Yumuşak Huylu

 

Hilm ve nfk, muvahhid şahsiyetin değişmez güzel ahlâkının temellerindendir... Güzel ahlâkın kendisiyle ke­mâle ulaştığı iki haslettir hilm ve rıfk... Yumuşak huylu ve ağır başlılıktır... Muvahhid mü'minler, güzel ahlâklarının bu temel iki ilkesini her hâllerinde ortaya koyarlar...

Seyyid Şerif Cürcânî (rh.a.), hilm için:

"Öfke şiddetlendiğinde yatışmaktır.[1] tarifini yap­maktadır.

İmam Gazali (rh.a.) ise, hilm için şunları kaydet­mektedir:

"Bilmiş ol ki hilm, yaratılıştaki yumuşaklık, hiddet­lendikten sonra hiddeti yenmekten daha makbul bir huy­dur. Çünkü hiddeti yenmek, yumuşaklığa gayret göster­mektir. Şübhesiz hiddet-mizaç olmayan kimse, hiddetini yenmeye muhtaç değildir. Hiddetli insanlar hiddetini yen­iye çalışırlar ve muvaffak olmak için büyük mücahede-e muhtaçtırlar. Fakat bunu, adet hâline getire getire artık aoıatleşir ve kızmaz bir hâle gelir. Şayet ara-sıra kızacak olsa da hiddetini kolaylıkla yenebilir. Hiddeti yenme, tabiî bir hilim ve ahlâk yumuşaklığıdır. Aynı zamanda aklın ke­mâle ermesinin ve gadab kuvvetinin kırılarak akla boyun bükmesinin de bir delilidir. Fakat bu, başlangıçta zor külfetlidir.[2]

Rabbimiz Allah şöyle buyurur: "Sen af (veya kolaylık) yolunu tut, (İslâm'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.

Eğer sana, şeytandan yâna bir kışkırtma (vesvese ve^ ya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir,

bilendir. [3]

İmam Kurtubî (rh.a.), bu ayet-i kerimenin tefsirinde

şunları beyan eder:

"Yüce Allah'ın: 'Cahillerden yüz çevir' buyruğunun

anlamı şudur:

Yani sen, onlara karşı delilini ortaya koyup kendile­rine ma'rufu emrettiğin takdirde buna rağmen sana karşı cahillik edecek olurlarsa, onlardan yüz çevir. Bu emirden maksad ise, Hz. Peygamber'i onlara karşılıklı olarak ce-vab yetiştirmekten uzak tutarak (onların seviyelerine düş­mekten) korumak ve O'nun kadrini de yükseltmek içindir. Ancak bu buyruk, her ne kadar yüce Allah'ın peygambe­rine yönelik ise de O, bütün insanlar bir edeb öğretmekte­dir. [4]

Bu ayet-i erimenin, en hayırlı nesil olan Ashab-ı Ki­ram arasında nasıl uygulanmış olduğunu ve onların  rıfklarını beyan eden iki örnek olayı burada hatırlatıp buncan örnek bir ders almaya çalışalım!..

İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:

Uyeyne ibn Hins ibn Huzeyfe, Medine'ye geldi ve kardeşinin oğlu Hurr ibn Kays'ın yanına inip misafir oldu. Hurr ibn Kays ise, Ömer İbnû'l-Hattab'ın kendisine yak­laştırmakta olduğu kimselerden idi.

Genç-ihtiyâr bir takım kurra ve fakihler, Ömer'in meclislerinin sahihleri ve O'nun müşaverelerinde hazır bu­lunan kimselerdi. (Ömer, mühim âmme işlerini bunlara da­nışır, müşavere ederdi.)

Uyeyne, kardeşinin oğlu Hurr ibn Kays'a:

Ey kerdeşimin oğlu, senin şu Emirü'l-mü'min'in yanında yüksek bir mevkin var. Benim için huzuruna gir­meye izin isteyiver, dedi.

Oda:

Ben, senin için Halife'nin yanına girme izni iste­yeceğim, dedi.

Akabinde Hurr, Uyeyne için izin istedi. Ömer de, O'na izin verdi. Uyuyne, Ömer'in yanına girince, O'na hi­taben:

Hiyy (yani şu bir felakettir), ey Hattab'ın oğlu, Vallahi, sen bize ne bol atiyye verirsin, ne de aramızda adaletle hüküm edersin, dedi.

Ömer, bu sözlerden öfkelendi de Uyeyne'nin üzerine yürümeye kast etti. Heybetli Halife, bu bedevi zorbayı do-

Veceği sırada, kardeşinin oğlu Hurr b. Kays müdahale ede­rek:

Ey Emirü'l-mü'minin, şübhesiz yüce Allah, Pey­gamberine:

"Sen, af yolunu tut, ma'rufu emret ve cahillerde

yüz çevir," buyurdu,

Ve şübhesiz bu Uyeyne de, o cahillerdendir, dedi. Hurr ibn Kays, bu ayeti okuyunca, o haşmetli Halife olduğu yerde çakılmış gibi irkildi. Vallahi, bir adım iler; gitmedi. Esasen Ömer, Allah'ın Kitabı'nın mukaddes hu­zurunda durup kalmak i'tiyadında idi.[5] İsam b. el-Mustalık der ki:

Medine'ye girdim, el-Hasen b. Ali'yi (ikisine de se­lâm olsun) gördüm. O'nun güzel görünüşü, ağırbaşlılık ve vakarı beni hayrete düşürdü, hoşuma gitti. Ancak O'nun I bu durumu, daha önce bababısma (İmam Ali'ye) karşı giz-1 lemis olduğu kinden dolayı kıskançlığımı alevlendirdi.

