Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur: "Ey
iman edenler, zandan (zanin çoğundan) 'çok kaçının! Çünkü zanın bir kısmı
günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın).
Kiminizde, kiminizin gıybetin yapıp arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz,
ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte,bundan iğrenip tiksindiniz.
Allah'dan korkup sakının.. Hiç ş-übhe"-siz Allah, tevbeleri kabul edendir,
çok esirgeyendir."[1]
Yegâne Rabbimiz Allah, bu emrinde katıksız iman e-den
muvahhid mü'min kullarını, üç büyük tehlikeden dolayı uyarıyor ve onlardan
sakınıp yaklaşmamalarını emrediyor!.. Bunlar: Sû-i zan, tecessüs ve
gıybettir!.. Mü'min müslümanlar, bu üç tehlikeli ve insanı helâka götüren hâlden
uzak durmaları gerekir... Mü'min şahsiyetin yaklaşmaması gereken bu üç hâli beyan
etmeye gayret edelim...
1) Sû-i zan: Başkaları hakkında kötü düşünmek on-fen,
kendilerinde olmayan vasıflarla kabul edip anmak... "ir mü'min müslüman
kişi, mü'min müslüman kardeşi hakkında sû-i zanda bulunamaz, bulunmamalıdır
da!., o, mü'min müslüman kardeşini kendisi gibi kabul eder ve o-nun için her
zaman hayırlı olan şeyleri düşünür... Kendisine yapılmasını istediğini o
kardeşine yapar... İnsanların, kendisi hakkında kötü düşünmesini istemediği
için, kendiside mü'min kardeşi için hiç bir kötülük düşünmez ve böyle bir
düşünceyi bayan etmez!.. Mü'min müslümanlar hakkında sû-ı zanda bulunmak, ancak
İslâm düşmanlarının işidir... Müşrikler, kâfirler ve münafıklar, böyle
kötülükler düşünür ve yapmak için tuzaklar hazırlarlar...
Rabbimiz Allah, muvahhid mü'minlere karşı düşman olup
kin güdenlerin hâllerini şöyle beyan buyurur:
Bir de kötü bir zan ile zanda bulunmakta olan münafık
erkeklerle münafık kadınları ve müşrik erkeklerle müşrik kadınları
azablandırması için. O kötülük çemberi, tepelerine insin. Allah onlara karşı
gazablanmış, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Varacakları
y-erne kötüdür.[2]
"Hayır, siz, peygamberin ve mü'minlerin,
ailelerine ebedî olarak bir daha dönmeyeceklerini zannettiniz. Bu, sizin
kalblerinizde çekici kılındı ve kötü bir zan ile zanda bulundunuz da, yıkıma
uğramış bir kavim oldunuz. [3]
Mü'minler, mü'min kardeşlerine karşı asla böyle bir
sû-i zan içinde bulunamazlar... Kalblerinde bulunanın aksini dilleriyle
söyleyen, mü'minler hakkında sû-i zanda bulunan bedeviler durumu, ders ve ibret
alınacak bir durumdur... Çoğunluğu günah olan zandan Rabbimiz Allah'ın
mü'minleri alıkoyduğu gibi, önderimiz Rasulullah (s.a.s.) de, ümmeti bu konuda
uyarmıştır...
Ebu Hüreyre (r.a.)'rn rivayatiyle şöyle buyurmuştur
Rasulullah (s.a.s.):
"Sizleri zandan sakındırırım! Çünkü zanla
söylenen sözler, yalanı daha çok olanıdır. Birbirinizin noksanlığını görmeye ve
işitmeye çalışmayınız, hususî ve mahrem hayatınızı da araştırmayınız.
Birbirinize hased etmeyiniz. Birbirinize buğz ve düşmanlık da etmeyiniz!
Ey Allah'ın kullan, birbirinizle kardeşler
olunuz!" [4]
Mü'min müslüman bir şahsiyet, her zaman mü'min
kardeşleri için hayırlı, faydalı ve iyi olan şeyleri düşünüp, hüsn-ü zan
eder... Sû-i zanda bulunmaz... Eğer kardeşi hakkında olumsuz bir şey duymuş
veya görmüş ise, usûlü gereği, mü'mine yakışan bir edeb ölçüşünce hakikatim öğrenmek
için ona müracaat eder... Doğrusunu, kendisinden öğrenir... Eğer ortada İslâm'a
ters, mü'minin şahsiyetine yakışmayacak bir durum var ise bunu, yine İslâm'ı
ölçülerde düzeltmeye çalışır... Bu konuda, kardeşi olan mü'min müslümana
yardımcı olmaya çalışır... Ondaki noksanlığı gidermeye gayret eder... Mü'min Müslümanlar
arasında hüs-ü zan esastır... Hüsn-ü zan ile hareket etmek, bir muvahhid mü'min
için aynı zamanda bir ibadettir...
Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Hüsn-ü zan, ibadetin güzelliğindendir." [5]
Mü'minlerin annelerinden Aişe (r.anha) annemize
yapılan iftiradan dolayı, mü'minlerin sert bir tepkiyle iftirayı reddetmeleri
ve hayırlı bir zan ile düşmelerinin gereğini beyanla şöyle buyurur Allah
Teâlâ:
"Onu (o iftirayı) işittiğiniz zaman, erkek
mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zan-da
bulunup: 'Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür' demeleri gerekmez miydi?"
[6]
Mü'min bir erkek ve mü'min bir kadının, diğer bir
mü'min kardeşleri hakkındaki hüsn-ü zan beslemelerine en güzel örneklerden
birisi, Ebu Eyyub el-Ensarî diye şöhret bulmuş Halid b. Zeyd (r.a.) ile hanımı
Ümmü Eyyub (r.anha) arasında geçen ibretli olaydır. En hayırlı nesil olan
Ashab-ı Kirâm'dan olan bu iki şahsiyet, mü'minlerin annesi Aişe (r.anha)'ya
yapılan iftirayı duyar duymaz hemen reddetmiş ve O'nun hakkında hüsn-ü zanda
bulunup, en hayırlı bir anışla anmışlardır...
İbn İshak (rh.a.) naklediyor:
Ebu Eyyub Halid b. Zeyd'in hanımı Ümmü Eyyub, O'na
şöyle dedi:
Ey Ebu Eyyub, milletin, Aişe hakkında söylediği şeyi
işittin mi?
Ebu Eyyub dedi ki:
Evet, işittim. Bu, yalandır! Ey Ümmü Eyyub, sen bunu
yapar miydin?
Ümmü Eyyub:
Hayır, vallahi! diye cevab verdi. Ebu Eyyub:
Vallahi, Aişe senden daha hayırlıdır, dedi. [7]
Muvahhid bir mü'minin şahsiyeti, ırzı, namusu ve
şerefi için diğer muvahhid mü'minlerin, Ebu Eyyub
Halid b. Zeyd el-Ensarî (r.a.) ve hanımı Ümmü Eyyub (r.anha) gibi davranmalı,
şübheye kapılmadan net tavırlı olmalıdırlar.. Mü'min müslümanlarm hürmeti, çok
önemlidir ve ö-nun izzetli şahsiyeti çok kıymetlidir...
Abdullah b. Amr (r.a.) anlatıyor:
Ben, Rasulullah (s.a.s.)'in Kabe'yi tavaf ettiğini (tavaf
esnasında) şöyle söylediğini gördüm:
"(Ey Kabe,) sen, ne güzelsin ve senin kokun ne güzeldir.
Senin azametine ve senin kutsallığının azametine hayranım.
Muhammed'in canı (kudret) elinde olan (Allah)a yemin
ederim ki, mü'minin hürmeti, Alİah katında senin hürriyetinden şübhesiz daha
azametlidir. Mü'minin malının, kartının ve onun hakkında iyi zan beslemek
kutsallığı tse-ninkinden üstündür)." [8]
Nâfi (rh.a.) şöyle demiştir:
İbn Ömer (r.ahnuma), bir gün Beytullah'a veya Kabe'ye
bakarak şöyle dedi:
Sen, ne büyüksün ve senin kudsiyetin ne büyüktür!
Mü'min ise, Allah katında kudsiyet bakımından senden daha büyüktür.[9]
Emirül-mü'minin İmam Ömer İbnül-Hattab (r.a.) şöyle
demiştir:
Müslüman kardeşinin ağzından çıkan bir kelime hakkında
sadece hayır düşün! Sen, onun için mutlaka bir hayır tarafı bulabilirsin! [10]
Abd. b. Hümeyd (rh.a.) anlatıyor: Süfyan'ın
adamlarından birinden şöyle dediğini işittim:
Süfyan dedi ki:
Zan iki kısımdır: Günah olan zan ve günah olmayan
zan!
Günah olan zan şudur ki, insan bir zanda bulunur ve
onu söyler! Günah olmayan zan ise, insan zan yapar ve (fakat) onu söylemez!.. [11]
Mü'min müslümanlarm apaçık düşmanı olan şeytan, sû-i
zan ile onların arasım bozmak ve onları birbirine düşürmek için bütün
tuzaklarıyla ve bütün ordusuyla gece-gündüz durmadan çalışmaktadır!.. Mü'min
kardeşi için sû-i zana kapılan bir muvahhid şahsiyet, bundan hemen tevbe etmeli
ve bunun bir şeytanî vesvese olduğunun farkına varmalıdır!... Mü'min kardeşine
karşı hüsn-ü zan beslemeli, hoşgörülü olup affetmeyi başarmalıdır... Böylece
bütün mü'min müslümanlarm aralan iyi olur, barış ve huzur içinde ümmet birliği
gündeme gelir... Bu konuya çok dikkat etmek gerek!..
