Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Onların tümü
toplanıp (kıyametler) Allah'ın huzuruna çıktılar da zayıf bıraktırılmışlar
(Müztaz'aflar) büyüklük taslayanlara (Müstekbirlere) dedi ki: 'Şübhesiz biz,
size tabi idik. Şimdi siz, bizden Allah'ın azabından herhangi bir şeyi
önleyebiliyor musunuz?' dediler ki: 'Eğer Allah, bize doğru yolu gösterseydi,
biz de, sizlere doğru yolu gösterirdik. Şimdi yakınsak da farketmez, bizim için
kaçacak bir yer yoktur.
İş, hükme bağlanıp
bitince, şeytan der ki: 'Doğrusu Allah, size gerçek olan va'di va'detti. Ben
de, size va'dde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim, size karşı
zorlayıcı bir gücüm yoktu. Yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz.
Öyleyse beni kınamayın, siz, kendinizi kınayın. Ben, sizi kurtaracak değilim,
siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu, daha önce beni ortak koşmanızı da
tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azab vardır.[1]
"Cehennem de
azgınlar için sergilenir.
Ve onlara: 'Tapmakta
olduklarınız nerede?' denilir.
Allah'ın dışında olan
(ilâh)lar, size yardımları dokunuyor mu?'
Artık onlar ve
azgınlar, onun içine dökülürüverilmiştir.
Ve İblis'in bütün
orduları da Orada, birbiriyle çekişip tartışarak derler ki: 'Andolsun Allah'a,
biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeynıişiz.
Çünkü sizi (yalancı
olanları) Alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
Bizi,
suçhı-günahkârlardan, başka saptıran olmadı.
Artık bizim için ne
bir şefaatçi var, Ne de candan yakın bir
dost.
Bizim bir kere daha
(dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da imam edenlerden olabilseydik. [2]
"O gün suçlu-günahkârİarın
(sıkı) bukağılara vurulduklarını görürsün,
Giyimleri katrandır,
yüzlerini ateş bürümektedir.
(Bu azab), Allah'ın
her nefsi kendi kazandığıyla cezalandırması içindir. Şübhesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir. [3]
Ebu Said el-Hudrî
(r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s):.
"Ateş, onların
yüzlerini yahyarak, yakar da onun için onlar, (etleri sıyrılmış olarak sırıtan)
dişleriyle kalıverirler." [4]ayet-i
kerimesi hakkında şöyle buyurdu.
Ateşin (yüzün şeklini)
bozmasıdır. Şöyle ki, üst dudağı, başının ortasına varacak kadar kasılacak ve
alt dudağı da göbeğini dövecek derecede sarkacaktır.[5]
Rabbimiz Allah şöyle
buyurur:
"Ey iman edenler,
kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve
taşlardır. Üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Alİah, kendilerine
neyi emretnıişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler. [6]
"O gün cehenneme
diyeceğiz: 'Doldun mu?' O da: 'Daha fazlası var mı?' diyecek. [7]
Ebu Hüreyre (r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyurdu:
"Cennet ve cehennem
münakaşa ettiler.
Cehennem:
Ben, kibirliler ve
zorlayıcı kimselerle tercih olundum, yani onlara tahsis olundum, dedi.
Cennet de:
Bana ne oldu ki, bana,
insanların yalnız zayıfları ve sakatlan giriyor? Dedi.
Allah Tebareke ve
Teâlâ da, cennete şöyle buyurdu:
Sen, benim
rahmetimsin. Ben, seninle kullarımdan dilediğime rahmet ederim.
Cehenneme de şöyle
buyurdu:
Sen, sırf benim
azabımsın. Ben, seninle kullarımdan dilediğime azab ederim.
Cennet ve cehennemden
her biri için dolmak hakkı vardır. Fakat cehennem dolmak bilmez. En sonu Allah,
ona ayağını koyar.
Oda:
Yetişir, yetişir,
yetişir! der.
İşte o zaman cehennem
dolar. Bazısı, bazısına büzülür. Aziz ve Celil olan Allah, halkından hiç
kimseye zulmetmez.
Cennete gelince, Aziz
ve Celîl olan Allah, onun için (onun boşluklarını doldurmak için) yeniden bir
takım halk yaratır.[8]
Ebu Said el-Hudrî
(r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyurdu:
"Kafirin önüne
dünyada iken amel etmediği yıllar gibi elli bin yıllık bir süre dikilir.
Şübhesiz kâfir,
cehennemi görecek ve ona gireceğini tâ kırk yıllık mesafeden anlayacaktır. [9]Ebu
Hüreyre (r.a)'dan,
Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyurdu:
"Zorba ve
böbürlenen bir takım kimseler, küçük karıncalar suretinde getirilirler ve
insanlar, ayaklarıyla onları tepelerler. Bu, Allah'ın onlara hiç bir değer
vermeyişin-dendir. Nihayet insanlar arasında hüküm verilip tamamlanır. Sonra
bu kimseler, Naru'l-Enyar'a (ateşlerin ateşine) götürülürler.
Rasulullah (s.a.s)'e:
"Naru'l-Enyar
nedir, ya Rasulullah? diye sorulunca,
"O, cehennem
halkının sıkılıp suyunun çıkarıldığı yerdir" cevabını vermiştir.[10]
Rabbimiz Allah şöyle
buyurur:
"Elleri
boyunlarına bağlı olarak sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu
isteyip çağırırlar.