Sen, Ebu Talib'in oğlu (torunu) musun? diye sor­dum.

Evet, deyince;

O'na ve babasına alabildiğine sövüp saydım.

Bana, oldukça şefkatli ve acıyan bir şekilde bak sonra:

Euzubillahimineşşeytamrracim. Bismillahirrahmanırrahirn, deyip:

"Sen, af yolunu tut, urf ile emret. Cahillerde;) yüz çevir......bakarsın ki onlar, görüp bilmişler bile." buyrukla­rımı okudu. Sonra bana şöyle dedi:

Yavaş ol! Benim için de, kendin için de Allah'dan mağfiret dile. Çünkü sen, bizden yardım dileyece san biz, sana yardımcı oluruz. Bizim, seni misafir edip .flamamızı istersen, seni ağırlarız. Bizden doğru yolu

Esermemizi istersen, biz de sana doğruya gösteririz.

İşlediğim kusurlar dolayısıyla pişmanlık duyduğumu

üzümden anlayınca şöyle dedi:

Bugün size serzeniş yoktur. Allah, size mağfiret buyursun. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.[6]

Sen, Şam halkından mısın? diye sorunca, Ben:

Evet, dedim.

Bunun üzerine O da (şu mısra ile) cevab verdi:

"Bu, benim Ahzem'den biri bilip tanıdığım bir alış­kanlıktır."

Hoş geldin, sefalar getirdin. Allah, sana afiyet ver­sin. Sana, güç ve kuvvet versin. Hiç utanma. Ne ihtiyacın varsa, bize söyle. Hatırına geleni söyle. Bizi, düşündüğün­den de daha iyi bulacaksın İnşaallah!

İsam dedi ki:

Bunun üzerine yer, bütün genişliğine rağmen ba-ıa dar geldi. Keşke yer yarılsaydı da içine girsem, diye te-nennide bulundum. Sonra da başkalarının arkasına sakla-'arak sıvışıp gittiğimde, yeryüzünde O'ndan ve babasın-

m dana çok sevdiğim kimse kalmamıştı.[7]

Gerek Emiru'l-mü'minin İmam Ömer (r.a.), gerekse nasıl ağırbaşlı ve yumuşak huylu olacaklarını yaşayarak öğretmiştir... Ümmetin her ferdi, Rasulullah (s.a.s.)'i örnek edinerek, gereği üzere hilimli ve rıfk sahibi olmaya gayret etmelidir... Hilm ve rıfk konusunda Rasulullah (s.a.s.) tavnndan örnekler:

1) Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:

Ben, Rasulullah (s.a.s.)'in maiyyetinde yürüyordum. Rasulullah'm üzerinde Necran dokumalarından kalın ke­narlı bir kaftan bulunuyordu. Bir çöl bedevîsi, Rasulul­lah'a erişti de arkasından kaftanını, şiddetli bir çekişle

çekti.

O sırada ben, Rasulullah'm boynu Üe omuzu arasına baktım da, bedevinin kaftanını şiddetli çekmesinden, kaftanın kenarı, O'nun boyun safhasında iz bırakmış olduğu­nu gördüm. Bu çekmeden sonra bedevi:

Ya Muhammed, bana bir şey vermelerini emret, dedi.

Bunun üzerine Rasulullah, o bedeviye doğru (şefkat­le) baktı da güldü, sonra bu bedeviye biraz atiyye verilme­sini emretti.[8]

2) Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Mescidde, Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte oturuyor­duk. O, kalkınca biz de kalkardık. Bir gün kalktı, bizde kalktık. Mescidin ortasına varınca bir adam (bedevi), Ra' sulullah'ı arkasından, hırkasından tutup çekti. Hırkası, sert olduğu için boynunu yaraladı.

Rasulullah (s.a.s.)'e:

Ya Muhammed, şu iki deveme -Zahire- yüklet, iinkü sen, ne kendi malından, ne de babanın malından eriyorsun, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

"Hayır,öyle zannetmenden Allah'a sığınırım. Boy­numu yaralaman sebebiyle kısas yapmadıkça, develerini yüklemem." buyurdu.

Bunun üzerine bedevi:

Hayır, Vallahi, sana kısas yaptırmam, dedi. Rasulullah (s.a.s.), üç defa sözünü tekrarladı. Üçün­de de bedevî:

Hayır, Vallahi sana kısas yaptırmam, dedi. Bedevînin sözlerini duyunca hızla üzerine yürüdük.

0 sırada Rasulullah (s.a.s.) bize dönerek:

"Sözümü işiten herkes, kendisine izin vermeden ye­rinden kımıldamamasına and içtim." dedikten sonra, ora­dakilerden birine:

"Ey filan, bedevînin bir devesine arpa, bir devesine hurma yükle," buyurdu. Sonra da:

"Dağıhn!" emrini verdi.[9]

3) Cabir b. Abdillah (r.anhuma) anlatıyor: Rasulullah (s.a.s.), Hasafe ve oğlu Muhârib'le savaş-t:- Müsümanlardan bir gaflet görünce, hemen bir adam ge-"P elindeki kılıcıyla Rasullah (s.a.s.)'in başına dikilip:

Şimdi seni elimden kim kurtaracak? diye bağırdı. Rasulullah (s.a.s.), büyük bir cesaretle:

"Allah" diye haykırınca, adamın elinden kılıç düşüverdi.

Bu defa Rasulullah (s.a.s.), hemen kılıcı kapıp şöyie haykırdı:

"Ya şimdi seni elimden kim kurtaracak?"

