Yalnız Allah'dan Korkmak

 

En hayırlı nesil olan Ashab-ı Kiram (Allah, cümle­sinden razı olsun),[1] Rasulullah (s.a.s.)'in şecaatini anlat­mış ve muvahhid mü'minlerin örneği olan önderimizin bu konudaki tavrını beyan etmişlerdir... Yalnız Allah'dan kor­kan ve gerek sevgi konusunda, gerekse korku konusunda Rabbi Allah'a hiç birşeyi, hiçbir şekilde ortak koşmayan muvahhid mü'minler, şecaatli olmayı önderleri Rasulullah (s.a.s.)'den öğrenmişlerdir...

Enes b. Malik (r.a.):

Allah Rasulü (s.a.s.), insanların en şecaatlisi ve en hoş görülüsü idi, demiştir. [2]

İmrân b. el-Husayn (r.a.) şöyle anlatmış:

Harbe gidecek gönüllere rastladığında Rasulullah (s.a.s.) Üstede ilk sırayı alırdı. [3]

Sa'd b. İyad es-Summalî (r.a.) da şöyle demiş:

Allah Rasulü (s.a.s.), az konuşur, az anlatırdı. Fa­kat savaşı emrettiği zaman, kollarını sıvar ve düşmana kar­şı insanlardan en çetini ve güçlüsü olurdu.[4]

Şecaat kelimesini şu şekilde açıklıyor Seyyid Şerif Cürcânî (rh.a.):

"Şecaat (cesaret): Öfkelenip köpürme ile korkma arasında gadabî kuvvet için hasıl olan bir durumdur ki, in­san onunla, gitmesi gereken işlere gider. Meselâ, müslü-manlarm bir katından fazla olmadıklarını takdirde kâfirler­le savaşmak gibi." [5]

İmam Gazali (rh.a.):

"Şecaat, korkaklık ile saldırganlık, arasında orta bir yoldur. [6] deyip bu konuda şunları kaydeder:

"Şecaat ahlâkına gelince: Bundan, kerem (iyilik ve ihsan) necdet (cesaret ve şiddet), şehâmet (zeyreklik), âli himmet sahibi olmak, tahammül, hilim, yumuşaklık ve mülayemet, sebat ve metanet, hiddeti yenmek, vakar (ağır başlılık), meveddet (sevgi) ve benzeri iyilikler doğar.

Şecaat makbul bir ahlâktır. İfratı ise, tevehhürdür. Yani sonunu düşünmeden işe atılmaktır. Bundan, salt (aşın derecede böbürlenme ve husûmet), bezah (büyük-lenmek), istişata (sür'atle hiddetlenmek), kibir, ucub (kendini beğenmek), gibi hâller doğar. Tefritinden, mehâ-ne (hakaret), zillet (horluk), ceza' (feryad ve sabırsızlık), hisset (alçaklık), aşağılık duygusu ve hakkını alamamak gibi kendini küçük görme ve makbul olmayan bir utangaçhk hâli doğar. [7]

Yalnızca Allah'dan korkmak ve bu takva ile yaşa­mak, şecaat sahibi mü'min müslümanlann vazgeçilmez vasıflanndandır... Mü'minler, korkak olmadıkları gibi, ce­saret konusunda haddi erini aşıcı değildirler... Adalet sınır­larını çiğneyen bir saldırganlık, mü'minlerin semtine uğra­maz... Onların, müşrik ve zalim olduklarından dolayı bir kavme olan kinleri onları asla adeletten ayırmaz.. [8]Onla­rın, Allah'ın hükmü gereği olan adelete karşı boyunlarının kıldan ince, zulme, zalime, tağuta, müstekbire ve insanlığı sömürenlere karşı kılıçları kınından sıyrılmış ve gayet kes-kincedir... Muvahhid mü'minler, tarih boyu, her zaman ve her mekânda mazlumun yanında ve zalimin karşısında ol­muşlardır...

