Mütevazı Bir Kul

 

Abdullah b. Büsr (r.a.) anlatıyor:

Ben (bir kere), Rasulullah (s.a.s.)'e (yemesi için) pişmiş bir koyun ikram ettim. Rasulullah (s.a.s.), dizleri üstünde oturup yedi.

Bir bedevî:

Bu, ne biçim oturuştur? dedi.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):

"Allah beni, mütevazı bir kul kıldı. Beni, kibirli ve büyüklenen bir kimse yapmadı!" buyurdu.[1]

Böyle buyurdu muvahhid mü'minlerin hayat örneği ve önderi Rasulullah (s.a.s.)!.. O (s.a.s.), mütevazı bir kuldur... Kibirli ve büyüklenen bir kimse değildir... Rabbimiz Allah, O'nu bu şekilde yaratmıştır... Alemlerin Rabbi Al­lah Teâlâ'nın razı olduğu ve sevdiği insan, bu şekilde olan­dır... Mütevazı olan, kibirli ve büyüklenmeyen insan, Al­lah'ın razı olup sevdiği insanlardır... Çünkü muvahhid mü'minlerin örneği ve önderi Rasulullah (s.a.s.) böyle idi... Mü'min müslümanların olması gerektiği hâl ve tavır da, böyle olması gerekir... Çünkü onlar, Rasulullah (s.a.s.)'e itaat etmek ve O'nu örnek edinmekle mükelleftir­ler.[2] Dünyada izzet üzere yaşamanın ve ahirette ebedî saadete kavuşmanın tek yolu budur!..

Rabbimiz Allah Teâlâ, cin ve insan kullarını, yalnızca kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır. [3]İnsanlardan kim olursa olsun, yaratılış gayesi gereği Rabbi Allah'a ioadet etmez, bu konuda kibirlenip alnını secdeye koymaz ve diğer ibadî konularda müstekbirleşirse, Allah Teâlâ, ona azab edecek ve zelîl kılacaktır...

"Rabbimiz dedi ki: 'Bana dua edin, size icabet edey­im. Doğrusu, Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstek-bir)ler, cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak girecek­lerdir." [4]

"Şübhesiz kendilerine gelmiş bulunan hiç bir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri konusunda mücadele eden­lere gelince, onların göğüslerinde kendisine ulaşamaya­cakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur. Artık sen, Allah'a sığın. Şübhesiz O, hakkıyla işiten ve hakkıyla görendir." [5]

Numan b. Beşir (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur;

"Şübhesiz, ancak dua ibadettir.[6]

Bir katı bilgisizlik, yanı koyu bir cahillik ve kör yobazlık olan kibirin en çirkini, yegâne yaratan Rabbimiz Allah Teâlâ'ya karşı yapılanıdır... Yalnızca kendisine ibadet etmeleri için yarattığı insan kulları, korkunç bir al­datılmışlığın, yani gururun içine girer de, kendilerini bü­yük görür, küçük başarılarını devleştirip kendilerini Al-lah'dan müstağni görerek ibadet etmezlerse, dünyada zelîl, ahirette rezil olurlar... Dünya hayatlarında yaratılış gaye­lerine ters düştüklerinden dolayı başlan belâdan kurtul­maz... Allah'a karşı kibirlenip, O'na kul olma mütevazılığmda bulunmadıklarından dolayı da ahirette ce­henneme atılarak rezil ve rüsvay olurlar...

Amr b. Şuayb'ın dedesi (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Kendini beğenmişler (kibirliler) kıyamet gününde, adam suretinde tanecikler kadar (küçük) hasredilecekler. Horluk, her taraftan kendilerini kaplayacak. Cehennemde adına 'Bûles' denilen bir hapishaneye sürülecekler. Üze­rinde ateşlerin ateşi yükselecek ve kendilerine cehennem halkının usaresinden, kan ve irin çamurundan içirilecektir." [7]

Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ'ya karşı gelen, emir dinlemeyen ve büyüklenen kibirli kişi İblis'tir... İblis'ten sonra onu takib eden gururlu ve kibirliler Fir'avn, Nemrud gibi ilâhlık ve rabliklerini ilân edenler... Egemen oldukları bölgelerde, Allah Teâlâ'nın hakimiyetim tanımayan, O'-nun hükümlerini kabul etmeyen ve heva-u heveslerinden kaynaklanan hükümlerle insanlara hükmedenlerin hepsi, İblis'in, Fir'avn'ın ve Nemrud'un izinden gidenlerdir... Bulundukları bölgelerde onların aynısının tıpkısı olmaya çalışmış ve tarih boyu böyle devam edegelmişlerdir...

Gururlu ve kibirli olanların atası olan şeytan İblis'in müstekbir tavrım şöyle beyan buyuruyor Rabbimiz Allah:

"Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik. Sonra meleklere: 'Adem'e secde edin' dedik. Onlar da, İblis'in dışında secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

(Allah) dedi ki: 'Sana emrettiğimde, seni secde et­mekten engelleyen neydi? (İblis) dedi ki: 'Ben, ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarat­tın!'