Ne olur, bana bir şey yapma! dedi. "Allah'dan başka hiç bir ilâh olmadığına , benim de

O'nun Rasulü olduğuma şehadet getirecek misin?" buyurdu.

Hayır, ancak ben, bundan böyle sana harb açmayacağım, seninle de olmayacağım, sana savaş açanların sa­fında da yer almayacağım, diye söz verince, onu serbest bıraktı.

Arkadaşlarının yanına varınca, kendisini şöyle de­mekten alamadı:

Şu anda ben size, en iyi insanın yanından gel­dim! [10]

4) Emirü'l-mü'minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.) an­latıyor:

Fetih günü olunca Rasuluilah (s.a.s.), Safvan b. Umeyye b. Halef, Ebu Süfyan b. Harb ve el-Haris b. Hi-şam'a haber saldı.

Dedim ki:

Yaptıklarına karşı Allah bana, onlardan intikam almak için bir fırsat ve imkân bahşetti.

(Rasulullah) şöyle buyurdu:

"Ben ve siz, Yusuf ile kardeşleri gibiyiz. Biliyorsu­nuz, kan' Yusuf, kardeşlerine şöyle demişti:

'Bugün azarlanacak değilsiniz. Allah, sizi bağışlasın.[11]

Rasulullah (s.a.s.)'den utandığım için artık bir şey yapamadım.[12]

5) İbn İshak (rh.a.) anlatıyor:

Mekke Fethi'nden sonra Rasulullah (s.a.s.), Kabe ka­pısında durup insanlara hitabının sonunda şöyle buyurdu:

"Ey Kureyş topluluğu benim, size ne yapacağımı zannediyorsunuz?"

Dediler ki:

Hayır yaparsın. Sen, kerim bir kardeşsin, kerim bir kardeş oğlusun.

Buyurdu ki:

"Gidiniz, sizler serbestsiniz!" [13]

6) Mü'minlerin annesi Aişe (r.anha) anlatıyor: Yahudiler, Rasulullah (s.a.s.) üzerine selâm verirler

de, 'Es-Sâmu aleyküm = Ölüm üzerinize' derlerdi. (Ben) Aişe, onların bu sözlerini fark edip anladı da:

Alaykumu's-sâmu ve'1-lanetu = Ölüm ve lanet si-Zın üzerinize olsun! dedim.

Bunun üzerine Rasulullah: "Yavaş ol ya Aişe! Muhakkak ki Allah, her yumuşak muamele etmeyi sever." buyurdu.

Aişe:

Ya Rasulullah, onların söylemekte oldukları

işitmedin mi? dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

"Sen de, benim bu sözü onlara reddettiğimi işitme­din mi? Ben, onlara: Ve aleyküm = sizin üzerinize de, şek­linde söylüyorum." buyurdu.[14]

7) Ebu Hüreyre fr.a.) anlatıyor: Bedevinin biri, dikilip mescidin içinde işedi. Orada­ki insanlar, bedeviye doğru bağrıştılar. Rasulullah (s.a.s.), onlara:

"Onu, serbest bırakın! Sonra idrarının üzerine dolu bir kova, yahud büyük bir kova su dökünüz. Çünkü sizler, ancak kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, güçlük yapıcılar olarak gönderilmediniz." buyurdu.[15]

8) Enes b. Malik (r.a.) bu olayın devamını anlatıyor: Ashab da, idrarını bitirinceye kadar onu bıraktılar. sonra Rasulullah (s.a.s.), onu çağırarak kendisine şunları söyledi:

"Şübhesiz ki bu mescidler, ne şu idrardan, ne de pis­likten hiçbir şeye yaramazlar. Bunlar, ancak Allah Azze ve Celle'yi anmak, namaz kılmak ve Kur'ân okumak için (bi-nâ edilmişlerdir."

Müteakiben Rasulullah (s.a.s.), cemaatten birine emir buyurdu. O da, bir kova su getirerek bevlin üzerine serpti. [16]

9) Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

Bir bedevi, Rasulullah (s.a.s.)'e bir yardım istemek için geldi. (Rasulullah,) ona bir şey verdi ve dedi ki:

"Sana iyilik yaptım mı?"

Hayır, (hiç de) güzel davranmadın! deyince; müs-lümanlar, kızdılar ve onu dövmek için ayağa kalktılar.

(Rasulullah,) onlara:

"Bırakın, yapmayın!" diye işaret buyurdu.

Sonra Rasulullah (s.a.s.), kalkıp evine girdi. Haber salıp bedeviyi evine davet etti. Şöyle dedi:

"Sen, bize gelip bir şey istedin, biz de sana verdik!"

Sonra diyeceğini dedi. Ondan sonra ona, biraz daha verdi ve:

"Nasıl, sana iyilik yapmış oldum mu?" deyince,

Bedevi:

Evet, diye cevab verdi. Sözlerine şunu da ekledi:

Allah, ehil ve aile nâmına seni hayırla mükafat andırsın.

Bu defa Rasulullah (s.a.s.), ona şöyle buyurdu;

"Ashabımın kalbinde sana karşı belki kötü bir duygu meydana gelmiştir. İstersen, şu anda huzurumda söylediğini, onların yanında da söyle ki, kalblerinde, sana karşı duydukları o kötü duygular da bertaraf edilsin."

(Bedevî):

Evet, dedi.

Ertesi gün veya akşam olunca geldi ve Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Biliyorsunuz, bu dostunuz, bize geldi, bir şey istedi, verdik. Sonra diyeceğini dedi. Sonra biz, onu eve davet ettik, gene bir şeyler verdik. Şimdi hoşnud olduğunu söylü­yor. Öyle değil mi?"

