Ebu Hüreyre (r.a)
anlatıyor:
Kader konusunda
birbirimizle çekişmekte iken Rasulullah (s.a.s) üzerimize çıkageldi. O kadar
kızdı ki, yüzü kızarmıştı. Hatta yanaklarına sanki nar sıkılmıştı. Sonra şöyle
buyurdu:
"Size bu (kader
konusunda tartışma) mı emredildi? Veya ben size, bununla mı gönderildim? Sizden
önceki (millet)Ier, bu mesele de çekiştikleri için helak oldular. Artık bu
konuda tartışmamanızı sizden ciddi olarak istiyorum. [1]
Emirü'i-Mü'minin Ömer
b. Hattab (r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyurdu:
"(Kaderi inkâr
eden) ehl-i kaderle oturup sohbet etmeyin ve onlara (bu konuda) söz açmayın. [2]
İbn Mes'du (r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyurdu:
"Kader anılınca
susunuz! [3]
Vehb b. Münebbih (r.a)
diyor ki:
Kadere baktım,
düşündüm, hayret içinde kaldım. Sonra yine baktım, düşündüm yine hayret içinde
kaldım. Nihayet insanların en fazla bilenini, kaderden bahsetmeyen, en
cahilini de kaderden bahsedeni olduğunu gördüm.
Vehb b. Münebbih'in bu
sözünü,peygamber (s.a.s)'in:
"Kader bahsi
açıldığı zaman ondan bahsetmeyin." Yani, onun hak olduğuna iman edip,
ondan bahsetmeyin, sözü teyid ediyor.[4]
Emirü'l-Mü'minin İmam
Ali b. Ebi Talib (r.a)'a kaderden sorulunca şöyle dedi:
Kapkaranlık bir
yoldur, gitmeyin o yola. Pek derin bir denizdir, dalmayın o denize. Allah'ın sırrıdır,
uğraşmayın onunla!. [5]
Birisi:
Şam'a gidişimiz,
Allah'ın kaza ve kaderiyle değil miydi? diye sorunca.
Emirü'l-Mü'minin İmam
Ali (r.a) şöyle cevab verdi:
-Yazık sana! Sen,
kazayı yerine gelmesi, kaderin mutlaka olması gerekli sanmakdasm.
İş böyle olsaydı,
sevab ve ikab batıl olur, va'd ve vaidin ortadan kalkması, icab ederdi. Oysa
ki, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah kullarını, yapacakları işlerde
muhayyer bırakarak emretmiş, kötülüklerden çekinmelerini bildirerek
nehyetmiştir. Emir de, nehiy de, kulun ihtiyarını ortadan kaldırmamış,
kudretini yok etmemiştir. Onlara, kolay olanı teklif etmiş, zor olanı
buyurmamıştır. Az iyiliğe çok sevab vermiştir.
Kul, mağlub olarak
isyan etmez, mecbur olarak itaatte bulunmaz.
O, peygamberleri bir
oyun için göndermemiş, gökleri ve yeryüzünü, ikisi arasında yaratılanları boş
eyre yaratmamıştır.
"Bu, kâfirlerin
zannı. Ateşten (görecekleri azabtan) dolayı vay o inkâr edenlere." ( Sad,
38/27)(l546)
Abdulvahid b. Süleyman
(rh.a) anlatıyor:
Mekke'ye geldim ve
(Tabiînden) Atâ b. Ebi Rabâh ile karşılaştığımda kendisine:
Ya Eba Muhammed,
Basralılar, kaderi inkâr ediyorlar, dedim.
Bana:
Evladcığım, Kur'an
okuyor musun? dedi.
Evet, dedim.
O halde "ez-Zuhruf
Süres'ni oku! dedi.
Ben de:
"Hâ, Mim.
Apaçık kitaba
andolsun.
Gerçekten biz onu,
belki aklınızı kullanırsınız diye Arabça bir Kur'ân kıldık.
Şübhesiz o, bizim
katımızda olan Ana kitab (Ümmü'l-Kitab)'dadır. Çok yücedir, hüküm ve hikmet-
doludur.[6] ayetlerini
okudum.
Ümmü'l-Kitab nedir,
bilir misin? dedi.
Allah ve Rasulü bilir,
dedim.
O, göğü ve yeryüzünü
yaratmadan önce Allah'ın yazmış (takdir etmiş) olduğu bir kitab (yazı)dır. Ki,
Fir'avn'm cehennem ehlinden olduğu ve:
"Ebu Leheb'in iki
eli kurusun, kurudu ya.[7] onda
mevcuddur, dedi.[8]
Emirü'l-Mü'minin İmam
Ali b. Ebi Talib (r.a) anlatıyor:
Bizler, Rasulullah
(s.a.s)'in beraberinde oturuyorduk. Rasulullah'ın yanında bir deynek vardı,
onunla yere dürtüp duruyordu. Bu sırada:
''Sizden her bir
kişinin, ateşten yahud Cennetten olan oturağı muhakka takdir olunup
yazılmıştır" buyurdu.
Topluluktan bir adam
da:
-Ya Rasulullah,
bizler, Allah'ın bu takdirine dayanmayalım mı? diye sordu.