(Allah): 'Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık! Gerçekten sen, küçük düşen­lerdensin." [8]

İmam Süfyan es-Sevrî (rh.a.) şöyle demiştir:

Şehvetten doğan günahların affedilmesi umulur. Amma kibir ve gururdan meydana gelen günahların affı umulmaz. Çünkü İblis'in günahlarının aslı, kibir, Âdem'in kayması ise, şehvettir.[9]

Yeryüzünü ve halkını ifsad eden müstekbir zalim tağutlar, egemen oldukları bölgelerde ilâhlaşmış, rableşmiş ve o bölge insanları 'emir kulları' hâline getirmişlerdir... Kendi hevalarından kaynaklanan emir ve hükümlere itaat ettirdikleri insanların üzerine yegâne egemen güç olmuş, bundan dolayı Allah'ın kullarının üzerine Allah'ın hüküm­leri egemen olmalıdır diyenlere karşı savaş ilân etmişler­dir... Allah'ın egemenliğini isteyenlerle savaşmış, başta Allah'ın Rasul ve Nebîleri olmak üzere bir çok muvahhid mü'minin kanını döküp şehid etmişler... Başlarını onların zulüm kılıçlarından kurtaranlar, onların işkence zindanla­rında çürümeye terk edilmişlerdir... Müstekbir tağut Fir'avn böyle yapmış, onun gibi müstekbir bir tağut olan Nemrud böyle davranmıştır... Onları takib eden yeryü­zünün müstekbir tağutları aynısını uygulamış ve hâlâ aynı zulümlerim devam ettirmektedirler... Çağın zalim tağutları tarafından işgal edilen İslâm topraklarında esaret altındaki mazlum mü'min mü si umanlara uygulanan katliâm ve iş­kenceler, Fir'avn'ın ve Nemrud'un yaptıklarından daha şiddetlidir!..

Rabbimiz Allah, kendisine karşı kibirlenip savaş açan müstekbir tağutların durumunu ve korkunç azabla biten sonuçlarım şöyle beyan buyuruyor:

"Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları (kibirlenenleri), ayetlerimizden engelleyeceğim. Onlar, her ayeti görseler bile, ona inanmazlar. Dosdoğru yolu (rüşd y-olunu)da görseler onu, yol olarak benimsemezler. Azgınlık yolunu gördüklerinde ise, onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalan saymaları ve onlardan gafil ol­maları dolayısıyladır.

Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yaptıklarından baş­kasıyla mı cezalandırılacaktır?.[10]

"O (Fir'avn) ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklendiler (müstekbirleştiler) ve gerçekten Bize dön-dürülmeyeceklerini sandılar.

Bunun üzerine, onu ve askerlerini tutuverip suya at­tık. Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına

birbak!. [11]

"(Nuh) dedi ki: 'Rabbim, gerçekten ben, kavmimi gece ve gündüz davet edip durdum.

Fakat benim davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı.

Doğrusu ben, senin onları bağışlaman için her davet edişimde onlar, parmaklarım kulaklarına tıkadılar, örtüleri başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça (kibirlendikçe), büyüklük gösterip diretti (kibirlendi)ler. [12]

"Musa dedi ki: 'Gerçekten ben, hesab gününe iman etmeyen her mütekkebirinden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım." [13]

"Gerçek şu ki Karun, Musa'nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgmlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, onun anahtarlarını birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi, ona demişti ki: 'Şımararak sevinme! Çünkü Allah şımararak sevince kapılanları sevmez.

Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dün­yadan da kendi payını (nasibini) unutma! Allah'ın sana ih­san ettiği gibi, sen de ihsan da bulun. Ve yeryüzünde boz­gunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.[14]

Yeryüzünde kibirlenip müstekbirleşenlerin kimi, zulümle ve milyonlarca mazlumun canına kıyarak elde et­tiği bölge egemenliğinden dolayı, kimi de mal, mülk ve servet sahibi oluşundan dolayı azgınlaşmış, Allah'a karşı tuğyan etmişlerdir... Alemlerin yegâne egemen Rabbi Al­lah, gururlu, kibirli ve tuğyan edenleri sevmez!..

"Şübhesiz Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir. Gerçekten O, müstekbirleri sevmez[15]

"Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duy-mayasmız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürlenenleri sevmez. [16]

"Amma iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini noksansız ödeyecek ve onlara kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve ken­dileri için Allah'dan başka koruyucu dost ve vekil bu­lamayacaklardır.[17]

Lokman (a.s.)'ın oğluna verdiği nasihat, bütün in­sanlığa bir hidayete vesile olan nasihattir... Şöyle demiş

Lokman (a.s.):

"İnsanlardan yüz çevirip (büyüklenme) ve böbürlen­miş olarak yeryüzünde yürüme! Çünkü Allah, her büyüklüp taslayıp böbürleneni sevmez.

Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü seslerin en çirkin olanı, gerçekten

eşeklerin sesidir. [18]

Lokman (a.s.)'m oğluna nasihatini bu şekilde beyan buyuran Rabbimiz Allah, bütün kullarına şu emri veriyor:

"Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çün­kü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.

Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen, ne yeri yarabilirsin, ne de dağlara boyca ulabilirsin.