Bedevî:

Evet! Aile ve kabile nâmına Allah, seni hayırla

ödüllendirsin, diye cevab verdi.

Sonra Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu;

"Bir Örnek vererek, bu bedevî ile benim durumumu

size açıklayayım:

Adamın birinin bir devesi vardır. Deve, yaramazlık yapıp kaçmıştır. Onu yakalamak için herkes koşmuş ve a'zaj mî gayret göstermiştir. Fakat deveyi bir türlü tutamamış. uS'! telik daha da kaçırmışlardır. Sonra sahibi gelip seslenmişi'

Bırakın onu! Onu, bana bırakın! O, bana alışık Huyunu, hepinizden daha iyi bilirim.

Hemen deveye, elinde bir tutam otla yanaşmış ve onu, kendine çağırmış, deve de yavaş yavaş ona yanaşmış ve yere çökmüştür.

İşte ben ve o bedevî böyleyizdir.

Siz, ona çok yabancısınız. Fakat ben, ona pek yakıninı. Eğer adam, o sözü söylediği zaman sizi serbest bı-raksaydım, onu öldürecektiniz ve o, cehenneme girecekti.[17]

"Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş"[18]"büyük bir ahlâk üzere olan [19]ve "güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen"[20] hayat önderimiz ve örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), bu hilmi ve bu nfkıyla Rabbimiz Allah'a olan ke-sin itaatini beyan buyuruyordu... O (s.a.s.), Alemlerin ye­gâne Rabbi Allah'a ibadet etmek için yaratılan insanın bu ibadetini nasıl işlemesinin gereğinin örneğini ortaya koyu­yordu... Rabbimiz Allah'ın emirleri, nasıl anlaşılıp uygula­nacağını bizzat yaşayarak öğretiyordu...

Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:

"Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkele­rini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir, Allah, iyilik yapanları sever. [21]

"Biz, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındaküerini hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şübhesiz o saat da yaklaşarak gelmektedir. Öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla davran.[22]

"Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötü. lüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sa& larsa) artık onun ecri Allah'a aiddir. Gerçekten O, zalimleri sevmez." [23]

"Kim sabreder ve bağışlarsa, şübhesiz bu, azme de­ğer işlerdendir. [24]

Bu hilm ve bu hoş görüp bağışlama, Rasulullah (s.a.s.)'in şahsı ile ilgili yapılan uygunsuzluklar ile ilgiliy­di... Rasulullah (s.a.s.), kendi şahsına karşı işlenen kusur­ları ve yapılan adabsızlıkları hoş görüyor ve affediyordu... Yalnız Allah'ın hakkıyla ilgili herhangi bir sınır tanı­mazlığı, hak çiğnemeyi ve hürmetsizliği asla affetmezdi... Mü'minlerin annesi Aişe (r.anha)'ın beyanıyla: Rasulullah (s.a.s.), kendisi için asla kin tutup öc almamıştır. Ancak Allah'a karşı hürmetsizlik edilmiş ol­ması müstesnadır, bu takdirde işlenen hürmetsizlik sebe­biyle Allah için öfkelenip, intikam alırdı. [25]

Bu öfke ve bu sert tavır, Rabbimiz Allah'ın emrettiği •   tavır olup muvahhid mü'minlerin vazgeçilmez temel vaSIflanndandir...

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah: "Muhammed, Allah'ın Rasulü'dür. Ve O'nunla bir­likte olanlar da, kâfirlere karşı zorlu-sert, kendi aralarında is merhametlidirler." [26]

"Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert ve caydırıcı davran. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yataktır o." [27]

"Ey iman edenler, kâfirlerden size en yakın olanlarla savaşın. Sizde, bir güç ve caydırıcılık görsünler. Ve bilin ki, gerçekten Allah, takva sahibleriyle beraberdir." [28]

"Zina eden kadın ve zina eden erkeğin herbirine yü­zer deynek (celde) vurun. Eğer Allah'a ve ahiret gününe i-man ediyorsanız, onlara Allah'n dini(ni uygulama) konu­sunda sizi bir acıma tutmasın. Onlara uygulanan cezaya, mü'minlerden bir grup da şahid bulunsun."

"Hırsız erkek ve hırsız kadının, (çalıp) kazandıkları­na bir karşılık, Allah'dan, tekrarı önleyen kesin bir ceza olmak üzere ellerini kesin. Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir."

Ümmü'1-mü'minin Aişe (r.anha) anlatıyor:

Kureyş'in Mahzum soyundan olup da hırsızlık yapmış bulunan bir kadının durumu, Kureyş'e hayli vermişti. Onlar:

Bu kadının cezadan af hususunda Rasulullah kim konuşabilir? Bu hususta kelâm etmeye Rasulullah'ın sevgilisi olan Usâme'dan başka kim cesaret edebilir ki? dediler.

Nihayet Usâme, bu hususta Rasulullah ile konuştu

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):

"Allah'ın tayin ettiği cezalardan bir ceza hususunda şefaat mi ediyorsun?" buyurdu.

Sonra ayağa kalkıp bir hitabe yaparak şöyle buyurdu;

"Ey insanlar, sizden evvelki (ümmet)ler, ancak şu sebebten sapmışlardır.

