Peygamberlerin Sıfatları

 

İnsanlık âleminin hidayet rehberleri ve hayat önderleri olan Rasuller ve Nebiler her yönleriyle kâmil şah­siyetlerdirler. Onlar, içinde yaşadıkları toplumda önder ve örnek şahsiyetler oldukları için bütün olgun sıfatları üzer­lerinde bulundurmaktadırlar... Alemlerin Rabbi Alİah, onları peygamber yaratmış, seçmiş ve Öğretip eğitmiştir... Peygamberlerde bulunan vacib olan sıfatlar şunlardır:

1) Sıdk: Her sözünde, her hâlinde ve her tavrında emrolunduğu ve istenildiği gibi dosdoğru olmak. Bütün peygamberler sıdk sahibi, izzetli ve şerefli şahsiyetlerdir...

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Eğer O, bize karşı bazı sözleri uydurup söylemiş olsaydı,

Muhakkak O'nun sağ elini (bütün güç ve kudretini) çekip alıverirdik.

Sonra O'nun çan damarını elbette keserdik.

O zaman sizden hiç kimse araya girerek bunu, ken­disinden engelleyip uzaklaştıramazdı.

Çünkü o (Kur'ân, Allah'dan sakınan) müttakiler için bir öğüttür. [1]

"Kitab'da İbrahim'i de zikret. Gerçekten O, doğruyu söyleyen (sıdkı bütün) bir peygamberdi.[2]

"Allah ve Rasulü doğru söylemiştir." [3]

Emirü'l-Mü'minin İmanı Ali b. Ebi Talib (r.a.)'dan.

Ebu Cehil, Rasulullah (s.a.s.)'e:

-Biz, senin şahsını tekzib etmiyoruz (yalanlamıyoruz) ancak getirdiğin şeyi (din nizamını) tekzib ediyoruz! dedi.

Bunun üzerine Allah (c.c.) şu ayeti indirdi:

"Doğrusu onlar, seni yalanlamıyorlar. Ancak zalimler, Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar. [4]

Süddî (rh.a.) şöyle diyor:

Ahnes b. Şurayk ile Ebu Cehil b. Hişam yolda karşılaştılar.

Ahnes, Ebu Cehil'e şöyle dedi:

-Ya Ebe'l-Hakem, bana, Muhammed'den haber ver. O, doğru mu söylüyor, yoksa bir yalancı mıdır. Zira şuracık­ta senin sözünü benden başka işiten hiç kimse yoktur.

Ebu Cehil de şöyle dedi:

Vallahi, Muhammed, gerçekten doğru söyleyen biri­sidir. Hem Muhammed, asla yalan söylememiştir. Fakat Kusayoğulları, Sancağı, Hacılara su dağıtmayı, Kabe'nin perdedarlığmı, Daru'n-Nedve'deki konseylik görevini ve peygamberliği alıp götürdüğünde, diğer Kureyşliler için geriye ne kalacak? [5]

İbn Abbas (r.ahnuma) Ebu Süfyan'dan naklediyor:

Ebu  Süfyan'dan (Bizans  Kralı  Hırakıl,  Rasullah'ı soruyor:)

Söylediğini, söylemesinden önce (yani davetten önce) Siz O'nu, hiç yalan söylemekle ittihâm ettiniz mi? dedi. Ben (Ebu Süfyan): -Hayır, dedim.  (Hırakıl), sonra tercümana dedi ki:

Ona söyle  ve yine ben sana, o söylediği

peygamberlik sözünü söylemesinden önce sizler O'nu yalan söylemekle ittiham eder miydiniz? diye sordum. Sen: Hayır, O'nun yalan söylediğini görmedik, dedin. Ben de, şu hakikati bildirim ki: Önceden insanlara karşı yalan söylememiş iken, son­radan gidip de Allah'a karşı yalan söyleyemezdi.[6]

2) Emanet: Her yönü ve her haliyle güvenilir olmak. Peygamberlerden her biri, kendi çağlarının ve içinde yaşadıkları toplumun en güvenilir şahsiyetlerdir... Gerek ferdlere, gerekse topluma karşı onlarda herhangi bir ihanet asla gündeme gelmememiştir... Her konuda emin kişiler olup, güven yönüyle toplumun örneği ve öncüsüdürler.,. yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) ise, kıyamete kadar bütün insanlık âleminin önderi ve en emin kişisi olan izzet sahibi yüce bir şahsiyettir... Çünkü Rasulullah (s.a.s.) ahir zaman Nebisi ve peygamberlerin sonuncusudur... Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Hiç bir peygambere, emanete ihanet yaraşmaz. Kim ihanet ederse, kıyamet günü ihanet ettiğiyle gelir. Sonra her nefis ne kazandiysa, (Ona) noksansız olarak ödenir. Onlar, haksızlığa uğratılmazlar.[7]

"Onlar (O peygamberler) Allah'ın risalctini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesab görücü olarak Alİah yeter. [8]

Mü'minlerin annesi Aişe (r.anha) şöyle dedi: -Rasulullah (s.a.s.) Vahiyden bir şey gizliyecek olsay­dı, muhakkak şu ayeti gizlerdi:

"Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: 'Eşinin yanında tut ve Allah'dan sakın, diyordun. İnsanlardan çekinerek, Allah'ın açığa vuracağı şeyi, kendi nefsinde saklı tutuyor­dun. Oysa Allah, kendisinden çekinmene çok daha lâyık­tı. Artık Zeyd, O'ndan ilişkisini kesince, Biz O'nu, senin­le evlendirdik ki böylelikle ev la di arının kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıklan) zaman, onlar­la evlenme konusunda mü'minler üzerinde bir güçlük olmasın.  Allah'ın  emri yerine  getirilmiştir. [9]

Yine Mü'rninlerin annesi Aişe (r.anha) anlatıyor:

'"Surat astı ve yüz çevirdi. [10] ayeti, âmâ Abdullah b. Ümmü Mektûm hakkında indi.

O, Rasulullah (s.a.s.)'e gelmiş ve:

Ya Rasulullah, beni irşad et! demeye başlamıştı.

Rasulullah (s.afs.)'in yanında ise, müşriklerin büyük­lerinden bir adam vardı.

Rasul-ı  Ekrem  (s.a.s.),  O'ndan  (âmâ  Abdullah  b.

Ümmü Mektûm'dan) yüz çevirip ötekine yönelmekte ve: "Söylediklerimde herhangi bir zarar görüyor musun?"

demekte idi. Oda:

Hayır, diyordu.

İşte (bu ayetler) bu hadise hakkında indirildi[11] Bu olaydan sonra Rasulullah (s.a.s.), O'na (Abdullah b.

Ümmü Mektûm'a) ikram ederdi ve her gördüğünde şöyle

derdi:

"Merhaba! Kendisinden dolayı Rabbimin beni azarladığı kimse. [12]

Görüldüğü gibi Rasulullah (s.a.s.) ilâhî emanet konu­sunda "el-Emin" olup, kendisine ne vahyedilmiş ise onu, hiç kimseden korkmadan ve çekinmeden beyan buyur­muştur... Bu hâl, peygamberlerin emanet sıfatının gereği­dir...

Şu olaylar da, bu konunun tarihi örnekleri olan birer hakikattir...

İbn İshak (rh.a.) dedi ki:

Sonra Kurcyş'den kabileler, Kabe'yi inşâ için taşları topladılar. Har Kabile tek başına topluyordu. Sonra orayı inşâ ettiler. Nihayet binanın yapımı Rükn (Hacer-i Esved) mevziine vardı ve onun hakkında birbiriyle çekiştiler. Her Kabile, başkasının değil, kendisinin onu, yerine yükseltip koymasını Murad ediyor ve herbiri başka tarafa çekiyor yeminleşiyordu ve kıtal için hazırlıklarda bulunuyorlardı. Bunun üzerine Benû Abdiddar, Kan dolu bir kabı yak­laştırdı. Sonra onlar ve Benû Adiyy b. Ku'b b. Luayy, ölümün üzerine ahidleşiyorlar ve parmaklarını işte o kabm içindeki bu kana sokuyorlardı. Böyle kam parmakla his­setme mânâsına "Leakatü'demm" adını verdiler. Böylece Kureyş, bunun üzerine dört veya beş gece bekledi. Sonra onlar, mescidde toplandılar ve müşavere ettiler. Birbirini insafa çağırdılar.

Bazı ehl-i rivayet iddia etti ki:

Ebu Ümeyye b. el-Muğire ki,  O, o sene Kureyş kabilesinin en yaşlısı idi.'

Dedi ki:

Ey Kureyş topluluğu, sizin aranızda, kendisinde ihtilaf ettiğiniz şey hakkında şu mescidin kapısından ilk giren kimseyi yetkili kılınız ki, onun hakkında aranızda hüküm versin.

Onlar da, bunu yaptılar. Onların yanma ilk giren Rasulullah (s.a.s.) oldu. O'nu, gördükleri zaman dediler ki:

İste el-Emin. biz razı olduk. İşte Muhammedi..

Rasulullah (s.a.s.) onların yanma vardığı ve O'na haberi bildirdikleri zaman buyurdu ki:

"Bana, bir örtü getiriniz."

O'na, örtü getirildi. Rüknü aldı ve kendi eliyle onun içine koydu. Sonra dedi ki:

"Her kabile örtünün bir ucundan tutsun, sonra onu hep birlikte kaldırınız."

Onlar da, bunu yaptılar. Nihayet onu, yerine vardırdık­ları zaman O, eliyle onu koydu. Sonra onun üzerine bina edilmeye devam edildi.[13]

Rasulullah (s.a.s.) cahiliye döneminde kendisine vahiy gelmeden kendisine el-Emin deniliyordu. [14]

İbni İsak (r.h.a.) dedi ki: Bana gelen haber'e göre Rasulullah (s.a.s.) Mekke'den çıktığı zaman ancak Ali b. Ebi Talib, Ebu bekr es-Sıddîk ve Ebu bekr'in ev halkı biliyordu.

