İzzet Ve Şeref Üzere Yaşamak

 

Yegane Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

İzzetin (güç ve şerefin) hepsi Allah'a aiddir.[1]

Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz, O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. [2]

İzzetin bütünü kendisine aid olan Rabbimiz Allah'a gerçek kul oldukları için, Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) ve mü'minler de izzet sahibidirler... Rabbimiz Allah, Rasulü (s.a.s.)'in ve mü'minlerin de izzet sahibi olduğunu beyan e-diyor... Yeryüzünde yaşayan insanlar içinde ancak Rasulul­lah (s.a.s.) ve gerçek muvahhid mü'min müslümanların izzet sahibi olduğunu beyanla Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyu­rur:

Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Rasulü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar. [3]O günün, yani bu ayet-i kerimenin inzal olduğu Me­dine İslâm toplumunda yaşayan o günün münafıkları, izzetin Allah'a, Rasulullah (s.a.s.)'e ve mü'minlere aid olduğunu bilmediği gibi, günün kitaplı veya kitapsız gayr-ı müslimleri de, bu hakikati bilmiyorlar...

Mü'minler, izzet ve şeref sahibidirler... Kim izzet ve Şeref sahibi olmak istiyorsa, muvahhid mü'min olmalıdır... insanlar, izzet ve şerefi başka yerde veya yanlış yerde aramasınlar... İzzet ve şeref, Allah ve Rasulullah (s.a.s.)'in em­rettiği, öğrettiği şekilde seksiz ve şübhesiz iman etmekle el­de edilir... Bu, olmazsa olmazın tâ kendisidir... Katıksız i-man ve onun gereği olan salih amel işlemek, izzet ve şeref sahibi olmaktır... Bunun dışında hiç bir gayr-ı Islâmî inanç­ta, hiç bir ideolojide, hiç bir felsefî ekolde ve hiç bir yöne­tim düzeninde izzet söz konusu değildir, olmaz da!... İslâm­'ın dışındaki ideoloji ve düzenlerde izzet arayanlar, tama-miyle yanılırlar ve yanılmışlardır da...

İzzet ve şeref sahibi olmak için mü'min olmak ve İs­lâm'ın gereğini yaşamak gerekir... Kalbte iman yer edince, beyne ve vücudun organlarına sirayet etmelidir... Kalb, mü'min, beyin ve vücudun diğer organlarının müslüm olması gereklidir...

Böylece İslâm, hayatın her birimine hakim olmalı, i-man ve teslimiyet bunu gerçekleştirmelidir...

Muvahhid mü'minler, Allah'a ve Rasulullah (s.a.s.)'e iman ettikleri gibi, tam itaat da etmelidirler... Aslında tam itaat, kalbteki imanın kemâlatının bir belirtisi, bir gösterge­sidir... Mü'minlerin hayatlarındaki salih amel, yani İslâm ü-zere, izzet ve şeref üzere yaşamaları, kalblerinde yer alan katıksız imandan ileri gelir... İman gizli, amel açıktır... Giz­linin varlığı, açıkta oİan belirtisinden anlaşılır...

Allah'a itaat, Rasulullah (s.a.s.)'e itaat etmekle ger­çekleşir... Allah'a nasıl ibadet edeceğimizi bize, Allah'ın öğ­rettiği ve eğittiği şekilde önderimiz Rasulullah (s.a.s.) öğ­retmiş ve bizi eğitmiştir...

Rabbimiz Allah, Rasulü (s.a.s.) için şöyle buyuruyor:

"Ve şübhesiz sen, büyük bir ahlâk üzerindesin.[4]

Mü'min müslümanlar için örnek ve önder olarak gön­derilen Rasulullah (s.a.s.), Kur'ân ahlâkı üzere idi... Alİah (c.c), nasıl emretmiş ise, O, öylece yaşadı ve mü'minler için örnek oldu...

Şöyle buyurdu Rabbimiz Allah (c.c):

"Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü uman­lar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Rasuiünde güzel bir Örnek vardır.[5]

Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah'ı çokça zikreden, yani her hâli Allah'ın emri üzere olmaya çalışanla­rın yegane Önderi ve örneği Rasulullah (s.a.s.)'dir...

Rasulullah (s.a.s.)'in her hâli, Kur'ân-ı Kerim üzere i-di. Kur'ân'a göre yaşamak istiyorum diyene ve bu isteğinde samimi olan herkesin, Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti üzere yaşaması gerekir... Rasululah (s.a.s.)'in Sünneti, Kur'ân-ı Kerim'in hayata gereği gibi tatbik edilişidir...

Sa'd İbn Hişam b. Amir (rh.a)'ın kıssasından

Bunun üzerine ben:

Ey mü'minlerin annesi, bana Rasulullah (s.a.s.)'ın ahlâkını anlat, dedim.

Aişe:

Sen, Kur'ân okuyorsun değil mi? dedi.

Evet, okuyorum, dedim.

İşte Nebiyallah (s.a.s.)'m ahlâkı, Kur'ân idi, dedi. [6]

Nübüvvet ve Risaletin kendisiyle tamamlanıp sonuç­landığı Rasulullah (s.a.s.), Ebu Hüreyre (r.a.) rtvayetiyle şöyle buyuruyor:

"Ben, ancak ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim. [7]

İzzet ve şeref sahibi yegane önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Emiru'l-Mü'minin İmam Ali (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur:

"Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı. [8]

En güzel ahlâk üzerine yaratılan, ahlâkı Kur'ân olan, güzel ahlâkı tamamlamaya gelen ve Rabbi Allah tarafından terbiye edilerek, mü'minler için en güzel örnek olan Rasu-lullah (s.a.s.)'in bıraktığı İslâm mirasına sahib olmak, mu-vahhidlerin baş vazifesidir... Anın vacibi olan bu vazife, ol­mazsa olmaz vazifelerdendir....

