Yegane Rabbimiz Allah
(Azze ve Celle) şöyle buyurur:
İzzetin (güç ve
şerefin) hepsi Allah'a aiddir.[1]
Kim izzeti istiyorsa,
artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz, O'na yükselir, salih amel de onu
yükseltir. [2]
İzzetin bütünü
kendisine aid olan Rabbimiz Allah'a gerçek kul oldukları için, Önderimiz
Rasulullah (s.a.s.) ve mü'minler de izzet sahibidirler... Rabbimiz Allah,
Rasulü (s.a.s.)'in ve mü'minlerin de izzet sahibi olduğunu beyan e-diyor...
Yeryüzünde yaşayan insanlar içinde ancak Rasulullah (s.a.s.) ve gerçek
muvahhid mü'min müslümanların izzet sahibi olduğunu beyanla Rabbimiz Allah
(c.c.) şöyle buyurur:
Oysa izzet (güç, onur
ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Rasulü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar
bilmiyorlar. [3]O
günün, yani bu ayet-i kerimenin inzal olduğu Medine İslâm toplumunda yaşayan o
günün münafıkları, izzetin Allah'a, Rasulullah (s.a.s.)'e ve mü'minlere aid
olduğunu bilmediği gibi, günün kitaplı veya kitapsız gayr-ı müslimleri de, bu
hakikati bilmiyorlar...
Mü'minler, izzet ve
şeref sahibidirler... Kim izzet ve Şeref sahibi olmak istiyorsa, muvahhid
mü'min olmalıdır... insanlar, izzet ve şerefi başka yerde veya yanlış yerde
aramasınlar... İzzet ve şeref, Allah ve Rasulullah (s.a.s.)'in emrettiği,
öğrettiği şekilde seksiz ve şübhesiz iman etmekle elde edilir... Bu, olmazsa
olmazın tâ kendisidir... Katıksız i-man ve onun gereği olan salih amel işlemek,
izzet ve şeref sahibi olmaktır... Bunun dışında hiç bir gayr-ı Islâmî inançta,
hiç bir ideolojide, hiç bir felsefî ekolde ve hiç bir yönetim düzeninde izzet
söz konusu değildir, olmaz da!... İslâm'ın dışındaki ideoloji ve düzenlerde
izzet arayanlar, tama-miyle yanılırlar ve yanılmışlardır da...
İzzet ve şeref sahibi
olmak için mü'min olmak ve İslâm'ın gereğini yaşamak gerekir... Kalbte iman
yer edince, beyne ve vücudun organlarına sirayet etmelidir... Kalb, mü'min, beyin
ve vücudun diğer organlarının müslüm olması gereklidir...
Böylece İslâm, hayatın
her birimine hakim olmalı, i-man ve teslimiyet bunu gerçekleştirmelidir...
Muvahhid mü'minler,
Allah'a ve Rasulullah (s.a.s.)'e iman ettikleri gibi, tam itaat da etmelidirler...
Aslında tam itaat, kalbteki imanın kemâlatının bir belirtisi, bir göstergesidir...
Mü'minlerin hayatlarındaki salih amel, yani İslâm ü-zere, izzet ve şeref üzere
yaşamaları, kalblerinde yer alan katıksız imandan ileri gelir... İman gizli,
amel açıktır... Gizlinin varlığı, açıkta oİan belirtisinden anlaşılır...
Allah'a itaat,
Rasulullah (s.a.s.)'e itaat etmekle gerçekleşir... Allah'a nasıl ibadet
edeceğimizi bize, Allah'ın öğrettiği ve eğittiği şekilde önderimiz Rasulullah
(s.a.s.) öğretmiş ve bizi eğitmiştir...
Rabbimiz Allah, Rasulü
(s.a.s.) için şöyle buyuruyor:
"Ve şübhesiz sen,
büyük bir ahlâk üzerindesin.[4]
Mü'min müslümanlar
için örnek ve önder olarak gönderilen Rasulullah (s.a.s.), Kur'ân ahlâkı üzere
idi... Alİah (c.c), nasıl emretmiş ise, O, öylece yaşadı ve mü'minler için
örnek oldu...
Şöyle buyurdu Rabbimiz
Allah (c.c):
"Andolsun, sizin
için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için
Allah'ın Rasuiünde güzel bir Örnek vardır.[5]
Allah'a ve ahiret
gününe iman eden ve Allah'ı çokça zikreden, yani her hâli Allah'ın emri üzere
olmaya çalışanların yegane Önderi ve örneği Rasulullah (s.a.s.)'dir...
Rasulullah (s.a.s.)'in
her hâli, Kur'ân-ı Kerim üzere i-di. Kur'ân'a göre yaşamak istiyorum diyene ve
bu isteğinde samimi olan herkesin, Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti üzere
yaşaması gerekir... Rasululah (s.a.s.)'in Sünneti, Kur'ân-ı Kerim'in hayata
gereği gibi tatbik edilişidir...
Sa'd İbn Hişam b. Amir
(rh.a)'ın kıssasından
Bunun üzerine ben:
Ey mü'minlerin annesi,
bana Rasulullah (s.a.s.)'ın ahlâkını anlat, dedim.
Aişe:
Sen, Kur'ân okuyorsun
değil mi? dedi.
Evet, okuyorum, dedim.
İşte Nebiyallah
(s.a.s.)'m ahlâkı, Kur'ân idi, dedi. [6]
Nübüvvet ve Risaletin
kendisiyle tamamlanıp sonuçlandığı Rasulullah (s.a.s.), Ebu Hüreyre (r.a.)
rtvayetiyle şöyle buyuruyor:
"Ben, ancak
ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim. [7]
İzzet ve şeref sahibi
yegane önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Emiru'l-Mü'minin İmam Ali (r.a.)'ın
rivayetiyle şöyle buyurur:
"Beni Rabbim
terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı. [8]
En güzel ahlâk üzerine
yaratılan, ahlâkı Kur'ân olan, güzel ahlâkı tamamlamaya gelen ve Rabbi Allah
tarafından terbiye edilerek, mü'minler için en güzel örnek olan Rasu-lullah
(s.a.s.)'in bıraktığı İslâm mirasına sahib olmak, mu-vahhidlerin baş
vazifesidir... Anın vacibi olan bu vazife, olmazsa olmaz vazifelerdendir....