Rasulullah (s.a.s.) Ali'ye çıkışını haber verdi ve O'na, Mekke'de O'nun halefi olmasını emretti ki, Rasulullah'ın yanında olan milletin emanetlerini versin. Çünkü daha önce Mekke'de herkes, muhafazasından korktuğu emanet­lerini O'na bırakıyordu. O'nun doğruluğunu ve emanete riayet ettiğini biliyorlardı. [15]

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"O (Rasulullah) hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.

O (söyledikleri) yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. [16]

"O (Rasulullah), görünmeyenleri haber verme) hususunda cimri (ve saklayıcı) değildir. [17]

3) İsmet: Günah işlememek, günahtan korunmuş olmak.

Şehid İmam Ebu Hanife (rh.a.) "el-Fıkm'1-Ekber" adlı eserinde şöyle der:

"Peygamberlerin hepsi de (salat ve selam olsun), küçük-büyük günah, küfür ve çirkin hallerden münezzehdir. Fakat onların sürçme ve hataları vaki olmuştur.

Hz. Muhammed (s.a.s.) Allah'ın sevgili kulu, Rasulü, Nebisi ve seçilmiş tertemiz kuludur. O, hiçbir zaman puta tapmamış, göz açıp kapayacak bir an bile Allah'a ortak koş-mamıştır. O, küçük-büyük hiçbir günah işlememiştir.[18]

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dos­doğru bir yola yöneltsin. [19]

Encs b. Malik (r.a.)'dan.

Hudaybiye'den dönüşte:

"Şübhesiz, biz sana, apaçık bir fetih verdik.

Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın" diyen ayet~i kerimesi:

"İşte bu, Allah katında büyük kurtuluş ve mutluluktur. [20] ayetine kadar indiği vakit Ashab'ı, gam ve gussa almıştı.

Rasululîah (s.a.s.) hedy kurbanım Hudeybiye'de boğazlamıştı. İşte o zaman:

"Allah, öyle bir. ayet indirdi ki, benim İçin bütün dünyadan daha makbuldür" buyurdular. [21]

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Onları (peygamberleri) kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayır kapsayan fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar, bize ibadet ederlerdi.[22]

"(Ya Musa) gözümün önünde yetiştirilmen için, kendimden sana bir sevgi yönelttim. [23]

Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.

Rasululîah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Dünyaya gelen hiçbir çocuk yoktur ki, şeytan, ona dokunmasın. Çocuk, şeytanın dokunmasından feryad ederek ağlar.

Bundan yalnız Meryem'in oğlu (İsa) ile annesi Müstesnadır. [24]

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)'dan.

Rasululîah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Masum olan, Allah'ın (fenalıklardan koruyup) masum kıldığı kimsedir. [25]

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü uman­lar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Rasulü'nde güzel bir örnek var. [26]

"İbrahim ve O'nunla birlikte olanlarda, size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp inkâr ettik. Sizinle aramızda, siz, Allah'a bir" olarak iman edinceye kadar ebedî bir düş­manlık ve bir kin baş göstermiştir.[27]

Enesb. Malik (r.a.) anlatıyor:

Üç kişi, Rasulullah (s.a.s.)'in kadınlarının evlerine geldi de, Rasulullah'ın ibadetinden soruyorlardı.

Bunlara, Rasulullah'ın ibadeti haber verilince kendi­leri, bu ibadeti azımsadılar ve:

Biz nerede, Rasulullah nerede? Muhakkak Allah, Nebisinin geçmiş olan ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan bütün günahlarını mağfiret etmiştir, dediler. [28]

Ümmü'l-Mü'minin Aişe (r. anha) şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.s.) sahabilerine emrettiği zaman daima takat getirebilecekleri işleri emreder idi.

(O zaman) Sahabîler:

Ya Rasulullah, biz, senin gibi değiliz. Allah senin, olmuş, olacak günahlarına mağfiret etmiştir, derlerdi de öfke alâmeti yüzünde bilinecek kadar kızar ve ondan sonra da:

"En ziyade takvalınız ve Allah'ı en çok bileniniz, şübhesiz ki benim" buyururdu. [29]

Muğire b. Şu'be (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.)'in iki ayağı şişinceye yahud kabarın­caya kadar gece namazı kılardı.

Kendisine:

Allah, senin gelmiş, geçmiş, gelecek bütün günahlarını mağfiret ettiği halde bu yorucu ibadetin sebe­bi nedir? denildiğinde:

"Ben, çok şükredici bir kul olmayayım mı? diye cevab verirdi.[30]

Emirü'l-Mü'minin İmam Ali b. Ebi Talib (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Cahiliyyc ehlinin ilgi gösterip önem verdiği çirkin işlerden hiç birini işlemeyi hayal etmedim ve yönelmed-im. Sadece iki defa hariç. Her ikisinde de Allah Teâlâ, beni korudu.

Bir gece benimle birlikte ailesinin koyunlarını güden Kureyşli bir gence:

Benim koyunlarıma da bak! Tâ ki, bu gece ben de Mekke'ye gidip geçlerin eğlendiği gibi onların eğlencele­rine katılayım mı? dedim.