Muvahhid mü'minlerin şecaati, adaleti ve hakkı ayakta tutmak, adaleti engelleyen, hakkı çiğneyen zulmü ve sömürüyü, fitne ve fesadı yok etmek içindir... Hakka ve haklıya karşı kuzu gibi olan mü'minler, batıla, zulme ve zalime karşı kükremiş birer aslandırlar... Yalnız Allah'dan korktukları için, başka bir güçten ve nesneden korkmaz­lar... Bu ahlâklarını, bu yiğit tavırlarını, yegâne önderleri ve hayat örnekleri olan Rasulullah (s.a.s.)'den görmüş, öğ­renmişlerdir...

Şecaat sahibi olanların önderi Rasulullah (s.a.s.)'in §ecaatmı beyan eden Ashab-ı Kirâm'ın anlattıklarından bir örneği hatırlatalım...

1) Emirü'l-mü'minin İmam AH b. Ebi Talib (r.a.) an­latıyor:

Bedir günü kendimi, ötekilerle birlikte Peygam­ber (s.a.s.)'in arkasına sığınmakta gördüm. O, düşmana hepimizden daha yakındı. 0 gün, insanlar içinde en çetin

savaşçı o idi.[9]

2) Eneb b. Malik (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), insanların en güzeli idi, insanların en cömerdi idi, insanların en cesuru idi. Bir gece Medine ahâlisi, düşman baskınından korkmuştu da insanlar, sesin geldiği tarafa doğru gitmişlerdi.

Rasulullah (Ebu Talha'nın çıplak atma binmiş), sesin geldiği yöne, doğru sürerek Medinelüeri geride bırakıp geçmişti. Sonra O, Ebu Talha'mn eyersiz çıplak beygiri üzerin­de, boynunda bir kılıç olduğu hâlde döndü de insanlara:

"Korkmayın, korkmayın!" diyordu.

Bu sırada:

"Yemin olsun, ben, bu beygiri bir deniz (gibi çabuk akar) buldum. Yahud: Muhakkak ki bu beygir, bir derya­dır." buyurdu. [10]

3)EbuIshak(r.a.)'dan.

Bir kimse el-Berâ ibn Azib (r.a.)'a hitaben:

Sizler, Huneyn gününde Rasulullah (s.a.s.)'in ya­nından kaçtınız mı? dedi.

Oda:

 (Evet, biz kaçtık) lâkin Rasulullah (s.a.s.) kaçma­dı. Hevazin halkı, iyi ok atan bir kabile idiler. Biz, onlarla karşılaşınca, onların üzerine atıldık. Onlar, hemen bozul­dular. Bunun üzerine müslümanlar, ganimetler üzerine yö­neldiler. Hevazin kabilesi ise (bundan faydalanarak) bizi, oklarla karşıladılar. (Biz, kaçtık) fakat Rasulullah kaçma­dı. Yemin olsun, O'nu, pek iyi gördüm ki O, beyaz katırı­nın üzerinde (korkusuz duruyordu), Ebu Süfyan (b. Haris) de katırının gemini tutuyordu.

Bu sırada Rasulullah (s.a.s.):

"Ene'n-Nebiyyu lâ kezib,

Ene İbnu Abdulmuttalib."

(Ben, peygamberim, yalan yok.

Ben, Abdulmuttalib'in oğluyum.) diyordu.[11]

4) Berâ (r.a.) anlatıyor:

Vallahi, savaş kızıştı mı biz, O'nunla (Rasulullah ile) korunuyorduk! Bizim cesurumuz, O'nunla (yani) Ra­ (s.a.s.)'le bir hizada dururdu. [12]

5) Cabir b. Abdillah (r.a.) anlatıyor:

Bizler, Rasulullah'm beraberinde, Necd gazvesine gittik. Rasulullah (s.a.s.), büyük büyük ağaçları çok bir vadi içinde iken kendisine gün ortasının şiddetli sıcağı erişti. Rasulullah bir ağacın altına indi, gölgesinde gölge, lendi. Kılıcını da o ağaca astı. Sefer halkı da gölgelenmek üzere ağaçlık içinde dağıldılar.