Bütün bunlar kötülüğü olan, Rabbinin katında da hoş olmayandır. [19]

Lokman Sûresi'nin 18. Ayetinin tefsirinde İmam

Fahruddin er-Râzî (rh.a.) şunları beyan etmiştir:

"Bu ayette şöyle bir incelik bulunur:

Allah, kişinin kendisinin kemâle ermesi hususunu, başkalarını kemâle erdirmeden Önce zikretmiştir. Çünkü önce, 'namazı dodoğru kıl' demiş, daha sonra da, 'ma'rufu emret' buyurmuştur. Halbuki nehy konusunda ise, başkalarmi kemâle erdirmeyi ifade eden şeyi, kişinin kendi kemâlini sağlayacak şeyden önce zikretmiştir. Çünkü O, önce, 'yüzünü çevirme' demiş, daha sonrada, 'yeryüzünde şımarık yürüme' buyurmuştur. Çünkü müsbet, yani olum­lu tarafta kemâle ermemiş olan kimsenin, başkasını kemâle erdirmesi mümkün değildir. İşte bu sebeble, kişinin kendi kemâlini, başkalarını kemâle erdirmesinden önce ele almıştır. Olumsuz tarafta ise, başkasına büyüklük taslayan, zaten böbürlenmiş olur. Çünkü bu kimse, baş­kasına karşı, kendisinin ondan herhangi bir yönden daha üstün ve büyük olduğuna inandığı zaman büyüklük taslar. Amma kendi kendine büyüklenen ve gururlanan kimse ise, bazan büyüklük taslamaz ve kendisinin, insanlara alçak gönüllü davrandığını vehmedebilir. İşte bu sebeble Cenab-ı Hak, burada ilk önce, başkasına karşı kibirlenmeyi neh-yetmiş, daha sonra da, kendi kendine böbürlenmeyi neh-yetmiştir. Çünkü O, (ilk Önce) böbürlenmeyi nehyetmiş ol­saydı, bundan, kibrin de nehyi gerekmiş olurdu. Böylece de kibri, yeniden nehyetmeye ihtiyaç duyulmazdı.[20]

Rabbimiz Allah şöyle buyurdu:

"İşte ahiret yurdu, Biz onu, yeryüzünde büyüklen-meyi ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) sonuç da takva sahiblerinindir.

Kim bir iyilikle gelirse, artık onun için ondan daha hayırlısı vardır. Kim de bir kötülükle gelirse, artık kötülük­leri yapanlar, yalnızca yapmakta olduklarıyla karşılık görürler.[21]

Atâ b. Yesâr (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Nuh (a.s.) oğluna:

Yavrucuğum, sana bir tavsiyede bulunacağım. Ona iyi yapış ve sakın unutma! Sana iki şeyi vasiyet ediy­or ve iki şeyden de sakındırıyorum.

Seni sakındırdığım iki şeye gelince: Şirk ve kibirdir.

Eğer kalbinde, ne kibir ve ne de şirk olmadan Al­lah'a kavuşabileceksen, bunu (mutlaka) yap! dedi.[22]

Ahirette ebedî saadete nail olanlar ve umdukları hay­rı en güzel şekilde bulanlar, şirkten ve kibirden arınmış olanlardır...

İmam Gazali (r.a.), kibrin hakikatini ve afetini şu şe­kilde beyan ediyor:

"Bilmiş ol ki kibir, batım ve zahirî olmak üzere ikiye ayrılır. Batınî kibir, nefisteki bir ahlâktır. Zahirî kibir ise, azalarda görülen kibirdir. Esasen içdeki ahlâka kibir de­mek en doğrusudur. Görünüşteki hareketler, bu iç duy­gudan meydana gelir. Zaten bu hareketleri meydana geti­ren içteki kibir ahlâktır. Bunun için bu hastalık, azalarda kendisini gösterdiği zaman, 'kibirlendi' denir. Görünme­diği zaman, 'O, kibirlidir" derler. Demek ki, kibrin aslı, in­san tabiatında bulunan ahlâktır. Bu da, kendisinin başkala­rına karşı üstün görme isteğidir. Demek ki kibir, biri kibir­lenecek adam, diğeri de ona karşı kibirleneceği bir adam olmak üzere iki kişi ister ve ucubdan burada ayrılır. Hatta başka hiç kimsenin bulunmadığı yerde insanlar ucub sahibi olur, amma kibir sahibi olamaz. Yani ucub, mutlak su­rette kendini beğenmek, kibir ise, başkasından kendisini üstün görmektir. Her ucub sahibi, mütekkebir olamaz. Çünkü çok defa insan kendisini beğenir, fakat başkasınıda kendisinden üstün görebilir de ona kibretmez. Kibir ise, üç şeyin birleşmesinden meydana gelir. Bunlar da, kendisini bir mevkide görür, başkasınıda bir mevkide farzeder. On­dan sonra kendi mevkiini ondan üstün görür. İşte bunlar­dan kibir ahlâkı doğar. Yoksa yalnız başkasını hakir gör­mekle de mütekkebir olmaz. Bu görüş, kibri nehyeder de­mek istemiyoruz. Belki bu kendini beğenme hâli genişler, kalbinde taşkınlık, sevinç, ferahlık getirerek inandıklarına meyleder ve kendi kendine gururlanır da bu hâller, kendini kibre doğru sürükler.

Hz. Ömer (r.a.), va'z etmek için müsaade isteyen birine:

Korkarım büyüklenirsin de, kendini Merih'de görmeye başlarsın! demiş.

İnsanoğlu, kendini bu.gözle gördüğü vakit büyür, kibirlenir, şişer ve ululanır. İşte kibir, kendinde bu hâlin meydana gelmesinden ibarettir. Buna, izzetlenmek ve büyüklenmek de denir.