Medineliler, Sa'd İbn Hişam b. Amir (rh.a)'e şu hadisi nakletmişlerdir.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Benim şahsımda, sizin için güzel bir örnek yok mu­dur? [9]

İzzet ve şeref üzere yaşamak, Allah'ın kitabı Kur'ân-ı Kerim'i en doğru anlayan ve gereği ne ise, en güzel yaşayan Rasulullah (s.a.s.) gibi yaşamak demektir... Bu yaşantı, iyilik ve hayır üzere yaşamaktır...İyilik ve hayır ne ise, Rasulullah (s.a.s.)'dan öğrenmek gerek... O'na yönelmek, O'nun terbiye­sine tabi olmak, O'ndan sormak ve O'ndan öğrenip amel et­mek gerek... İnanmak ve inandığını yaşamak... Varlığımızın gayesi budur!...

Nevvas b. Sem'an el-Ensarî (r.a.) anlatıyor...

Rasulullah (s.a.s.)'e, iyilik ve günahı sordum da, şöyle buyurdu:

"İyilik, ahlâk güzelliğidir. Günah ise, kalbinde gıcık yapan ve başkalarının muttali olmasından hoşlanmadığın şeydir. [10]

"İyilik, ahlâk güzelliğidir..." Yani güzel ahlâkı ta­mamlayan, tüm güzelliği üzerinde toplayan Rasulullah (s.a.s.) ahlakıyla ahlâklanmak, iyiliktir... Dünyada da, ahiret-te de arzulanan iyilik, Rasulullah (s.a.s.)'ın ahlâkı, yani Sün­neti üzere olmaktır... Böylece Rasulullah (s.a.s.)'den olmak­tır... "Bendendir" dediği mü'minlerden olmaktır...

Rabbimiz Alİah (Azze ve Celle), iyiliğin ne olduğunu şöyle beyan buyurur:

"Gerçek iyilik yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevir­meniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin iyiliğidir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitablara, peygamberlere inaııır. Allah'ın rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere, sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekat verir. Anlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, has­talık ve savaş zamanlarında sabreder. îşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakiler ancak onlardır.[11]

Ayet-i Kerimeye dikkat edilecek olursa, üç ana konu­ya temas edilmiştir:

1) Katıksız İman

2) Allah yolunda İnfak,

3) İbadet ve sabır üzerinde olmak.

îmanına şirk, küfür, şübhe, bid'at ve hurafe karıştır­mayan, yani katıksız iman sahibi olan mü'minler, Allah'ın kendilerine verdiği helâl rızkı, yine Allah yolunda harcar ve ibadet üzere sabır ederler... îşte sadıklar ve müttakiler bun­lardır...

Rabbimiz Allah Teâlâ, bu vasıfları taşıyan izzet ve şeref sahibi mü'min kullarını şöyle beyan eder:

"İman edip salih amellerde bulunanlar ise, işte onlar da, yaratılmışların en hayırlılarıdır.

Rabbleri katında onların ödülleri, içinde ebedî kalıcı­lar olmak üzere altından ırmaklar akan And cennetleridir.

Allah, onlardan razı olmuştur, kendileri de O'ndan razı (hoşnut, memnun) kalmışlardır. İşte bu, Rabbinden içi titre­yerek korku duyan kimse içindir.[12]

"Gerçek mü'minler, ancak Allah'a ve Rasulüne iman eden, ondan sonra asla şübheye düşmeyen Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte sadıkar (doğ­rular) ancak onlardır. [13]

Hayat, iman ve cihaddır!.. Muvahhid mü'minler, Al­lah'a ve Rasulü (s.a.s.)'e hiç şübheye düşmeden iman ettiler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler... İşte hayat, yani yaşama ve can feda etmeye deyen hayat budur... İman ve cihad, Allah için olmanın en gerçek ifadesidir... Cihad, Allah yolunda ve Allah düşmanlarıyla yapılır... Bu­nun için imana ihtiyaç vardır... Katıksız iman, ancak cihadı gündeme getirir. Cihad için, malın ve canın feda edilmesi, yani infâk lazımdır... İyiliğe erebilmek, yani Allah'ın rızasını kazanmak için, sevdiklerinden infâk etmek gerek. [14] Maldan ve candan infak, kolay bir şey olmasa gerektir...

Mal, başlı başına bir fitnedir, yani imtihan aracıdır... Alın teri, göz nuru ve bilek hakkı ile elde edilen helâl malın infâkı sağlam bir iman ister... Kâmil iman sahibi olan mu­vahhid mü'minler, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdikle­rinden, gönlüne hiç bir sıkıntı gelmeden Allah'ın emrettiği şekilde infâk eder...

Ka'b b. İyad (r.a.)'ın rivayetiyle Rasululîah (s.a.s.)

şöyle buyurur:

"Her ümmetin bir fitnesi vardır ve benim ümmetimin fitnesi maldır. [15]

Aynı konuda, Ka'b b. Malik el-Ensarî (r.a.) da şu ha­disi nakleder.

Rasululîah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Bir koyun sürüsünün üzerine salıverilen iki aç kur­dun o koyuna zararı, kişinin mal ve şeref hırsının dinine olan zararından daha ağır değildir.[16]

Mü'min müslümanlar, böyle bir fitneden kurtulup, ka­zandıklarını Allah yolunda infâk edeceklerdir... Bu ihlas, bu samimiyet ve bu fedâkârlık için, çok güçli bir iman lazım­dır!.. Demek ki, mü'min müslümanlar, her şeyden önce iman konusuna yönelmeli ve iman konusunda çok sağlamlaşma­lardır... İmanları zengin olan mü'min müslümanlar, yalnız ve yalnız Allah'a kul olmayı gerçekleştirebilirler... İman nokta­sında zayıf olanlar, ya da imanlarını zedeleyenler, Allah'dan başka, veya Alİah ile beraber başka şeylere kul olmak konu­sunda tereddüd etmezler...