Bizler bu şekilde serinlediğimiz sırada birden Rasu, lullah, bizleri çağırdı. Bizler, hemen yanına geldik ve Ra^sulullah (s.a.s.)'in önünde oturan bir bedevi ile karşılaştık. Rasulullah (s.a.s.):

"Ben uyurken, bu bedevi Arab bana gelmiş, kılıcımı alarak kınından çekmiş. Bu sırada ben uyandım. Kılıcımı kınından çıkarmış, baş ucumda dikiliyordu.

Bana:

Şimdi seni, benden kim kurtarır? dedi.

Ben:

Allah kurtarır, dedim.

O, kılıcı kınına soktu, sonra da oturdu. İşte o zât, bu­dur." buyurdu.

Cabir:

Rasulullah, o bedeviyi cezalandırmadı, demiş.[13]

Yine Cabir (r.a.)'dan dinliyoruz: Bizler, Hendek günü çukur kazıyorduk. Bir ara, çok | sert bir yer karşımıza çıktı. Bunun üzerine Ashab, Rasulullah'ageldilerve:

Hendek'te (taş parçası gibi) sert bir damar karşı­mıza çıktı, dediler.

Rasulullah (s.a.s.):

"Ben, hendeğe ineyim." buyurdu.

Sonra Rasulullah, karnına (açlıktan) bir taş parçası sarılmış olarak kalktı. Çünkü biz, (hendek kazarken) üç sün yiyecek-içecek birşey tatmadan orada kalmıştık.

Rasulullah (s.a.s.), sivri balyozu eline aldı ve o kaya­ya vurdu. O sert kaya, ince kum gibi dağıldı.[14]

Ashab-ı Kiram, yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'i, adil birer şahid olarak böyle anlatıyorlar... Mü'min müslümanların örneği Rasulullah (s.a.s.)'dir... O, nefsiyle, ilgili olan meselelerde çok affedici ve hoşgörü­cüydü, fakat Allah'ın hükümlerine herhangi bir saldırıyı asla affetmiyor ve hoş görmüyordu... Allah'ın çizdiği helâl ve haram sınırlarını tanımayan, onları çiğneyen ve Al­lah'ın hükümlerini reddeden haddini bilmezlere hadlerini bildirinceye kadar onlara mücahede ederdi. [15] Bu tavrın­dan asla vazgeçmedi ve bu çalışmasında kat'iyyen yılrnadı... Bu konuda eşsiz şecaat sahibiydi...

Rabbimiz Allah, O'nun yardım ve izniyle, Rasulul­lah (s.a.s.)'i örnek edinen muvahhid mü'min kullarını şöy­le beyan buyuruyor:

"(Uhud'da) kendilerine yara isabet ettikten sonra,  I Allah ve Rasulü'nün çağrısına icabet edenler, içlerinden iyilik yapanlar ve sakınanlar için büyük bir ecir vardır.

Onlar, kendilerine insanlar: 'Size karşı insanlar topladılar, artık onlardan korkun' dedikleri hâlde imanları artanlar ve: 'Alİah bize yeter, O, ne güzel vekildir' diyen­lerdir.[16]

Bu ayet-i kerimeler, Uhud Savaşı'na katılan şecaat sahibi muvahhid mü'minlerin yüksek ahlâkını beyan et­mek üzere inzal olunmuştur... Ayetlerin "Esbâb-ı NüzûT'u için şunlar beyan olunmuştur:

İbn Abbas (r.anhuma) şöyle anlatır: Müşrikler, (Uhud'dan) ayrılıp Ravha'ya vardıkların­da, Ebu Süfyan şöyle dedi:

Ne Muhammed'i öldürdünüz, ne de güzel kızları arkanıza alabildiniz. Çok kötü bir harekette bulundunuz. Bunu, Rasulullah (s.a.s.) duydu ve onlara (Ashab'a): "Haydi yürüyün!" buyurdu. Onlar da, yürüyüp Hamrau'l-Esed'e vardıklarında şu ayet nazil oldu:

"Allah ve Rasulü'nün çağrısına uyarlar....." ayeti, so­nuna kadar. [17]

Uhud Savaşı'na katılan mü'min müslümanlar, dünya durdukça söylenecek ve diğer müminlere örnek olacak şecaat hâllerini ortaya koydular...

