Peygamberler Gaybı Bilmezler

 

Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

"De ki: 'Allah'ın dilemesi dışında kendim için yarar­dan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bılebilseydim, muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim. [1]

imam Kurtubî (rh.a) şunları kaydeder:

"Eğer gaybı bilseydim, elbette daha çok hayır yapardım." Yani, eğer yüce Allah'ın bana bildirmeden önce neyi istediğini bilmiş olsaydım, şübhesiz onu yapardım.

Şöyle de açıklanmıştır:

Eğer ben, savaşta ne zaman zafere ulaşacağımı bilmiş olsaydım, o vakit savaşır ve böylelikle yenik düşürülmezdim.

İbn Abbas (r.a.) da şöyle açıklamıştır:

Eğer ben, hangi yılın veriminin kıt olacağını bilseydim, bolluk zamanından bana yetecek kadarını hazırlarım.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir:

Eğer ben, hangi malın ticarette çok satılacağını bilmiş olsaydım, o malı, alıcısının olmadığı zamanlarda satın alırdım.

Başka bir görüşe göre anlam şöyledir:

Eğer ben, ne zaman öleceğimi bilseydim, çokça salih amel işlerdim.

Bu açıklama, el-Hasen ve İbn Cüreyc'den nakledilmiştir.

Bir diğer açıklamaya göre:

Şayet ben, gaybı bilmiş olsaydım, gayba dair bana ne sorulursa, onu cevablandırırım.

Bütün bu açıklamalar, bu buyruk ile murad edilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.[2]

İmam Tabcrî (rh.a) de şöyle der:

"Ayet-i Kerime, gaybı, Allah'dan başka kimsenin bile­meyeceğini beyan etmekte, böylece, gaybden haber vermeye kalkanların yalancı olduklarını ortaya koymaktadır. [3]

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

"De ki: "Göklerde ve yerde gaybı, Allah'dan başka kimse bilmez. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler.[4]

"De ki: 'Doğrusu ben (kendi başıma) size, zarar verme, ne de fayda sağlama gücüne sahibim[5]

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) ve diğer peygam­berlerin hepsi, insanlara gaybı bilmediklerini, gaybın ancak Allah tarafından bilindiğini beyan etmişlerdir...

Ayet-i kerimelerde, bu konu şu şekilde beyan olunmuş­tur:

"İbrahim'in şerefli kılınmış konuklarının haberi sana geldi mi?

Hani (Melekler) yanma girdiklerinde: 'Selam' demişlerdi. O da: 'Selam' demişti. 'Tanımadık bir toplu­luk' (demişti.)

Hemen ailesine gidip semiz bir buzağı getiriverdi.

Onu, önlerine yaklaştırıp: 'Yemez misiniz? dedi.

İçinde onlardan gizli bir korku duydu. 'Korkma' dedi­ler ve O'na, çok bilgili bir oğul müjdesi verdiler.

Bunun üzerine hanımı feryad ile yönelip yüzüne vurdu ve: 'Kısır bir kocakarı (iken mi doğuracak mışım?' dedi.

Dediler ki: 'Bu, böyledir. (Bunu), Rabbin buyurmuştur. Şübhesiz ki O, hakim olandır, herşeyi en iyi bilendir.'

Ey elçiler, o halde asıl işiniz nedir?' dedi.

Onlar: 'Şübhe yok ki biz, günahkâr bir topluluğa gön­derildik' dediler.

Üzerlerine çamurdan taşlar atalım diye

Rabbinin nezdinde haddi aşanlar için işaretlenmiş olun. [6]

Andolsun, elçilerimiz, İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman: 'Selam' dediler. O da: 'Selam' dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi.

Ellerinin, ona uzanmadığını görünce (İbrahim durum­dan) hoşlanmadı ve içine bir korku düştü. Dediler ki: Korkma! Biz, Lut kavmine gönderildik.[7]

Elçilerimiz Lut'a geldiği zaman, onlardan dolayı kaygılandı, göğüsünü bir sıkıntı bastı ve: 'Bu, zorlu bir gün' dedi.

Kavmi, O'na doğru koşarak geldi. Onlar, daha önce kötülükler işlemekteydiler. 'Ey kavmim' dedi. 'İşte benim kızlarım! Bunlar, sizin için daha temizdir. Artık Allah'dan korkun ve beni, misafirim önünde küçük düşürmeyin. İçinizde hiç aklı başında olan (reşid) bir adam yok mu?'