İşgal altındaki İslâm topraklarıda yaşayan milyonlarca insana, iman açısından bakıldığında, onların, hem Allah'a kul olduklarım söyler, hem de egemen tağutlara kul oldukla­rını görürsünüz!... Hayatlarının bir bölümünde tağuta itaat sderier... Gereği gibi olmasa da, namaz ve oruç gibi ibadet­lere devam ederler, hakimiyet konusunda tağutlara itaat et­tikleri ve tağutların istediği gibi yaşadıklarını görürsünüz...

Önderimiz Rasululîah (s.a.s.), Allah'dan başkasına kul olanlar için "Kahrolsun!" buyurur...

Ebu Hüreyre (r.a.)'m rivayetiyle Rasululha (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Altın kulu, gümüş kulu, dört köşeli ve zencefli ku­maş kulu kahrolsun! Böyle kişiye verilirse memnun olur, verilmezse kızar. Böyle (dünya düşkünü) kişi sürünsün, zarara yuvarlansın! Vücuduna diken battığında cımbızla çıkaran bulunmasın![17]

Bu konuda diğer bir hadisi de Ebu Hüreyre (r.a.) nakletmektedir...

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Dinar'ın (altının) kuluna lanet edildi ve dirhem'in (gümüşün) kuluna lanet edildi. [18]

Demek ki, insanlar, Allah'dan başkasının da kulu ola­biliyorlar... Altının kulu, gümüşün kulu, makam koltuğunun kulu, müdürün kulu, bakanın kulu, komutanın kulu, hükü­metin kulu, devletin kulu, patronun ve ağanın kulu, köşkün kulu, villanın kulu, yazlığın ve kışlığın kulu, Mercedesin ve Kadillakın kulu vs..vs... Allah'ın emrinin dışında emir ve­renlerin emirlerine itaat eden, o emir sahibinin kulu, yani e-mir kuludur...

Böyle kulluklar, izzeti ve şerefi yanlış yerde aramanın sonucudur... Muvahhid mü'minler, yalnız Allah'a kul olmuşlar ve başka hüküm sahihlerini reddetmişlerdir... Gerçek zenginlik, gönlün zenginliği, yani iman zenginliğidir... Gönlü iman hazinesi ile dolanların, Allah'dan başkasına rağ­bet etmeleri imkânsızdır...

Ebu Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Zenginlik, mal çokluğundan meydana gelir değildir. Lâkin asıl zenginlik, insanın gönül zenginliğidir. [19]

Gönülden yana zengin olan mü'min müslümanlann şu karakterde olduğunu beyan buyurur Allah Teâlâ:

"İyiler (ebrar) ise, kâfur katılmış bir kadehten (cennet şarabını) içerler.

 (Bu) Allah'ın has kullarının kendisinden içtikleri bir kaynak, onu fışkırttıkça fışkırtıp akıtırlar.

Adaklarını yerine getirirler. Ve şerri (kötülüğü) yay­gın olan bir günden korkarlar.

Kendileri, ona karşı duydukları sevgiye rağmen ye­meği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.

"Biz, size ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yedirmek­teyiz, sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne de bir teşekkür.

Çünkü  biz,  asık  suratlı,  zorlu  bir gün  nedeniyle Rabbimizden korkmaktayız."

Artık Allah da, onları böyle bir günün şerrinden ko­rumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. Ve onları, sabretmeleri dolayısıyla cennetler ve ipekle ödüllend irmiştir. [20]

İyiler zümresinden olan mü'minler, İslâm cemaatı ve İslâm toplumu içinde bulunan fakir, yetim ve ihtiyaç sahihlerinin ihtiyaçlarını gidermeyi kendilerine vazife bilmişler­dir... Bu sosyal yardım vesilesiyle mü'minler birbirlerine güveniyor ve bağlanıyorlar... İman bağı olan manevî bağını kuvvetlendirenler, bunun sosyal yardım bağlarıyla da pekiş­tirmektedirler... Dünya hayatında iyilik ve hayır üzere olan mü'minler, birbirlerinin meşru ihtiyaçlarını gidermek konu­sunda tüm imkânlarını sarf eder ve Allah rızasından başka bir karşılık da beklemezler...

Allah'a en sevimli gelen amelin az da olsa, devamlı yapılan amel olduğunun şuurunda olan mü'min müslümanlar, eldeki imkânlar çerçevesinde amelin devamlısını işlemeye gayret ederler. [21]

Muvahhid ailenin kurucuları ve mensublan olan mü'min müslümanlar, izzet ve şeref üzere yaşamak için içinde bulundukları toplumu ve ülkeyi Islâmlaştırmaya gayret etmelidirler... Mücadeleleri bu yönde ağırlık kazanmalıdır... Sadece ailenin İslâmlaşması yetmez... Aile İslâm taşırken, en yakın çevreden başlamak kaydıyla bütün toplumun İslâm­laşması lazımdır... Yoksa İslâmlaşmaya çalışan aile belli bir aşamadan sonra tıkanır ve onun önü de açılamaz... Bundan dolayı vakit geçirmeden önlem almak gerekir...