"Cennetin kokusunu Uhud dağı önünde bulan" şeca-t sahibi müminler, şehid olana kadar müşriklerle çarpiştılar[18]

Ebu Necih anlatıyor:

Muhacirlerden biri, Uhud gününde Ensar'dan bir adama uğradı. Ensar'dan olan adam, kan içinde kıvranı­yordu. Ona dedi ki:

Ey falan, duydun mu Muhammed öldürülmüş?

Ensarî dedi ki:

Eğer Muhammed öldürüldüyse de risaleti tebliğ etti. Siz de dininiz uğruna savaşın!

Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:

"Muhammed, yalnızca bir Rasul'dur. O'ndan önce nice Rasuller gelip geçmiştir. Şimdi O, ölür ya da öldürü-lürse siz, topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi dönecek­siniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Al­lah'a kesinlikle zarar veremez. Allah şükredenleri pek ya­kında ödüllendirecektir. [19]

Urve b. Zübeyr (rh.a.) anlatıyor:

Benu Cumah'ın kardeşi Ubey b. Halef, Mekke'de iken Rasulullah (s.a.s.)'i öldürmeye yemin etmişti. Bu ye­minini haber alan Rasulullah (s.a.s.):

"Hayır, inşaallah, ben onu öldüreceğim!" demişti.

Uhud günü olunca Ubey b. Halef, demir zırha bü­rünmüş olarak, müslümanlann üzerine şöyle diyerek geldi: Muhammed kurtulursa, ben kurtulamam. Böyle diyerek öldürmek kastıyla Rasulullah'a saldır­dı. Karşısına Beni Abdu'd-Dar'ın kardeşi Mus'ab b. Umeyr çıktı. Rasulullah'ı kendi bedeni ile koruyordu. Mu-sâb b. Umeyr, bu müdafaada öldürülüp şehid oldu. Bu es­nada Rasulullah (s.a.s.), Ubey b. Halefin zırhı ile miğferi arasında kürek kemiğini gördü. Oraya, bir mızrak sapladı, Ubey atından yere düştü. Mızrağın değdiği yerden kan çıkmadı. Arkadaşları gelip onu, omuzlarına alarak götür­düler. O, öküz gibi böğürüyordu. Arkadaşları ona: Niye rahatsızlanıyorsun? Vücudunda sadece bir

tahriş var, dediler.

Ubey onlara, Rasulullah (s.a.s.)'in:

"Hayır, ben Ubey'i öldüreceğim!" deyişini hatırlattı.

Sonra şöyle dedi:

Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ede-rim ki, vücûdumdaki şu yara, Zü'1-Mecaz ahalisinin vücûdlanna isabet etseydi tamamı Ölürdü.

Böyle dedikten sonra Öldü, cehenneme gitti. Çılgın alevli cehennemlikler yok olsunlar.[20]

Cabir b. Abdillah (r.anhuma) anlatıyor:

Bir er kişi, Uhud günü Rasulullah (s.a.s.)'e:

Ben, öldürülürsem, benim nerede olacağımı bana haber ver! dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

"Cennette (olursun)." buyurdu.

Bunun üzerine o kişi, elindeki yemekte olduğu hur­maları hemen yere attı ve sonra savaşa girişti de şehid oluncaya kadar vuruştu.[21]

Uhud savaşı günü, bir çok şecaat Örnekleri veren rnuvahhid kahramanlar ertesi gün de aynı şecaatli tavırları­nı sergilediler...