Medineliler, Sa'd İbn
Hişam b. Amir (rh.a)'e şu hadisi nakletmişlerdir.
Rasulullah (s.a.s.)
şöyle buyurur:
"Benim şahsımda,
sizin için güzel bir örnek yok mudur? [9]
İzzet ve şeref üzere
yaşamak, Allah'ın kitabı Kur'ân-ı Kerim'i en doğru anlayan ve gereği ne ise, en
güzel yaşayan Rasulullah (s.a.s.) gibi yaşamak demektir... Bu yaşantı, iyilik
ve hayır üzere yaşamaktır...İyilik ve hayır ne ise, Rasulullah (s.a.s.)'dan öğrenmek
gerek... O'na yönelmek, O'nun terbiyesine tabi olmak, O'ndan sormak ve O'ndan
öğrenip amel etmek gerek... İnanmak ve inandığını yaşamak... Varlığımızın
gayesi budur!...
Nevvas b. Sem'an
el-Ensarî (r.a.) anlatıyor...
Rasulullah (s.a.s.)'e,
iyilik ve günahı sordum da, şöyle buyurdu:
"İyilik, ahlâk
güzelliğidir. Günah ise, kalbinde gıcık yapan ve başkalarının muttali
olmasından hoşlanmadığın şeydir. [10]
"İyilik, ahlâk
güzelliğidir..." Yani güzel ahlâkı tamamlayan, tüm güzelliği üzerinde
toplayan Rasulullah (s.a.s.) ahlakıyla ahlâklanmak, iyiliktir... Dünyada da,
ahiret-te de arzulanan iyilik, Rasulullah (s.a.s.)'ın ahlâkı, yani Sünneti
üzere olmaktır... Böylece Rasulullah (s.a.s.)'den olmaktır...
"Bendendir" dediği mü'minlerden olmaktır...
Rabbimiz Alİah (Azze
ve Celle), iyiliğin ne olduğunu şöyle beyan buyurur:
"Gerçek iyilik
yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin
iyiliğidir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitablara, peygamberlere
inaııır. Allah'ın rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda
kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere, sevdiği
maldan harcar, namaz kılar, zekat verir. Anlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine
getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. îşte doğru olanlar,
bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakiler ancak onlardır.[11]
Ayet-i Kerimeye dikkat
edilecek olursa, üç ana konuya temas edilmiştir:
1) Katıksız
İman
2) Allah
yolunda İnfak,
3) İbadet ve
sabır üzerinde olmak.
îmanına şirk, küfür,
şübhe, bid'at ve hurafe karıştırmayan, yani katıksız iman sahibi olan
mü'minler, Allah'ın kendilerine verdiği helâl rızkı, yine Allah yolunda harcar
ve ibadet üzere sabır ederler... îşte sadıklar ve müttakiler bunlardır...
Rabbimiz Allah Teâlâ,
bu vasıfları taşıyan izzet ve şeref sahibi mü'min kullarını şöyle beyan eder:
"İman edip salih
amellerde bulunanlar ise, işte onlar da, yaratılmışların en hayırlılarıdır.
Rabbleri katında
onların ödülleri, içinde ebedî kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan
And cennetleridir.
Allah, onlardan razı
olmuştur, kendileri de O'ndan razı (hoşnut, memnun) kalmışlardır. İşte bu,
Rabbinden içi titreyerek korku duyan kimse içindir.[12]
"Gerçek
mü'minler, ancak Allah'a ve Rasulüne iman eden, ondan sonra asla şübheye düşmeyen
Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte sadıkar (doğrular)
ancak onlardır. [13]
Hayat, iman ve
cihaddır!.. Muvahhid mü'minler, Allah'a ve Rasulü (s.a.s.)'e hiç şübheye
düşmeden iman ettiler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler...
İşte hayat, yani yaşama ve can feda etmeye deyen hayat budur... İman ve cihad,
Allah için olmanın en gerçek ifadesidir... Cihad, Allah yolunda ve Allah
düşmanlarıyla yapılır... Bunun için imana ihtiyaç vardır... Katıksız iman,
ancak cihadı gündeme getirir. Cihad için, malın ve canın feda edilmesi, yani
infâk lazımdır... İyiliğe erebilmek, yani Allah'ın rızasını kazanmak için,
sevdiklerinden infâk etmek gerek. [14]
Maldan ve candan infak, kolay bir şey olmasa gerektir...
Mal, başlı başına bir
fitnedir, yani imtihan aracıdır... Alın teri, göz nuru ve bilek hakkı ile elde
edilen helâl malın infâkı sağlam bir iman ister... Kâmil iman sahibi olan muvahhid
mü'minler, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiklerinden, gönlüne hiç bir
sıkıntı gelmeden Allah'ın emrettiği şekilde infâk eder...
Ka'b b. İyad (r.a.)'ın
rivayetiyle Rasululîah (s.a.s.)
şöyle buyurur:
"Her ümmetin bir
fitnesi vardır ve benim ümmetimin fitnesi maldır. [15]
Aynı konuda, Ka'b b.
Malik el-Ensarî (r.a.) da şu hadisi nakleder.
Rasululîah (s.a.s.)
şöyle buyurur: "Bir koyun sürüsünün üzerine salıverilen iki aç kurdun o
koyuna zararı, kişinin mal ve şeref hırsının dinine olan zararından daha ağır
değildir.[16]
Mü'min müslümanlar,
böyle bir fitneden kurtulup, kazandıklarını Allah yolunda infâk
edeceklerdir... Bu ihlas, bu samimiyet ve bu fedâkârlık için, çok güçli bir
iman lazımdır!.. Demek ki, mü'min müslümanlar, her şeyden önce iman konusuna
yönelmeli ve iman konusunda çok sağlamlaşmalardır... İmanları zengin olan
mü'min müslümanlar, yalnız ve yalnız Allah'a kul olmayı
gerçekleştirebilirler... İman noktasında zayıf olanlar, ya da imanlarını
zedeleyenler, Allah'dan başka, veya Alİah ile beraber başka şeylere kul olmak
konusunda tereddüd etmezler...