Cabir (r.a)'ın rivayetiyle Rasululullah (s.a.s.) şöyle
buyurur:
"Şeytan, Arab yarımadasında namaz kılanların kendisine
ibadet etmesinden ümidini kesmiştir. Lâkin aralarında aldatma (birbirine
düşürme) hususunda (çalışmaktadır)." [12]
2) Tecessüs: Allah Teâlâ: "Tecessüs etmeyin"
diye buyurmuştur. Tecessüs, birbirlerinin gizli kusurlarını araştırmak
demektir... Bu ayetteki emir ile tecessüs yasaklanmıştır. Tecessüs, kişinin
gizli kalmış kötülükleri, ayıpları, kusur ve günahlarını araştırmak için
kullanılan bir kelimedir. Casus kelimesi de aynı kökten türetilmiştir...
İbn Ebu Hatim (rh.a.)'ın rivayetine göre İmam Evzâî
(rh.a.):
"Tecessüsün, herhangi bir şeyi araştırmak
anlamına, tahassüsün de, bir kavmin konuşmalarını, onlar istemediği hâlde
dinlemek veya kapılarını dinlemek anlamına, sırt dönmenin, birbirinden ayrılma
ve birbirini terk etme anlamına geldiğini" söyler. [13]
Mü'min mü s lü manlar, birbirlerinin gizli kalmış kusurlarını
ve günahlarını araştırmak, onları ortaya
çıkarıp yaymak konusunda Rabbleri Allah tarafından gelen bir emirle
durdurulmuşlardır... Böyle bir hareket, çok çirkin olup hiç bir mü'minin
şahsiyetine yakışmaz!... Böyle davranmak, Allah Teâlâ'nın emrine karşı isyan
etmek olup bir mü'min müslümanı günahkâr yapar... Dolayısıyla Allah'a karşı baş
kaldırıp suç işlemiş olur... Bunun ortaya çıkmasıyla mü'min müslümanlar
arasında korkunç fitne ve düşmanlıklar baş gösterir... Mümin müslümanlar
birbiriyle çarpışır, kavga ve savaş olur... Böyle bir fitne sonucu, birçok
masumun kanı dökülüp, bir çokları yaralanır, ölmeler ve öldürmeler gündeme
gelir... Ümmet korkunç yara alır, kargaşa ve bozulmalar olur... Bu olay
karşısında şeytan ve şeytanîler sevinir, bayram ederler...
Bunun için tecessüs, yasaklanmış ve haram kılınmıştır...
Kim ki, tecessüs ile uğraşırsa, bu yasağı çiğner, haram işler, günaha girer,
korkunç fitneni çıkmasına sebep olur... Ebu Berze el-Eslemî (r.a)'m
rivayetleriyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):
"Ey diliyle inanıp, iman kalbine inmeyenler
topluluğu, müslümanları gıybet etmeyiniz! Onların ayıplarını araştırmayınız!
Kim onların ayıplarını araştırırsa, Allah da, onların ayıpların araştırır.
Alİah, kimin ayıbını araştırırsa, onun evinin içinde dahi ayıbını açar, perişan
eder" [14]
İbn Abbas (r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Her kim bir cemiyetin duyulmasını istemedikleri
yahud bundan kaçındıkları bir haberini işitmeye kalkışırsa, onun iki kulağına
kıyamet gününde kurşun dökülür." [15]
Muaviye (r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Eğer sen, insanların ayıplarını araştırmaya
kalkışırsan, onları ifsad eder veya ifsad etmeye ramak kalırsın! [16]
Ukbe b. Amir (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Kim bir ayıp görür de onu örterse, (cahiliyye
devrinde) toprağa diri diri gömülen kızları diriltmiş gibi olur. [17]
Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Her kim bir müslümanı (dünyadaki ayıbından) örterse,
Allah da onu kıyamet gününde örter." [18]
Mümin müslüman kardeşinde gördüğü ayıbı örtmede gece
gibi olması gerekli olan muvahhid müminler için, Emi-rül-mü'minin İmam Ömer
İbnü'l-Hattab (r.a)'ın İmameti sırasında yaşanan iki olayı nakletmekte fayda
umarız!... "
1) Sevr el-Kindî'den:
Ömer, şehrin asayişini kontrol için geceleyin Medine'de
dolaşırken bir evde bir adamın şarkı söylediğini işiterek, evin duvarından
adama bakmaya başladı ve:
Ey Allah'ın düşmanı, sen günah işlerken Allah'ın,
seni koruyup durumunu kimseye bildirmeyeceğini mi sanıyordun? dedi.
Adam:
Sen de ya Emirül-mü'minin dur, çok acele etme! Eğer
ben, Allah'ın bir emrine muhalefet etmiş isem sen, O'nun üç emrine muhalefet
etmiş bulunuyorsun!...
Cenab-ı Allah:
"Kimsenin gizli hâllerini araştırmayın." [19]buyurduğu
hâlde, hâlimi araştırdın.
Cenab-ı Allah:
"Evlere, kapılardan gelin."[20]buyurduğu
hâlde sen, benim evime duvardan geldin.
Cenab-ı Alİah:
"Kendi evlerinizden başka evlere, sahihlerinden
izin almaksızın ve onlara selâm vermeden girmeyin.[21]
buyurduğu hâlde sen, benden izin almadan evime girdin, dedi.
Ömer:
Ben seni bağışlarsam, sende beni bağışlar mısın? dedi.
Adam:
Evet, deyince,
(Ömer'i) geri dönüp adamı kendi hâline bıraktı. [22]
2) Süddî'den:
Bir gece Ömer b. Hattab (r.a), beraberinde Abdullah b.
Mesud (r.a) olduğu hâlde dolaşırken, uzaktan bir ışık gördü ve ışığın göründüğü
semte doğru ilerleyip nihayet kapıda durdu.
Ömer, içeriye baktığında bir yaşlının önünde şarab
bulunduğunu ve bir şarkıcı cariyenin de ona şarkı söylediğini görerek,
yaşlının haberi olmadan, birdenbire içeriye baskın yaptı ve:
Ben bu gece, artık ölümü bekleyen yaşlı bir adamın
yaptığı işten daha çirkin bir iş görmedim, dedi.
İhtiyar da, başını kaldırarak:
Ya Emirül-mü'minin, yanılıyorsun! Senin yaptığın,
benim yaptığımdan çok daha çirkindir. Zira Cenab-ı Hak, başkasının gizli
hâllerini araştırmaktan nehyetmişken sen, benim gizli hâlimi araştırdın ve
benden izin istemeden benim evime girdin, dedi.
Ömer de, ona:
Vallahi, doğru söyledin, diyerek, elbisesini ağzına
aldı ve ağlamaya başlayıp:
Eğer Rabbi onu bağışlamazsa, Ömer'in annesi Ömer'i
yetİrsin!
Bu adam yaptığını, kendi çocuklarından bile gizli tutuyordu.
Şimdi ise:
Ömer, beni gördü, diye işi daha azıtacaktır.
İhtiyar da, bu olaydan sonra bir süre Ömer'in yanına
gidip gelmedi. Bir gün Ömer, arkadaşları ile birlikte otururken ihtiyarın
kendini gizleyerek gelip cemaatın arkasında oturduğunu gördü ve cemaata:
Şu ihtiyara söyleyin, beri gelsin, dedi. Cemaat da
ihtiyara:
Emirü'l-mü'minin, seni yanına çağırıyor, dediler.
İhtiyar, Ömer'in onu azarlayacağını sanarak ayağa kalktı ve Ömer'e doğru yavaş
yavaş ilerledi. Ömer ise:
Yanaş, yanaş, diyerek onu yanına oturttu ve kulağına
eğilerek:
Muhammed'i hak peygamber olarak gönderen
Allah'a yemin ederim ki, o gün senden gördüğüm şeyi
hiç kimseye söylemiş değilim. Abdullah b. Mesud'da söylememiştir. Çünkü o gün,
O da benimle beraberdi, dedi. İhtiyar da, ağzını Ömer'in kulağına
yaklaştırarak:
Ben de, Muhammed'i hak Peygamber olarak gönderen
Allah'a yemin ederim ki, o günden sonra o işi bir daha yapmış değilim, dedi.
Bunun üzerine Ömer, yüksek sesle:
Allahu Ekber, dedi.
Halk ise, Ömer'in niçin tekbir getirdiğini bilmiyordu.
[23]
Mü'min müslümanlar, birbirlerinin hatalarını düzeltmek
konusunda birbirlerine kusursuz ayna gibi olmahdırlar:.. Birbirlerinin noksanlıklarını
gideren ve ayıbını örtücü bir tavır sergilemelidirler... Birbirlerinin dedi kodusunu
yapan, birinden diğerine laf taşıyıp aralarını bozucu olan bir karakterde
olamazlar... Onlar, mü'min kardeşlerinin yüzüne karşı ne iseler, gıyabında da
odurlar... Onlar, ara bozucu değil, aksine küs iki mü'minin arasını yapıcıdırlar...
Hele hele mü'min müslümanların aleyhine asla söz taşımaz, hatta şakadan bile
olsa böyle bir yanlışın içine düşmemeye gayret ederler...
İnsanları birbirine düşürücü laf taşıyan iki yüzlü ve
iki dilli tipler, iman konusunda ya çok zayıf fasık kişiler, ya da kalbinde
olmayan imanı dilleriyle söyleyen münafık insanlar...