Ümmü'l-mü'minin Aişe (r.anha), şu ayetin inme se­bebini bildirmek üzere şöyle demiştir:

"Kendilerine yara isabet ettikten şonça, Allah ve Ra-sulü'nün çağrısına icabet edenler, içlerinden iyilik yapan-lar ve sakınanlar için büyük bir ecir vardır." [22]

Aişe (r.anha), Urve b. Zübeyr (r.a.)'e:

Ey kızkardeşimin oğlu, baban Zübeyr ile Ebu Bekr, bu ayette bildirilen bahtiyar mü'minlerdendir, demiş ve şöyle devam etmiştir:

Uhud günü Rasulullah'a isabet eden istenilmedik fenalık eriştiği, müşrikler de geri dönüp gittiği zaman Rasülullah, onların tekrar Medine üzerine dönmelerinden en-dı§e etmişti. Bu sebeble:

"Düşmanların ardı sıra kim gidip onları takib eder?" Surdu.

Bu davet üzerine Sahabîlerden yetmiş kişi icabet etti ki, Ebu Bekr ile Zübeyr bunların içinde idi.[23]

İbn İshâk (r.a.)'ın anlattığı iki yiğit mü'min de, Rab-  ' bimiz Allah'ın ayeti kerimesinde beyan buyurduğu kişilerin arasındaydı.

Rasulullah (s.a.s.)'in Ashabı'ndan Beni Abdi'1-Eş-  ! hel'den bir adam, Uhud'da Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte

hazır bulundu. Dedi ki:

Uhud'da Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte ben ve be­nim bir kardeşim hazır bulunduk. Biz, yaralı olarak dön­dük. Rasulullah (s.a.s.)'in nidâcısı, düşmanı kovalamak hakkında çıkmaya çağırınca kardeşime dedim ki:

Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte olan bir gazveyi ka­çırır mıyız? Vallahi, bizim için binecek bir binek hayvan da yoktur. Biz, ağır yaralıyız!

Böylece Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte çıktık ve ben, daha az yaralı idim. Yarası ağırlık verdiği zaman onu, kâh sırtımda taşıdım, kâh yürüdü. Nihayet müslümanların, var­dıkları yere vardık. [24]

İbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir:

Hasbunallahu ve ni'mel-vekil: Allah bize yeter, O, ne güzel vekildir." cümlesini İbrahim Peygamber, Nemateşi içine atıldığı zaman söyledi.

Yine bu cümleyi, Muhammed ile Sahabîleri de:

"Onlar, kendilerine insanlar: 'Size karşı insanlar top­landılar, artık onlardan korkun' dedikleri hâlde imanları artanlar ve: 'Alİah bize yeter O, ne güzel vekildir' diyen­lerdir.[25]/[26]

İbn Hişâm (rh.a.) şu olayı kaydeder:

Ebu Süfyan'a, Abdulkays'dan bir kafile rastladı ve şöyle dedi:

Nereye gitmek istiyorsunuz? Dediler ki:

Medineye gitmek istiyoruz. Dedi ki:

Niçin? Dediler ki:

Yiyecek almak istiyoruz. Dedi ki:

Acaba siz, benden Muhammed'e, sizinle gönde­receğim bir haberi O'na iletir misiniz? Onu yerine getirdi­ğiniz zaman yarın size, Ukaz'da sizin için develere kuru üzüm yüklerim.

Onlar, bunu kabul ettiler. Bunun üzerine Ebu Süfyan dedi ki:

Bu haberi yerine ulaştırdığınız zaman Muhammed'e haber veriniz ki, biz, O'nun ve Ashabının üzerine gelmeye azmettik ki, kalanlarını da imha edelim.

Bunun üzerine kafile, Rasulullah (s.a.s.)'e O, Harn-rau'l-Esed'de iken rastladı ve O'na, Ebu Süfyan'm dediği, ni haber verdiler.