Ebu Said (El-Hudrî, r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Sizden kim, meşru olmayan bir şey görür de, eliyle önler ve değiştirirse, vazifesini yapmış olur, günaha girmekten kurtulur. Eğer eliyle önleyemez de, diliyle önlemeye çalışırsa, günaha girmekten kurtulur. Diliyle önleyemez de, kalbiyle önlemeye çalışırsa, günaha girmekten kurtulur. Bu, imanın en zayıfıdır.[22]

Müstevli kâfirlerin işgali altında olan İslâm toprakla­rında esaret altındaki müstaz'af müslümanlar, her şeyden önce sağlam imanı elde ettikten sonra, işgali ve sömürüyü or­tadan kaldırmak için cihada kuşanmalıdırlar... Ancak bu yol ile kötülükler ortadan kalkar... Birbirlerine, yani mü'minler kendi aralarında çok muhabbetli olup, hiç bir mü'min karde­şine zarar vermemeye çalışmalıdırlar... Faydaları kendileri­ne, zararları ise, işgalci ve sömürücü tağutlara olmalıdır...,

Abdullah b. Amr (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurur:

"Müslüman, diiınden ve elinden müslümanlarm sela­mette kaldığı kimsedir. Muhacir de, Allah'ın nehyetiği  terkedendir.[23]

Aynı konuda diğer bir hadiste, mü'min ve müslümanın tarifi yapılmaktadır...

Ebu Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Müslüman, dilinden ve elinden müslümanlarm sela­met buldukları kişidir. Mü'min, insanların canlan ve malları hususunda emniyet ettikleri kişidir. [24]

İzzet sahibi mü'min, iman ve salih amel üzere sabırlı davrandıkça, Rabbi Allah kendisine yardım edecek ve onun hayrını kat kat yapacaktır.

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Bir kul, müslüman olur ve müslümanlığı da güzel o-lursa, Allah, onun evvelce işlemiş olduğu her kötülüğünü örter. Ondan sonra sıra kısasa (yani mükafat ve mucezata) gelir. Bir hasene, ondan yediyüz kat büyük hasene ile, bir seyyie (yani kötülük) ise, yalnız kendi misli ile karşılanır. Meğer ki, Allah, o seyyieyi afveder. [25]

Ebu Musa el-Eş'arî (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.)

"Her müslüman üzerine sadaka vermek vacibtir." bu­yurdu.

Orada bulunan Sahabîler:

Ya Rasulullah, sadaka edecek bir şey bulamazsa (ne yapar?) dediler.

Rasulullah:

"Eliyle çalışır, elinin emeğiyle kazandığından hem kendini faydalandırır, hem de sadaka verir." buyurdu.

Sahabîler:

Çalışmaya da gücü bulunmazsa? dediler.

Rasulullah:

"İhtiyaç sahibine, bunalmış mazluma yardım eder." buyurdu.

Buna da güç bulamazsa (ne yapar?), dediler.

Rasulullah (s.a.s.):

"Ma'ruf (yanı hayır) işlesin, şerrden kendisini tutsun. Çünkü bu da, o kimse için bir sadakadır." buyurdu.[26]

Hayırlı olanları işlemek ve kendisini şerrli olanlardan alıkoyması mü'min için bir sadaka olduğunu beyan buyuran Rasulullah (s.a.s.), Huzeyfe (r.a.)'m rivayetiyle de şöyle bu­yurur:

"Her iyilik sadakadır. [27]

Allah ve O'nun Rasulü (s.a.s.)'e iman edenler, Kur'ân-ı Kerim'i okuyanlar, derinden derine düşünenler, di­ni kendilerince anlamak yoluna gitmiyor, ümmetin muallimi Rasulullah (s.a.s.)'e baş vuruyorlardı... Dinlerini Rasulullah (s.a.s.)'den öğreniyorlardı... Bize Kur'ân yeter, bizim di­limizle inmiş, çok sâde, hepimize hitab ediyor ve hepimizin anlayacağı bir kitabtır, başkasına sormaya ihtiyaç yoktur demiyorlardıL.Meselelerini Rasulullah (s.a.s.) havale edi­yor, O'na soruyor, öğreniyor ve amel ediyorlardı... Bu tavırlan, Kur'ân-ı Kerim'in en iyi, en doğru ve en güzel müfessiri olan Rasulullah (s.a.s.)'uı tefsirini öğrenmek, O'nun açıkla­dığı gibi Kur'ân'ı anlamak içindi...

Ebu Eyyub (r.a.)'m rivayetiyle.

Bir adam, Rasulullah (s.a.s.)'e gelerek:

Bana bir iş göster ki, onu yaptığım takdirde beni cennete yaklaştırırsın ve cehennemde uzaklaştirsm, dedi.

Rassullah (s.a.s.):

"Allah'a ibadet eder, O'na hiç bir şeyi şerik koşmaz­sın. Namazı dosdoğru kılar, zekatı verirsin. Akrabana da iyilik edersin." buyurdu.

O zat, dönüp gidince Rasulullah (s.a.s.):

"Eğer emrolunduğu şeylere sımsıkı sarılırsa, cennete girmiştir." buyurdu.[28]

Ebu Eyyub (el-Ensarî, r.a.)'ın rivayetiyle.

Bir adam Rasulullah (s.a.s.)'e gelerek:

Ya Rasulullah, bana (faydalı şeyi) öğret ve özlü söyle, dedi.

Rasulullah (s.a.s.) (de adama):

"Namazına durduğun zaman, veda edenin namazı gibi namaz kıl, özür dilemeni gerektiren bir sözü konuşma ve in­sanların ellerindeki (dünyalık) şeylerden umudunu kesmeye azim ve karar ver." buyurdu. [29]

Yegane önderimiz Rasulullah (s.a.s.), kendisinden sonra yaşayan ümmetini, başlarına geleceklerinden dolayı uyarmıştır... İleride bu ümmet çeşitli denemelere tabi tutula­cak, bir çok fitnenin içine düşecek ve başlarına belâlar gele­cektir... Böyle durumlarda, ümmet nasıl davranması gereki­yorsa, onu da öğretmiştir önderimiz Rasulullah (s.a.s.)... İs­lâm Dini, kıyamete kadar yaşayacaktır... Öyle bir yaşamak ki, ilk inzal olduğu an kadar taze ve canlı... Kitab ve Sün zerinden asırlar geçmesi, onları yıpratmayacak ve eskitmeyecektir... Onlar, her zamanda ve her mekânda tazeli­ğini ve canlılığını koruyacaktır...