Muvahhid müminler, böyle şahsiyetsiz bir durumdan
Allah'a sığınır ve böyle bir hâle düşmemek için, bütün imkânını kullanır...
Çünkü bu tipler, insanların en şerrlileri-dirler... Onların, hiç kimseye
faydası dokunmadığı bir yana, içinde bulundukları topluma çok zararları
dokunur ve toplumu ifsad ederler...
Ebu Hüreyre (r.a)'dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurur: "İnsanların en şerrlisi, iki yüzlü olan şu (münafık) kimselerdir
ki, (iki sınıf halk arasında) onlara bir yüzle gelirler, bunlara da başka bir
yüzle gelirler." [24]
Ammar (r.a)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Kimin dünyada iki yüzü (dili) olursa, kıyamet gününde
de onun ateşten iki dili olur.[25]
Rabbimiz Allah nemmâm, yani kovucu (koğucu), ara
bozanlar için şöyle buyurur:
"Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip
götüren." [26]
Mü'min müslümanlarm arasını bozup, birbirine düşürmek
için aleyhte söz taşıyıcı olanlar, en korkunç suçlardan birini
işlemektedirler... Bir çok ölmeye ve öldürmeye vesile olan kovuculuk fitnesini
gerçekleştiren bu tiplerin, mü'min müslümanlarm arasında yeri yoktur... Mü'min,
hiç bir zaman nemime, yani kovuculuk suçunu işlemeye çalışmaz. Bundan, her
zaman ve her mekânda kaçınır ve diğer insanları uyarmaya gayret eder... Çünkü
nemime, insanı ve toplumu helak eden çok korkunç bir fitnedir!..
İmam Gazali (rh.a.) nemime, yani kovuculuk fitnesini
şöyle açıklar:
"Nemime demek, umumiyetle birinin aleyhinde konuşulan
sözü ona ulaştırmak demektir. Meselâ:
Falan, senin hakkında şöyle böyle dedi, gibi.
Bununla beraber nemime, yalnız buna mahsus değildir.
Mutlak surette hoşa gitmeyen bir şeyi açıklamayada nemime denir. Bu izah, ister
söyleyenin, ister söylenen kimsenin ve ister daha başka birisinin hoşuna
gitmeyen bir şey olsun, hepsi birdir. Aynı zamanda bu ifşa, söz, yazı ve
işaretten hangisi ile olursa olsun fark etmez. Bunun gibi açıklanan şeyin iş
veya söz olması ve adamda bir kusur olup olmaması birdir.
Nemîmenin hakikati, açıklanması hoş görülmeyen bir
şeyi açıklamaktır. İnsana yakışan, insanların hâllerinden hoşa gitmeyecek bir
şeyi gördüğü zaman, ona susma-sıdır. Ancak bir müslümana faydası dokunacak veya
bir kötülüğü Önleyecekse, onu açıklayabilir.
Meselâ: Birinin, bir adamın hakkını yediğini gördüğü
zaman, ona şehadet edersin. Çünkü burada bir hak vardır. Fakat bir adamı,
kendi malını gizlerken gördüğün zaman, onu demezsin. Zira onu söylemende
ortaya bir ayıp ve noksanlık çıkarsa, işte bu, nemime ve sırrı ifşa olur. Böyle
yapmakla gıybet ve nemîmeyi de bir araya toplamış olursun." [27]
Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s ), ümmetinin içinde
tohumları ekilmesin ve zararlı olan fidanı büyümesin diye, nemime, yani
kovuculuğa karşı mü'min müslü-manları uyarıp, ona kapılmamayı emretmiştir...
Abdullah ibn Mes'ud (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyuruyor
Rasulullah (s.a.s.):
"Dikkat edin! Size, adh'ın ne olduğunu söyleyim
mi? O, insanlar arasında alıp yürüyen kovuculuktur.
Şübhesiz ki kişi, doğru söylemekte devam ederek nihayet
doğrucu yazılır ve yalan söylemekte devam ederek nihayet yalancı yazılır.[28]
Esma bint Yezid (r.anha)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Size, en kötülerinizi haber vereyim mi?"
(Ashab):
Evet, dediler.
Rasulullah (s.a.s.):
"Kovuculukla dolaşanlar, dostların arasını
bozanlar, birbirinden ayrı kalmakla fesadı isteyenler. [29]
Abdullah ibn Abbas (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Medine'nin hurma bahçelerinin
birinden çıktı da kabirlerinde azab olunan iki insanın sesini işitti ve:
"Bunlar, azab olunuyorlar. Bunların azab
olunmaları, üzerlerine (büyük ve meşakkatli olacak) bir şey için de değildir.
Şu muhakkak ki, onların günahları (Allah katında) elbette büyüktür:
Biri, hacetini yerine getirirken idrardan sakınmaz
ya-hud insanların gözlerinden avretini perdelemezdi. Diğeri de, insanlar
arasında söz taşıyıp kovuculuk yapardı," buyurdu.
Ondan sonra yaprakları soyulmuş taze bir hurma dalı
istedi. Dalı, iki parça yaptı, yahud ikiye böldü. Şunun kabrine bir parça,
bunun kabrine bir parça koydu ve:
"Bu çubuklar, kurumayıp yaş kaldıkları müddetçe,
bunlardan azabın hafifletilmesi umud edilir," buyurdu.[30]
Hemmam b. el-Haris (rh.a.) anlatıyor:
Biz, Huzeyfe ile birlikte mescidde oturuyorduk. Derken
bir adam, gelerek yanımıza oturdu.
Huzeyfe'ye:
Bu adam, sultana birşeyler (laf) götürüyor, dediler.
Bunun üzerine Huzeyfe, ona işittirmek isteyerek:
Ben, Rasulullah (s.a.s.)'i:
"Kovucu, cennete giremez!" buyururken
işittim, dedi. [31]
Abdullah ibn Mes'ud (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Ashabımdan hiçbir kimse, Ashabımdan hiçbir kimseden
bana (sevmeyeceğim) bir sözü duyurmasın! Ben, sizin yanınıza gönlüm kinden
temiz olarak çıkmayı severim.[32]
Emirü'l-mü'minin İmam Ali b. Ebi Talib (r.a.) şöyle
demiştir:
Çirkin laf edenle onu yayan, günah işlemekte
eşittirler.[33]
Emirü'l-mü'minin İmam Ömer b. Abdülaziz (rh.a.)'m
Hilafeti zamanında biri, kendisine gelerek:
Falanca, senin için şöyle şöyle diyor, dedi. İmam Ömer
(b. Abdülaziz) de:
İstersen, bu işi araştıralım. Şayet yalancı çıkarsan:
"Bir fasık, size bir haber getirdiği zaman.[34]
hükmüne girersin. Şayet duyduğun doğru ise:
"Dili ile iğneleyen, kovuculuk eden.[35]
hükmüne girersin ki, her iki şekilde de mes'ûlsün. İstersen, üçüncü şıkkı
tercih edelim: Seni, affedelim de bu iş böyle kalsın! dedi.
Adam:
Af diliyorum! Bir daha böyle bir işe girmem, dedi.
Lokman (a.s.), oğluna nasihat ederken şunları
söylemistir:
Oğlum, ben sana, bir takım hasletler tavsiye edeceğim.
Sen, bunları yerine getirirsen, mensub olduğun cemaatın reisi olursun:
Yakın-uzak kim olursa olsun, herkese tatlı davran,
iyiden de, kötüden de cehaletini gizle. Dostlarım koru, yakınlarını ziyaret et.
Gammazlığına (kovuculuğa) kıymet vermeyeceğine, arayı bozacak azgınların sözünü
dinlemeyeceğine dair onları te'min et! Öyle arkadaş seç ki, ayrıldığınız
zaman, ne sen onları, ne de onlar seni dillerine dola-sınlar!
Hakimin birini, dostlarından biri ziyarete gelir. Ziyareti
esnasında diğer kardeşliklerinden birinin kendi aleyhindeki sözlerini anlatır.
Hakim, ona der ki:
Bu ziyaretin çok kötü oldu. Çünkü ziyaretinde üç
cinayet işledin:
Birincisi: Kardeşliğimle aramı açtın. İkincisi:
Kalbimin huzurunu kaçırdın. Üçüncüsü de: Sana olan itimadımı kaybettin. Mus'ab
b. Zübeyr (rh.a.) şöyle diyor:
Biz, nemmâmm sözlerini kabul etmeyi nemmâm-cılıktan
daha kötü biliriz. Çünkü nemmâmlık (kovuculuk), bir delâlet ve yol
göstermektir. Onu kabul ise, buna müsaadedir. Bir şeye delâlet edip haber
veren, onu kabul edip de, ona müsaade eden gibi olmaz. Siz, nemmâmdan sakınınız!
Zira o, sözünde doğru olsa da, sırrı muhafaza etmediği, gizli işleri açığa
çıkardığı için doğruluğu da, alçakça bir harekettir.
İmam Hasan el-Basrî (rh.a.) şöyle demiş:
Senin lehine söz gezdiren adam, hadd-i zâtında
aleyhinedir.
İmam Hasan el-Basrî (r.a.)'ın sözünü açıklayan îmam
Gazalî (rh.a.) şöyle demiştir:
"Her ne şekilde olursa olsun nemmâma ehemmiyet
vermemek, ona bağlanmamak ve ona inanmamak lâzımdır. Çünkü bu gibi adamlar bir
vakit, gıybet, hıyanet, hased, nifak, hile ve insanlar arasında bozgunculuk
peyda etmekten kurtulamaz. Aslında bu adam, Allah'ın yasak ettiği, yeryüzünde
fesad için seyahatten kurtulamaz. Bu gün lehinde ise, yarın
aleyhindedir." [36]
3) Gıybet: "Bir insanın kötü hâllerini, onun
gıyabında anmaktır. (Bir kimseyi arkasından çekiştirmek, yermek, kınamaktır.)