İşgal altındaki İslâm
topraklarıda yaşayan milyonlarca insana, iman açısından bakıldığında, onların,
hem Allah'a kul olduklarım söyler, hem de egemen tağutlara kul olduklarını
görürsünüz!... Hayatlarının bir bölümünde tağuta itaat sderier... Gereği gibi
olmasa da, namaz ve oruç gibi ibadetlere devam ederler, hakimiyet konusunda
tağutlara itaat ettikleri ve tağutların istediği gibi yaşadıklarını
görürsünüz...
Önderimiz Rasululîah
(s.a.s.), Allah'dan başkasına kul olanlar için "Kahrolsun!"
buyurur...
Ebu Hüreyre (r.a.)'m
rivayetiyle Rasululha (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Altın kulu,
gümüş kulu, dört köşeli ve zencefli kumaş kulu kahrolsun! Böyle kişiye
verilirse memnun olur, verilmezse kızar. Böyle (dünya düşkünü) kişi sürünsün,
zarara yuvarlansın! Vücuduna diken battığında cımbızla çıkaran bulunmasın![17]
Bu konuda diğer bir
hadisi de Ebu Hüreyre (r.a.) nakletmektedir...
Rasulullah (s.a.s.)
şöyle buyurur:
"Dinar'ın
(altının) kuluna lanet edildi ve dirhem'in (gümüşün) kuluna lanet edildi. [18]
Demek ki, insanlar,
Allah'dan başkasının da kulu olabiliyorlar... Altının kulu, gümüşün kulu,
makam koltuğunun kulu, müdürün kulu, bakanın kulu, komutanın kulu, hükümetin
kulu, devletin kulu, patronun ve ağanın kulu, köşkün kulu, villanın kulu,
yazlığın ve kışlığın kulu, Mercedesin ve Kadillakın kulu vs..vs... Allah'ın
emrinin dışında emir verenlerin emirlerine itaat eden, o emir sahibinin kulu,
yani e-mir kuludur...
Böyle kulluklar,
izzeti ve şerefi yanlış yerde aramanın sonucudur... Muvahhid mü'minler, yalnız
Allah'a kul olmuşlar ve başka hüküm sahihlerini reddetmişlerdir... Gerçek
zenginlik, gönlün zenginliği, yani iman zenginliğidir... Gönlü iman hazinesi
ile dolanların, Allah'dan başkasına rağbet etmeleri imkânsızdır...
Ebu Hüreyre (r.a.)'ın
rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Zenginlik, mal
çokluğundan meydana gelir değildir. Lâkin asıl zenginlik, insanın gönül
zenginliğidir. [19]
Gönülden yana zengin
olan mü'min müslümanlann şu karakterde olduğunu beyan buyurur Allah Teâlâ:
"İyiler (ebrar)
ise, kâfur katılmış bir kadehten (cennet şarabını) içerler.
(Bu) Allah'ın has kullarının kendisinden
içtikleri bir kaynak, onu fışkırttıkça fışkırtıp akıtırlar.
Adaklarını yerine
getirirler. Ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar.
Kendileri, ona karşı
duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.
"Biz, size ancak
Allah'ın yüzü (rızası) için yedirmekteyiz, sizden ne bir karşılık istiyoruz,
ne de bir teşekkür.
Çünkü biz,
asık suratlı, zorlu
bir gün nedeniyle Rabbimizden
korkmaktayız."
Artık Allah da, onları
böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir
sevinç vermiştir. Ve onları, sabretmeleri dolayısıyla cennetler ve ipekle
ödüllend irmiştir. [20]
İyiler zümresinden
olan mü'minler, İslâm cemaatı ve İslâm toplumu içinde bulunan fakir, yetim ve
ihtiyaç sahihlerinin ihtiyaçlarını gidermeyi kendilerine vazife bilmişlerdir...
Bu sosyal yardım vesilesiyle mü'minler birbirlerine güveniyor ve
bağlanıyorlar... İman bağı olan manevî bağını kuvvetlendirenler, bunun sosyal
yardım bağlarıyla da pekiştirmektedirler... Dünya hayatında iyilik ve hayır
üzere olan mü'minler, birbirlerinin meşru ihtiyaçlarını gidermek konusunda tüm
imkânlarını sarf eder ve Allah rızasından başka bir karşılık da beklemezler...
Allah'a en sevimli
gelen amelin az da olsa, devamlı yapılan amel olduğunun şuurunda olan mü'min
müslümanlar, eldeki imkânlar çerçevesinde amelin devamlısını işlemeye gayret
ederler. [21]
Muvahhid ailenin
kurucuları ve mensublan olan mü'min müslümanlar, izzet ve şeref üzere yaşamak
için içinde bulundukları toplumu ve ülkeyi Islâmlaştırmaya gayret
etmelidirler... Mücadeleleri bu yönde ağırlık kazanmalıdır... Sadece ailenin
İslâmlaşması yetmez... Aile İslâm taşırken, en yakın çevreden başlamak kaydıyla
bütün toplumun İslâmlaşması lazımdır... Yoksa İslâmlaşmaya çalışan aile belli
bir aşamadan sonra tıkanır ve onun önü de açılamaz... Bundan dolayı vakit
geçirmeden önlem almak gerekir...
