.
[39] İmam Buhârî, Edebu'l-Müfred, B.41, Hds. 76. Sünen-İ
İbn Mâce, Kitabu'1-Edeb, B.3, Hds. 3669. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri
ve's-Sıla, B.13, Hds. 1979.
[40] İmam Buhârî, Edebu'l-Müfred, B.41, Hds. 77 ve 78.
Sünen-i İbn Mâce, Kitabu'1-Edeb, B.3 Hds. 3670.
[41] İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar Ale'd-Dürri'l-Muhtar,
cev Ahmed Davudoğlu, İst. 1983, C.8,
Sh. 384.
[42] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cenaiz, B.79, Hds. 113 ve
112.
Kitabu't-Tefsir, B.236,
Hds. 295.
Sahih-i Müslim,
Kitabu'l-Kader, B.6, Hds. 22 ve 25. Hadiste ise şu ziyade var: "Eğer
annesi-babası müslüman iseler, çocuk da müslüman o-lur."
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Kader, B.5, Hds. 2223-2224. Sünen-i Ebu Davud,
Kitabu's-Sünnet, B.17, Hds. 4714. İmam Malik, Muvatta, Kitabu'l-Cenaiz, Hds.
52.
[43] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.236 (Bab
başlığında)
[44] Bk. Muhammed İbn İshak, A.g.e. sh. 239, vd. îbn Hişam,
A.g.e. C,l, Sh. 458, vd. İbnu'l-Esir, A.g.e. C.2, Sh. 85, vd.
İbn Kesir, El-Bidaye ve'n-Nİhaye, Büyük İslâm Tarihi, çev. Mehmet Keskin,
İst. 1994, C.3, Sh. 118, vd.
[45] Bkz. İbn Hişam, A.g.e., C.2, Sh. 94, vd. îbn Kesir,
A.g.e. C.3, Sh. 234, vd. Îbnu'1-Esir, A.g.e. C.2, Sh. 97-98.
[46] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Salat, B.26, Hds. 495.
Sünen-i Timıizî, Kitabu's-Salat, B.297, Hds. 403. Sünen-i Dârimî,
Kitabu's-Salat, B.İ41, Hds. 1438.
[47] Ankebut, 29/45.
[48] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Süa, B.33, Hds.
2018.
[49] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Berri, ve's-Sıla, B.33, Hds.
2017 Not: Bir Sa', bin dirhemlik hububat fllcegidir.
[50] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.18, Hds. 23. Sünen-i
Tirmizî, Kitabu'l-Menakib, B.87, Hds.4021.
[51] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.18, Hds. 26. Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-Fedail, B.15, Hds. 65. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri
ve's-Sıla, B.12, Hds. I976-B.16, Hds.
1987.
İmam Buhârî, Edebu'l-Müfred, B. 50, Hds 91
[52] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.18, Hds. 27. Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-Fedail, B.I5, Hds. 64. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu'1-Edeb, B.3,
Hds. 3665. İmam Buhârî, Edebu'l-Müfred, B. 50, Hds. 90.
[53] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.43, Hds. 62. Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-Fedail, B.15, Hds.62. Hds.63'de Enes b. Malik (r.a.) şöyle
demiş: "Küçüklere Rasulullah (s.a.s)'den daha fazla acıyan bir kimse
görmedim."
[54] İmam Buhârî, Edebu'l-Müfred, B.43, Hds. 82.
[55] Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zekat, B.12, Hds. 38.
[56] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.15, Hds.
1986. ve bkz. Hds. 1984-1985.
Not: Bazı ilim adamları
şöyle demektedirler: Rasulullah (s.a.s.)'m, "Bizden değildir" sözünün
mânâsı, bizim Sünnetimizden değildir, (yani) bizim edebimizden değildir,
buyuruyor.
Sünen-i Ebu Davud,
Kitabu'1-Edeb, B.66, Hds. 4943.
İmam Buhârî, Edebu'l-Müfred, B.163, Hds.353-358.
[57] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-îman, B.6, Hds. 2743.
Sünen-i tbn Mâce, Kitabu'n-Nikâh, B.50, Hds. 1977-
[58] Sahih-i Buhârî, Kitabu'z-Zekat, B.58, Hds. 85. Sahih-i
Müslim, Kitabu'z-Zekat, B.50, Hds. 161. İmam Müslim (rh.a)'in kaydında:
Rasulullah (s.a.s.):
"Kaka kaka at onu! Bizim sadakadan bir şey yemezliğimizi bilmiyor
musun?" Bir de: "Bize sadaka helâl olmadığını bilmiyor musun?"
ibareleri var.
[59] Furkan, 25/73-74.
[60] De ki: İnsanların Rabbine sığınırım, İnsanların
Melikine,
İnsanların (gerçek)
İlâhına.
Sinsice kalblere
vesvese veren ve kuşku düşürüp duran, vesvesecinin şerrinden.
Ki o, insanların
göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar.)
Gerek cinlerden, gerekse
insanlardan (olan her hannas'tan Allah'a sığınırım.)" Nas, 114/1-6.
[61] Bakara, 2/268.
[62] (Şeytan) onlara vaadler ediyor, onları en olmadık
kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey
va'detmez." Nisa, 4/120.
[63] Şeytan da insanı, yapayalnız ve yardımsız
bırakır-" Furkan. 25/29.
[64] Andolsun (Peygamber olarak) gönderilen kullarımıza
(şu) sözümüz geçmiştir:
Hiç tartışmasız onlar,
muhakkak nusret (yardım ve zafer) tıılacak-lardir.
Ve hiç şübhesiz. Bizim ordularımız, üstün gelecek olanlar da onlardır."
Sâffitt, 37/171-172-173.
[65] Benim kullarım, senin onlar üzerinde hiç bir zorlayic
gücün (hakimiyetin) yoktur. Vekil olarak Rabbİn yeter." İsrâ. 17/65.