Eğer bu kötülükler onda yoksa, iftiradır. Eğer bunları, onun yüzüne karşı
söylemişse bu sövmektir. [37]Rabbimiz Allah şöyle
buyurur:
"Arkadan çekiştirip duran, kaş-göz hareketleriyle
alay eden her kişinin vay hâline." [38]
Yazıklar olsun! Mü'min müslümanlarm gıybetini e-den,
gerek arkadan çekiştirip duran, gerekse kaş-göz hareketleriyle ve çeşitli
mimiklerle alay edip duran kişilere yazıklar olsun! Bu halleriyle, mü'min
müslümanları rahatsız eden, onların huzurlarını bozan ve şerefli şahsiyetlerini
rencide etmeye çalışanlara yazıklar olsun!...
Muvahhid mü'minlerin gıybetini yapmak bütün mü'min
müslümanlara haram kılınmıştır...
Rabbimiz Allah, gıybeti haram kıldığını şöyle beyan
buyuruyor:
"Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp arkasından çekiştirmesin.
Sizden biriniz, ölü kardeşinizin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrenip
tiksinidiz. Allah'dan korkup sakının. Hiç şübhesiz Allah, tevbeleri kabul edendir,
çok esirgeyendir."[39]
İmam İbn Kesir (rh.a.) şöyle der:
"Gıybet, icma, ile haramdır, yalnızca kritik
etme, düzeltme ve nasihat gibi fayda yönü ağır basan ifadeler müstesna."
[40]
İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.), bu ayetin tefsirinde
şunları kaydeder:
"Ayetteki, 'sizden herhangi biriniz, ölü
kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?' ifadesi, yasaklanan gıybetin, kâfirinin
ki değil, mü'minin gıybetinin yapılmasının olduğunun delilidir. Zira Cenab-ı
Hak, gıybeti, kardeşin etinin yenilmesine teşbih etmiş ve bundan önce de
'Mü'minler, ancak kardeştirler. (Hucurat, 49/10) buyurmuştur. Halbuki
kardeşlik, ancak mü'minler arasında söz konusudur. Ve kardeşin etini yemeye
teşbih edilen şeyden men' etmeden başka da hiçbir şey söz konusu değildir.
Bu teşbihin hikmeti nedir? Biz deriz ki:
Bu, insanın namus ve şerefinin tıpkı eti ve kanı gibi
olduğunun işareti olup, bu, 'açık kıyas' kabilindendir. Çünkü kişinin namus ve
şerefi, etinden de kıymetlidir. Binâenaleyh insan, insanın etini yemeyi hoş
görmediğini göre, o, insanların şeref ve namuslarını zedelemeyi haydi haydi
hoş görmez. Ayetteki 'kardeş eti' ifadesi bu hususu daha fazla men'eden bir
ifadedir. Çünkü düşmanın öfkesi, düşmanının etini (ağzında) çinmeye
sevkedebüir.[41]
Ebu Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurmuş
Ra-sulullah (s.a.s.):
"Gıybet nedir, bilir misiniz?"
Ashab:
Allah ve Rasulü bilir, demişler. (Rasulullah:)
"Kardeşini, hoşlanmadığı bir şeyle
anmandır!" buyurmuş.
Ya kardeşimde benim söylediğim bulunursa, ne
buyurursun? denilmiş, (Rasulullah:)
"Söylediğin onda varsa, onu gıybet ettin
demektir. Eğer onda yoksa, ona bühtan (büyük iftira) etmiş olursun!" buyurmuşlardır. [42]
Ümmü'1-mü'minin Aişe (r.anha) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.)'e:
Safiyye'nin şöyle şöyle sıfatları (kusur olarak) sana
yeter, dedim.
(Raviler: Aişe (r.anha), Safiyye'nin kısa boyluluğu-nu
kast etti, dediler.)
Rasulullah (s.a.s.):
"Ya Aişe, sen öyle bir kelime konuştun ki, eğer
deniz suyu ile karıştırılırsa, denizin suyuna galebe çalar, onu berbat
ederdi." buyurdu.
Aişe (r.anha) dedi ki:
Rasulullah (s.a.s.)'e bir kimsenin taklidini yaptım.
Rasulullah (s.a.s.):
"Ben, bir kimsenin taklidini sevmiyorum. İsterse
karşılığında şu kadar, şu kadar servet verilsin! buyurdu.[43]
Ümmetin müttakî ve muvahhid ulemâsından İmam Nevevî
(rh.a.), "el-Ezkâr" adlı meşhur eserinde gıybet hakkında şöyle diyor:
"Gıybete gelince: İnsanı, hoşlanmadığı hâlleri
ile anmandır. Hoşlanmadığı şey, ister vücûdunda, dininde, dünya işinde,
nefsinde, yapısında, ahlâkında, malında, çocuğunda, anne, babasında, eşinde,
hizmetçisinde, kölesinde, sarığında, elbisesinde, yürüyüşünde, hareketinde,
sevinmesinde, şakasında, asık suratında, tatlı yüzünde yahud bunlara benzer
hâllerinde bulunsun.
Bunları, sözünle, yazı ile hoşlanmadığı bir hâl olarak
ifade etmen, işaret kullanman, gözünle, elinle, başınla yahud benzeri bir
şeyle işaret etmen hep gıybet olur.
Bedende olanlar: (Hoşlanılmayan ve gıybet yerine geçen
sözler): Kör, topal, şaşı, kel, kısa, uzun, siyah ve sarı gibi söylenilen
sözler.
Dinde olanlar: Fasık, hırsız, hain, zalim, namaza
gevşek, necasetlerde müsamahakâr, babasına itaat etmez, zekatı yerinde
harcamaz, gıybetten kaçınmaz gibi.
Dünya işlerinde olanlar: Edebi az, insanlara gevşek
davranır, kimseye hak tanımaz, çok konuşur, çok yer yahud çok uyur, zamansız
uyur, layık olmadığı yere oturur gibi...
Baba ile ilgili (gıybet) sözler: Babası fasıktır,
Hind-lidir, katrancıdır, zencidir, tamircidir, bez satıcısıdır, köle dellâhdır,
marangozdur, demircidir, dokumacıdır gibi...
Ahlâkla ilgili olanlar: Ahlâkı kötü, kibirli, riyakâr,
aceleci, zorba, âciz, kalbi zayıf, kızgın, asık suratlı, azledilmiştir gibi
sözler söylemek..
Elbise ile ilgili sözler: Elbisenin yeni, geniştir,
eteği uzundur, elbisesi kirlidir ve benzeri sözler söylemek...
Geri kalanlar, bu anlattıklarımıza kıyas edilir. Bunun
kaidesi: Adamı, hoşlanmıdığı bir hâl ile anmaktır.[44]
Muvahhid mü'minler, gıyablarında konuştuklarını mü'min
kardeşlerin haklarına çok dikkat etmeli ve gıybet olacak söz ile hareketlerden
hassasiyetle kaçınmalıdırlar!.. Rasulullah (s.a.s.)'in şu hadisleri, bu konuda
bizleri uyarmakta ve çok dikkatli olmamızı beyan etmektedir...
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Eslemli (zina eden Maiz, r.a.) recmolundu.
Rasulullah (s.a.s.)'in Ashabından iki zâttan birisi,
diğerine:
Bak şu adama! Allah, kusurunu gizlemişken, nefsi onu
bırakmadı. Köpeğin taşlandığı gibi recmolundu, diyordu.
Rasulullah (s.a.s.), onu işitti, amma onlara bir şey
söylemeyip sükût etti. Sonra bir saat kadar yürüdü. Şişmiş, kokmuş olduğundan
ayağı yukarı kalkmış bir eşek ölüsüne rastladı.
Bunun üzere şöyle buyurdu:
"Falan ve falan nerede?"
O ikisi birden:
Onlar bizleriz ya Rasulullah, dediler. Rasulullah
(s.a.s.), onlara:
"İniniz, şu Ölü eşeğin etinden yiyiniz!"
buyurdu. Her ikisi de:
Ya Rasulullah, bunları kim yer? dediler. Rasulullah
(s.a.s.):
"Sizin, biraz Önce mü'min kardeşinizin haysiyetinden
nail olduğunuz şey, bu eşeğin etini yemekten daha şiddetlidir.
Nefsim kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, şimdi
o Eslemli, cennet nehirleri içerisinde dalıp dalıp üstüne çıkmaktadır." [45]
Cabir b. Abdullah (r.anhuma) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.) ile beraberdik. Pis koku saçan
rüzgar yükseldi. Bunun üzerine Rasululllah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Bu nedir, biliyor musunuz? Bu, mü'minleri gıybet
edenlerin, rüzgarıdır (kokusudur)." [46]
Cabir b. Abdullah (r.anhuma)'dan.
Rasulullah (s.a.s.)'in zamanında pis kokulu bir rüzgar
esti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Münafıklardan bir kısım insanlar, mü si
umanlardan bir kısım insanları gıybet ettiler de, bu rüzgar onun için
gönderildi." [47]
Enes b. Malik (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Mi'rac'a çıkarıldığım vakit, bakırdan tırnaklan
bulunan, onlarla yüzlerini ve göğüslerini yırtan bir kavme uğradım.