Enes b. Malik (r.a.)'m rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, onların içinde dini (nin icablarını yerine getirme) üzerinde tahammül gös­teren, avucunun içinde ateş parçası tutan gibidir.[30]

Mâkıl b. Yesar (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Ra­sulullah (s.a.s.):

"Fitne zamanında ibadet, bana hicret etmek gibidir. [31]

Ebu Hüreyre (r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste de şöyle buyurur Rasulullah:

"Siz öyle bir zamandasınız ki, sizden kendisine emre­dilenin onda birini terk eden kimse, helak olur. Sonra bir zaman gelecek ki, onlardan kendisine emredilenin onda biri-ni yapan kimse kurtulacaktır." [32]

Siz, İslâm Devletinin yönetiminde ve İslâm ülkesinde yaşıyorsunuz. Öyle bir zaman geldiğinde, imkânları daha fazlasına, yettiği hâlde yalnızca onda birini yapmak yeterli gelir, bu, onların kurtulmasına kâfidir, diye anlaşılmamalıdır bu Hadis-i Şerif... Öyle bir.zaman gelir ki, o zamanda mü'min müslümanlar, baskı altında olacaklar, esaret altında bulunacaklar... Dinlerini yaşamaya imkân bulamayacaklar... İşte bütün bu imkânsızlıklara rağmen mü'min müslümanlar, İslâm'a sarılır ve yaşamaya gayret ederlerse kurtulurlar...

İslâm Dini'nin, Cemaat dini olduğunu bilinen bir ger­çektir... Dinin, ferden yaşanabilmesi bir çok rahatsızlıkları beraberinde getirir... Ferdi ilgilendiren ibadetler bile belli

Ölçülerde cemaatle ilgilidir... Bundan dolayı Alİah ve lullah (s.a.s.) mü'min müslümanlara cemaat olmalarını em­retmektedirler...

Cabir b. Semure (r.a.) anlatır.

(Rasulullah, s.a.s.) sonra (başka bir defa) yine yanımı­za çıktı ve bizi halkalar hâlinde görerek:

"Aceb sizi niye dağınık cemaatler hâlinde görüyo­rum!" dedi.

Başka bir sefer yine yanımıza çıktı ve:

"Siz, meleklerin Rabbleri katında saff saff durdukları gibi saff bağlayıp dursamzya!" buyurdu.

Biz:

Ya Rasulullah, melekler, Rabbleri katında nasıl saff olurlar? dedik.

"İlk şaftları tamamlarlar ve saffda sıkışık dururlar." buyurdu.[33]

A'meş (r.a.) dedi ki:

Rasulullah (s.a.s.), cemaat hâlinde oturmayı sevdi­ğini anlatır gibi oldu. [34]

A'meş (r.a.)'ın da beyan ettiği gibi Rasulullah (s.a.s.) ümmetin her zaman için düzenli bir cemaat olmasını arzu etmiş ve bunu emretmiştir... Her zaman ve her mekânda ümmetin tek yürek ve tek bilek, yani yekvücûd olmasını em­reden önderimiz Rasulullah (s.a.s.), ümmetin birliğini bozan kim olursa olsun onun, ortadan kaldırılmasını emrediyor...

Arfece (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Hiç sübhesiz bir şeyler olacaktır. İmdi her kim, bu ümmet derli-toplu iken onun işini dağıtmak isterse, kim olursa olsun hemen kılıçla onu (n boynunu) vurur!. [35]

Yine Arfece (r.a.) rivayet ediyor.

Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyuruyor:

"İşiniz bir adam üzerinde toplu iken, kim sizin sopa­nızı yarmak veya cemaatınızı dağıtmak isterse, onu hemen öldürün.[36]

Bu hadisin şerhinde Sarih, şunları beyan etmektedir:

"Sopanızı yarmak" tabiri, cemaatı dağıtmaktan kina­yedir. Yani sizin cemaatinizi, yarılmış sopanın dağıldığı gibi birbirinden ayırmak, isterse, onu vurun demektir. Cemaatın birbirinden ayrılıp dağılması anlaşamamak ve birbirini sev­memekle olur.

Hadis-i Şerif, (İslâm) Hükümdar aleyhine ayaklanan veya müslümanların birliğini bozmak isteyen bir kimsenin öldürülmesini emretmektedir. Böylesi, evvelâ nasihatle yola getirilmeye çalışılır. Vazgeçmezse, kendisi ile çarpışılır. Öl­dürmeden şerrinden kurtulunmazsa, öldürülür. [37]

Bu, böyledir!..

Bu konuda, hayat dini İslâm'ın hükmü budur!... Mü'min müslümanlar, İslâm Milleti'nin mensubları, bir ara­da iken, başlarında ümmetin imamı var ve kendileri bir vücud misali birlik içinde iken, kim veya kimler, onların bu birlik ve beraberliklerini bozacak olurlarsa, cezalan ölüm­dür...

Şarih'in de beyan ettiği gibi, önce nasihat edilir ve ba­rış içinde meselenin çözümüne gidilir... Eğer bağîler, yani, İslâm Devleti'ni yıkmak, İslâm ülkesini bölmek ve İslâm cemaatını parçalamak isteyenler, sulha yanaşmaz, bu kötü emellerinden vazgeçmezler ise, kendileriyle savaşılır ve öl­dürülürler...