O da dedi ki:

"Hasbunallahu ve ni'me'l-vekil: Allah, bize yeter O ne güzel vekildir.[27]

Şecaat sahibi mü'min müslümanlar, Allah'ı severler, Allah da onları sever, müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetli, Allah yolunda cihad eder ve hiç bir kınayacının kınamasından korkmazlar... Bu, lût-fu bol olan Allah'ın bir lûtfudur ki, onu, dilediği kimseye verir. [28]

Gerek peygamberler (Allah'ın salat ve selâmı cüm­lesine olsun), gerekse onların varisleri olan muvahhid mü'minler, yalnız Allah'dan korkar, O'ndan başkasından korkmazlar... Kuvvetli imanlarından kaynaklanan bu kor­kusuzluk sebebiyle şecaat sahibi olan müminler, Rabbleri Allah'ın emredip razı olduğu şekilde yaşamaya gayret ederler...

Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:

"Onlar (O peygamberler), Allah'ın risaletini tebliğ ederler, O'ndan içleri titreyerek korkanlar ve Allah'ın dişında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesab görücü olarak

Allah yeter. [29]

"Bugün inkâra sapanlar (kafirler), sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, Ben'den korkun. Bugün size dininizi kemâle girdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din jarak İslâm'ı seçip beğendim.[30]

"Öyleyse insanlardan korkmayın, Ben'den korkun ve ayetlerimi az bir değere satmayın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar, kafirlerin tâ kendisidir. [31]

Çağın zalim müstekbir güçlerince işgal edilmiş ve jıer tarafından kanbarut kokan, feryad-figan yükselen İs­lâm topraklarında egemen olan tağutlar, Allah'ın hükmüy­le hükmetmiyorlar... Heva ve heveslerini ilâhlaştırmış, Allah'ın hükümlerini bir yana bırakmış ve kendi arzuları ile hükmediyorlar...

Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyen kâfirlerin tâ kendileri olanlardan korkmayıp, yalnızca Allah'dan kor­kan muvahhid mü'minler, kâfir ve zalimlere karşı içlerinde düşmanlık hissi beslemeli ve onlarla asla dost olmamalı­dırlar... İnsanlığın banş ve huzurunu bozan, zalim sömürü­cülere karşı nefret ve kin beslemeyenler, iman noktasında tehlikeli bir durumdadırlar...

Mü'minler, zalim tağutlara karşı mutlaka en sert tep­kilerini göstermeli, onlara karşı seslerini yükseltmeli ve zulmün, sömürüsünün ortadan kalkması için fiilî kıyam yamalıdırlar... Bu kıyam, topluma adaleti yerleştirmek ve •umü yok etmek için kaçınılmazdır.. Haklan yenilmiş, uime uğramış mazlumların kurtuluşu için gerekli olan Ç birliğinin oluşturulması lazımdır... Bu konuda çok şe-liı olmalı, insanlardan değil, yalnızca Allah'dan korkmalıdır.. Her ne kadar toplumu sömüren zalimler, korkun plan ve programlarla tuzak kursalar, ancak onlardan kor kanlan korkutabilirler. Allah'dan korkan ve Allah dostlar olanları asla korkutamaz ve yıldıramazlar...

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü'minlerseniz, Ben'den korkun.[32]

Zulme karşı susan, dilsiz şeytan olduğu şuuruyla zulme ve zalime karşı sesini yükselten ve fiilî tavrını gös­teren muvahhid mü'minler, şecaat ahlâkını diri tuttukları müddetçe, yeryüzü barışını ve huzurunu sağlarlar...

Ahmet Rıfat'ın tabiriyle, "şecaat": Tevekkül sayesin­de kalbin kuvvet ve metanetinden ibaret şerefli ve güzel bir haslettir.

Sahibini, hem insanî faziletlerin en yüksek derecesi­ne ulaştırır, hem de vatandaşlarını düşmanların kötülüklerinden korumak gibi bir büyük hizmeti yaptırır.

Hekimler:

Övülen işlerin hepsinin asıl kaynağı sebat ve kalp metanetidir, dediler.