Bunlar, kimlerdir ey Cebril? diye sordum. Cibril:
Bunlar, (gıybet ederek) insanların etini yiyen ve
onların hatalarına kapılıp konuşup, duranlardır, dedi.[48]
Katıksız iman sahibi mü'min müslümanlar, diğer niü'min
kardeşlerine yardımcı olmak ve onları koruyup kollamak ile vazifelidirler...
Gerek yanlarında, gerekse gi-yablarında bu vazifelerini ihmal etmezler...
Onların hayatlarında bu vazifeyi sürdürdükleri gibi, ölümlerinden sonra da
onların izzetlerini korumak, için gayret ederler... Bir mü'minin gıyabında
konuşup onun izzet ve şerefine dil uzatanlara karşı en sert bir tavır ile
onlann bu saldırılarını engellemek, mü'minlerin kardeşleri üzerindeki haklarındandır...
Muaz b. Esed el-Cühenî (r.a.)'dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Kim bir mü'mini, bir münafığın şerrinden
korursa, Alİah, ona bir melek gönderir. Kıyamet gününde onun etini cehennem
ateşinden korur.
Kim bir müslümanı kötülemek isteyerek ona söz atarsa,
söylediği sözü isbat edip içinden çıkana kadar Allah onu, cehennem köprüsü
üzerinde habseder.[49]
Cabir b. Abdillah (r.a.) ve Talha b. Sehl (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Kim, hürmeti düşücek, şerefinden noksanlık, olacak
bir yerde müslümana yardımcı olmaz, onu yalnız bırakırsa, Allah da, yardımını
istediği yerde onu yalnız bırakır. Kim, şerefinden kaybedeceği, saygının
azalacağı bir yerde müslümana yardımcı olursa, yardımını istediği yerde Allah,
ona yardımcı olur.[50]
Ebu'd-Derda (r.a.)'dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
"Her kim (din) kardeşinin ırzından (zem ve
gıybeti) savarsa, Allah da kıyamet gününde cehennem ateşini onun yüzünden
savar." [51]
Esma bint Yezid (r.anha)'dan:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Kardeşini gıyabında savunan kişiyi Allah, cehennemden
azad eder." [52]
Itban ibn Malik (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), namaza durup tekbir aldı. Biz de
durup saf olduk. İki rek'at kıldırdıktan sonra selâm verdi.
Rasullullah (s.a.s.)'i kendisi için yaptığımız bir
hazi-re yemeği üzerine alıkoyduk. Yurdun ahalisinden bir çok kimseler
(Rasulullah'in gelmesini haber alarak) eve gelip doldular.
İçlerinden biri:
Malik ibnu'd-Duhşun nerede? dedi.
Oradakilerden biri:
Malik ibnu'd-Duhşun, Allah ve Resulü'nü sevmeyen bir
münafıktır, dedi.
Rasulullah (s.a.s.), ona:
"Öyle deme! Görmüyor musun o, La ilahe illallah
demiştir ve sözü ile Allah'ın rızasını istemektedir." buyurdu.
O sözü söyleyen de:
Allah ve Rasulü en iyi bilendir, dedi.[53] Ka'b
b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Tebuk'e varana kadar beni hiç
anmamış. Tebuk'te Sahabîleri içinde otururken beni hatırlayarak:
"Ka'b ne yaptı?" diye sormuş.
Selimoğullarından birisi:
Ya Rasululllah, Ka'b'ı, kıymetli iki bürdesi ve kibirli
iki tarafına bakması Medine'de habsetti! diye cevab vermiş.
Bunun üzerine Muaz b. Cebel, bunu söyleyen o kimseye:
Ne fena söyledin! diye karşılamış ve Rasulullah'a da:
Vallahi ya Rasulullah biz, Ka'b b. Malik hakkında
hayırdan başka birşey bilmeyiz! demiş.
Bunun üzerine Rasulullah sükût etmiş. [54]
Cabir b. Abdullah (r.anhuma) şöyle söyler:
Müslüman kardeşini gıyabında savunan kişiyi, Allah da,
dünyada ve ahirette savunur.[55]
Ümmül-mü'minin Aişe (r.anha)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Dostunuz öldüğü vakit onu çekiştirmekten vazgeçin,
hakkında dedi-kodu yapmayın!" [56]
Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Ölülerinizin iyiliklerini anınız (hayırla yâd
ediniz). Kötülüklerini (anmaktan) vazgeçiniz!" [57]
Mü'min kardeşini gıyabında ve ölümünden sonra savunan
mü'min müslüman şahsiyet, bu konuda Rabbimiz Allah Teâlâ'nın rızasına
kavuşur... Her kim, bu kulluk vazifesine ihanet eder, herhangi bir menfaat
karşılığında mü'minlerin gıybetini eder, onları kötüler ve İslâm düşmanlarını
sevindirerek onlardan yana olursa, mü'min kullarının velisi, yani dostu ve
yardımcısı olan Allah Teâlâ, onlara azab eder... Dünyada rezil, ahirette zeîîl
eder...
Müstevrid (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Kim bir müslümam kötülemesi karşılığında bir lokma
yerse Allah, onun bir mislini de ateşten yedirecektir. Kime bir müslümam
çekiştirmesi karşılığında elbise giydirilirse, Allah, onun bir mislini de
ateşten giydirecektir. Kim bir kimseyi, (fazla överek) gösteriş ve işittiriş
makamına dikerse, Allah da o kimseyi kıyamet gününde, işittirme ve gösteriş
makamına çıkaracaktır (azab edecektir)." [58]
Ümmetin muvahhid ve müttakî ulemâsından İmam Nevevî
(rh.a.), meşhur "Riyâzü's-Sâlihin" adlı kıymetli hadis kitabında,
"Mubah Olan Gıybet" başlığını taşıyan bölümünde gıybeti caiz kılan
altı sebebi şu şekilde beyan eder:
"Bilesin ki gıybet ancak, kendisine başka yolla
ulaşmak mümkün olmayan sahih, şer'i bir sebeble mubah olur. Gıybeti mubah
kılan sebebler altıdır:
1) Tezallüm: Zulme uğramış bir kimsenin, hükümdar veya
hâkim gibi zalime karşı kendisine yardımcı olabilecek yetki ve kudrete sahib
birine gelip:
Falan bana, şöyle şöyle haksızlık etti, demesi caizdir.
2) Bir kötülüğün önlenmesi veya bir âsînin yola
getirilmesi için yardım istemek: Kişinin, güçlü olduğunu sandığı bir kimseye
gidip sırf bir kötülüğü ortadan kaldırmak niyetiyle:
Falanca, şu kötü işleri yapıyor. Onu, bundan alıkoy,
demesi caizdir. Böyle bir niyet taşımazsa, bu yaptığı haramdır.
3) Fetva almak: Bir kişinin, müftî'ye gidip:
Babam, kardeşim, kocam veya falan adam bana zulmetti.
Bunları yapmaya haklan var mıdır? Bundan kurtulmamın, hakkımı almamm ve
haksızlığı önlememin yolu nedir? Gibi sözler söylemesi, ihtiyaçtan dolayı
caizdir. Ancak:
Şöyle şöyle yapan bir kimse veya bir eş hakkında ne
dersiniz? diye üstü kapalı olarak durum arzetmesi, ihtiyaca daha uygun ve
fazilete daha muvafık olur. Nitekim böyle bir üslubunda maksad hasıl olur.
Bununla beraber, İnşaallah aşağıda zikredeceğimiz Hind'in rivayet ettiği hadiste
olduğu gibi haksızlık eden şahsın açıkça söylenmesi de caizdir.
4) Müslümanları şerrden sakındırmak ve iyilikleri
istemek (nasihat): Bunun çok çeşitli uygulaması vardır:
a) Hadis ravilerinden ve şahidlerinden kusurlu olanları
cerhetmek. Bu, müslümanlarm icmâ ile caizdir. Hatta yerine göre vâcib bile
olur.
b) Bir kimse ile dünürlük, ortaklık, komşuluk, alışveriş
vs. yapılmak, emânet bırakmak istenildiği zaman ve benzeri durumlarda kendisine
danışılan kişinin bildiğini gizlememesi, aksine büyük bir hayırhaklıkla
bildiklerini olduğu gibi söylemesi gerekir.
c) Dini ve din ilimlerini öğrenmek isteyen birisinin,
bid'atçı veya günahkâr (fasık) bir hocadan ders aldığına şahid olup, zarar
göreceği endişesine kapılan kimsenin, o Öğrenciye öğüt verip hocasının hâlini
açıklaması gerekir. Bu da, yine sırf öğüt vermek maksadına yönelik olmasıdır. Bu
iş, tehlikeli ve yanılgıya açıktır. Çünkü uyarıda bulunan kişi, çekememezlik
duygusuna kapılmış olabilir. Şeytan, onu yanıltabilir. Bu noktada çok uyanık
ve dikkatli olmak gerek.
d) İster ehil
olmadığı için, ister günahkâr olduğu için, isterse başkaları tarafından
yanıltıldığı için, yahud daha başka sebebten dolayı üstlendiği görevi gerektiği
şekilde yapmayan bir yetkilinin durumunu, daha üst bir yetkiliye bildirmek
suretiyle o görevlinin dürüst hareket etmesini sağlamasını, veya onu görevden
uzaklaştırarak layık olan bir başka kişiyi görevlendirmesini sağlamaya
çalışmak, onu, buna teşvik etmek, caiz ve gereklidir.