Bunun için îbn Abbas (r.a.), Allah Teâlâ'nın:

"Onların gönüllerinde, ulaşamayacakları bir büyük-lenme vardır.[23] Ayet-i Celîlesinin tefsirin­de 'azameti' ulaşamayacakları ululuk diye tefsir etmiştir. Sonra bu ululuk taslama, iç ve dışta bazı hareketleri gerek­tirir ki, buna, kibirlenmek denir. Çünkü ne zaman baş­kasına nisbetle kendini büyük görürse, başkasını kendisin­den düşük, hakir ve alçak görmeye başlar. Onu, yanına

yaklaştırmak istemez, meclisine almaz. Onu, karşısında bir hizmetçi gibi görmek ister. Hatta hizmetçi olarak da kendi­sini görmek istemez. Şayet kibri biraz daha hafif ise, müsâvî olmasından çekinir, yanyana gidemeyecekleri dar yollarda ve meclislerde öne geçer, onun selâm vermesini bekler. Kendinin ihtiyacına bakmakta kusur ederse, 'naden böyle yaptı?' diye ona hayret eder. Karşısına çıktığı zaman onu, muhattab almak istemez. Vaz-u nasihatim dinlemez. Kendisine bir şey iade etse kızar.

Muallimlik yaparsa, talebelere hoş davranmaz. On­lara hakaret eder. Onlarla alay eder ve kendi işinden çalış­tırır. Avama bakışları, hayvana bakışlarından farklı olmaz. Hulâsa, kibirli adamın sayılamayacak kadar çok çeşitli tavır ve davranışları vardır. Bunları, herkes anlayabileceği için, burada sayılmalarına lüzum yoktur.

İşte bu, kibirdir. Kibrin afetleri büyük gîleleri (aldat­maları) pek çoktur. Havassın çoğu kibrinden helake gider. Avam şöyle dursun, âbid, zâhid ve âlimlerin çoğuda kibir hastalığından kurtulamazlar. Kibrin doğurduğu felaketler nasıl büyük olmasın ki, Rasul-i Ekrem (s.a.s.):

"Kalbinde zerre kadar.kibri olan, cennete giremez." buyurmuştur.

Kibrin cennete girmeye engel olması, kul ile bütün mü'minlerin arasına girdiği içindir. O ahlâklar ki onlar, cennet kapılarıdır, insana cennet yollarını açarlar. Kibir ve izzet-i nefs ise, cennet kapılarını kapatırlar. Zira kibirli in­san, ululuk demek olan, kendisi için sevdiğini başkası için sevme vasfına sahib olmadığı gibi, yine ululuk demek olan ve müttakîlerin ahlâkının başı sayılan tevazu da kendisin­de bulunmaz. Yine terkedilmelerinde izzet ve şeref bulunan kin, hiddet, çekememezlik gibi hastalıklardan kur­tulamaz. Tatlı nasihatte bulunamaz. Nasihati kabul ede­mez. İnsanları çekiştirmekten kendini alıkoyamaz. Uzun sözün kısası, kibirli insanlar, kibirlerini muhafaza için her kötülüğe baş vurur ve bütün iyi hasletleri kaybeder. Bunun için, içinde zerre kadar kibir hastalığı bulunan kimse, cen­nete giremez.

Adî huylar birbirini çekerler. Kibrin bir çok çeşitleri olmakla beraber, en kötüsü, ilim öğrenmeye mâni, hakkı kabul ve inkıyada (itaata) engel olan kısımlardır.[24]

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken: 'bana da vahy geldi' diyen ve: 'Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim' diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalim­leri, ölümün şiddetli sarsıntıları sırasında meleklerin el­lerini uzatarak onlara: 'canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanış­tan) çıkarın. Bu gün Allah'a karşı haksız olanı söyle­diğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevir­meniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık görecek­siniz' (dediklerinde) bir görsen. [25]

Harise ibn Vehb el-Huzâî (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Dikkat edin! Size, cennet ehlini haber veriyorum: Her zayıf olan ve mütevazı mü'min kişi yahud insanlar tarafından zayıf görülen kişidir ki, Allah onu, yemininde gerçek çıkarır.

Dikkat edin! Size, ateş ehlinide haber veriyorum: Onlar da, her katı yürekli, kibirli, şerrli ve ululuk taslayan kimselerdir." [26]

Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Cennet ve cehennem münakaşa ettiler. Şöyle ki:

Cehennem:

Ben, kibirliler ve zorlayıcı kimselerle tercih olun­dum, yani onlara tahsis olundum, dedi.

Cennet de: Bana ne oldu ki, bana, insanların zayıfları ve

sakatlan giriyor? dedi.

Allah Tebareke ve Teâlâ da, cennete şöyle buyurdu:

Sen, Benim rahmetimsin. Ben seninle, kullarım­dan dilediğime rahmet ederim.

Cehenneme de şöyle buyurdu:

Sen, sırf benim azabımsın. Ben seninle, kullarım­dan dilediğime azab ederim.

Cennet ve cehennem, her biri için dolmak hakkı var­dır. Fakat cehennem dolmak bilmez. En sonu Allah, ona ayağım koyar.

Yetişir, yetişir, yetişir, der.

İşte o zaman cehennem dolar, bazısı bazısına büzülür. Aziz ve Celîl olan Alİah, halkından hiçbir kim­seye zulmetmez.