Hüküm böyle iken, bugünün İslâm topraklarını işgal eden, mü'min müslümanlan egemenlikleri altına alıp sömüren ve müstaz'aflaştıran emperyalistlere onların yerli mürted uşaklanyla mü'min müsJümanlar savaşmayacak da, ya ne yapacak?... Savaş, barış içindir. Barış içinde, tecavüz ettikle­ri hakları, hak sahihlerine geri vermeyenler, savaş zoruyla gasbettikleri hakları sahiblerine iade etmek zorunda katır­lar...

"Nasihat ile yola gelmeyenin hakkı kötektir." düsturu, tarihin her devrinde geçerliliğini korumuştur... İslâm top­raklarını sömüren işgalci emperyalist güçler ve yerli mürted uşaklarının tağutî düzeni, ancak mü'min müslümanların ci­hada kuşanmasiyla hâl olur... İslâm toprakları onların sömü­rüsünden kurtulur ve müstaz'af mazlum müslümanlar hürri­yetlerine kavuşup İslâm'ın hakimiyetinde yaşamaya başlar­lar...

İşgal altındaki İslâm topraklarında hüküm süren tağutî düzenler, bölgedeki "müslümanım" diyenlerin uyanmaması ve onlara karşı kıyam etmemesi için göstermelik İslâm'ın i-badetlerinden bir-iki tanesine izin vermişlerdir... Ezan, Na­maz, Oruç ve Hacc gibi ibadetler... İzin verilen bu ibadetler, yine tağutların denetiminde ve onlara zarar vermeyecek bir şekilde edası sağlanmıştır... Ezan, sadece vakitleri bildiren bir ses, namaz, kimin peşinde ve hangi şartlarda, niçin kıhndma bakılmadan sadece bir alışkanlık, oruç, vakitlerinin İslâmî ölçüler dikkat edilmeden Arafe'nin bayram, Bayra­mın Arafe olarak kutlandığı fasid bir anlayış, Hacc göster­melik, yine Arafe ve Bayramın karıştırıldığı bir seyahat!..

Müstevli gayr-ı müslimlerin istilâsı altındaki müs­taz'af mazlum, "müslümanım" diyen milyonlarca insanın a-kide noktasında iflâsa uğratıldığı tağutî düzenlerde, İslâm'ın muamelat kısmı yasaklanmış ve gündeme getirmek isteyen­lere en ağır cezalar verilmiştir...

"Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenler kâfirlerin tâ kendileridir.[38]hükmünün, kendileri için tahakkuk etmiş o-lan yerli mürted tağutî güçler, büyük şeytan Amerika ve onun yandaşlarının uşaklığına devam etmektedirler... Onların emir kulu olan yerli uşak yönetimler ve yöneticiler, bölgele­rindeki müstaz'af mü'min müslümanlara her türlü işkenceyi reva görmektedirler... Bunlara yapılan nasihat, kuzunun kur­da yalvarması gibi gelmektedir... Kuzunun kurda yalvarma­sı, kurdu merhamete getirmediği gibi, sadece kurdun iştahını çoğaltmaktan başka hiç bir şeye yaramamaktadır...

Hayat, iman ve cihaddır... Ve bu, böyledir!.

Cerir (r.a.) şöyle anlatır...

Veda Haccında Rasulullah (s.a.s.), Cerir'e:

"İnsanları sustur da, dinlesinler..." diye emretti.

(Halk sükût ettikten sonra da):

"Benden sonra birbirinizin boynuna vuran kâfirlere dönmeyiniz." buyurdu.[39]

Yegane önderimiz Rasulullah (s.a.s.), böyle buyurdu: "Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirlere dönme­yiniz!.." İrtidad etmeyin veya bölük bölük olmayın... Çünkü irtidad eder, yani İslâm Dini'nden ayrılır, başka ideolojilerin başka düzenleri benimserseniz kâfir olursunuz!.. Allah'ın in-dirdikleriyle hükmetmez, onları bırakır da, heva-u hevesten kaynaklanan insan yapısı kanunlarla hükmederseniz, kâfir olursunuz... Ya da kâfirlerin içine düştüğü tefrika hâline düşmeyiniz demektir, Rasulullah (s.a.s.)'in bu emri... Kâfir­ler parça parça, grup grup, parti parti olunuş ve bir parti, di­ğeriyle düşman olup savaşmış ve birbirinin boyunlarını vurmuşlar. Onların bu felaket hâline düşmeyin... Kâfirlerin parti parti ayrılıp birbirini öldürdükleri gibi, sizler de parti parti olmayın, birbirinizle savaşmayın ve birbirinizi öldür­meyin!..

İslâm birliğini bozmayın, bir imamınız, bir cemaatı­nız, bir devletiniz ve bir ülkeniz var iken, bu birliği sakın ha sakın bozmayın!... Kim ki, sizin iman üzere, Tevhid üzere olan bu İslâm Milleti birliğinizi bozmak isterse, onu da vu­rup öldürün!..

Böyle buyuruyor önderimiz Rasulullah (s.a.s.)!...

Yegane Rabbimiz Allah (Azze ve Celle), "navahhid mü'min kullarım küfrün ve kâfirlerin tuzaklar. ıa, ihanet planlarına karşı uyarıp şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler, eğer küfre sap?r>'ara itaat ederse­niz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin ^3ri çevirirler, böylece büyük hüsrana uğrayanlara dönersiniz.