Ebu Said (El-Hudrî,
r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Sizden kim,
meşru olmayan bir şey görür de, eliyle önler ve değiştirirse, vazifesini yapmış
olur, günaha girmekten kurtulur. Eğer eliyle önleyemez de, diliyle önlemeye
çalışırsa, günaha girmekten kurtulur. Diliyle önleyemez de, kalbiyle önlemeye
çalışırsa, günaha girmekten kurtulur. Bu, imanın en zayıfıdır.[22]
Müstevli kâfirlerin
işgali altında olan İslâm topraklarında esaret altındaki müstaz'af
müslümanlar, her şeyden önce sağlam imanı elde ettikten sonra, işgali ve
sömürüyü ortadan kaldırmak için cihada kuşanmalıdırlar... Ancak bu yol ile
kötülükler ortadan kalkar... Birbirlerine, yani mü'minler kendi aralarında çok
muhabbetli olup, hiç bir mü'min kardeşine zarar vermemeye çalışmalıdırlar...
Faydaları kendilerine, zararları ise, işgalci ve sömürücü tağutlara
olmalıdır...,
Abdullah b. Amr
(r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurur:
"Müslüman,
diiınden ve elinden müslümanlarm selamette kaldığı kimsedir. Muhacir de,
Allah'ın nehyetiği terkedendir.[23]
Aynı konuda diğer bir
hadiste, mü'min ve müslümanın tarifi yapılmaktadır...
Ebu Hüreyre (r.a.)'ın
rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Müslüman,
dilinden ve elinden müslümanlarm selamet buldukları kişidir. Mü'min,
insanların canlan ve malları hususunda emniyet ettikleri kişidir. [24]
İzzet sahibi mü'min,
iman ve salih amel üzere sabırlı davrandıkça, Rabbi Allah kendisine yardım
edecek ve onun hayrını kat kat yapacaktır.
Ebu Said el-Hudrî
(r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Bir kul,
müslüman olur ve müslümanlığı da güzel o-lursa, Allah, onun evvelce işlemiş
olduğu her kötülüğünü örter. Ondan sonra sıra kısasa (yani mükafat ve mucezata)
gelir. Bir hasene, ondan yediyüz kat büyük hasene ile, bir seyyie (yani
kötülük) ise, yalnız kendi misli ile karşılanır. Meğer ki, Allah, o seyyieyi
afveder. [25]
Ebu Musa el-Eş'arî
(r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.)
"Her müslüman
üzerine sadaka vermek vacibtir." buyurdu.
Orada bulunan
Sahabîler:
Ya Rasulullah, sadaka
edecek bir şey bulamazsa (ne yapar?) dediler.
Rasulullah:
"Eliyle çalışır,
elinin emeğiyle kazandığından hem kendini faydalandırır, hem de sadaka
verir." buyurdu.
Sahabîler:
Çalışmaya da gücü
bulunmazsa? dediler.
Rasulullah:
"İhtiyaç
sahibine, bunalmış mazluma yardım eder." buyurdu.
Buna da güç bulamazsa
(ne yapar?), dediler.
Rasulullah (s.a.s.):
"Ma'ruf (yanı
hayır) işlesin, şerrden kendisini tutsun. Çünkü bu da, o kimse için bir
sadakadır." buyurdu.[26]
Hayırlı olanları
işlemek ve kendisini şerrli olanlardan alıkoyması mü'min için bir sadaka
olduğunu beyan buyuran Rasulullah (s.a.s.), Huzeyfe (r.a.)'m rivayetiyle de
şöyle buyurur:
"Her iyilik
sadakadır. [27]
Allah ve O'nun Rasulü
(s.a.s.)'e iman edenler, Kur'ân-ı Kerim'i okuyanlar, derinden derine
düşünenler, dini kendilerince anlamak yoluna gitmiyor, ümmetin muallimi
Rasulullah (s.a.s.)'e baş vuruyorlardı... Dinlerini Rasulullah (s.a.s.)'den
öğreniyorlardı... Bize Kur'ân yeter, bizim dilimizle inmiş, çok sâde, hepimize
hitab ediyor ve hepimizin anlayacağı bir kitabtır, başkasına sormaya ihtiyaç
yoktur demiyorlardıL.Meselelerini Rasulullah (s.a.s.) havale ediyor, O'na
soruyor, öğreniyor ve amel ediyorlardı... Bu tavırlan, Kur'ân-ı Kerim'in en
iyi, en doğru ve en güzel müfessiri olan Rasulullah (s.a.s.)'uı tefsirini
öğrenmek, O'nun açıkladığı gibi Kur'ân'ı anlamak içindi...
Ebu Eyyub (r.a.)'m
rivayetiyle.
Bir adam, Rasulullah
(s.a.s.)'e gelerek:
Bana bir iş göster ki,
onu yaptığım takdirde beni cennete yaklaştırırsın ve cehennemde uzaklaştirsm,
dedi.
Rassullah (s.a.s.):
"Allah'a ibadet
eder, O'na hiç bir şeyi şerik koşmazsın. Namazı dosdoğru kılar, zekatı
verirsin. Akrabana da iyilik edersin." buyurdu.
O zat, dönüp gidince
Rasulullah (s.a.s.):
"Eğer emrolunduğu
şeylere sımsıkı sarılırsa, cennete girmiştir." buyurdu.[28]
Ebu Eyyub (el-Ensarî,
r.a.)'ın rivayetiyle.
Bir adam Rasulullah
(s.a.s.)'e gelerek:
Ya Rasulullah, bana
(faydalı şeyi) öğret ve özlü söyle, dedi.
Rasulullah (s.a.s.)
(de adama):
"Namazına
durduğun zaman, veda edenin namazı gibi namaz kıl, özür dilemeni gerektiren bir
sözü konuşma ve insanların ellerindeki (dünyalık) şeylerden umudunu kesmeye
azim ve karar ver." buyurdu. [29]
Yegane önderimiz
Rasulullah (s.a.s.), kendisinden sonra yaşayan ümmetini, başlarına
geleceklerinden dolayı uyarmıştır... İleride bu ümmet çeşitli denemelere tabi
tutulacak, bir çok fitnenin içine düşecek ve başlarına belâlar gelecektir...
Böyle durumlarda, ümmet nasıl davranması gerekiyorsa, onu da öğretmiştir
önderimiz Rasulullah (s.a.s.)... İslâm Dini, kıyamete kadar yaşayacaktır...