Dediler ki: 'Andolsun, senin kızlarında bizim haktan bir şeyimiz (ilgimiz ve arzumuz) olmadığını sen de bilmişsindir. Bizim ne istediğimizi gerçekte sen biliyorsun.'

Dedi ki: 'Size yetecek gücüm olsaydı veya sağlam (güçlü) bir yere sığmabilseydim.'

(Elçi Melekler) dediler ki: 'Ey Lut, biz, Rabbinin elçi­leriyiz. Onlar, sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yörü (yola çık.) Sakın hiçbiriniz dönüp arkasına bakmasın, fakat senin karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan, Ona da isabet edecektir. Onlara va'd olunan (azab) sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?

Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık.

Rabbinin katında belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış olarak. Bunlar, zalimlerden uzak değildir.[8]

Ebu Hüreyre (r.a)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Ölüm Meleği, Musa (a.s.)'a gelerek: "Rabbine icabet et" dedi.Bunun üzerine Musa (a.s.) Ölüm Meleği'nin gözüne bir tokat vurarak, onu çıkardı.

Melek, hemen Allah Teâlâ'ya döndü ve:

Muhakkak Sen beni, ölmek istemeyen bir kuluna gön­dermişsin. O, benim gözümü çıkardı, dedi.

Allah da, gözünü O'na iade etti ve:

Kuluma dön de, hayatı mı istiyorsun? diye sor. Eğer hayatı istersen elini bir öküzün sırtına koy! Elin, ne kadar kıl örterse, muhakkak o kadar sene yaşayacaksın! de.

Musa (a.s.):

Sonra ne olacak, diye sordu.

Sonra öleceksin, buyurdu.

O halde şimdi yakınken öleyim. Ya Rabbi, beni, Arz-ı Mukaddese bir taş atımı uzaklıkta öldür, dedi."

Rasulullah (s.a.s):

"Vallahi, Onun yanında olmuş olsam, yolun kenarında kırmızı kum tepesinin yanında kabrini size gösterirdim" buyurdu[9]

Görüldüğü gibi Allah Teâlâ, Rasul ve Nebilerine bir şeyin gerçek yüzünü beyan buyurmaymca, onlar, kendiliklerinden onu bilemezler ve bilmiyorlar... Tek başına bir ümmet olan İbrahim (a.s.) Ulu'1-azım bir Rasul olan Musa (a.s.) ve Lut (a.s.) kendilerine gelen insan şeklindeki meleklerin melek olduklarını bilememişlerdir... Ta ki, o melekler, kendilerini tanıtıncaya kadar onlar konusunda tercddüdleri devam etmiştir...

Peygamberler'e (salavütullahi aleyhim ve selamuhu), Âlemlerin Rabbi Allah, gayb haberlerinden bildirdiği kadar bilirler... Bu konuda Rasulullah (s.a.s.)'in hayat­larından da bir-iki örnek verelim....

İbn İshak (rh.a) dedi ki:

(Tebük seferinden) sonra Rasulullah (s.a.s.) yürüdü. Yolda bir yerde durdu ve devesi kayboldu. Bunun üzerine Ashabı, o deveyi aramaya çıktılar. Rasulullah (s.a.s.)'in yanında Ashabından Umare b. Hazm adıyla bir adam vardı. Akabe'de ve Bedir'de de bulunmuştu. Anır b. Hazım oğullarının amcası idi. Onun takımında kaynukalı Zeyd b. Lusayt (Lusayb) vardı. Münafık idi.

Umare, Rasulullah (s.a.s.)'in yanında iken, bu Zeyd b. Lusayt, Onun takımında:

Muhammed, Peygamber olduğunu ve gökten haber verdiğini söylüyor. Halbuki devesinin nerede olduğunu bilmiyor, dedi.

Rasulullah (s.a.s.) de, Umare yanında iken O'na şöyle dedi:

Biri diyor:

Muhammed size, kendisinin bir peygamber olduğunu haber veriyor. Size, göğün durumunu haber verdiğim iddia ediyor. Halbuki devesinin nerede olduğunu bilmiyor.

Vallahi ben, ancak Allah'ın bana bildirdiğini bilirim. Allah, bana o deveyi gösterdi. O deve, şu vadidedir. Şöyle şöyle iki dağ arasındaki bir yoldadır. Yuları, bir ağaca takılmıştır. Gidiniz ve onu, bana getiriniz."