Hayır, sizin Mevlânız Allah'dır. O, yardım edenlerin en hayırhsıdır.[40]

İslâm ülkesini parçalayan, İslâm toprakların işgal e-def e müslümanları esaret altına sokan gayr-ı müslim ege­men tağutî yönetimlere itaat etmeyin!.. Ey mü'minler, eğer bu tağutlara itaat ederseniz, sizi imandan sonra tekrar küfre döndürürler... İman noktasında ayağınızı kaydırır, sizi küfre ve şirke düşürürler... Kâfırlerin,mü'minlere karşı olan kinle­rinin sonucudur bu!.. Onlar, mü'minleri imandan, İslâm'dan çevirip kendilerine döndürmedikçe rahat edemezler... İster­ler ki, mü'min müslümanlar, onların dinine, yani ideolojile­rine, hayat tarzlarına uysunlar...Ancak o zaman müslü­manları sever ve onlardan hoşlanıp, onlara dost olurlar. [41] Tabiî ki, o ana kadar "Müslümanım"diyenler, onlara tabi ol­mak ile bu sıfattan sıyrılıp çıkarlar...

Rabbimiz Allah (c.c.), o.kâfirlere tabi olmayı yasakla­dığı gibi, onlarla dost olmayı da yasaklamış ve onlardan korkmadan, onlara karşı savaşmayı emretmiştir:

"Yeminlerini bozan, Peygamber'i (yurdundan) sürme­ye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır![42]

"Artık onlardan korkmayın, Ben'den korkun. [43] diye buyuran Rabbimiz Alİah, mü'min kullarının izzet ve şeref ü-zere yaşamalarını buyuruyor...

Gayr-ı Müslim kâfir güçlerin ve mürted tağutların e-sareti altında yaşamak, izzeti kaybedip, zillete rıza göster­mek demektir... Bu korkunç felakete rıza gösteremez mu­vahhid mü'minler!...

Mü'min müslümanlar, ya Allah'ın hükümleriyle hük-molunan Daru'l-İslâm'da, İslâm bayrağı gölgesinde hür ve Özgür, izzet ve şerefle yaşamak isterler, ya da "zillete rıza göstermektense yerin altı, üstünden hayırlıdır" diye cihada kuşanırlar...

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Bu (Kur'ân), insanlar için bir beyan ve sakınanlar için de bir hidaylet ve öğüttür.

Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer (gerçekten) iman etmiş-seniz en üstün olan sizlersiniz. [44]

Kur'ân-ı Kerim, müttakiler için bir hidayet rehberi­dir. [45] Ve Rabbimiz muvahhid mü'minlerin en üstün olduğu­nu beyan buyuruyor... Çünkü İslâm en yücedir, en üstün­dür... Muvahhid mü'minler de, İslâm'a tabi oldukları için üstünlüğü ve yüceliği elde etmişlerdir...

Ve (Rasulullah s.a.s.):

"İslâm (daima) yüksek olur, O'nun üstüne yükse­linmez." buyurdu. [46]

Rabbimiz Alİah (c.c.) şöyle buyurur:

"Ey iman edenle, bir toplulukla karşı karşıya geldiği­niz zaman dayanıklık gösterin ve Allah'ı çokça zikredin. U-mulur ki, kurtuluş (felah) bulursunuz.

Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız ve gücünüz gider. Sabre­din, şübhesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.[47]

Dünyada yaşayan bütün mü'min müslümanlar, İslâm binasında ve İslâm çatışı altında bir başa bağlı bir şekilde birliklerini kurduklarında, bir yürek, bir bilek ve bir millet olduklarında izzet ve şeref üzere yaşarlar... Rabbimiz Al­lah'ın yardımı onlarla beraber olur... Rabbimiz Alİah Teâlâ şöyle buyurur:

İman etmekte olanlara yardım etmek ise, Bizim ü-zerimize bir haktır.[48]

 



[1] Nisâ, 1/139-Yûnus, 10/65.

[2] Fatir, 35/10.

[3] Münafıkûn, 63/8.

[4] Kalem, 68/4.

[5] Ahzâb,33/21.

[6] Sahih-i Müslim, Kitabu Salati'İ-Musafırine ve Kasriha, B. 18, Hbr. 139. Sünen-i Neseî, Kitabu Kıyamu'1-Leyl, B.2, Hbr. 1601.

[7] İmam Buhârî, Edebu'l-Müfred, B.135, Hds. 273. İmam Malik, Muvatta, Kitabu Hüsnü'1-Hulk, Hds. 8.

[8] Aclunî, Keşfiı'1-Hafa, C.l, Sh. 70, Hds. 164. (Askerîden)

Not: Hadis Muhakkikleri, bu hadis için zayıf demişlerdir, mevzu di­yen olmamıştır.

İmam Suyutî, CamiuVSağir Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, Çev. İs­mail Mutlu, vdg. İst. 1996, C.l, Sh.113, Hds.179 (310) İbn Mes'ud (r.a.)'ın rİvayetiyle İbnu's Sümânî'nin Edebu'l-İmlâ'sından.

[9] Sahih-i Müslim, Kitabu Salati'l-Musafırine, B.18, Hds. 139.

[10] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.5, Hds. 14-15. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.40, Hds. 2497. Sünen-i Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.73, Hds. 2792.

[11] Bakara, 2/177.

[12] Beyyine, 98/7-8.

[13] Hucurât, 49/15.

[14] Bkz. Âl-i İmrân, 3/92.

[15] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.19, Hds. 2439.

İmam  Suyutî,  A.g.e.,  C.2,  Sh.31,  Hds.1340  (2407) Ahmed b. Hanbel'den, Müsned, C.4, Sh.l60'dan.

[16] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.30, Hds. 2482. Sünen-i Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.21, Hds.2733. İmam Suyutî, A.g.e., C.3, Sh.269. Hds.3393 (7908). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, Sh.456 ve 460'dan.

[17] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad, ve's-Siyen B.69, Hds. 100. Sünen-i îbn Mâce, Kitabu'z-Zühd, B.8, Hds. 4135-4136.

[18] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.29, Hds. 2481.