Hakikaten, kalbinde sebat ve metanet olmayan kim­senin ibadet, dostluk ve sadakatinde ve sair davranışların­da bu sebat ve metanet olmaz.[33]

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyuru­yor Rasulullah (s.a.s.):

"Cihadın en faziletlisi, zalim bir devlet başkanımında (iyiliği emredici veya kötülüğü nehyedici) hak bir söz söylemektir."[34]

Bu faziletli cihadı gerçekleştirmek için şecaata ihti-aç vardır... Şecaatlı olan mü'minler, yalnız Allah'dan korktukları için, hak çiğnenirken asla sessiz kalamaz ve haksızlık yapanlardan korkmazlar... Eliyle, diliyle onlara karşı koymaya çalışır... En azından, zulüm işleyenlere ve Allah'a isyan edenlere karşı kalben kin duyarlar... Zalimle­re meyletmez, adaletten yana olurlar..

EbuSaîd(r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.):

"Herhangi biriniz kendi nefsini küçümsemesin." bu­yurdu.

Sahabiler:

Ya Rasulullah, birimizin kendi nefsini küçümse­mesi nasıl olur? diye sordular.

Rasulullah (s.a.s.):

"Biriniz öyle bir şey görür ki, onunla ilgili söz söyle­mesi, Allah'ın onun üzerinde bir hakkıdır. Fakat o konuda bir şey söylemez (yani, insanlardan korkarak susmakla nefsini küçümsemiş olur.)

Sonra kıyamet günü Allah (Azze ve Celle), ona:

Şöyle ve böyle olan şey hakkında söz söylemek-en seni men'eden ne idi? diye soracaktır.

Oda:

İnsanlar korkusu, diye cevab verecek.

Allah:

Sen (insanlardan değil) öncelikle bendenlıydın, buyuracaktır.[35]

Muvahhid şahsiyet, öncelikle Rabbi Allah'ın emirlej rini titizlikle yapmak suretiyle O'ndan korkacak ve hiçbî korkuyu Ö'nun korkusuyla bir tutmayacak!.. İşte ümmet bu şecaati elde ettiği zaman, zilletten kurtulup izzete kavn! saçaktır...

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Bilmiş olunuz ki, sakın halkın korkusu, herhangi bir adamı, hakkı bildiği zaman onu söylemekten kesinlikle alıkoymasın," [36]

 



[1] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu'ş-Şehadet, B.9, Hds. 17

Sahih-i Müslim, Kitabu Fedailu4s-Sahabe, B.52, Hds. 211-216

[2] Ebu'ş-Şeyh el-İsbehâni, Hz. Peygamberin Edeb ve Ahlâkı, Sh.57.

[3] Ebu'ş-Şeyh el-İsbehânî, A.g.e. Sh.57.

[4] Ebuş-Şeyh el-İsbehânî, A.g.e. Sh,56.

[5] Seyyid Şerif Cürcânî, Kitabu't-Ta'rifât, Sh.129.

[6] İmam Gazali, İhyâu Ulumi'd-Din, Sh.134.

[7] İmam Gazali, A.g.e. C.3, Sh. 127-128

Ayrıca bkz. Kınalızâde AH Efendi, Ahlâk-Ahlâk-ı Alâî, Hazırla­yan: Hüseyin Algül, İst. T.Y. Sh.94.

[8] Bkz. Mâide, 5/8.

[9] Ebu'ş-Şeyh el-İsbehânî, A.g.e. s.55.

Not: Aynı sahifenin 60. dipnotunda bu haber, şöyle tahric olunmuştur: Müsannef inde (No, 12660,18512), Abdurrezzak, Müsned'inde (1/87,126,156) Ahmed, Tabakat'ında (2/23) İbn Sa'd, Müsned'in­de (302,412) Ebu Ya'lâ, Müstedrek'inde (2/143) El-Hakim ve Şer-hü's-Sünne'sinde (No 3698-9), el-Beğavî.

[10] Sahİh-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.39, Hds.62.

Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.81,Hds.l 19. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Fedâil, B.ll, Hds.48-49. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Cihad, B.15, Hds.1740. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.87, Hds.4988. Ebu'ş-Şeyh el-Isbehânî, A.g.e. Sh.58.

[11] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.52, Hds.79. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.28, Hds.78-80. 574    bu§§eyh el-İsbehânî, A.g.e. Sh.59.

[12] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cihad, ve's-Siyer, B.28, Hbr.79.

Ebu'§~Şeyh el-İsbehânî, A.g.e. Sh.56.

[13] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Mağazî, B.34, Hds.169. B.33, Hds.l67.

Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.83, Hds.121. B.86, Hds.l^-Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Fedail, B.4, Hds.13. Aynı konuda diğer hadisler için bkz. Sahih-İ Müslim, Kitabu Salati'l-Musafirin, B.57, Hds.311. İbn Hİşam, A.g.e. C.3, Sh.288-289. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, C.4, Sh.146-148.

[14] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Mağazî, B.31, Hds.137.

Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.7, Hds.43. Ebu'ş-Şeyh el-İsbehânî, A.g.e. Sh.58.

[15] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu-1 Menakıb, B.23, Hbr.67.

Kitabu'1-Edeb, B.80, Hbr.151. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Fedail, B.20, Hbr.77.

[16] ÂU İmrân, 3/172-173.

[17] İmam er-Rîdânî, Cemu'l-Fevaid, C.3, Sh.316, Hds.6550. Taberânî,

Mu'cemu'l-Kebir'den.

Et-Taberî, Taberi Tefsiri, C.2, Sh.404.

[18] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Mağazî, B.17, Hds.89. Şünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru'l-Kur'ân, B.34, Hbr.3415. ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye - Büyük İslâm Tarihi, C.4,  Şh.59. İmam Ahmed b. Hanbel'den.

[19] İbn Kesir, A.g.e. C.4, Sh.58. Beyhakî'nin "Delâilu'n-Nübüv-ve"den.

Abdulfettah el-Kadî, Esbâb-ı Nüzul, Sh.83.

[20] İbn Kesir, A.g.e. C.4, Sh.59-60.

Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi C.4, Sh.397-399. İbn Hişam, A.g.e. C.3, Sh.l 12-113.

Diğer kaynaklar için bkz. M. Asım Koksal, İslâm Tarihi, Hz-™ hammed ve İslâmiyet, İst. T.Y. C.10, Sh. 180-182, (Medine Pev(13).

[21] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Mağazî, B.17, Hds.88.

[22] Al-i Imrân, 3/172

[23] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Mağazî, B.27, Hbr.115. Sahih-i Müslim, Kİtabu Fedamı's-Sahabe, B.6, Hbr.51. Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.l 1, Hbr.124.

İbn Kesir, Hadislerler Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, C.4, Sh.1446.

kim'in Müstedrek'inden.

İmam el-Vahidî, Esbab-ı Nüzul, Sh.137.

[24] İbn Hişam, A.g.e. C.3, Sh.136.

[25] Âl-i İmrân, 3/İ73

[26] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.65, Hbr.84-85.

İbn Kesir. A.g.e. C.4, Sh.1449. Hakim, Müstedrek'te, Abdurrez-

2^k ve İbn Cerir rivayet etmişlerdir.

[27] İbn Hişam, A.g.e. C.3, Sh.138.

[28] Bkz. Mâide, 5/54.

[29] Ahzab, 33/39.

[30] Maide, 5/3

[31] Maide, 5/44

[32] Âl-İİmrân, 3/175.

[33] Ahmet Rıfat, Tasvir-i Ahlâk, Sh.295.

[34] Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B. 12, Hds.2265. i-i Ebu Davud, Kitabu'l-Melahim, B.17, Hds.4344. nen-İ Neseî, Kitabu'1-Biat, B.37, Hds.4191.

[35] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.20, Hds.4008.

[36] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.20, Hds.4007. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.24, Hds.2286.