Genç:

Evet, dedi ve ben, koyunları bırakıp yola çıktım. Mekke evlerinin en yakına gelince, def, zurna ve şarkı ses­lerini işittim.

Ben:

Bu, nedir? dedim.

Filan, filan kızla evleniyor, dediler.

Ben, O ses ve şarkıyı dinledim. Gözüme uyku girip uyudum ve beni güneşin sıcaklığı uyandırdı.

Tekrar arkadaşıma döndüğümde, bana:

Ne yaptın? dedi.

Ben de, ona durumu anlattım. Sonra bir başka gece aynı sözleri söyledim ve kabul etti. Ben, tekrar yola çıktım ve aynı şeyleri işittim. Bana, aynı sözler söylendi, aynı şekilde gözüme uyku girdi ve güneşin sıcaklığı beni uyandırdı.

Arkadaşım, bana:

Ne yaptın? dedi.

Ben:

Hiçbir şey yapmadım, dedim."

Rasulullah (s.a.s.) der ki:

Allah'a yemin olsun ki, bu iki hadiseden sonra cahiliyenin yaptığı hiçbir ameli yapmayı içinden geçirme-dim ta ki Allah, beni peygamberlikle üstün kıldı.[31]

Ammar b. Yasîr (r. anhumaydan.

Rasulullah (s.a.s.)'e:

Ya Rasulullah, siz, Cahiliyye devrinde, Cahiliyye ehlinin işlediği günahlardan birini işlediniz mi? diye sor­dum.

Rasulullah, (s.a.s.) şöyle buyurdu:

Hayır, iki yere gidecek oldum. Birincisinde uyku bastı. İkincisinde ise, insanların geceleyin yaptıkları sohbet beni oyaladı, gidemedim. [32]

İbn İshak (rh.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.) Allah'ın O'nu, küçüklüğünde ve cahiliyette hıfzetmiş olduğu şeylerden haber vererek şöyle buyuruyor:

"Kendimi, Kureyş'in çocukları içerisinde gördüm. Çocukların kendisiyle oyun oynadığı bir şey için taş taşıyorduk. Hepimiz çıplak olmuştuk. İzarmı almış, onu omuzuna koymuş, onun üzerinde taşlan taşıyorduk. Ben, onlarla birlikte gidiyor ve aynı şekilde dönüyordum.

O sırada bana, kendisini görmediğim biri acıtıcı bir tokat attı. Sonra dedi ki:

İzarını giyin.

Ben de, onu giyindim. Sonra arkadaşlarımın arasında izarım üzerimde olduğum halde boynumun üzerinde taşları taşımaya başladım.[33]

Cabir b. Abdullah (r.a.)'dan.

Kabe bina edildiği zaman Rasulullah (s.a.s.) ile amcası Abbasi, sırtlarında taşlar naklediyorlardı.

Amcası Abbas, Rasulullah (s.a.s.)'e hilaben:

İzarım boynunun üzerine koy da seni, taşların sürtmesinden korusun, dedi.

(Rasulullah, izarını çözüp omuzlarının üzerine koyun­ca) hemen bayılıp, yere düştü ve gözleri gökyüzüne doğru dikildi. Sonra ayıldı da (amcasına):

"İzanını ver, izanını ver!" dedi.

İzarını alıp üzerine bağladı. (İşte ondan sonra çıplak görülmemiştir.) [34]

4) Fetanet: Çağının en akıllısı, en zekisi ve en uyanığı olmak. Bu vasıf, bütün peygamberlerin kendi çağlarında ve kendi toplumlarındaki insanların en akıllı ve en zekileri olduğunu beyan eder...

Delil olarak şu ayetleri zikredilebilinir:

"Andolsun, bundan önce de İbrahim'e rüşdünü ver­miştik, ve Biz, O'nu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik.

Hani babasına ve kavmine demişti ki: 'Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir?'

'Biz, atalarımızı bunlara tapıyor bulduk' dediler.

Dedi ki: 'Andolsun, siz ve atalarınız ap açık bir sapık­lık, içindesiniz.

'Sen bize, gerçeği mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun oynayanlardan mısm?'

'Hayır, dedi. 'Sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir, onları kendisi yaratmıştır ve ben de buna, şehadet edenlerdenim.

Andolsun, Allah'a, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım.

Böylece O, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça kıldı, belki ona başvururlar diye.

'Bizim ilahlarımıza bunu, kim yaptı? Şübhesiz O, za­limlerden biridir" dediler.

Dediler ki: 'Öyleyse O'nu, insanların gözü önüne getirin ki, O'na (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar.

Dediler ki: 'Ey İbrahim, bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın?

Hayır, dedi. 'Bu yapmıştır. Bu, onların büyükleridir. Eğer konuşabiliyorsa, siz, onlara soruverin.

Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da: 'Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz, dediler.

Sonra yine tepeleri üstüne ters döndüler. 'Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de biliyorsun.

Dedi ki: 'O halde Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapacaksınız?

Yuh size ve Allah'dan başka taptıklarınıza. Siz, yine de akıllanmayacak mısınız?'