Öyle bir yaşamak ki, ilk inzal olduğu an kadar taze ve canlı... Kitab ve Sün zerinden
asırlar geçmesi, onları yıpratmayacak ve eskitmeyecektir... Onlar, her zamanda
ve her mekânda tazeliğini ve canlılığını koruyacaktır...
Enes b. Malik (r.a.)'m
rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"İnsanlar üzerine
bir zaman gelecek ki, onların içinde dini (nin icablarını yerine getirme)
üzerinde tahammül gösteren, avucunun içinde ateş parçası tutan gibidir.[30]
Mâkıl b. Yesar
(r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):
"Fitne zamanında
ibadet, bana hicret etmek gibidir. [31]
Ebu Hüreyre (r.a.)'ın
rivayet ettiği hadiste de şöyle buyurur Rasulullah:
"Siz öyle bir
zamandasınız ki, sizden kendisine emredilenin onda birini terk eden kimse,
helak olur. Sonra bir zaman gelecek ki, onlardan kendisine emredilenin onda
biri-ni yapan kimse kurtulacaktır." [32]
Siz, İslâm Devletinin yönetiminde
ve İslâm ülkesinde yaşıyorsunuz. Öyle bir zaman geldiğinde, imkânları daha
fazlasına, yettiği hâlde yalnızca onda birini yapmak yeterli gelir, bu, onların
kurtulmasına kâfidir, diye anlaşılmamalıdır bu Hadis-i Şerif... Öyle bir.zaman
gelir ki, o zamanda mü'min müslümanlar, baskı altında olacaklar, esaret altında
bulunacaklar... Dinlerini yaşamaya imkân bulamayacaklar... İşte bütün bu
imkânsızlıklara rağmen mü'min müslümanlar, İslâm'a sarılır ve yaşamaya gayret
ederlerse kurtulurlar...
İslâm Dini'nin, Cemaat
dini olduğunu bilinen bir gerçektir... Dinin, ferden yaşanabilmesi bir çok
rahatsızlıkları beraberinde getirir... Ferdi ilgilendiren ibadetler bile belli
Ölçülerde cemaatle
ilgilidir... Bundan dolayı Alİah ve lullah (s.a.s.) mü'min müslümanlara cemaat
olmalarını emretmektedirler...
Cabir b. Semure (r.a.)
anlatır.
(Rasulullah, s.a.s.)
sonra (başka bir defa) yine yanımıza çıktı ve bizi halkalar hâlinde görerek:
"Aceb sizi niye
dağınık cemaatler hâlinde görüyorum!" dedi.
Başka bir sefer yine yanımıza
çıktı ve:
"Siz, meleklerin
Rabbleri katında saff saff durdukları gibi saff bağlayıp dursamzya!"
buyurdu.
Biz:
Ya Rasulullah,
melekler, Rabbleri katında nasıl saff olurlar? dedik.
"İlk şaftları
tamamlarlar ve saffda sıkışık dururlar." buyurdu.[33]
A'meş (r.a.) dedi ki:
Rasulullah (s.a.s.),
cemaat hâlinde oturmayı sevdiğini anlatır gibi oldu. [34]
A'meş (r.a.)'ın da
beyan ettiği gibi Rasulullah (s.a.s.) ümmetin her zaman için düzenli bir cemaat
olmasını arzu etmiş ve bunu emretmiştir... Her zaman ve her mekânda ümmetin tek
yürek ve tek bilek, yani yekvücûd olmasını emreden önderimiz Rasulullah
(s.a.s.), ümmetin birliğini bozan kim olursa olsun onun, ortadan kaldırılmasını
emrediyor...
Arfece (r.a.)'dan
rivayet olunduğuna göre Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Hiç sübhesiz bir
şeyler olacaktır. İmdi her kim, bu ümmet derli-toplu iken onun işini dağıtmak
isterse, kim olursa olsun hemen kılıçla onu (n boynunu) vurur!. [35]
Yine Arfece (r.a.)
rivayet ediyor.
Rasulullah (s.a.s.),
şöyle buyuruyor:
"İşiniz bir adam
üzerinde toplu iken, kim sizin sopanızı yarmak veya cemaatınızı dağıtmak
isterse, onu hemen öldürün.[36]
Bu hadisin şerhinde
Sarih, şunları beyan etmektedir:
"Sopanızı
yarmak" tabiri, cemaatı dağıtmaktan kinayedir. Yani sizin cemaatinizi,
yarılmış sopanın dağıldığı gibi birbirinden ayırmak, isterse, onu vurun
demektir. Cemaatın birbirinden ayrılıp dağılması anlaşamamak ve birbirini sevmemekle
olur.
Hadis-i Şerif, (İslâm)
Hükümdar aleyhine ayaklanan veya müslümanların birliğini bozmak isteyen bir
kimsenin öldürülmesini emretmektedir. Böylesi, evvelâ nasihatle yola
getirilmeye çalışılır. Vazgeçmezse, kendisi ile çarpışılır. Öldürmeden
şerrinden kurtulunmazsa, öldürülür. [37]
Bu, böyledir!..
Bu konuda, hayat dini
İslâm'ın hükmü budur!... Mü'min müslümanlar, İslâm Milleti'nin mensubları, bir
arada iken, başlarında ümmetin imamı var ve kendileri bir vücud misali birlik
içinde iken, kim veya kimler, onların bu birlik ve beraberliklerini bozacak
olurlarsa, cezalan ölümdür...
Şarih'in de beyan
ettiği gibi, önce nasihat edilir ve barış içinde meselenin çözümüne gidilir...
Eğer bağîler, yani, İslâm Devleti'ni yıkmak, İslâm ülkesini bölmek ve İslâm
cemaatını parçalamak isteyenler, sulha yanaşmaz, bu kötü emellerinden
vazgeçmezler ise, kendileriyle savaşılır ve öldürülürler...