5) Fışkı ve bid'atçılığı aşikar olan kimsenin, Me-salâ,
açıkta şarab içmek, insanların malına el koymak, haksız öşür almak, haraç
kesmek, zorla baş olmaya, başa geçmeye çalışmak, kötü ve gayr-i meşru işlere
yönelmek gibi tavırlar gösteren kimsenin hakkında konuşmak caizdir. Çünkü
kendisi kötülüğünü açığa vurmuştur. Ancak o-nun açığa vurduklarının dışındaki
başka ayıplarının anılması -onların da söylenmesini gerektiren daha başka
sebeb veya sebebler yoksa- haramdır.
6. Tarif etmek: Bir insan şaşı, topal, sağır, kör ve
buna benzer başka lakaplarla biliniyorsa, onu, sırf tarif edebilmek için bu
lakapları kullanmak câîzdir. Ancak bu lakapların, kişinin değerini düşürme
amacıyla takılması haramdır. Böyle lakaplarla bilinen kişilerin, bu lakaplar
söylenmeden tarif ve tanıtımı mümkün olduğu sürece bunları kullanmamak daha
doğrudur.
Gıybetin caiz olduğu yerler konusunda bu altı sebebi
âlimler ortaya koymuşlardır. Bunların çoğunda da ulemânın görüş birliği
(icmâı) vardır. Bu hususta deliller, sahih ve meşhur hadislerdir.[59]
Bu konudaki deliller, şu şekilde beyan olunmuştur;
Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:
"Allah, zulme uğrayanlar dışında kötü sözün
açıkça söylenmesini sevmez. Allah, işitendir, bilendir.
Bir hayrı açıklar ya da gizli tutarsanız veya bir kötülüğü
bağışlarsanız, şübhesiz Allah, affedicidir, güç yetiricidir.[60]
Mü'minlerin annesi Aişe (r.anha) anlatıyor:
Bir kimse Rasulullah (s.a.s.)'in huzuruna gelmek
için izin istedi. .
. Rasulullah (s.a.s.):
"Ona izin veriniz. O, aşiretin ne kötü kardeşidir
-ya-hud- o, aşiretin ne kötü oğludur." buyurdu,
O kimse, Rasulullah (s.a.s.)'in yanına girince Rasulullah,
ona karşı yumuşak sözler söyledi.
Ben:
Ya Rasulullah, biraz önce sen, onun için söylediğin o
sözleri söyledin. Sonra da ona yumuşak kelâm ettin? diyerek bunun sebebini
sordum.
Rasulullah (s.a.s.):
"Ya Aişe, insanların en şerrlisi, çirkin
hareketlerinden korunması için insanların kendisini terk ettikleri -ya-hud,
karşılamak istemeyip yalnız bıraktıkları- kimsedir," buyurdu. [61]
Ümmü'l-mü'minin Aişe (r.anha)'dan: Rasulullah (s.a.s.)
şöyle buyurur: "Ben, falan falan kimseleri bizim dinimizden bir şey
bilirler zannetmiyorum." Ravîel-leys b. S'ad:
Onlar, münafıklardan iki adamdı, demiştir.[62] Ebu
Bekir b. Ebi'1-Cehm b. Suhayr el-Adevî anlatıyor:
Fatıme bint Kays konuşurken işittim:
Kocası, kendisini üç talakla boşamış da Rasulullah
(s.a.s.) ona, mesken ve nafaka vermemiş.
(Fatıme dedi ki:)
Rasululullah (s.a.s.) bana:
"Nikâh için helâl olduğun vakit bana
bildir!" buyurdular.
Ben de, kendilerine bildirdim.
Müteakiben Fatıme'yi, Muaviye ile Ebu Cehm ve Usame b.
Zeyd istemişler.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.):
"Muaviye, yoksul bir adamdır, hiç malı yoktur.
Ebu Cehm'e gelince, kadınları çok döven bir adamdır. Lâkin Usame b.
Zeyd!..." buyurdu.
Fatıme, eliyle şöyle işaret ederek:
Usame!.. Usame!.. dedi.
Rasulullah (s.a.s.),ona:
"Allah ve Rasulüne itaat, senin için daha
hayırlıdır."
Fatıme:
Ben de, onunla evlendim ve gıbta ettim, dedi.[63] Zeyd
b. Erkam (r.a.) anlatıyor:
Ben, bir gazada bulundum. Orada (münafıkların başı)
Abdullah b. Ubeyy'den şunları derken işittim.
Ey topluluk, Rasulullah'ın yanındakilere nafaka
vermeyin tâ ki, etrafından dağılsınlar ve O'nun yanında Medine'ye bir dönersek,
herhalde izzet ve kuvveti çok olan (yani kendisi), en zelîl ve en zaif olanı
Medine'den muhakkak çıkaracaktır!
Ben, İbn Ubeyy'in bu sözlerini, amcama yahud Ömer'e
söyledim. O da bunu, Rasulullah'a söyledi. Bunun üzerine Rasulullah beni
çağırttı. Ben de, ibn Ubeyy'in sözlerini kendisinine naklettim. Bu defa
Rasulullah, Abdullah ibn Ubeyy ile adamlarına haber gönderdi. Bunlar, geldiler
ve:
Biz böyle bir şey söylemedik, diye yemin ettiler.
Rasulullah, beni yalanladı, onu doğruladı.
Bunun üzerine ben, öyle gamlandım ki, ömrüm içinde
bana asla bunun benzerini bir keder isabet etmemişti. Artık evde oturdum
(dışarı çıkmadım).
Amcam da bana: - Ey oğul, durmadın! En sonu
Rasulullah'ın seni yalanlamasını ve sana öfkelenmesini istedin! dedi (de beni,
daha kederlendiri verdi).
Son derece bunaldığım bu sırada, Allah Teâlâ:
"Münafıklar, sana geldikleri zaman.[64]
sûresini indirdi. Bu sûrenin gelmesi üzerine Rasulullah (s.a.s.), bana heber
gönderdi. Huzuruna vardığımda bu süreyi okudu ve:
"Ya Zeyd, şübhesiz Allah (nakletmiş olduğun
sözde) seni doğrulamıştır." buyurdu.[65]
Ümmül-mü'minin Aişe (r.anha) anlatıyor:
Hind bint Utbe geldi de:
Ya Rasulullah, (kocam) Ebu Süfyan, çok sıkı cimri bir
kimsedir. Ona aid olan maldan ailemize yedirmemde bana günah var mıdır? diye
sordu.
Rasulullah (s.a.s.):
"Örfe göre bir ailenin yiyebileceği mikdar ile
aile halkını yedirmende sana bir günah yoktur." buyurdu.[66]
"Ekseri ulemâya göre, sahih bir maksadla, yani
sırf kötülemek için değil de, nasihat ve hâlini beyan gibi bir maksadla fasıka,
yüzüne karşı olsun, arkasından olsun, 'ya fasık' yahud 'ya müfsid' demek
caizdir.[67]
Behz b. Hakim babası (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Açıktan günah işleyenleri ne zaman açıklayacaksınız?
Onların vasıflarını anlatın ki, insanlar onlardan sakınsınlar." [68]
Muaviye b. Hayde (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"İnsanlar kendisinden sakınsınlar diye, fasığın
(faci-rin) kötü hasletlerini herkese söyleyin.
[69]
Enes b. Malik (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Her kim (yüzünden) haya perdesini atarsa, ona yapılan
gıybeti hükmü) yoktur.
ZeydrVehb (r.a.) anlatıyor:
Mü'min kardeşinin gıybetini eden kişi, tevbenin
şartlarına riâyet ederek tevbe etmelidir... Bu konuda imamların ihtilâf
ettikleri ve iki görüşün ortaya çıktığı malumdur...
İmam İbn Kesir (rh.a.), tefsirinde bu konuyu şu şekilde
beyan eder:
"Âlimlerin hepsi şöyle diyorlar:
Gıybet yapanların tevbe için takib edeceği yol, gıybetten
tamamen ayrılarak terk etmek ve bir daha dönmemeye azmetmektir. Kişinin
geçmişte yaptıklarına pişman olması ve gıybetini yaptığı kimselerden helâllik
dilemesi şart mıdır, değil midir? Bu husus ihtilaflıdır.
Diğer bazıları da şöyle diyorlar:
Helâllik dilemesi şart değildir. Zira gıybet ettiğini
kendisine bildirdiği takdirde olur ki, onun yaptığını bilmemesi
durumundakinden çok daha fazla eziyyete dûçâr kalabilir. O hâlde onun takib
edeceği yol, daha önce kötülemîş olduğu meclislerde ondaki güzel huyları sayıp
onu övmek ve gücü yettiğince onun hakkında yapılacak gıybetleri önlemektir.
Bu ya-pacağı daha önce yaptıklarına bir kef-fâret olur."[70]
Bu konudaki diğer görüşü, İmam Gazali (rh.a.) şöyle
anlatıyor:
"Bilmiş ol ki, gıybet edene vacib olan, pişman
olup kendi hâline acımak suretiyle Allah katındaki mesuliyetten kurtulmaktır.
Ayrıca gıybet ettiği kimseden de helâllik almaktır ki, ona olan borcundan da
bu sayede kurtulmuş olsun. Gıybet ettiği kimseden helâllik alıp, af dilerken,
içinden üzülmeli, bu üzüntü ve nedametini gıybet ettiği kimseye de duyurmalıdır.
İçinden nadim olmadığı hâlde dışarıdan pişman görünüp helâllik almaya çalışan,
riyakârlık etmiş olur ki, bu defa yeni bir günah daha sırtına almış olur.