Dediler ki: 'Eğer (bir şey) yapacaksanız, O'nu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun.'

Biz de dedik ki: 'Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol.' O'na, bir düzen (tuzak) kurmak istediler. Fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.[35]

"Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni (Nemrud'u) görmedin mi? Hani İbrahim: 'Benim Rabbim, diriltir ve öldürür' demişti. O da: 'Ben de, öldürür ve diriltirim' demişti. (O zaman) İbrahim: 'Şübhe yok, Allah, güneşi doğudan getirir, (haydi) sen de onu, batıdan getir' deyince, o küfre sapan böylece afallayıp kalmıştı. Alİah, zalimler toplu­luğunu hidayete erdirmez. [36]

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'in Nübüvvet ve Risaletten önce Kabe'nin inşası sırasında ihtilaf eden müşrik kabilelerin "Haceru'I-Esvef'i yerine koyma ihti­laflarını nasıl çözdüğünü ve nasıl bir barış ortamının ortaya çıktığını tekrar hatırlayalım...

Rasullullah (s.a.s.) bu ihtilafı çözmesi, O'nun kendi çağı ve toplumunun en akıllı, en zeki ve en uyanık şah­siyeti olduğunu beyan eder. [37]

Şunu da hatırlatalım ki, Rabbimiz Allah (Azze ve Celle)'nin  vezifelendirip  seçtiği  bütün  Rasulleri  ve

Nebileri, her türlü tiksindirici ayıptan Salim olan şah­siyetlerdir... Bedeni ve ruhî noksanlıklardan arındırıl­mışlardır... Onlar da beşerden insanlar oldukları için zaman zaman hastalanır ve darlığa düşerler... Fakat bu hastalık ve bu darlık, diğer insanların kendilerinden tiksineceği bir dereceye ulaşmaz... Olmamıştır da!...

Rabbimiz Allah şöyle buyurur;

"Eyyub da, hani O, Rabbine çağrıda bulunmuştu: 'Şübhe yok, bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen, mer­hametlilerin en merhametli olanısın.'

Böylece O'nun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik. O'na, katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla bir­likte bir katım daha verdik.[38]

5) Tebliğ: Bütün peygamberler (Salvatullahi aleyhim ve Selâmuhu), Rabbimiz Allah'ın kendilerine vahy ile bildirdiği hükümleri noksansız olarak insanlara aktarıp tebliğ etmişlerdir... Onların vazifesi, ilâhi hükümleri insanlara tebliğ edip gereğini hayatlarında yaşayarak örnek ve önder olmaktır... Hidayet vesilesi olmak peygam­berlerin vazifesidir, hidayeti vermek ise Allah'a aiddir...

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

"Biz, bir peygamber gönderinceye kadar (hiç bir topluma) azab edecek değiliz. [39]

"Senin Rabbin, ana yerleşim merkezlerine, onlara ayet­lerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe, şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve biz, halkı zulmetmekte olan şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz. [40]

"O (Nuh): 'Ey kavmim, bende bir şaşırmıştık ve sapmışlık  yoktur.   Amma  ben,   Âlemlerin  Rabbindcn  bir peygamberim.

Size, Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) size öğtü veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben, Allah'dan biliyorum.[41]

"O da (Salih de), onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: 'Ey kavmim, andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Amma siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz. [42]

"O (şuayb) da, onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: 'Ey Kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, küfre sapan bir topluluğa karşı nasıl üzülebilirim? [43]

"Öyleyse sen, emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme. [44]

"Şübhesiz biz seni, hak ile bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak, gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın. [45]

"Ey Peygamber, Rabbindcn sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah, seni insanlardan koruya­caktır. Şübhesiz Alİah, kâfir olan bir topluluğu hidayete eriştirmez. [46]

"Onlar (o peygamberler), Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesab görücü olarak, Allah yeter. [47]

"(De ki: Benim görevim) yalnızca Allah'dan olanı ve O'nun gönderdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah'a ve O'nun Rasulune isyan ederse, içinde ebedi kalıcılar olmak, üzere onun için cehennem ateşi vardır.[48]

"Allah'a itaat edin, Rasulune de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevrirseniz, bilin ki, Rasulümüze düşen, ancak

apaçık bir tebliğdir. [49]

"Sen, yalnızca gayb ile Rabbinden içleri titreyerek, korkmakta olanları ve dosdoğru namaz kılanları uyarırsın. Kim temizlenip arınırsa, artık o, kendi nefsi için temiz­lenip arınmıştır. Sonunda dönüş Allah'dır. [50]

"Biz, hiçbir Rasulü, kendi kavminin dilinden başkasıy­la göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın. Böylece Allah, dilediğini şaşırıp saptırır, dilediğini hidayete erdirir. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. [51]

Ebu Zerr (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Allah Teâlâ, her peygamberi ancak kavminin diliyle göndermiştir. [52]

Rabbımiz Allah şöyle buyurur:

"Eğer biz onu, A'cemi (Arabça olmayan bir dilde) olan bir Kur'an kılsaydik, her halde derlerdi ki: 'Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arab olana A'cemi (Arabça olmayan bir dil) mi?' De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifâdır. İman etmeyenlerin ise, kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur'an) onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir. [53]

Mesruk (rh.a)'den

Yine Aişe (r.anha) devamla:

Her kim sana, Rasulullah, ketmetti (vahyden gizledi) derse, muhakkak yalan söylemiştir, dedi.