Hüküm böyle iken,
bugünün İslâm topraklarını işgal eden, mü'min müslümanlan egemenlikleri altına
alıp sömüren ve müstaz'aflaştıran emperyalistlere onların yerli mürted uşaklanyla
mü'min müsJümanlar savaşmayacak da, ya ne yapacak?... Savaş, barış içindir.
Barış içinde, tecavüz ettikleri hakları, hak sahihlerine geri vermeyenler,
savaş zoruyla gasbettikleri hakları sahiblerine iade etmek zorunda katırlar...
"Nasihat ile yola
gelmeyenin hakkı kötektir." düsturu, tarihin her devrinde geçerliliğini korumuştur...
İslâm topraklarını sömüren işgalci emperyalist güçler ve yerli mürted
uşaklarının tağutî düzeni, ancak mü'min müslümanların cihada kuşanmasiyla hâl
olur... İslâm toprakları onların sömürüsünden kurtulur ve müstaz'af mazlum
müslümanlar hürriyetlerine kavuşup İslâm'ın hakimiyetinde yaşamaya başlarlar...
İşgal altındaki İslâm
topraklarında hüküm süren tağutî düzenler, bölgedeki "müslümanım"
diyenlerin uyanmaması ve onlara karşı kıyam etmemesi için göstermelik İslâm'ın
i-badetlerinden bir-iki tanesine izin vermişlerdir... Ezan, Namaz, Oruç ve
Hacc gibi ibadetler... İzin verilen bu ibadetler, yine tağutların denetiminde
ve onlara zarar vermeyecek bir şekilde edası sağlanmıştır... Ezan, sadece
vakitleri bildiren bir ses, namaz, kimin peşinde ve hangi şartlarda, niçin
kıhndma bakılmadan sadece bir alışkanlık, oruç, vakitlerinin İslâmî ölçüler
dikkat edilmeden Arafe'nin bayram, Bayramın Arafe olarak kutlandığı fasid bir
anlayış, Hacc göstermelik, yine Arafe ve Bayramın karıştırıldığı bir seyahat!..
Müstevli gayr-ı
müslimlerin istilâsı altındaki müstaz'af mazlum, "müslümanım" diyen
milyonlarca insanın a-kide noktasında iflâsa uğratıldığı tağutî düzenlerde,
İslâm'ın muamelat kısmı yasaklanmış ve gündeme getirmek isteyenlere en ağır
cezalar verilmiştir...
"Allah'ın
hükmüyle hükmetmeyenler kâfirlerin tâ kendileridir.[38]hükmünün,
kendileri için tahakkuk etmiş o-lan yerli mürted tağutî güçler, büyük şeytan
Amerika ve onun yandaşlarının uşaklığına devam etmektedirler... Onların emir
kulu olan yerli uşak yönetimler ve yöneticiler, bölgelerindeki müstaz'af
mü'min müslümanlara her türlü işkenceyi reva görmektedirler... Bunlara yapılan
nasihat, kuzunun kurda yalvarması gibi gelmektedir... Kuzunun kurda yalvarması,
kurdu merhamete getirmediği gibi, sadece kurdun iştahını çoğaltmaktan başka hiç
bir şeye yaramamaktadır...
Hayat, iman ve
cihaddır... Ve bu, böyledir!.
Cerir (r.a.) şöyle
anlatır...
Veda Haccında
Rasulullah (s.a.s.), Cerir'e:
"İnsanları sustur
da, dinlesinler..." diye emretti.
(Halk sükût ettikten sonra
da):
"Benden sonra
birbirinizin boynuna vuran kâfirlere dönmeyiniz." buyurdu.[39]
Yegane önderimiz
Rasulullah (s.a.s.), böyle buyurdu: "Benden sonra birbirinizin boynunu
vuran kâfirlere dönmeyiniz!.." İrtidad etmeyin veya bölük bölük
olmayın... Çünkü irtidad eder, yani İslâm Dini'nden ayrılır, başka
ideolojilerin başka düzenleri benimserseniz kâfir olursunuz!.. Allah'ın
in-dirdikleriyle hükmetmez, onları bırakır da, heva-u hevesten kaynaklanan
insan yapısı kanunlarla hükmederseniz, kâfir olursunuz... Ya da kâfirlerin
içine düştüğü tefrika hâline düşmeyiniz demektir, Rasulullah (s.a.s.)'in bu
emri... Kâfirler parça parça, grup grup, parti parti olunuş ve bir parti, diğeriyle
düşman olup savaşmış ve birbirinin boyunlarını vurmuşlar. Onların bu felaket
hâline düşmeyin... Kâfirlerin parti parti ayrılıp birbirini öldürdükleri gibi,
sizler de parti parti olmayın, birbirinizle savaşmayın ve birbirinizi öldürmeyin!..
İslâm birliğini
bozmayın, bir imamınız, bir cemaatınız, bir devletiniz ve bir ülkeniz var iken,
bu birliği sakın ha sakın bozmayın!... Kim ki, sizin iman üzere, Tevhid üzere
olan bu İslâm Milleti birliğinizi bozmak isterse, onu da vurup öldürün!..
Böyle buyuruyor
önderimiz Rasulullah (s.a.s.)!...
Yegane Rabbimiz Allah
(Azze ve Celle), "navahhid mü'min kullarım küfrün ve kâfirlerin tuzaklar.
ıa, ihanet planlarına karşı uyarıp şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler,
eğer küfre sap?r>'ara itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin
^3ri çevirirler, böylece büyük hüsrana uğrayanlara dönersiniz.
Hayır, sizin Mevlânız
Allah'dır. O, yardım edenlerin en hayırhsıdır.[40]
İslâm ülkesini
parçalayan, İslâm toprakların işgal e-def e müslümanları esaret altına sokan
gayr-ı müslim egemen tağutî yönetimlere itaat etmeyin!.. Ey mü'minler, eğer bu
tağutlara itaat ederseniz, sizi imandan sonra tekrar küfre döndürürler... İman
noktasında ayağınızı kaydırır, sizi küfre ve şirke düşürürler...