Cennete gelince, Aziz ve Celîl olan Allah, onun için (onun boşluklarını doldurmak için) yeniden bir takım halk yaratır.[27]

Kibir ibadetlerde, dünya makam ve mevkiîninde, mal ve servette, vücûd güzellik ve sağlamlığında, sahib olan şöhrette, yemede, içmede, giyim ve oturduğu binada ortaya çıkar... Kişi, bunları Allah'ın bir nimeti ve bir imti­han aracı olarak gördüğü takdirde, yerinde ve adaletli bir şekilde kullanmaya gayret edip şükrünü edâ etmeye çalışır... Eğer bunları, bir kibir ve gurur vasıtası olarak görürse, işte o zaman bu nimetler, onun için birer felâket olurlar...

Amr b. Şuayb babasından, o da, dedesinden nak­lediyor,

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Yeyiniz ve sadaka veriniz. İsrafa kaçmadan ve kib­re kapılmadan da giyiniz.[28]

İbn Abbas (r.anhuma.) şöyle demiş:  İki şey, israf ve kibir günahları sana tecâvüz et­mediği müddetçe, helâlden her istediğini ye, her istediğinigiy![29]

Seleme b. Ekva (r.a.) anlatıyor:

Bir adam (Büsr b. Râî el-Ayr), Rasulullah (s.a.s.)'in yanında sol eliyle yemek yemiş de (Rasulullah):

"Sağ elinle ye!" buyurmuşlar.

Adam:

Beceremiyorum, demiş.

Rasulullah (s.a.s.): "Beceremiyesin!" buyurmuşlar. Onu, ancak kibir men'etti. Ravî demiş ki:

Bir daha onu (elini), ağzına kaldıramadı. [30]

EbuSaid (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Kim Alİah (rızası) hilafına bir derece kibirlenirse Al­lah, bu kimseyi kibirlenmesine karşılık olarak bir derece al-çaltır ki, nihayet onu aşağıların en aşağısında kılar. [31]

Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Bir adam, takım elbisesi içinde kendini beğenmiş ve başının saçlarını omuzuna kadar sarkıtmış hâlde çalımlı çalımlı yolda yürüdüğü sırada Allah, onu birden yere geçiriverdi de artık o kimse, kıyamet gününe kadar kalmak üzere yerin içine gömülüp gidiyor.[32]

İbn Ömer (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Elbisesini kibirle yerde sürüyen kimseye Allah (merhamet bakışı ile) bakmaz. [33]

Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)'dan.

Rasulullah (s.a.s.):

"Büyüklenerek izarını (uzatıp yerde) sürükleyen kimseye Allah, kıyamet günü (merhamet bakışıyla) bak­maz." buyurdu.

Ebu Bekr es-Sıddîk (r.a.):

Ya Rasulullah, benim izanının yanlarından birisi -ben onu, sürünmekten koruyup dikkat etmezsem- muhak­kak sarkar (yerde sürünür), dedi.

Rasulullah, O'na:

"Sen, bu sarkıtmayı büyüklenmek için yapanlardan değilsin." buyurdu. [34]

Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Kim dünyada meşhur olmaya vesile olan bir elbise giyerse Allah, kıyamet günü o kimseye bir zillet elbisesini giydirir, sonra o elbise içinde bir ateş alevlendirir.[35]

Rabbimiz Allah'ın sevmediği ve bir muvahhid mü'min şahsiyette olmaması gereken, çirkin bir hâl olan gurur ve kibir, mal-mülk sahibi olmakta, büyüklenmek için giyim-kuşamda olduğu gibi, yürüyüşte, vücûd organ­larının mimiklerinde ve konuşmada da olur... Kibirli ol­mak isteyen bir insan, bu durumlarda da kibrini ortaya ko­yar ve riya yapar...

Abdullah ibn Amr (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Allah Azze ve Celle, sığırın dilini çıkara çıkara yalandığı gibi, belagat taslamak için dilini çıkararak konuşan erkeklere buğzeder. [36]

İbn Ömer (r.anhuma)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Kim kendi nefsini büyük görürse, yahud yürüyüşünde kibir hareketleri yaparsa, Allah ona, gazab eder olduğu hâlde Aziz ve Celîl olan Allah'a kavuşur.[37]

En hayırlı nesil olan Ashab-ı Kirâm'dan Numan b. Beşir (r.a.) şöyle demiştir:

Gerçekten şeytanın tuzakları ve ağları vardır. Şeytanın tuzakları ile ağlan:

Allah'ın nimetleriyle azgınlık etmek, Allah'ın ver­diği şeyle övünüp büyüklük iddia etmek, Allah'ın kul­larına ululuk ve üstünlük taslamak ve Allah'ın rızası dışın­da nefis arzusuna uymak işidir.[38]

Kibir ve gurur, yasak sınırı çiğneyip onunu Ötesine geçmenin en ağır suçlarındandır!..

İmama Maverdî (r.a.)'m tabiriyle:

"Kibir ve gurur, faziletleri ortadan kaldırırlar ve rezaletleri kazandırırlar. Bunlar, kimin kalbini istilâ ederse, o zavallıyı nasihat dinlemek, edebi kabul etmek husus­larından mahrum ederler. Çünkü kibir, rütbe ve makama, gurur ve kendini beğenmişlik ise, fazilete istinaden yapı­lacağından mütekkebir şahıs, nefsini öğrencilerin rütbesin­den yüksek, kendini beğenen mağrur da faziletini, edeb dersi alanlardan fazla görmektedir.