Sonra şu ayeti okudu:

"Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun..

Rabbimiz Alİah, Rasulü Muhammed (s,a.s.)  e hitaben şöyle buyurur:

"De ki: 'Ey kafirler,

Ben, sizin taptıklarınıza tapmam.[54]

"De ki: 'O Allah, birdir. [55]

"De ki: 'Sabahın Rabbine sığınırım. [56]

"De ki: 'İnsanların Rabbine sığınırım. [57]

İbn Abbas (r.anhuma)'dan.

Rasulullah (s.a.s.), Mekke içindeki Bathâ'ya, Seyl ye­rine doğru çıktı ve oradaki tepeye (yani Safa Tepesi'ne) yükseldi. Akabinde:

Ya Sabâhâh! Ey Kureyş, buraya geliniz! Büyük bir iş karşısında bulunuyorsunuz!" diye seslendi.

Bunun üzerine Kureyş, Rasulullah'ın yanma top­landılar.

Rasulullah (s.a.s.):

Rey edip düşündünüz mü? Eğer ben size, düşman sizi ya sabah baskınına, yahud akşam baskınına uğratacak diye söylesem, beni doğrular, tasdik eder misiniz?" diye sordu.

Kureyş:

Evet (doğrular, tasdik ederiz), dediler.

Rasulullah (s.a.s.):

"Öyle ise, ben sizi şiddetli bir azabın önünde bir korku­tucu, bir uyarıcıyım" dedi.

Bu söz üzerine Ebu Lebeh:

Bizi, bunun için mi topladın? yazık sana! dedi.

Akabinde Aziz ve Celîl Allah:

"Ebu Leheb'in ikieli kurusun. Kurudu da.[58] sûresini sonuna kadar indirdi.[59]

Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.

Aziz ve Celîl olan Allah: (Öncelikle) en yakın hısımlarını (aşiretini) uyarıp korkut.[60]ayetini indirdiği zaman, Rasulullah (s.a.s.) kalktı da şöyle buyurdu:

Ey, Kureyş topluluğu, canlarınızı, nefislerinizi satın alınız (Yani İslâm'a girmek suretiyle nefislerinizi Allah'ın azabından koruyunuz). Ben, Allah'ın azabından hiçbir şeyi sizden defedemem.

Ey Abde Menâfoğolları ben, sizden de Allah'ın azabın­dan hiç bir şeyi def edemem.

Ey Abbas İbn Abdulmuttalib, senden de Allah'ın azabından hiçbir parçasını men'edemem.

Ey Rasulullah'ın halası olan Safıyye, senden de ben, Allah'ın azabından bir kısmını olsun defedemem.

Ey Muhammed'in kızı Fatıma, malımdan dilediğin şeyi iste (vereyim fakat) Allah'ın azabından hiçbir şeyi senden def edemem.[61]

Cabir b. Abdullah (r. anhuma)'dan.

(Rasulullah, s.a.s.) Müteakiben-Urane Vadisi'ne geldi ve cemaate hutbe okuyarak şöyle buyurdu:

Size, ben sorulacağım. Acaba ne diye­ceksiniz?"

Ashâb:

Rasaletini tebliğ vazifesini edâ ve nasihatta bulun­duğuna şehadet ederiz, dediler.

Bunun üzerine şehadet parmağını semaya kaldırıp onunla insanlara işaret ederek, üç defa:

"Ya Rab, şahid ol! Ya Rab, şahid ol! Ya Rab, şahid ol!" buyurdular. [62]

Ebu Bekre (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.) (Veda Haccı'nda) devesinin üzerine oturdu. Devenin dizginini bir adam tutuyordu.

Şöyle buyurdu:

"Kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız bu belde içinde, bu ayda, bugünün haramlığı kadar birbirinize haramdır.

Burada hazır bulunanlarınız, burada bulunmayanlara (yani gelecek nesillere) bunu tebliğ etsin. Olabilir ki, hazır olan kimse, bunu, daha iyi anlar bir kimseye tebliğ etmiş olur.[63]

Muttalib b. Hantab (r.a)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Allah'ın emrettiği bir şeyi bırakmadım. Onu, size mutlaka emrettim.

Allah'ın yasakladığı bir şeyi de bırakmadım. Ondan sizi, mutlaka nehyettim. [64]

 



[1] Hakka. 69/44-48.

[2] Meryem, 19/41.

[3] Ahzab, 33/22.

[4] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru'l-Kur'âm, B.7, Hbr.3257-3258.

Abdulfettah el-Kadî, Esbab-ı Nüzul, sh.172. İmam el-Vahidî( Esbab-ı Nüzul, sh.229.