Hasan el-Basrî (rh.a.)'a göre, helâllik almaya lüzum
yok, yalnız tevbekâr olmak da kâfidir. Bu sözüne de, Enes b. Malik (r.a)'ın
Rasul-i Ekrem (s.a.s.)'den rivayet ettiği şu hadisi delil getirmiştir.
"Gıybet ettiğin adamın gıybetinin keffâreti, onun
için istiğfar etmendir." [71]
Mücahid (rh.a.) de:
Din kardeşinin etini yemenin, yani gıybetini yapmanın
keffâreti, onu övmen ve onun için hayır dua etmendir, demiştir.
Atâ b. Ebi Rebah (rh.a.)'a gıybetin tevbesini sordular.
Ata da:
Gıybetini yaptığın adamın yanma gider ona: "Senin
gıybetini yaptım, zulm ettim, hatta yalan söyledim, bu surette sana kötülükte
bulundum. Şimdi pişman oldum. Senden helâllik istiyorum. Sen, istersen hakkım
alırsın, istersen helâl edersin" der ve bu surette helâllik ister,
demiştir.
Sözün doğrusu da budur." [72]
Birbirlerini affetmek, birbiriyle helâlleşip ümmet
içinde barışı ve huzuru sağlamak ulvî bir harekettir... Kendisinden razı
olunan bir tavırdır... Muvahhid mü'minler, iman ve salih amel üzere sürdürüp,
bir mü'min müslüman olarak bitirmiş olacakları dünya hayatlarında, bu güzel hâl
ve hareketi gerçekleştirmelidirler. Yegâne önderimiz Rasu-lullah (s.a.s.)
ümmetine bu güzel tavrı emretmiştir...
Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Kimin yanında kardeşine aid haksız alınmış bir
hak varsa, o haksızlıktan dolayı hak sahibiyle helâlleşsin! Muhakkak olan şu ki,
kıyamette hiç bir dinar ve hiç bir gümüş yoktur. Kardeşinin hakkı için kendi
hasenelerinden alınmadan evvel, dünyada onunla helâlleşsin. Ahirette zalimin,
o hakkı karşılayacak haseneleri bulunmazsa, kardeşinin seyyielerinden alınır
da, o zalimin üzerine atılır.[73]
Ahmed b. Yahya b. Vezir diyor ki:
Mis ir-Kandil ler Çarşısı'nda İmam Şafiî ile gezerken
biri, âlimin biri hakkında lüzumsuz sözler sarfediyodu. Bunu gören Şafiî, bize
dönerek:
Bu gibi herze sözlerden dilinizi koruduğunuz gibi,
kulağınızı da koruyun! Çünkü dinleyici, söyleyicinin ortağıdır. Fena insanlar,
kendi içlerindeki kötü şeyleri sizin gönüllerinize aktarmak isterler. Fena
insanların sözlerini dinleyenler, günahkâr olduğu gibi, dinlemeyip reddedenler
saadete ererler, dedi. [74]
Allah Teâlâ, İslâm Milleti'nin mutlak müctehid imamlarından
olan İmam Muhammed b. İdris eş-Şafiî'den razı olsun ve rahmet eylesin... Onun
bu nasihatini duyanlar, duyduklarıyla amel ettikleri taktirde, ümmet içinde
sevgi ve saygı bağlan kuvvetlenir, barış ve huzur sağlanır!..
Abdurrahman b. Aclan (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Sizden biriniz, Ebu Zamzam (Damdam) gibi olmaktan
aciz midir?"
Ashab:
Ebu Zamzam kimdir? dediler. Rasulullah (s.a.s.):
"Sizden önce geçen bir zâttır." buyurdu. Ebu
Zamzam (Damdam), (sabahladığı vakit):
Ey Allah'ım, beni kötüleyenlerin hakkımdaki
de-di-kodularım kullarına sadaka olarak bağışladım, derdi.[75]
Ebu Cüreyc Cabir b. Süleyman (r.a.)'dan.
Rasuîullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Eğer bir kimse, sana söverse ve sende (olduğunu)
bildiğin bir şeyden dolayı seni ayıplayacak olursa, sen de onda (olduğunu
bildiğin bir şeyden dolayı) onu ayıplama! Çünkü bunun vebali onadır. [76]
Ebu Berze el-Eslemî (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), meclisten kalkmak istediğinde son
oturuşunda şöyle derdi:
"Allah'ım, Seni teşbih ederim, Sana hamdederim.
Ben şahidim, Senden başka ilâh yok. Sana istiğfar eder ve Sana tevbe ederim.
(Subhaneke Allahumme ve bilhamdik, eşhedu enlâ ilahe illa ente, estağfiruke ve
etubu ileyke)."
Ya Rasulullah, geçmişte söylemediğin bir sözü şimdi
söyledin, dedi. Rasulullah (s.a.s.): "Bu kelimeler, mecliste yapılan
(hatalara) keffârettir." buyurdu. [77]
[1] Hucurat, 49/12.
[2] Fetih, 48/6.
[3] Fetih, 48/İ2.
[4] Sahih-i Buharı, Kitabu'1-Edeb, B.57, Hds.93-94.
Kitabu'n-Nikâh, B.46, Hds.76. Kitabu'l-Feraiz, B.l, Hds.2. Sahih-i Müslim,
Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.9, Hds.28-31.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.55, Hds.2055. Sünen-i Ebu
Davud, Kitabu'1-Edeb, B.56, Hds.4917. İmam Malik, Muvatta', Kîtabu
Hüsnü'1-Hulk, Hds.15.
[5] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.89, Hds.4993.
[6] Nur, 24/12.
[7] İbn Hişam, A.g.e. C.3, Sh.415.
İbn Kesir,-Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, C.ll,
Sh.58O5. imam Kurtubî, A.g.e. CM, Sh.319.
Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Taberî Tefsiri, çev. Hasan
Karakaya - Kerim Aytekin, İst. 1996, C.6, Sh.126.
[8] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.2, Hds.3932.
[9] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birrİ ve's-Sıîa, B.84,
Hds.2101'in devamında.
[10] İbn Kesir, A.g.e. C.13, Sh.7411.
[11] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.55,
Hds.2055'in devamında.
[12] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Münafikun, B.16, Hds.65.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.25, Hds.2002. Sünen-i İbn Mace,
Kitabu'l-Menasık, B.76, Hds.3055.
[13] İbn Kesir, A.g.e. C.13, Sh.7413.
[14] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.40, Hds.4880.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.84, Hds.2101. Sünen-i İbn
Mace, Kitabu'l-Hudud, B.5, Hds.2546 (yakın mânâ ile) et-Taberî, A.g.e. C.7,
Sh.515.
[15] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Ta'bir, B.45, Hds.55. Sünen-i
Tirmizî, Kitabu'l-Libas, B.19, Hds.1804. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb,
B.96, Hds.5024.
[16] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.44, Hds.4888. İmam
Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.124, Hds.248. et-Taberî, A.g.e. C.7, Sh.513.
[17] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.45, Hds.4891.
İbn Kesir, A.g.e. C.13, Sh.7412. İmam Ahmedb. Hanbel'den.
[18] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Mezalim ve'1-Gasb, B.3,
Hds.3.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.15, Hds.58.
B.21,
Hds.74. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Hudud, B.5, Hds.2544. et-Taberî,
A.g.e. C.7, Sh.512.
[19] Hucurat, 49/12
[20] Bakara, 2/189
[21] Nur, 24/27
[22] M. Yusuf Kandehlevî, Hayatü's-Sahâbe, çev. Ahmed
Meylânî, Ank. 1990, C.2, Sh.618. (El-Kenz, C.2, Sh.167. Haraitî'den.) İmam
Gazali, A.g.e. C.2, Sh.499 ve 801.
[23] M. Yusuf Kandehlevî, A.g.e. C-.2, Sh.619. (El-Kenz,
C.2, Sh.l41-Ebu Şeyh'den.) Aynı Konuda bir başka olay için bkz. İmam Gazali,
A.g.e. C4 Sh.497
[24] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Menakıb, B.l, Hds.5.
Sahih-i Müslim, Kitabu Fedailu's-Sahabe, B.48, Hds.199. Sünen-i Ebu
Davud, Kitabu'1-Edeb, B.39, Hds.4872. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-Birri
ve's-SıIa, B.77, Hds.2094. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.192, Hds.409. B.634,
Hds.1309. Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr, Sh.125, Hds.391.
[25] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.39, Hds.4873.
Sünen-İ Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.51, Hds.2767. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred,
B.635, Hds.1310. Kuzâî, A.g.e. Sh.106, Hds.323.
İmam Suyutî, A.g.e. C.2, Sh.416, Hds.2227 (4345). Taberânî,
Mu'cemu'l-Evsat'tan.
[26] Kalem, 68/11.
[27] İmam Gazalî, A.g.e. C.3, Sh.346-347.
Ayrıca bkz. Seyyid Şerif Cürcânî, Kitabu't-Ta'rifât, Sh.241.
[28] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.28,
Hds.102.
[29] İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.150, Hds.323.
[30] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.49, Hds.84.
KitabuT-Vudû', B.58, Hds.79.
Kitabu'l-Cenaiz, B.81, Hds.115. Sahih-i Müslim, Kitabu't-Tahare, B.34,
Hds. 111. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu't-Tahare, B.l 1, Hds.20. Sünen-i Tirmİzî,
Kitabu't-Tahare, B.53, Hds.70. Sünen-i Neseî, Kitabu't-Tahare, B.27, Hds.31.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu't-Tahare, B.26, Hds.347. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred,
B.306, Hds.735. İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.407, Hds.25, Ahmed b.