Kibir, nefret kazandırır, insanlarla ülfet kurmaktan ahkoyar ve dostlarla arkadaşların kalbine soğukluk getirir. Bunlar, kibrin kötülüklerini sonuna kadar saymak yerine kâfidir.[39]

İnsanın tabiatına çok zararlı ve yaratılış gayesinin düşmanı olan gurur ve kibir, Rabbimiz Allah ve O'nun Ra-sulü (s.a.s.) tarafından haram kılınmış, yasaklanmıştır... Mü'min müslümanlann imanlarını rahatsız eden ve amel­lerini boşa çıkaran riya hastalığı gibi, ciddî bir manevî has­talık olan gurur ve kibir, her yönüyle mü'min müslüman-lara tanıtılmış olup ondan sakınılması emredilmiştir...

Rabbimiz Allah, hayat düsturumuz olan Kur'ân-ı K-erim'de bir çok ayette bu hakikati beyan buyurup, muvah-hid mü'min kullarının kibirden arınmalarına dair emirler vermiştir... Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) hadis-i şeriflerin­de, bu iman ve salih amel düşmanım tanıtmış, ondan nasıl sakınılacağım izah buyurmuştur... Muvahhid mü'min kul­ların kulluk vazifesi, Rabbleri Allah ve önderi Rasulullah (s.a.s.)'e itaat etmektir!..

Abdullah ibn Mes'ud (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.):

"Kalbinde zerre mikdarı kibir olan kimse, cennete giremez!" buyurmuş.

Bir zât:

İnsan, elbisenin güzel, ayakkabının güzel ol­masını istiyor! demiş.

Rasulullah (s.a.s.):

"Şübhesiz ki, Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir, hakkı inkâr ve insanları tahkir etmektir!" buyurmuşlar.[40]

Seleme b. El-Ekva (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Kişi, kendini yükselte yükselte nihayet Cebbar (hunhar) kişilerden yazılır ve onların akibetine uğrar. [41]

Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Üç kişi vardır ki, kıyamet gününde Allah, onlarla konuşmaz, onları tezkiye de etmez. Hem onlara elim bir azab vardır. Bunlar:

Zina eden ihtiyar, yalancı devlet reisi ve büyüklenen (kibirli) fakir. [42]

Ebu Zerr (r.a.)'dan.

Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Üç kişi vardır ki, kıyamet gününde Allah, onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak, onları tezkiyede et-miyecekir. Hem onlar için elim bir azab vardır."

Rasullullah (s.a.s.) bunları, üç defa söyledi.

Ebu Zerr:

Adları batsın, umduklarına ermesinler! Kim on­lar, ya Rasullullah? demiş.

Rasullullah (s.a.s.):

"Elbisesini (kibirden) yere sürükleyen, verdiğim başa kakan ve ticaret malına yalan yere yeminle revaç verendir." buyurmuşlar.[43]

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:

Rasullulah (s.a.s.)'in, el-Adbâ isimi verilen bir dişi binek devesi vardı ki, (koşuda, seferde) Önüne geçilmezdi.

Bir ara yük devesi üzerinde bir bedevi geldi. (Yapılan koşuda) bu yük devesi, el-Adbâ'yı geçti. Bu geçiş, müslümanlara ağır geldi.

Rasullullah (s.a.s.), bu ağır gelişi anladı da:

"Dünyada yükseklik taslayanı alçaltmak, Allah'ın koyduğu bir hak (prensip) dir." buyurdu. [44]

Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.

Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Allah Azze ve Celle buyurdu Jci: - Kibriya (büyüklük) benim ridam, azamet (ululuk) de benim izarımdır. Kim, bunlardan birinde benimle yarış­maya yeltenirse, onu ateşe atarım.[45]

İmam Hattabî (r.a), bu hadisi şöyle açıklar; "Bu cümlenin mânâsı şudur:

Kibriya, yani büyüklük ve azamet, Allah Süb-hânehu'ya mahsus iki sıfattır. Hiçbir kimse, bu iki sıfatta Allah'a ortak olamaz ve hiçbir yaratığa bu sıfatları takın­maya kalkışması yakışmaz. Çünkü yaratığın susmaz ye ka­çınılmaz sıfatı, alçak gönüllülük ve küçüklüktür.

Ridâ ve İzar denilen giysi, bir misal olarak kullanıl­mıştır. Yani bir insanın üstündeki elbiseye aynı anda bir başkasının bürünmesi, böylece ortak olması nasıl düşünülemiyor ise, Allah'a mahsus bu iki sıfatta başka bir varlığın ortaklık taslaması da düşünülemez. [46]

Rasullullah (s.a.s.), ümmeti parçalayan, birbirine düşüren ve böylece güçsüz kılıp perişan eden sebeblerden birisinin kibir olduğunu beyanla, bu konuda mü'min müs-lümanları dikkatli olmaya davet ediyor!... İbn Ömer (r.a.)'dan. Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Ümmetim, kibirli kibirli yürüdüğü ve ona, kralzadeler, İran ve Rum çocukları hizmet ettiği zaman, kötü­leri, iyilerin başına musallat edilecektir." [47]

Kendilerinden sonra gelen ümmete örnek olan en hayırlı neslin ferdleri, yani Ashab-ı Kirâm'dan şahisiyet-ler, kibir hastalığından kurtuluş yollarını, önderimiz Rasul-lullah (s.a.s.)'den öğrendikleri gibi uyguluyor ve insanlara beyan ediyorlardı...