[5] İmam el-Vahidî, A.g.e.sh. 228.

Ayrıca bkz.İbn Kesir, el-Bidaye Ve'n-Nihaye, c.3, sh.95-96 Beyhakî'den.

[6] Sahih-i Buhârî, Kitabu"t-Tefsir, B.56; Hbr.74.

Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.26, Hbr.74.

[7] Ât-iİmrân, 3/161.

[8] Ahzab, 33/39.

[9] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsim'l-Kur'ân, B.34, Hbr.3422.et-Taberî. A.g.e.c.6, sh.$9?-500.

[10] Abese, 80/1

[11] Sünen-i Tirmizi, Kitabu Tefsiru'l-Kur'ân, B.72, Hds.3549. İmam el-Vahîdi, A.g.e. sh. 530-531.

İbn Hişam, A.g.e.c.l, sh. 487.

Abdulfettah el-Kadî, A.g.e.sh.416.

İşaret edilen ayetlerin mealleri şöyle:

"Surat astı ve yüz çevirdi.

Kendisine o kör (âmâ) geldi diye.

Nerden biliyorsun belki o, temizlenip arınacak?

Veya öğüt alacak, böylelikle bu öğüt kendisine yarar sağlayacak.Fakat kendini müstağni gören (hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını sanan) İse, İşte sen, onda yankı uyandırmaya çalışıyorsun. Oysa, onun temizlenip arınmasından sana ne?

Amma koşarak sana gelen ise,

Kî o, içi titreyerek korkar bir durumdadır.

Sen, o'na aldırış etmeden oyalanıyorsun." Abese, 80/1-10.

[12] İmam el-Vahidî, A.g.e.sh.531. Abdulfettah el-kadi, A.g.e.sh.416.

[13] ibn Hişam, A.g.e.c.l, sh.261-262.

İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.2, sh. 470. Ahmed b. Hanbel'den. İbnü'1-Esir, El-Kâmil Fi't-Tarih-İslâm Tarihi, çev.M.Beşir Eryarsoy, ist. 1985, c.2, sh.45-46. Taberî, Miletler ve Hükümdarlar Tarihi, c.4, sh.82. Ebu'l-Velid Muhammed el-Ezrakî, Kabe ve Mekke Tarihi, çev.Y.Vehbi Yavuz, İst. 1980, sh.159.

[14] Muhammed b. İshak, Siyer, çev. Sezaî özel, İst. 1991, sh. 161. İbn Hişam, A.g.e.c.l, sh.263.

[15] İbn Hişam, A.g.e.c.2, sh.151 ve 161. İbn Kesir, A.g.e.c.3, sh.298. İbnü'1-Esir, A.g.e.c.2, sh.104-105.

[16] Necm. 53/3-4.

[17] Tekvir, 81/24.

[18] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh. 68-69.

Bkz. İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber şerhi, sh. 157, vd.

[19] Fetih. 48/2.

[20] Fetih, 48/1-5

[21] Sahih-i Müslim, Kitabu'i-Cihad ve's-Siyer, B.34. Hds.97,

Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B. 274, Hds. 355.

İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, £.13 sh. 7333.

İmam Ahmed b. Hanbel'den.

[22] Enbiya, 21/73.    

[23] Tâhâ. 20/39.

[24] Sahih-i Müslim. Kitabu'l-Fedail. 0. 40. Hds,146-147.

[25] Sahih-i Buhârî, Kutabu'l-Kader, B.7, Hds.7. Kitabu'1-Ahkam/B 42. Hds 56

[26] Ahrab, 33/21.

[27] Mümtehine^ 60/4.

[28] Sahih-i Buhâri, Kitabu'n-Nikâh, B.l, Hds.l. Sahih-i Müslim, kitabu'n-Nikâh, B.l, Hds.5. Sünen-i Neseî, Kitabu'n-Nikâh, B.4, Hds.3203.

[29] Sahih-i Buhâri, Kttabu'1-İrr.™, B.12, Hds.13 Sahih-i Müslim, Kitabu's-Siyam, B.12, Hds.74 ve 79. İmam Malik, Muuatta; Kitabu's-Siyam, Hds.9.

[30] Sahih-i Buhâri, Kitubu'r-Rikak, B.20, Hds. 58. Kitabu'l-Tefsir, B. 275, Hds. 358-359. Sahih-i Müslim, Kitabu, sıfatu'l-Münafıkin, B.18, Hds.79-81. Sünene-i İbn Mace, Kitabu ikametu's.sala, B. 200, Hds. 1419-1420.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu's-salat, B. 302, Hds.408. Sünen-i Neseî, Kitabu Kıyamu'Meyl, B.17, Hds. 1644. Ahmed İbn Hanbel, kitabu'z-zühd, c.l, sh.35, Hds.92. Taberânî, mu'cemu's-sağir Tercümesi, c.l, sh. 205, Hds. 128.