"Onlar da gittiler ve onu getirdiler.[10]

Mekkeli müşrikler, Medine'ye gidip Yahudiler'den üç soru öğrendiler... Rasulullah (s.a.s.)'i imtihan etmek üzere Mekke'ye geri döndüler...

"Sonra Rasulullah (s.a.s.)'e geldiler:

Ya Muhammed bize haber ver, deyip O'na, Yahudi bil­ginlerinin söyledikleri sorulan sordular.

Rasulullah da:

"Sorduklarınıza yarın cevab veririm" dedi. (Ve istisna etmedi, yani "İnşallah" demedi.)

Onlar da ayrıldılar.

Rasulullah (s.a.s.) onbeş gece bekledi, fakat Allah, o konularda herhangi bir vahy indirmedi. Cebrail gelmedi. Mekkeliler, bunu dillerine doladılar.

Muhammed, bize yarm diye va'd etti, bugün onbeşin-ci gün, henüz kendisine sorduğumuz sorulara hiç cevab vermedi, dediler.

Rasulullah (s.a.s.) buna üzüldü. Allah'dan vahy bekle­di. Mekkelilerin konuştukları şeyler, O'na ağır geldi. Sonra Cebrail (a.s.) kendisine Kenf Suresi'ni getirdi.

Sure, Rasulullah (s.a.s.)'in hüznünden dolayı bitkin­liğini, sordukları Ashabu'l-Kehf'le, Zü'1-Karney'le ilgili bilgileri içeriyordu. [11]

Rabbimiz Allah şöyle buyurdu:

"Hiç bir şey hakkında:   'Ben bunu,  yarm mutlaka yapacağım, deme.

Ancak: LAllah dilerse (inşallah yapacağım unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: 'Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip iletir.[12]

Müminlerin annesi Aişe (r.anha)'ya atılan iftira, yani "İlk Vak'ası"nda da görüldüğü gibi Rabbimiz Allah, Rasulü (s.a.s.)'e gayb olan bir şeyi bildirmedikçe, Rasulullah (s.a.s.) bilmiyordu. [13]

 

 



[1] A'raf, 7/188.

[2] İmam Kurtubî, A.g.e.c.7, sh.536.

[3] et-Taberî, TaberîTefsiri, c.4, sh.164.

Ayrıca bkz.Fahruddin er-Razî, Tefsir-ı Kebir,c.11,sh.190-193

[4] Nemi, 27/65.

[5] Cin, 72/21.

[6] Zariyat, 51/24-34.

[7] Hu! 11 ''69-70.

[8] Hud, 11/77-83.

[9] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Fedail, B. 42, Hds.158. Sahih-i Buhâri, Kitabu'İ-Enbiya, B.33, Hds.81. Kitabu'l-Cenaiz, B.68,           Hds.95.

Sünen-i Neseî, Kitabu'l-Cenaiz, B.121, Hds.2091.

Bu hadisin izahı için bkz. Ahmed Davudoğlu, Sahih-ı Müslim

Tercüme ve şerhi, ist.1983, c.10, sh.177-178.

İbn Kuteybe, Te'vilü Muhteüfi'l-Hadis-Hadis Müdâfaası,

çev.Doç.Dr.M.Hayri Kırbaşoğlu, ist. 1989, sh.416-419.

[10] ibn Hişam, A.g.e.c.4, sh.223-224.

İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.S, sh.73.

İbnü'1-Esir, A.g.e.c.2, sh.258-259.

Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, c.5, sh.749-750.

[11] Muhammed b. İshak, Siyer, sh.262. İbn Hişam, A.g.e.c.l, sh.399-401.

İbn Kesir, eİ-Bidaye ve'n-Nihaye, c.3, sh.78. Abdulfettal el-Kadî, a.g.e.sh.246.

[12] Kehf, 18/23-24.

[13] Ayetler, için Bkz. Nur, 24/11-25. İfk vakası için bkz.

Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.219, Hds.271. Sahih-i Müslim, Kitabu't-Tevbe, B.10, Hds.56-58. Sünen-i Tirmizî. Kitabu Tefsiru'l-Kur'ân, B.25, Hds.3392. İbn Hişam, A.g.e.c.3, sh.408,vd. İmam el-Vahidî, A.g.e.sh. 357,yd. Abdulfettah e!-Kadî, A.g.e.sh.268,vd.