Hanbel'den, C.5, Sh.389, Hds.7, İbn Hibban'dan.
[31] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.45, Hds.170. Bkz.
Hds.168 ve 169.
Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.50, Hds.85.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.38, Hds.4871.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.78,
Hds.2095.
İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.150, Hds.322.
Kuzâî, A.g.e. Sh.174, Hds.566. '
Abdullah ibnü'l-Mübarek, Kitabu'z-Zühd, Sh.175, Hbr.703.
[32] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.33, Hds.4860.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Menakıb, Hds.4149.
[33] İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.151, Hbr.324.
[34] Hucurat, 49/6
[35] Kalem, 68/11
[36] İmam Gazali, A.g.e. C.3, Sh.348-351.
[37] Seyyid Şerif Cürcânî, Kitabu't-Tarifât, Sh.167.
[38] Hümeze, 104/1.
[39] Hucurât, 49/12.
[40] İbn Kesir, A.g.e. C.13, Sh.7414.
[41] Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Mefâtihu'l-Gayb,
çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, vdğ. Ank. 1995, C.20, Sh.23O.
[42] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.20,
Hds.70. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sila, B.23, Hds.1999. Sünen-i Ebu
Davud, Kitabu'1-Edeb, B.40, Hds.4874. Abdullah ibnü'l-Mübarek, Kitabu'z-Ziihd,
Sh.175, Hds.704. İmam Malik, Muvatta'; Kitabu'I-Kelâm, Hds.10. et-Taberî,
A.g.e. C.7, Sh.513.
[43] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.40, Hds.4875.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Kıyame, B.19, Hds.2623-2624. İmam Hafız
el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.395, Hds.9. Beyhâkî'den. et-Taberî, A.g.e. C.7,
Sh.514.
[44] İmam el-Hafız el-Muhaddis el-Fakîh Ebu Zekeriyya Yahya
b. Şeref en-Nevevî, Peygamberimizin En Güzel Duaları ve Zikirleri -el-Ezkâr,
çev. A. Fikri Yavuz, Ank. 1990, Sh.587.
[45] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Hudud, B.24, Hds.4428.
İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.307, Hds.737. İbn Kesir, A.g.e. C. 13, Sh.7417.
Hafız Ebu Ya'Iâ'dan. İmam Hafız el-Munzırî, A.g.e. C.5, Sh.403, Hds.19, İbn
Hıbban, "Sahih"inden.
[46] İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.305, Hds.732.
İmam er-Rûdânî, A.g.e. C.4, Sh.271, Hds.8006. Ahmed b.
Hanbel,
Müsned,C3, Sh.351'den.
İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.406, Hds.23. İbn
Ebi'dpünya'dan.
İbn Kesir, A.g.e. C.13, Sh.7417. İmam Ahmed ve Abd b. Humeyd'in
Müsned'inden. et-Taberî, A.g.e. C.7, Sh.515.
[47] İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.3O5, Hds.733.
İbn Kesir, A.g.e. C.13, Sh.7417. Abd İbn Humeyd'in Müsned'inden.
[48] Şünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.40, Hds.4878. İmam
Suyutî, A.g.e. C.3, Sh.207-208, Hds.3249 (7378). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3,
Sh.224'den.
İbn Kesir, A.g.e. C.13, Sh.7415. et-Taberî, A.g.e. C.7, Sh.514.
[49] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.41, Hds.4883.
Abdullah Îbnü'l-Mübarek Kitabü'z-Zühd, Sh. 170,
Hds.686.
İmam Hafız el-Miinzirî, A.g.e. C.5, Sh.414, Hds.38, İbn
Ebi'd-Dünya'dan.
İbn Kesir, A.g.e. C.13, Sh.74I9. Ahmed b. Hanbel'den.
[50] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.41, Hds.4884.
Abdullah ibnü'l-Mübarek Kitabü'z-Zühd, Sh. 174, Hds.696. İmam Hafız el-Munzirî,
A.g.e. C.5, Sh.417, Hds.42. İbn Ebi'd-Dünya'dan.
[51] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.20,
Hds.1996. Abdullah ibnü'l-Mübarek Kitabu'z-Zühd, Sh.170, Hds.687. İmam Hafız
el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.413, Hds.37 ve 39. İbn E-bi'd-Dünya'dan.
[52] İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.413, Hds.36.
Ahmed b. Hanbel, İbn Ebi'd-Dünya ve Taberânî'den.
[53] Sahih-i Buhârî, Kitabu's-Salât, B.46, Hds.72. Sahih-i
Müslim, Kitabu'l-Mesacid, B.47, Hds.263.
Abdullah İbnü'l-Mübarek, Kitabu'z-Zühd, Sh.246-247, Hds.920.
[54] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Mağazî, B.81, Hds.411.
Sahih-i Müslim, Kitabu't-Tevbe, B.9, Hds.53.
[55] İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.417, Hbr.4I. İbn
Ebi'd-Dünya'dan.
[56] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.50, Hds.4899.
[57] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.50, Hds.4900,
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Cenaiz, B.33, Hds.1023.
[58] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.40, Hds.4881.
[59] İmam Nevevî, Riyâzü's-Sâlihİn - Tercüme ve Şerh, çev.
Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof Dr. İsmail Lütfi ÇakaN, Dr. Raşit Küçük,
İst. 1998, C.6, Sh.471-472.
Ayrıca bkz. İmam Gazaîî, İhyâu'Ulûmi'd-Din, C.3,
Sh.337-340. İmam en-Nevevî, Peygamberimizin En Güzel Duaları ve Zikirleri,
Sh.594-596.
Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, CIO,
Sh.541.
[60] Nisa, 4/148-149.
[61] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.48, Hds.83.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-SıIa, B.22, Hds.73.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.58, Hds.2064. Sünen-i Ebu Davud,
Kitabu'1-Edeb, B.6, Hds.4791-4792. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.636,
Hds.1311. İmam Malik, Muvatta', Kitabu Hüsnii'1-Hulk, Hds.4.
[62] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.59, Hds.96-97.
[63] Sahih-i Müslim, Kitabu't-Talak, B.6, Hds.47. Ayrıca
Hds.36-54. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu't-Talak, B.37-39, Hds.2284. Sünen~i Neseî,
Kitabu'n-Nikâb, B.22, Hds.3231. Sünen-i Dârimî, Kitabu'n-Nikâh, B.7, Hds.2183.
İmam Malik, Muvatta'; Kitabu't-Talak, Hds.67.
[64] Münafikun 63/1
[65] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.313, Hds.421-425.
Sahih-i Müslim, Kitabu Sıfatlı'1-Münafıkin, Hds.l.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru'l-Kur'ân, B.63, Hds.3529-3531.
[66] Sahih-i Buhârî, Kitabu'n-Nafakat, B.4, Hds.9.
Kitabu'1-Buyu, B.95, Hds.153. Sahih-i Müslim, Kitabu'1-Akdiye, B.4,
Hds.7-9. Sünen-i Neseî, Kitabu Adabu'l-Kudat, B.31, Hds.5385. Aynca bkz. İmam
Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.321, Hds.754.
[67] İbn Hacer el-Askâlânî, Bülûğü'l-Meram Tercüme ve Şerhi
Selâmet Yollan, çev. Ahmed Davudoğlu İst. T.Y. C.4, Sh.39I.
[68] Taberânî, Mu'cemu's-Sağir, C.2, Sh.82, Hds.4i8.
İmam Suyutî, A.g.c. C.l, Sh.55-56, Hds.62 (109). İbn Ebi'd-Dünya,
Bcyhakî'nin "Sünen"inde, Taberânî'nİn "Kebir" ve Hatib'in
"Tarih"inde. Münâvî,Feyzu'l-Kadir, C.l, Sh. 115, Hds.109. Not: Bu
hadis zaiftir.
[69] Aclunî, Keşfu'1-Hafa, C.l, Sh.106, Hds.305.
Not: İbn Ebi Dünya, İbn Adiyy, Taberânî ve Hatib'den
rivayet edilmiştir. "et-Temyiz" adlı eser Ebu Ya'lâ, "sahih
değildir" demiştir.
İmam İbn Hacer el-Askalânî (rh.a.), bu hadis hakkında
şu kanaati gündeme getirir:
"Hadis, zaiftir. Hatta İmam Ahmed b. Hanbel, onu
münker bulmuştur. Beyhakî de, 'bir şey değildir' tabirini kullanmış ve: —
Sahih olduğu takdirde, fısk-u fücurunu ilân eden facir mânâsına hamledilir,
demiştir.
Mamafih aynı hadisi Taberânî, 'el-Evsat' ve 'es-Sağir' adlı eserlerinde
güzel bir İsnad ve mutemed ravilerle rivayet ediyor." İbn Hacer
el-Askalânî, Bülûğü'l-Meram, C.4, Sh.390.
[70] İbn Kesir, A.g.e. C.13, Sh.7419.
[71] İbn Ebi'd-Dünya, "es-Samt" adlı eserinde
rivayet etmiştir.
[72] İmam Gazali, A.g.e. C.3, Sh.340-341.
[73] Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rİkak, B.48, Hds.121.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Kıyame, B.l, Hds.2534.
[74] İmam Gazali, A.g.e., C.l, Sh.67.
[75] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'I-Edeb, B.43, Hds.4886-4887.
[76] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Libas, B.25, Hds.4084.
[77] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.32, Hds.4859.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'd-Daavat, B.38, Hds.3656.