Onlardan biri olan Cübeyr b. Mu'tim (r.a) şöyle de­miştir:

Bende kibir olduğunu söylüyorlar. Oysa ben, eşeğe bindim, semle (kıldan yapılmış örtü)ye burundum ve koyun sağdım. Nitekim Rasullulah (s.a.s.), bana:

"Bunu yapan kişide, kibrin eseri yoktur!" buyurdu. [48]

Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.

Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Hizmetçisiyle beraber yemek yiyen, çarşılarda mer­kebe binen ve koyun bağışlayıp da onu sağan, kibirlenmemiştir. [49]

Abdullah b. Şeddad (r.a.)'dan.

Rasullullah (s,a.s.) şöyle buyurur:

"Kim ki, yünden elbise giyinir, koyun edinir, merkebe biner, köle veya kalender kimselerin davetine icabette bulu­nursa, işte ona kibirle ilgili bir muamele yapılmaz. [50]

Cabir b. Atik (r.a.)'dan.

Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Allah, kıskançlığın kimisini sever, kimisine de öfkelenir. Allah'ın sevdiği kıskançlık, şübhe (doğuran işler) hakkındaki kıskançhk(lar)dır. Allah'ın kızdığı kıskançlık ise, şübhe (doğurmayan işlerin) dışındaki kıskançlık(lar)dır.

Yine Allah, büyüklük taslayanlarm kimisine kızar, kimisini de sever.

Sevdiği büyüklük taslama (kibirlenme), kişinin sa­vaş esnasında büyüklük taslaması ile sadaka verirken bü­yüklük taslamasıdır. Allah'ın kızdığı büyüklük taslaması ise, zulümden büyüklük taslamasıdır.[51]

Rasullullah (s.a.s.), beyan buyurduğu bu hadislerin­den Rabbimiz Allah'ın sevdiği büyüklenme konusuna en güzel örnek, Uhud Savaş'ında Ebu Dücâne Sımak b. Hareşe (r.a.)'m tavrıdır!..

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:

Rasullullah (s.a.s.), Uhud günü bir kılıç alarak:

"Bunu, benden kim alacak?" diye sormuş.

Ashab, hemen ellerini açmışlar. Onlardan her biri:

Ben, ben! diyormuş. Rasullullah:

"Ama onu, hakkıyla kim alacak?" buyurmuş. Bunun üzerine cemaat vazgeçmişler. Derken Ebu Dücâne Simak b. Hareşe:

Onu, hakkıyla ben alırım! demiş.

Onu, hem aldı ve hem onunla müşriklerin başlarını yardı.

Rasullullah (s.a.s.):

"Onu, hakkıyla kim alacak?" diye sorunca Ashab-ı

Kirâm'ın gerileyip istemekten vazgeçmeleri, kılıcın hak­kının onunla mertçe harbetmek olduğunu anlamalarından-dır. Gerçekten Rasullullah (s.a.s.) bu sözüyle ölünceye, yahud fetih müesser oluncaya kadar çarpışmayı kastetmiş­tir. [52]

Ebu Dücâne Simak b. Hareşe, şecaatli, tiarb esnasın­da tekebbür eden bir adam idi. Kırmızı sarığını sardığı za­man millet, yakında savaş olacağını bilirdi. Rasullullah (s.a.s.)'in elinden kılıcı aldığı zaman, işte o sangını çıkart­tı, başına sardı ve iki saf arasında salınmaya başladı.

Rasullullah (s.a.s.) Ebu Dücâne'yi, tekebbürlenirken gördüğü zaman şöyle buyurdu:

"Bu gibi yerlerde hariç o, Allah'ın gazablandığı bir yürüyüştür.[53]

Rasullullah (s.a.s.)'in halifesi İmam Ebu Bekr es-Sıddîk (r.a.) şöyle demiştir:

Müslümanlardan hiç kimse, hiç kimseyi tahkir et­mesin! Zira hakir görülen insanlar, Allah katında büyük olurlar.

Bir gün Emirü'l-mü'min'in İmam Ömer ibnü'1-Hat-tab (r.a.) halkı:

Haydi, toplu namaza! diyerek camiye çağırdı. Halk, camiye toplanınca, minbere çıkıp Allah'a hamd-u sena ve Rasulüne salât ve selâm getirdikten sonra şöyle dedi:

Ey İnsanlar, benim yiyecek bulamayıp halalarım tarafından verilen avuç avuç hurmalarla gün geçirdiğimi bilirsiniz. Ah o günler, ne günlerdi!

Orada bulunan Abdurrahman b. Avf (r.a.):

Vallahi, ya Emirü'l-mü'minin, nefsiniz çok tahkir ettiniz, deyince,

İmam Ömer (r.a.):

Sen, ne söylüyorsun? Ben, yalnız kaldığım vakit, o senin acıdığın nefis bana ne söylese beğenirsin?

'Sen, Emirü'l-mü'minin'sin. Senden efdal kimse yoktur diyor. Ben de, onun haddini bildirmek için böyle yaptım, dedi.'

Hikaye olunur ki, bir topluluk, Emirü'l-mü'minin İmam Ali b. Ebi Talib (r.a.)'in arkasında son derece say­gıyla yürüyorlardı.