Onlar, aralarında şerefli bir kimse çaldığı zaman onu bırakırlardı da, zayıf olan çaldığı zaman ona ceza uyguylarlardı. Allah'a yemin ederim ki, eğer Muhammed'in kızı Fatıma çalmış olsaydı, muhakkak O'nun elini de kesedim!"[29]

Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Aracılığı, Allah'ın cezalarından bir cezanın etirilnıesine engel olan kimse, Allah'ın emrine zıt hareket gtmiş (Allah'a savaş açmış) olur. [30]

Görüldüğü gibi, İslâm'ın ilkelerinden verilecek her­hangi bir taviz konusunda muvahhid mü'minlerin çok zorlu

e sert olmasını emreden Allah Teâlâ ve O'nun Rasulü (s a.s.)'dir Bu konuda "İkrah-ı Mülri" olmadıkça, herhan bir yumuşama yapılamaz ve taviz verilemez!.. İslâm ilke­lerini yumuşatmak, eğmek-bükmek, sebebsiz ertelemek ve çağa uyduracağım diye tavizkâr davranmak konusunda hi-limli olmaya çalışmak, Allanın razı olduğu bir hilm değil­dir!.. Zulme, batıla, hataya ve yanlışlığa rıza gösterip sus­kun kalmak, ağırbaşlı bir hilm sahibi olmak değildir!.. Ahmet Rıfat'ın tabiriyle:

"Yumuşak huyluluk yolunu seçeceğim diye sebebsiz yere zulmü kabul edip, ötekinin-berikinin kahır pençesin­de ezilmek de çirkindir. Buna, ahlâk ilminde, 'İnzilâm = kendini zulme düşürme' derler. Ve halk arasında böyle hilrae, 'hilm-ı hımârî = Merkebe yaraşır hilm' denilir. Hilim-de bu derece ileri gitmek, düşmanın cür'et ve cesaretini arttırır. [31]

Ashab-ı Kirâm'm şairlerinden "en-Nâbiğa el-Ca'dî" (r-a.), Rasulullah (s.a.s.)'İn huzurunda okuduğu şiirde şun-fan beyan etmişti:

"Kişinin, yeri geldiğinde göstereceği cesareti yoksa, ak huyluluğunda bir hayır yoktur. [32] iş sapa sardığında onun geri çevirecek hilmi

Hoyratlığında da bir hayır yoktur." İmam Maverdî (rh.a.) şunları beyan eder: "İnsanı kızdıracak şeylere maruz kaldığı hâlde öfke-lenmeyenler, bu kızdığı hâller olmazdan evvelki hâli ile sonraki hâli arasında bir değişiklik görülmeyenler, yiğitlik, arlanmak, hamiyet, gayret ve intikam gibi insanın en seç­kin vesıflanndan mahrumdur. Çünkü bu hasletler, öfkeden dolayı meydana gelir. Bu sebeble mezkur hasletler insanda bulunmazsa, alçalır, diğer faziletlerinin ve geniş hâlimliği-nin bir değeri kalmaz. Mansur diyor ki;

Hâlimlik, ahlâkı bozuyorsa, affetmek de acizlik olur.

Bazı hikmet âlimleri diyor ki:

Affetme, faziletli insanları ne kadar ıslah ediyor­sa, o nisbette de alçakları bozar. [33]

Allah Teâlâ'nın verdiği akıl nimetini yerinde kulla­nan katıksız iman sahibi muvahhid şahsiyetler, hilm konu­sunda dengeyi çok iyi sağlamak mecburiyetindedirler... Eğer denge sağlanamazsa, hilim değil, zulüm ortaya çı­kar... Muvahhid mü'min, bu dengeyi sağlar hâlde rıfk sahi­bidir... Yumuşak davranması ve ağırbaşlılığı güzel ahlâkın­dan olduğu gibi, RasuluUah (s.a.s.)'in Sünneti'ne tabi ola­rak yeri geldiğinde hiddetlenip öfkelenmesi de güzel ahlâ­kın gereğidir... Çünkü büyük bir ahlâk üzere yaratılan ve güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen Rasuîullah (s.a.s.)'in ahlâkı böyle idi...

Ahmet Rıfat'ın beyanıyla:

"Rıfk: Azarlamanın mukabili olan Övülmüş sıfatlar­dandır. Nezaketle, yumuşaklıkla ifade ve davranış mânası­na gelir. Dinen, aklen ve hikmet yönünden güzel ve fayda­lı görünen zararsız şeylere muvafakat etmek de rıfk sayılır.

Rıfk, sahibini her isteğine ulaştırır, bütün musibetler­den de emin eyler. Dikkatle bakılınca görülür ki, yumuşak­lığın etkisi, azarlamak ve şiddet göstermekten daha çoktur. Yumuşaklık her zaman hiddetleri dindirip düşmanları dost edebilir. Fakat şiddet, hiddeti artırmaktan ve dostu, düş­man etmekten başka işe yaramaz.[34]

RasuluUah (s.a.s.), rahmet olunmuş ümmetine nfki emrederken, ümmetin her konuda adaletli davranmalarını vasiyet etmiştir... Mü'min müslümanlar, her hâllerinde ada­let üzere devranmah, ifrat ve tefritten uzak durmalıdırlar...

RasuluUah (s.a.s.), zevcesi ve mü'minlerin annesi Aişe (r.anha)'ya şöyle seslenir:

"Ya Aişe, şübhesiz ki Allah, Refik'dir. Rıfkı sever. Rıfk karşılığında, şiddet ve başkası için vermediğini ve­rir. [35]

Ümmü'ül-mü'minin Aişe (r.anha)'dan.