Rasulullah (s.a.s):
"Hayır, sizler,
çalışın amel yapın. Herşeye ve herkese ameli hazırlanıp
kolaylaştırılmıştır" buyurdu.
Sonra şu ayetleri
okudu:
"Fakat kim verir
ve korkup sakınırsa,
Ve en güzel olanı
doğrularsa,
Biz de onu, kolay olan
için başarılı kılacağız.
Kim de cimrilik eder,
kendini müstağni görürse,
Ve en güzel olanı da
yalan sayarsa,
Biz de onu, en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız. [9]
İbn Abbas (r.anhuma)
anlatıyor:
Bir gün (hayvanın
üstünde) Rasulullah (s.a.s)'in terkisinde idim. Derken Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyurdu:
"Ey delikanlı,
sana, bir kaç kelime öğreteceğim:
Allah(ın emirlerini ve
yasaklarını) gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah'ı gözet ki, O'nu, karşında
bulasın. İsteyeceğin zaman Allah'dan iste ve yardım taleb edeceğin zaman
Allah'dan yardım taleb et. Bilmiş ol ki, bütün ümmet herhangi bir hususta sana
fayda vermek için bir araya gelmiş olsa, ancak Allah'ın senin için takdir
ettiği hususta sana yararlı olabilirler. Aynı zamanda sana, herhangi bir
hususta zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar, ancak Allah'ın senin
aleyhinde takdir ettiği bir hususta sana zarar verebilirler.
Kalemler kalkmış ve
sahifeler (mürekkebler) kurumuştur.[10]
İbnu'd-Deylemî (r.a)
şöyle demiştir:
Kader konusunda bir
şey (şübhe) benim içime girdi. Ben bunun, dinimi ve durumumu bozmasından
korktum. Bunun üzerine Ubey b. Kâ'b (r.a) vardım ve:
Ya Ebe'l-Munzir, bu
kader meselesi hakkında gerçekten bir şey (şübhe) kalbime girdi. Ben de, dinim
ve halimden korktum. Kader meselesi ile ilgili aydınlatıcı bir şeyler bana
söyle. Senin sözlerinden istifade ettirmesini Allah'dan umarım, dedim.
Ubey (r.a):
Eğer Allah, sahib
olduğu göklerin halkını ve yer (küresin)in
halkını tazib etseydi, onlara zulüm etmiş olmadan azab vermiş olurdu. Eğer
onlara merhamet etseydi Allah'ın rahmeti, onlar için kendilerinin işledikleri
amellerinin karşılığından daha hayırlı olurdu ve eğer senin Uhud dağı kadar
altının veya Uhud Dağı, kadar (malın) olup hepsini Allah yolunda harcasaydın
sen, kadere inanmadıkça ve senin başına gelmiş olan şeylerin gelmesinin
imkânsızlığını ve başına gelmemiş olan bir şeyin gelmesinin imkânsız olduğunu
bilmedikçe, harcadığın hayatın kabul edilmiş olmazdı.
Şayet bu itikaddan
başka bir inanç üzerinde ölürsen, muhakak cehenneme gireceğini, bilmedikçe, bu
hayratı yapmış olsaydın bile kabul edilmezdi.
Kardeşim Abdullah İbn
Mes'ud'a varıp O'na (da kader meselesini) sormanda senin için mahzur yok, dedi.
(İbnü'd-Deylemî diyor
ki;)
Bunun üzerine ben,
Abdullah ibn Mes'ud (r.a)'a vardım. O'na sordum. O da, Ubey b. Kâ'b'ın söylediklerinin
benzerini anlattı ve:
Huzeyfe (r.a)'a gitmen
fena olmaz, dedi.
Bundan sonra Huzeyfe
(r.a)'ın yanma gidip (bu meseleyi) O'na sordum. Kendisi de, Ubey ve ibn Mes'ud
(r.anhum)'un sözlerine benzer sözler söyledi ve:
Zeyd b. Sabit'e git,
O'na sor! dedi.
Bunun üzerine Zeyd
(r.a)'a vardım. O'na da sordum.
Zcyd (r.a):
Ben, Rasulullah
(s.a.s)'den işittim. Şöyle buyurdu:
"Eğer Allah,
sahib olduğu göklerin halkını ve yer (küresin)in halkını tazib etseydi, onlara
zulüm etmiş olmadan azab vermiş olurdu. Eğer onlara merhamet etseydi Allah'ın
rahmeti, onlar için kendilerinim işledikleri amellerinin karşılığından
daha hayırlı olurdu ve
eğer Uhud Dağı kadar altının veya Uhud Dağı kadar (malın) olur, hepsini
Allah yolunda harcasaydın sen, kaderin hepsine inanmadıkça ve senin başına
gelmiş olan şeylerin gelmemesinin imkânsızlığını ve başına gelmemiş olan
şeylerin gelmesinin imkânsız olduğunu bilmedikçe (inanıp kabul etmedikçe), keza
anlatılan bu itikaddan başka bir akide üzerinde ölürsen, şübhesiz cehenneme
gireceğini kesinlikle kabullenerek, bilmedikçe (yaptığın harcama) senden kabul
edilmez.[11]
Sa'da b. Ebi Vakkas
(r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyurdu:
"Allah tarafından
kendisine takdir edilene razı olması, Ademoğlunun mutluluğundan, Allah'dan
hayır dilemeyi terk etmesi, Ademoğlunun bedbahtlığından ve Allah tarafından
kendisine takdir edilene karşı kırgın olması, Ademoğlunun bedbahtlığındandır. [12]
Ebu Hüreyre (r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s)
şöyle buyurdu:
"Kuvvetli mü'min
Allah'a zayıf mü'minden daha hayırlı ve makbuldür. Amma her birinde hayır
vardır. Sana fayda veren şeye çaba göster, Allah'dan yardım dile ve aciz olma.