Kâfırlerin,mü'minlere karşı olan kinlerinin sonucudur bu!.. Onlar, mü'minleri
imandan, İslâm'dan çevirip kendilerine döndürmedikçe rahat edemezler... İsterler
ki, mü'min müslümanlar, onların dinine, yani ideolojilerine, hayat tarzlarına
uysunlar...Ancak o zaman müslümanları sever ve onlardan hoşlanıp, onlara dost
olurlar. [41] Tabiî ki, o ana kadar
"Müslümanım"diyenler, onlara tabi olmak ile bu sıfattan sıyrılıp
çıkarlar...
Rabbimiz Allah (c.c.),
o.kâfirlere tabi olmayı yasakladığı gibi, onlarla dost olmayı da yasaklamış ve
onlardan korkmadan, onlara karşı savaşmayı emretmiştir:
"Yeminlerini
bozan, Peygamber'i (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa)
başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız,
kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır![42]
"Artık onlardan
korkmayın, Ben'den korkun. [43] diye
buyuran Rabbimiz Alİah, mü'min kullarının izzet ve şeref ü-zere yaşamalarını
buyuruyor...
Gayr-ı Müslim kâfir
güçlerin ve mürted tağutların e-sareti altında yaşamak, izzeti kaybedip,
zillete rıza göstermek demektir... Bu korkunç felakete rıza gösteremez muvahhid
mü'minler!...
Mü'min müslümanlar, ya
Allah'ın hükümleriyle hük-molunan Daru'l-İslâm'da, İslâm bayrağı gölgesinde hür
ve Özgür, izzet ve şerefle yaşamak isterler, ya da "zillete rıza
göstermektense yerin altı, üstünden hayırlıdır" diye cihada kuşanırlar...
Rabbimiz Allah şöyle
buyurur:
"Bu (Kur'ân),
insanlar için bir beyan ve sakınanlar için de bir hidaylet ve öğüttür.
Gevşemeyin, üzülmeyin,
eğer (gerçekten) iman etmiş-seniz en üstün olan sizlersiniz. [44]
Kur'ân-ı Kerim,
müttakiler için bir hidayet rehberidir. [45] Ve
Rabbimiz muvahhid mü'minlerin en üstün olduğunu beyan buyuruyor... Çünkü İslâm
en yücedir, en üstündür... Muvahhid mü'minler de, İslâm'a tabi oldukları için
üstünlüğü ve yüceliği elde etmişlerdir...
Ve (Rasulullah
s.a.s.):
"İslâm (daima)
yüksek olur, O'nun üstüne yükselinmez." buyurdu. [46]
Rabbimiz Alİah (c.c.)
şöyle buyurur:
"Ey iman edenle,
bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman dayanıklık gösterin ve Allah'ı
çokça zikredin. U-mulur ki, kurtuluş (felah) bulursunuz.
Allah'a ve Rasulü'ne
itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız ve gücünüz
gider. Sabredin, şübhesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.[47]
Dünyada yaşayan bütün
mü'min müslümanlar, İslâm binasında ve İslâm çatışı altında bir başa bağlı bir
şekilde birliklerini kurduklarında, bir yürek, bir bilek ve bir millet
olduklarında izzet ve şeref üzere yaşarlar... Rabbimiz Allah'ın yardımı
onlarla beraber olur... Rabbimiz Alİah Teâlâ şöyle buyurur:
İman etmekte olanlara
yardım etmek ise, Bizim ü-zerimize bir haktır.[48]
[1] Nisâ, 1/139-Yûnus, 10/65.
[2] Fatir, 35/10.
[3] Münafıkûn, 63/8.
[4] Kalem, 68/4.
[5] Ahzâb,33/21.
[6] Sahih-i Müslim, Kitabu Salati'İ-Musafırine ve Kasriha,
B. 18, Hbr. 139. Sünen-i Neseî, Kitabu Kıyamu'1-Leyl, B.2, Hbr. 1601.
[7] İmam Buhârî, Edebu'l-Müfred, B.135, Hds. 273. İmam
Malik, Muvatta, Kitabu Hüsnü'1-Hulk, Hds. 8.
[8] Aclunî, Keşfiı'1-Hafa, C.l, Sh. 70, Hds. 164. (Askerîden)
Not: Hadis
Muhakkikleri, bu hadis için zayıf demişlerdir, mevzu diyen olmamıştır.
İmam Suyutî, CamiuVSağir Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, Çev. İsmail
Mutlu, vdg. İst. 1996, C.l, Sh.113, Hds.179 (310) İbn Mes'ud (r.a.)'ın
rİvayetiyle İbnu's Sümânî'nin Edebu'l-İmlâ'sından.
[9] Sahih-i Müslim, Kitabu Salati'l-Musafırine, B.18, Hds.
139.
[10] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.5, Hds.
14-15. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.40, Hds. 2497. Sünen-i Dârimî,
Kitabu'r-Rikak, B.73, Hds. 2792.
[11] Bakara, 2/177.
[12] Beyyine, 98/7-8.
[13] Hucurât, 49/15.
[14] Bkz. Âl-i İmrân, 3/92.
[15] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.19, Hds. 2439.
İmam Suyutî, A.g.e.,
C.2, Sh.31, Hds.1340
(2407) Ahmed b. Hanbel'den, Müsned, C.4, Sh.l60'dan.
[16] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.30, Hds. 2482.
Sünen-i Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.21, Hds.2733. İmam Suyutî, A.g.e., C.3,
Sh.269. Hds.3393 (7908). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, Sh.456 ve 460'dan.
[17] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad, ve's-Siyen B.69, Hds.
100. Sünen-i îbn Mâce, Kitabu'z-Zühd, B.8, Hds. 4135-4136.
[18] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.29, Hds. 2481.
[19] Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rîkak, B.15, Hds. 33. Sahih-i
Müslim, Kitabu'z-Zekat, B.40, Hds. 120. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.27,
Hds. 2479.
[20] İnsan, 76/5-12.
[21] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B.18, Hds. 52.