Bugün bir yok oluşu
çağırmayın, bir çok (kere) yok oluşu isteyip çağırın. [11]
"İnkâr edenler,
cehnneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları
açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: 'Size, Rabbinizin ayetlerini
okuyan ve bu günle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi
mi?' Onlar: 'Evet, dediler. Ancak azab kelimesi, kafirlerin üzerine hak oldu.
Dediler ki: 'İçinde
ebedî kalıcılar olarak, cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe
kapılanların konaklama yeri ne kötülüdür. [12]
"İşte bunlar,
çekişen iki gruptur, Rabbleri konusunda çekiştiler. İşte o inkâr edenler, onlar
için ateşten elbiseler biçilmiştir, başların üstünden de kaynar su dökülür.
Bununla, karınları
içinde olanlar ve derileri eritilmiş olur.
Onlar için demirden
kamçılar vardır.
Ne zaman ordan,
sarsıcı üzüntüden çıkmak isterlerse, oraya geri çevrilirler ve (onlara):
'Yakıcı azabı tadın' (denir).[13]
"Ayetlerimize
karşı inkâra sapanları, şübhesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe,
azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten Allah,
güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. [14]
Ebu Hüreyre (r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyurdu:
"Başlarına hamım
(kaynar su) dökülecek, hamîm, içe işleyerek karın boşluğuna varacak, karın
boşluğunda ne varsa hepsini silip süpürecek ve neticede ayaklarından
çıkacaktır. İşte 'Sahr'[15]budur.
Sonra eski haline iade edilecektir. [16]
Semura b. Cundeb
(r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyurdu:
"Şübhesiz ki,
cehennemliklerden bazılarını ateş, topuklarına kadar, bazılarını oturacağına
kadar, bazılarını da boğazlarına kadar alacaktır. [17]
Numan İbn Beşir
(r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyurdu:
"Şübhesiz,
kıyamet gününde ateş ehlinin en hafif azablısı, şöyle bir adamdır ki, onun iki
ayağı altının çukurlarda iki ateş parçası vardır da, bunların sıcaklığından
onun beyni, bakır tencere ve dar boğazlı olup içinde su ısıtılan kumkuma
adındaki ma'deni kabın kaynaması gibi kaynayacaktır.[18]
Enes (r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyurdu:
"Lâ ilahe
illallah deyip de, kalbinde bir arpa ağırlığınca hayr (yani iman) bulunan
kimse, cehennemden çıkacaktır.
Lâ ilahe illalah
deyipde, kalbinde bir buğday ağırlığınca hayr bulunan kimse, cehennemden
çıkacaktır.
Lâ ilahe illalah deyip
de, kalbinde bir zerre ağırlığınca hayr bulunan kimse, cehennemden çıkacaktır. [19]
[1] İbrahim, 14/21-22.
[2] Şuara, 26/91-102.
[3] İbrahim, 14/49-51.
[4] Mü'minun, 23/104
[5] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Cenne, B.5, Hds.2713.
Ahmed İbn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, c.l, sh.38, Hds.106.
[6] Tahrim, 66/6.
[7] Kaf. 50/30.
[8] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.282, Hds.371.
Kitabu't-Tevhid, B.7, Hds.13.
Sahih-i müslim, Kitabu'l-Cenne, B.13, Hds.35-36. Sünen-î Tirmizî, Kitabu
Tefsiru'l-Kurân, B.50, Hds.3488. Kitabu Sıfatu'l-Cenne, B.21, Hds.2686. B.19,
Hds.2682. Sünen-i Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.122, Hds.2852. İmam Buhârî,
Edebü'l-Müfred, B.251, Hds.554.
[9] İbn Kesir A.g.e, c.10, sh. 5016. İmam Ahmed b. Hanbel
(Münsend, c.3, sh.75)'den.
Et-Taberî, A.g.e.c.5, sh. 363.
[10] Ahmed İbn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, el, sh.42, Hds. 121.
Sünen-İ Tirmîzî, Kitabu Sıfatu'l-Kıyame, B.15, Hds.2610.
[11] Furkan, 25/13-14,
[12] Mü'min, 40/71-72.
[13] Hacc, 22/19-22.
[14] Nisa, 4/56.
[15] Hacc, 22/20
[16] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Cehennem, B.4,
Hds.2708.
Ahmed İbn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, el, sh.39, Hds.107.
[17] Sahih-i Müslim. Kitabu'I-Cenne, B.12, Hds.32-33.
[18] Sahih-i Buhârî, Kitaburr-Rikak, B.51, Hds.146. Sahih-İ
Müslim, Kitabu'1-İman, B.9, Hds.361-364. Sünen-i Tirmizî, Katibu
Sıfatu'l-Cehennem, B.10, Hds.2731 Sünen-i Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.121, Hds.
2851.
[19] Sahih-i Buhârî, Kitubl-İman, B.33, Hds.37.
Kitabu't-Tevhid, B.19, Hds.39.
Sahih-i Müslim,
Kitabu'1-İman, B.84. Hds.325.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu
Sıfatu'l-Cehennem, B.8, Hds.2720.
Bkz. Taftazânî, A.g.e.sh.274-275.