Başına bir şey gelirse, şöyle yapsam, şöyle olurdu deme! Velâkin (bu) Allah'ın
kaderi, O, ne dilerse yapar, de! Çünkü eğer (veya keşke kelimesi) şeytanın
amelini açar. [13]
Zeyd b. Sabit
(r.a)Man.
Rasulullah (s.a.s)
O'na, bir dua öğretmiş ve her gün ailesine onu okumasını emretmiş ve O'na şöyle
buyurmuştur:
"Sabaha
kavuştuğun zaman şöyle de:
Allahım, senden kazaya
rıza göstermemi, ölümden sonra sıkıntılı bir hayatı, cemaline bakma lezzetini,
zarar verenin zararına uğramadan, saptırıcının fitnesine kapılmadan iştiyakla sana
kavuşmayı niyaz ederim.[14]
[1] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Kader, B.l, Hds.2216.
Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.10, Hds.85. Not: Mecmuau'z-Zevaid'de:
"Bu hadisin, isnadı sahih, ravîleri sikadır." denilmiştir.
[2] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet, B.18, Hds.4720. ve
B.17, Hds.4710.
[3] Taberânî, el-Mücemu'1-Kebir, c.10, sh.223-224.
Ebu Nuaym, el-Hiyle c:4, sh.lO8'den Dr. Muhammed b. Abdurrahman
el-Humeyyis, Gençier için Akâid Derselri-Tahâvî şerhi, çev. M.Emin Akın, İst.
1994, sh.76. Aynı sahife-nin 9 nolu Dipnotunda şu bilgi yer almaktadır:
"Her iki riva-yetde Ebu Vail yoluyla İbn Mes'ud'dan gelmektedir. B-Lelkaî,
şerhu usûti'l-itikad, 1/126 ve Elbanî de, Fî Silsile el-Ehadis
el-Sahiha,l/46'da bunu, sahih hadis olarak kabul etti."
[4] İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber Şerhi, sn. 122.
[5] Hazret-i Emir Ali İbn Ebi Talib, Nehcü'l-Belâga, çev.
Abdulbâki Gölpınarh, Kum/İran, 1989, sh. 392.
[6] Hazret-i Emir Ali Ibn Ebi Talib, A.g.e.sh.392.
[7] Tebbet, 111/1
[8] Sünen-i Tirmİzî, Kitabu'l-Kader, B.16, Hbr.2244.
[9] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Kader, B.3, Hds.ll.
Kitabu't-Tefsir, B.344, Hds.468. Kitabu'l-Cenaiz, B.82, Hds.116.
Kitabu't-Tevhid, B.55, Hds.177.
Sahih-i Müslim,
Kitabu'l-Kader, B.l, Hds.6.
Sünen-İ İbn Mace,
Mukaddime, B.10, Hds.78.
Sünen-i Tirmİzî, Kitabu
Tefsiru'l-Kur'ân, B.79, Hds.3564.
Şünen-i Ebu Davud,
Kitabu's-Sünnet, B.17, Hds.4694.
İmam-ı Azam Ebu Hanife,
Müsned, sh.26, Hds.15-16.
İmam-ı Buhârî, Halku
Efali'1-İbad, sh.88, Hds.271-275.
Taberânî, Mu'cemu's-Sağİr Tercümesi, c.2, sh.360, Hds.655.
[10] Sünen-i Tirmİzî, Kitabu Sıfatu'l-Kıyame, B.22,
Hds.2635. İmam Tirmİzî (rh.a.), bu hadis için: -Hasen-sahîh'dir, demiştir. İbn
Kesir, A.g.e.c.14, sh.7608. Et-Taberî, A.g.e.c.8, sh.84-85 (Ahmed b. Hanbel,
Müsned, el, sh.293}.
[11] Sünen-i ibn Mace, Mukaddime, B.10, Hds.77. Sünen-i Ebu
Davud, Kitabu's-Sünnet, B.17, Hds.4699.
[12] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Kader, B.15, Hds.2242.
[13] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Kader, B.8, Hds.34. Sünen-i
İbn Mace, Mukaddime, B.10, Hds. 79.
[14] imam er-Rûdânî, Cemu'l-Fevaid, c.5, sh. 261-262, Hds.
9354. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.5.sh. 191 ve Teberânî,
Mu'cemu'l-Kebir'den.