RasuluUah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Şübhesiz ki, yumuşak davranmak bir şeyde bulunursa, onu süsler. Bir şeyden de alınırsa, onu lekeler.[36]

Mikdam b. Şureyh b. Hanı anlatıyor:

Aişe, bir deveye bindi. Devede hırçınlık vardı. Ai§e onu, ileri-geri çevirmeye başladı.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) O'na:

"Yavaş davran....." buyurdu.

Sonra Ravî, yukarıdaki hadisin mislini zikretti. [37]

Cerirb. Abdullah (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Bir kimse, yumuşak davranmaktan mahrumsa, ha­yırdan mahrumdur. Yahud bir kimse, yumuşak davranmak­tan mahrum olursa, hayırdan mahrum olur. [38]

İbn Ömer (r.anhuma)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Yumuşaklık (rıfk), ev halkına mutlaka hayır ve menfaat sağlar. [39]

Cabir (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Her kimde üç (haslet) bulunursa Allah, O kimsenin Üzerine himayesini yayar ve onu cennete girdirir:

Güçsüzlere yumaşaklık,

Anne ve babaya şefkat,

El altında bulunanlara (kölelere) iyi muamele. [40]

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'in bu buyruklarına dikkat edildiğinde rıfkın, muvahhid mü'minlerde mutlaka bulunması gereken bir ahlâkî özellik olduğu net olarak an­laşılır... Mü'min müslüman, rıfk sahibi olduğu gibi, her sö­zünde ve her işinde teenni üzeredir... Gerek fikrinde ve sö­zünde, gerekse hâl ve hareketinde, ilerisini, gerisini, kârını ve zararını iyice düşünerek hareket eder... İman, akıl, va­kar ve sabır sahibi olan mü'min müslümanlar, ahiret işleri­nin dışındaki işlerde aceleci değillerdir... Onlar, yalnızca ahiret için kendilerini cehennemden kurtaran ve cennetlik kılıp Allah'ın rızasını kazandıran işlerde acele davranır, er­telemez, gereği üzere hemen yaparlar... Dünyaya aid olan işlerde ise, acele etmez, nefsî arzularına kapılmadan, eni-ne-boyuna iyice düşünür, sağlam ölçer ve sabır ile yapma­ya gayret ederler... Allah Teâlâ'mn kendilerine verdiği ni­metler ve imkânlarla ahiret yurdunu arar, ona hazırlık ya-Par, fakat dünyadaki paylarım da unutmazlar.. [41] Dünya-ahiret dengesini iyi korur ve bu dengeyi bozmamaya çalı-Şular... Dünyada kalacak kadar, helâl yollardan dünya için fışırken, ahiret hayatının ebedî olduğunu unutmadan ahirete hazırlık yaparlar!.. Hilm ve teenni ile hareket, mü'min müslümanın kulluk vazifesi olup temel özelliklerindedir.,. Bu özellikler, Allah'ın sevdiği ve razı olduğu hâllerdir...

Ubeydullah b. Muaz, babasından rivayet eder:

Babam dedi ki:

Rasulullah (s.a.s.), Abdulkays'ın Eşecc'ine:

"Hakikaten sende Allah'ın sevdiği iki haslet var: Hilm (vakar) ve teenni!" buyurdu.![42]

Abdullah b. Sercis el-Müzenî (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Hüsn-ı hâl, teenni (düşünerek hareket) ve iktisad (ölçülü davranmak), peygamberliğin yirmidört parçasın­dan bir parçadır." [43]

Sehl b. Sa'd es-Saidî (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Teenî (düşünerek hareket) Allah'dan ve ecelecilik şeytandandır." [44]

İslâm Milleti'nin içinde ender yetişen mutlak mücte-hidlerden İmam Hasan el-Basrî (r.a.) şöyle demiştir:

Mü'min, teennî ile haraket eden kimsedir. Gece odun toplayıcısı gibi değildir.[45]

Mü'min, herhangi bir işi veya hareketi yapmadan Önce o iş ve hareketle ilgili imkâları elverdiği ölçüde bü­tün araştırmasını yapar, İslâm ölçüşünce sonuca bağlayıp kesin kararını verir... Kararını uygunlarken teennî ile hare­ket eder ve azimli davranır... Gece odun toplayan kimse gibi aceleci olmaz... Çünkü gece odun toplayan kişi, kara-nıkta ne topladığını iyice bilemediğinden, odunların içine gizlenmiş bir yılanın da eline gelme ihtimali vardır... Bun­dan dolayı acele eder... Teennî sahibi böyle değildir... O, önünü gören ve ardını düşünen ehî-i iman ve ehl-i akıl olan bir şahsiyettir...

Belî kabilesinden bir adamdan rivayet edildiğine gö­re şöyle demiştir:

Babamla birlikte Rasulullah (s.a.s.)'e geldim de Ra­sulullah, önümde babamla gizlice konuştu.

Ben, babama dedim ki:

Sana ne söyledi? Şöyle cevab verdi:

"Bir iş yapmak istedeğin zaman, Allah sana, o işten kurtuluş gösterinceye kadar, yahud Alllah sana bir çıkaş kapısı yaratıncaya kadar yavaş ve temkinli davran."

Ameş (r.a.)'den.

Mus'ab b. Sa'd babasından rivayet eder: [46]

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Her işte aheste hareket etmek vardır. Ancak ahiret amelinde aheste hareket yoktur." [47] Hasan (r.a.) anlatıyor: Bir zât, Rasulullah (s.a.s.)'e gelmiş ve:  İmanın gereği olan işlerden hangisi daha faziletli­dir? diye sormuş. Oda:

"Sabretmek ve hoşgörülü olmak." cevabını vermiş­tir. [48]

Katıksız iman sahibi olan ve imanın gereği olan sa­lih ameli işleyen mü'minin, cehennemden uzak olduğunu ve cehennem ateşinin ona haram olduğunu bildiren Rasu­lullah (s.a.s.), bu şahsiyetin, hilm ve rıfk sahibi vakarlı bir kişi olduğunu beyan buyurur...