[19] Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rîkak, B.15, Hds. 33. Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zekat, B.40, Hds. 120. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.27, Hds. 2479.

[20] İnsan, 76/5-12.

[21] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B.18, Hds. 52.

Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman, B.29, Hds.5002.

Sünen-i İbn Mâce, Kitabu'z-Zühd, B.28, Hds.4238.

Sahih-i Müslim, Kitabu Salati'l-Musafirine, B.30, Hds.I6-18.

[22] Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman, B.17, Hds. 4976. Diğer hadisler için bkz.

Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.20, Hds. 78 ve 80. Sünen-i Ebu Davud, KitabuVSalat, B.239-242, Hds. 1140.

Kitabu'i-Melahim, B.17, Hds. 4340. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu'l-Fiten, B.20, Hds. 4013.

Kitabu Îkametu's-Sala, B.I55, Hds. 1275. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman, B.17, Hds. 4975. SUnen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.10, Hds. 2263.

[23] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-îman, B.3, Hds. 3. Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.14, Hds, 64-65. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.2, Hds. 2481. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-İman, B.12, Hds. 2763. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman, B.9, Hds. 4963. Sünen-i Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.8, Hds. 2719.

[24] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-İman, B.12, Hds. 2762. Sünen-i Neseî, Kitabu' 1-Iman, B.8, Hds. 4962.

[25] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-İman, B.31, Hds. 34.

[26] Sahih-i Buhârî, Kitabu'z-Zekat, 8.31, Hds. 47. Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zekat, B.16, Hds. 55.

[27] Sahih- i Müslim, Kitabu'z-Zekat, B.16, Hds. 52. Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.33, Hds. 51. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.68, Hds. 4947. Şünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.45, Hds. 2037. İmam Buhârî, Edebu'l-Mufred, B.l 15, Hds. 224.

[28] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.4, Hds. 14. Sahih-i Buhârî, Kitabu'z-Zekat, B. 1. Hds. 2.

[29] Sünen-i İbn Mâce, Kitabu'z-Zühd, B.l5, Hds. 4171.

[30] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.61, Hds. 2361.

Kitabu'l-Tefsir, B.6, Hds, 3250.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Metahim, B.17, Hds. 4341. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu'l-Fiten, B.21, Hds. 4014.

[31] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Fiten ve Eşrati's-Saat, B.26, Hds. 130,

[32] Sünen-i Tirmizl, Kitabu'l-Fiten, B.64, Hds. 2369.

"Fesad Devrinde İbadetin Değeri" cümlesini bab başlığı yapmış I-mam Tirmizî)

[33] Sahih-i Müslim, Kitabu's-Salat, B.27, Hds.119. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.16, Hds. 4823.

[34] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.16, Hbr. 4824.

[35] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.14, Hds. 59. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet, B.30, Hds.4762.

[36] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.14, Hds. 60.

[37] Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst. 1983, C.9, Sh. 24.

[38] Mâide, 5/44.

[39] Sahih-İ Buharı, Kitabu'1-İlm, B.44, Hds. 62.

Kitabu'l-Edeb, B.94, Hds. 190.

Sahih-i Müslim, Kilabu'I-İman, B.29, Hds. 118-120.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.26, Hds.2289

Sünen-i Neseî, Kitabu Tahriınu'd-Dem, B.28, Hds.4109-4115.

[40] Âl-İİmrân, 37149-150.

[41] Bkz. Bakara, 2/120.

[42] Tevbe,9/13.

[43] Mâide, 5/3.

[44] Âl-Ümrân, 2/138-139.                                      

[45] Elif-Lâm-Mim.

"Bu, Kendisinde şübhe olmayan müttakiler için de kılavuz olan bir kitabdır." Bakara, 2/1-2.

[46] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cenaiz, B.79 (Bab başlığında) "Buhârî, bu sözün söyleyicisini açıkça beyan etmemiştir. Bundan dolayı belki sözcünün îbn Abbas olduğu zannedilebilirse de, böyle degil dir. Bu güzel sözün Kaili, Rasulullah (s.a.s.)'dir. Dârakutnî, bunu, kendi Sünen'inde şöyle rivayet etti:

Aiz İbn Amr el-Muzenî <r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.):

"İslâm, yüksek olur, O'nun üstüne yüksel inmez." buyurdu, demiştir.

Rivayet olundu ki, Fetih yılı, Aİz İbn Amr, Ebu Süfyan İbn Harb'İn beraberinde gelmiş.

Sahabîler:

Bunlar: Aiz İbn Amr ve Ebu Süfyan'dır, demişler.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):

"İşte Aİz İbn Amr ile Ebu Süfyan! İslâm, bundan daha azizdir. İs­lâm, yüksek olur ve O'nun üzerine yükselinmez." buyurmuştur. (Fethu'l-Barî ve Umdetu'1-Karî)

İbn Hazm, El-Mualla İsimli kitabında bu sözü, Hammad İbn Zeyd'den, O da, Eyyub'dan, O da, îkrime'den, O da İbn Abbas'dan rivayet etmiştir.

İbn Abas, "Yahudi, ya da Nasranî bir kadın, Yahudî, yahud Nasranî erkeğin nikâhı altındayken İslâm'a girdiğinde, aralan ayrılır. (Çünkü) İs­lâm yüksektir ve O'nun üzerine yükselinmez." demiştir. (Kastallaııî)

Bunu, İbn Abbas'ın bu şekilde söylemiş olması bile, Rasulullah (s.a.s.)'den işitmiş olduğunu düşündürebilir.

Mehmet Sofuoğlu, Sahih-i Buhârî ve Tercemesi, İst. 1987, C.3, Sh. 1274. (219 no'lu dipnot)

[47] Enfal, 8/45-46.

[48] Rum, 30/47.