Sünen-i Neseî,
Kitabu'1-İman, B.29, Hds.5002.
Sünen-i İbn Mâce,
Kitabu'z-Zühd, B.28, Hds.4238.
Sahih-i Müslim, Kitabu Salati'l-Musafirine, B.30, Hds.I6-18.
[22] Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman, B.17, Hds. 4976. Diğer
hadisler için bkz.
Sahih-i Müslim,
Kitabu'1-İman, B.20, Hds. 78 ve 80. Sünen-i Ebu Davud, KitabuVSalat, B.239-242,
Hds. 1140.
Kitabu'i-Melahim, B.17,
Hds. 4340. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu'l-Fiten, B.20, Hds. 4013.
Kitabu Îkametu's-Sala, B.I55, Hds. 1275. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman,
B.17, Hds. 4975. SUnen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.10, Hds. 2263.
[23] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-îman, B.3, Hds. 3. Sahih-i
Müslim, Kitabu'1-İman, B.14, Hds, 64-65. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad,
B.2, Hds. 2481. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-İman, B.12, Hds. 2763. Sünen-i Neseî,
Kitabu'1-İman, B.9, Hds. 4963. Sünen-i Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.8, Hds. 2719.
[24] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-İman, B.12, Hds. 2762.
Sünen-i Neseî, Kitabu' 1-Iman, B.8, Hds. 4962.
[25] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-İman, B.31, Hds. 34.
[26] Sahih-i Buhârî, Kitabu'z-Zekat, 8.31, Hds. 47. Sahih-i
Müslim, Kitabu'z-Zekat, B.16, Hds. 55.
[27] Sahih- i Müslim, Kitabu'z-Zekat, B.16, Hds. 52.
Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.33, Hds. 51. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb,
B.68, Hds. 4947. Şünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.45, Hds. 2037.
İmam Buhârî, Edebu'l-Mufred, B.l 15, Hds. 224.
[28] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.4, Hds. 14. Sahih-i
Buhârî, Kitabu'z-Zekat, B. 1. Hds. 2.
[29] Sünen-i İbn Mâce, Kitabu'z-Zühd, B.l5, Hds. 4171.
[30] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.61, Hds. 2361.
Kitabu'l-Tefsir, B.6,
Hds, 3250.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Metahim, B.17, Hds. 4341. Sünen-i İbn Mâce,
Kitabu'l-Fiten, B.21, Hds. 4014.
[31] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Fiten ve Eşrati's-Saat, B.26,
Hds. 130,
[32] Sünen-i Tirmizl, Kitabu'l-Fiten, B.64, Hds. 2369.
"Fesad Devrinde İbadetin Değeri" cümlesini bab başlığı yapmış
I-mam Tirmizî)
[33] Sahih-i Müslim, Kitabu's-Salat, B.27, Hds.119. Sünen-i
Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.16, Hds. 4823.
[34] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.16, Hbr. 4824.
[35] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.14, Hds. 59. Sünen-i
Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet, B.30, Hds.4762.
[36] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.14, Hds. 60.
[37] Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst.
1983, C.9, Sh. 24.
[38] Mâide, 5/44.
[39] Sahih-İ Buharı, Kitabu'1-İlm, B.44, Hds. 62.
Kitabu'l-Edeb, B.94,
Hds. 190.
Sahih-i Müslim,
Kilabu'I-İman, B.29, Hds. 118-120.
Sünen-i Tirmizî,
Kitabu'l-Fiten, B.26, Hds.2289
Sünen-i Neseî, Kitabu Tahriınu'd-Dem, B.28, Hds.4109-4115.
[40] Âl-İİmrân, 37149-150.
[41] Bkz. Bakara, 2/120.
[42] Tevbe,9/13.
[43] Mâide, 5/3.
[44] Âl-Ümrân, 2/138-139.
[45] Elif-Lâm-Mim.
"Bu, Kendisinde şübhe olmayan müttakiler için de kılavuz olan bir
kitabdır." Bakara, 2/1-2.
[46] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cenaiz, B.79 (Bab başlığında)
"Buhârî, bu sözün söyleyicisini açıkça beyan etmemiştir. Bundan dolayı
belki sözcünün îbn Abbas olduğu zannedilebilirse de, böyle degil dir. Bu güzel
sözün Kaili, Rasulullah (s.a.s.)'dir. Dârakutnî, bunu, kendi Sünen'inde şöyle
rivayet etti:
Aiz İbn Amr el-Muzenî
<r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.):
"İslâm, yüksek
olur, O'nun üstüne yüksel inmez." buyurdu, demiştir.
Rivayet olundu ki,
Fetih yılı, Aİz İbn Amr, Ebu Süfyan İbn Harb'İn beraberinde gelmiş.
Sahabîler:
Bunlar: Aiz İbn Amr ve
Ebu Süfyan'dır, demişler.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.s.):
"İşte Aİz İbn Amr
ile Ebu Süfyan! İslâm, bundan daha azizdir. İslâm, yüksek olur ve O'nun
üzerine yükselinmez." buyurmuştur. (Fethu'l-Barî ve Umdetu'1-Karî)
İbn Hazm, El-Mualla
İsimli kitabında bu sözü, Hammad İbn Zeyd'den, O da, Eyyub'dan, O da,
îkrime'den, O da İbn Abbas'dan rivayet etmiştir.
İbn Abas, "Yahudi,
ya da Nasranî bir kadın, Yahudî, yahud Nasranî erkeğin nikâhı altındayken
İslâm'a girdiğinde, aralan ayrılır. (Çünkü) İslâm yüksektir ve O'nun üzerine
yükselinmez." demiştir. (Kastallaııî)
Bunu, İbn Abbas'ın bu
şekilde söylemiş olması bile, Rasulullah (s.a.s.)'den işitmiş olduğunu
düşündürebilir.
Mehmet Sofuoğlu,
Sahih-i Buhârî ve Tercemesi, İst. 1987, C.3, Sh. 1274. (219 no'lu dipnot)
[47] Enfal, 8/45-46.
[48] Rum, 30/47.