Abdullah ibn Mes'ud (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle bu­yurur Rasulullah (s.a.s.):

"Kendisi cehennem ateşine, cehennem ateşinin de ona haram olan kişiyi size bildireyim mi? Her cana yakın, vakarlı ve yumuşak huylu kişiye (cehennem ateşi haram­dır)." [49]

Rabbimiz Allah, Kur'ân-ı Kerim'de bu muvahhid şahsiyetleri şöyle överek beyan buyurur:

"(Öyle) adamlar ki, ne ticaret, ne de alış-veriş onları /Jlah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zeka­tı vermekten tutkuya kaptırıp alıkoymaz. Onlar, kalblerin ve gözlerin inkılâba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar." [50]

Vuheyb b. Verd şöyle demiştir:

Kendisinde üç haslet bulunmayanın ameli kıy­metsizdir:

Allah'ın haram kıldığı şeylerden muhafaza eden ve-râ,sefihlere karşılık vermekten koruyan hilm, insanlarla güzel geçinmesini temin eden iyi ahlâk. [51]

Emirü'l-mü'minin Ali b. Ebi Talib (r.a.) şöyle der:

Hâlim kimsenin, hümi yüzünden kazandığı ilk fayda, insanların kendisine yardımcı olmalarıdır.

Ebu'd-Derda (r.a.), kendisine dil uzatan bir kimseye:

Yahu, bize sövmede o kadar ileri gitme. Biraz da sulha yer bırak! Çünkü biz, hakkımızda Allah'a isyan ede­ne, Allah'a itaat etmekle karşılık vermekten başka bir şey yapmayız, demiştir.

Bir adam, Şa'bî'ye sövünce, Şa'bî (rh.a.):

Yahu, eğer ben, dediğin gibi fena isem Allah, be-nı affetsin. Yok değilsem, bana tecavüzde buluduğundan dolayı hasıl olan günahını affetsin, diye mukabelede bu­lmuştur.

Ahnef b. Kays (r.a.) şöyle demiştir:

Birisi bana düşmanlık etti mi, muhakkak ben, üç sıfatın biriyle kaşılarım:

Benden yüksek olursa, ona saygı duyar karşılık ver­mem. Benden aşağı ise, kadrimi ondan yüksek görüp fena muameleye tenezzül etmem. Benim emsalim ise, af ve ih­san ile muamele ederim.[52]

Hilm ve rıfk sahibi olan bu şahsiyetlerin tesbitleri, muvahhid mü'minler için bir ders ve hayat tecrübesidir...



[1] Seyyi  Şerif Cürcânî, A.g.e. Sh.90.

[2] İmam Gazalî, A.g.e. C.3, Sh.394.

[3] A'raf, 7/199-200.

[4] İmam Kurtubî, A.g.e. C.7, Sh.552.

[5] Sahih-İ Buharı, Kitabu't-Tefsir, B.128, Hbr.164.

Ayrıca bkz. M. Yusuf Kandehlevİ, HayatuVSahabe. çev. Meylanî, Ank. 1990, C.3, Sh.135.

[6] Yusuf,12/92

[7] Kurtubî, A.g.e. C.7, Sh.557-558.

[8] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.68, Hbr.l 14. Kıtabu'l-Humus, B.19, Hbr.56. Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zekat, B.44, Hbr.128.

Ebu'ş-Şeyh el-İsbehânî, A.g.e. Sh.40 ve 77.

[9] Sünen-i Neseî, Kitabu'l-Kasame, B.22, Hds.4749. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.l, Hds.4775.

[10] Ebu'ş-Şeyh el-Esbehânî, A.g.e. Sh.43.

Not: Aynı hadis için Sh.44'de ve 45. dipnotta şunlar kaydedilmiştir.

"Bu hadisi, Said b. Mansur (Sünnen, No.2504), Ahme° (3/364,390), İbn Hıbban (No.2872) ve el-Hakim (3/29) tahric etti­ler.

İbn Kesir, el-Bidaye ve'ivNihaye C.4, Sri. 148. İmam Nevevî, Riyâzü's-Sâlihin, Hds.79. Ebu Bekir "SahitTden.

[11] Yusuf, 12/92

[12] Ebu'ş-Şeyh el-İsbehanî, A.g.e. Sh.47.

[13] İbn Hişam, A.g.e. C.4, Sn.73.

İbn Kesir, A.g.e. C.4, Sh.5O5.

Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, C.5, Sh.682.

[14] Sahih-i Buhârî, Kitabu'd-Daavat, B.58, Hds.88.

Kitabul-Edeb,B.35,Hds.54.

Kitabul-İsti'zan, B.12, Hds.29. KitabuT-îstitabetiT-Mürtedin, B.3, Hds.9. Sahİh-i Müslim, Kitabu's-Selâm, B.4, Hds.lO-İ 1. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'1-Edeb, B.9, Hds.3689. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-İsti'zan ve'1-Adab, B.12, Hds.2843. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.217, Hds.462. Kuzâî, ŞihâbüT-Ahbâr Tercümesi, Sh.201, Hds.675.

[15] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Vudu', B.62, Hds.83.