[31] İbn Hacer el-Askalânî, Metaiibu Âliye, çev. Mehmet Ali Kara, İst. 1998, c.4. sh.152, Ads.4259. İshak'dön. İbn Kesir, el-Bidaye Ve'n-Nihaye, c.2, sh.448. Beyhakî'den Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, c.4.sh.67. İmam Zehebî. Tarihü'l-İslâm, çev. Muzaffer Can, İst.1994,

c.l,sh.l46. Celâleddin es-Suyutî, peygamberimizin mu'cizeleri ve Büyük Özellikleri (el-Hasaisül-Kübrâ), çev-Ömer Temizel, Ank. T.y.cl, sh.156

[32] Taberânî, Mu'cemu's-Sağır, c.2, sh.334-335, Hds.636.

[33] ibn Hişam, A.g.e.c.l, sh.245. İbn Kesir, A.g.e.c.2, sh. 448.

[34] Sahih-i Buhârî, Kitabu Menakıbi'l-Ensar, B. 24. Hds.50. Kitabu's-Saiat. B.8, Hds.16.

Kitabu'I-Hacc, B.42, Hds.65.

Sahih-i Müslim, Kitabu'1-Hayz, B.19, Hds.76-77.

İbn Kesir, A.g.e.c.2. sh. 448. Abdurrezzak ve Beyhakî'den.

Celâleddin es-Suyutî, A.g.e.c.l. sh. 155.

Bu konuda geniş bilgi İçin bkz. Fahruddin el-Râzî, peygamberlerin masumiyeti, çev. Hasan Fehmi Ulus. İst- 1986.

[35] Enbiya,21/51-71.

[36] Bakara, 2/258.

[37] Enbiya. 21/83-84.

[38] Enbiya. 21/83-84.

[39] İsra. 17/15. 1017

[40] Kasas, 28/59.

[41] A'raf, 7/61-62.

[42] A'raf, 7/79.

[43] A'raf, 7/93.

[44] Hîcr,   15/94.

[45] Fatır, 35/24.

[46] Mâide, 5/67

[47] Ahzab, 33/39.

[48] Cin, 72/23.

[49] Mâide, 5/92.

[50] Fatır, 35/18.

[51] İbrahim, 14/4.

[52] İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, c.8, sh.4287. İmam Ahmed b. Habel'den.

[53] Fussilet, 41/44.

[54] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, 53. Ve'rvNecmi Sûresi, Hbr. 376. Sahih-i Müslim, Kitabi'1-İman, B.77, Hds. 287.

Sünen-i Tirmizî, kitabu Tefsim'l-Kur'ân, B.7, Hds 3262

[55] Kâfirim, 109/1-2.

[56] İhlas, 112/1.

[57] Felak, 113/1.

[58] Mesed, 111/1

[59] Sahih-i Buhârî, Kitabu'(-Tefsir, B.361, Hds.495. Sahihr-i Müslim, Kitabu'1-İman, B. 89;Hds. 355: Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru'l-Kur'ân, B. 90, Hds. 3584. İman el-Vahidî, a.g.e.sh.562. Abdulfettah el-Kadî, a.g.e.sh.431.

[60] Şuara, 26/214.

[61] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Vesâyâ, B.ll, Hds.16. Kitabu'l-Menakıb, B.14, Hds.36 Kitabu't-Tefsir, B.233, Hds.291.

Sahih-i Müslim, Kitabu'1-iman, B.89, Hds.348-353. Sünen-i Tirmizî, Ktt. Tefsiru'l-Kur'ân, B. 27, Hds.3398-3401. Sünen-i Neseî, Kitabu'l-Vesâyâ, B.6, Hds.3627-3629. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B. 25, Hds.48. îbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, c.ll, sh.61O5. İmam Ahmed b.Hanbel'den.

[62] Sahih-i Müsiim, Kitabu'1-Hacc, B.19, Hds,147. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Menasik, B.84, Hds.3074. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Menasik, B.56, Hds.1905.

[63] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Ilm, B.10, Hds.9. B.38, Hds.45-46. Kitabu'l-Fiten, B.8, Hds.27.

Kitabu'1-Hacc, B.133, Hds.212-215.

Kitabu't-Tevhid, B.24, Hds.73.

Sahih-i Müslüm, Kitabu'l-Kasame, B.9, Hds.29.

Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.18. Hds.233-235.-

Kitabu'i-Fiten, B.2, Hds.3933.

Kitabu'I-Menasik, B.76, Hds.3058.

Sünen-i Tirmizi, Kitabu'I-Hac, B.l, Hds.806.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu Salat'ut-Tatavvu, B.10, Hds.1278.

Sünen-i Dârimî, kitabu Menasiku'l-Hacc, B.72, Hds.1922.

İmam-i Buhârî, Flalku Efali'1-İbad, Sh.129, Hds.399.

[64] Muhammed b. İdris eş-şafiî, Er-Risale, çev. prof. Dr. Abdulkadir şener, vdğ. Ank.1996, sh.60, md.289. Çevirenlerin notu:

"Hadisi, elimizdeki kaynaklarda bu lafızla bulamadık. Benzer anlamda hadisler için bkz.el-Hakim, 11/4, el-Heysemî. 4/71. Eş-Şafiî, A.g.e.sh.60.7.Dipnot.