KitabuT-Edeb, B.80, Hds.153. Sahih-i Müslim, Kitabu't-Tahare, B.30, Hds.98-99. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu't-Tahare, B.136, Hds.380. Sünen-i Neseî, Kitabu't-Tahare, B.45, Hds.53-56. 6431! fÜnen'i Tirmizî Kitabu't-Tahare, B.l 12, Hds.147.

[16] Sahih-i Müslim, Kitabu't-Tahare, B.30, Hds.100. ûunen-i İbn Mace, Kitabu't-Tahare, B.78, Hds.529. tbuYŞeyh el-İsbehânî, A.g.e. Sh.77

[17] Ebuş-Şeyh el-İsbehânî, A.g.e. Sh.78.

Not: Sh.79'da 102. dipnotta şöyle denmektedir:

 'Bu hadisi, el-Bezzâr, Müsned'inde (No.2476) tahric etmiştir.

[18] Bkz. Kalem, 68/4.

[19] Bkz. Kalem, 68/4.

[20] imam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.135, Hds.273.  İmam Malik, Muvatta', Kitabu Hüsnül-Hulk, Hds.8

[21] M|iİâ, 3/134.

[22] Hicr, 15/85.

[23] Şura, 42/40.

[24] Şura, 42/43.

[25] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.80, Hbr.151.

Kitabu'l-Menakıb, B.23, Hbr.67.

Kitabu'l-Hudud, B.l 1, Hbr.15. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Fedail, B.20, Hbr.77. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.5, Hbr.4785. İmam Malik, Muvatta', Kitabu Hüsnü'1-Hulk, Hbr.2. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.135, Hbr.274. Taberânî, Mu'cemu's-Sağir, C.2, Sh.464, Hbr.758.

[26] Ayrıca bkz. Mâide, 5/54

[27] Tevbe, 9/73.

[28] Mâide, 5/38.

[29] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Hudud, B.13, Hds.17.

Kitabu'l-Enbiya, B.56, Hds.142. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Hudud, B.2, Hds.8. Sünen-i Neseî, Kitabu's-Sarik, B.6, Hds.4864-4873. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Hudud, B.15, Hds.4396-4397. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Hudud, B.6, Hds.1454. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Hudud, B.6, Hds.2547-2548. Sünen-i Dârimî, Kitabu'1-Hudud, B.5, Hds.2307.

[30] Ebu Davud- Kitabu'l-Akdiye, B.14, Hds.3597

[31] Tasvir_i Ahlâk Sh j 17n8

[32] Yusuf Sancak, Hz. Peygamber Devrinde Şiir, Erzurum, 1999, Sh.321.

[33] İmam Maverdi, Edebü'd-Dimya ve'd-Din, çev. Ali Akın- Ist' 1982, Sh.413.

[34] Ahmet Rıfat, A.g.e. Sh.256-257.

Bkz. İmam Gazalî, A.g.e, C.3, Sh.414.

[35] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Bİrri ve's-Süa, B.23, Hds.77.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.l 1, Hds.4807.

Sünen-İ İbn Mace, Kitabu'1-Edeb, B.9, Hds.3688.

[36] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.23, Hds.78. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.l, Hds.2478.

Kitabu'1-Edeb, B.ll, Hds.4808. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.217, Hds.469. Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr Tercümesi, Sh.160, Hds.520. İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.277, Hds.l 1. Bezzâr ve İbn Hıbban'dan.

[37] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.23, Hds.79.

[38] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.23, Hds.76. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Süa, B.66, Hds.2082. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.l 1, Hds.4809. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'1-Edeb, B.9, Hds.3687. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.217, Hds.464.

[39] İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.276, Hds.9. Taberânî, Ceyyid isnadla rivayet eder.

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel Müsned, C.6, Sh.71,104-105.

[40] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatü'l-Kıyame, B.15, Hds.2612.

[41] Bkz. Kasas, 28/77.

[42] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.6, Hds.25-26. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.64, Hds.2080. Sünen-i İbn Mace, Kİtabu'z-Zühd, B.18, Hds.4187-4188. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.161, Hds.5225. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.267, Hds.584-586. Taberânî, Mu'cemu's-Sağir, C.2, Sh.233, Hds.545.

[43] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.65, Hds.2078. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.2, Hds.4776. İmam Malik, Muvatta', Kitabu'ş-Şa'r, Hds.17

İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.217, Hds.468. B.341, Hds.791. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.l, Sh.296. Kuzâi, A.g.e. Sh.82, Hds.221.

[44] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B. 65, Hds. 2081. İmam Hafız el-Munzırî, A.g.e., C.3, Sh. 408, Hds. 48, Ebu Ya' rivayet etmiştir.

[45] İmam Gazali, A.g.e. C.3, Sh.418.

[46] İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.395, Hds.

[47] Sünen-i Ebu Davud, Kİtabu'1-Edeb, Bil, Hds.4810.

Ahmed ibn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, C.l, Sh.176, Hbr.623. Emi-rü'l-mü'minin tmam Ömer b. Hattab (r.a.)'ın sözü olarak. Seyyid Mansur Ali Nasıf, Tâc Tercemesi, C.5, Sh.112, Hds.2l5-

Hakim'den.

Bayhakî, Kitabu'z-Zühd, Sh.83, Hds.127-128.

[48] Ahmed İbn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, C.l, Sh.25, Hds.53. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C,4, Sn.385.

[49] Şünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'I-Kıyame, B.15, Hds.2606. İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.278-279, Hds.15. İbn Hıb' ban'dan.

[50] Nur, 24/37.

[51] Kitabu'z-Zühd, Sh.l 12, No.276.

[52] İmam Maverdî, A.g.e. Sh.406 ve 49