İmam Ali (r.a.):

Yahu, biraz benden uzak durun da papuçl arınızın şakırtısı kulağıma  gelmesin! Bu gibi hâller, ahmakların kalbini ifsad eder, demiş.

Abdullah ibn Mes'ud (r.a.) da, arkasında yürüyen bir cemaata:

Yahu, dönün! Bu hâl, arkadakiler için zillet, Ön-dekiîer için fitnedir, demiştir.

Bir gün Huzeyfe (r.a.) cemaata namaz kıldırıp selâm verdikten sonra:

Artık bundan sonra ya başka imam bulur veya namazınızı münferid kılarsınız! Ben, bir daha imamlık yap­mam! Çünkü namaz kıldırırken aklımdan, 'bu cemaatte benden daha liyakatlisi yok' diye bir şey geçti. Bu ise, k-ibir alâmetidir. Bundan dolayı bu vazifeyi bir daha yap­mam! dedi

Ahnef b. Kays (r.a.), Mus'ab b. Zübeyr'in himayesinde idi. Onunla bir sedirde otururlardı. Bir gün Ahnef geldi ve fakat Mus'ab, uzatmış olduğu ayaklarını toplamadı. Ahnef, oturdu amma şübhesiz Mus'ab biraz sıkıştı ve suratı kızardı, yani böbürlenir bir tavır takındı.

Bunun üzerine Ahnef:

İki defa idrar yolundan meydana gelen insanların böbürlenmelerine şaşarım! dedi.

İmam Hasan el-Basrî (rh.a.) şöyle demiş:

Ademoğluna şaşarım! Günde en az iki defa eli ile pisliğini yıkadığı hâlde, sonra döner de yer ve göklerin Cebbarı olan Allah ile muâraza eder (karşı gelir)!

Mutarrif b. Abdullah b. eş-Şihîr (rh.a.), Muhalleb b. Ebi Sofre'yi işlemeli bir cübbe içinde kibrederek yürür­ken gördü ve:

İşte bu yürüyüş, Allah Teâlâ'nın sevmediği bir yürüyüştür! dedi.

Muhalleb:

Sen, galiba beni tanıyamadm, dedi. Mutarrif:

Tanırım, nasıl tanımam? Evvelin nutfe, yani bir kaç damla pis meni, âhirin ise, cife, yani kormuş lâşe, bu i-ki hâl arasında ise, karnını yarsak bağırsaklarından bir sepet pislik çıkar, dedi.

Bunu dinleyen Muhalleb, sallanmayı terk ederek normal yürüyüşüyle oradan ayrıldı. [54]

Mutarrif (rh.a.)'in bu beyanından sonra hikmet eh­linin şu sözünü hatırlamamak mümkün mü?

"Kibirliye karşı, kibir göstermek sadakadır.[55] Yeryüzünün varisleri ve yeryüzünde Allah'ın şahid-Ieri olan muvahhid mü'minler, gururdan ve kibirden ann-madıkça, bundan dolayı nasuh tevbesiyle tevbe etmedikçe, Allah'ın rızasını kazanmanın mümkün olmadığı şuuruyla hareket etmelidirler!.. Ve bilip idrak etmelidirler ki cen­nete, gururdan ve kibirden arınanlar girer!..

Sevban (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasullullah (s.a.s.):

"Kim (şu) üç şeyden uzak iken ruhu cesedinden ay-nlırsa, cennete girer:

Kibir, ganimet malına hıyanet ve borç!" [56]

 



[1] Sünen-i İbn Mace, Kitabıı'l-Et'ime, B.6, Hds.3263. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Et'ime, B.17, Hds.3773.

[2] Bkz. Âl-i İmrân, 3/31. Ahzab, 33/21-71. Muhammed, 47/33. En-fal, 8/46. Nisa, 4/80.

[3] Bkz. Zariyat, 51/56.

[4] Mü'min, 40/60.

[5] Mü'min, 40/56.

[6] Sünen-İ İbn Mace, Kitabu'd-Dua, B.l, Hds.3828. Sünnen-İ Tirmizî, Kitabu Tefsiru'l-Kur'ân, B.3, Hds.3148.

Kitabu'd-Daavat, B.2, Hds.3594. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Vitr, B.23, Hds.1479. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.296, Hds.714.

[7] Şünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l- Kıyame, B.15, Hds.2610. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.251 Hds.557.

Ahmed ibn Hanbel, Kİtabû'z-Zühd, C.l, Sh.42, Hds.121. İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, C.13, Sh.7Ol 1.

[8] A'raf, 7/11-13.

[9] İbn Haceri'l-Askalânî, Mürebbihât, çev. A!i Arslan, İst. 1978, Sh.8, No.9.

[10] A'raf, 7/146-147.

[11] Kasas, 28/39-40.

[12] Nuh, 71/6-8.

[13] Mü'min, 40/27.

[14] Kasas, 28/76-77

[15] Nahl, 16/23.

[16] Hadid, 57/23.

[17] Nisa, 4/173,

[18] Lokman, 31/18-19.

[19] İsra, 17/36-38.

[20] Fahruddin er-Râzî A.g.e. C.18, Sh.160.

[21] Kasas, 28/83-84.

[22] Ahmed ibn Hanbel, Kitabu'z-Zühd C.l, Sh.87, Hds.282. İmam Buharı, Edebifl-Müfred, B.251, Hds.548.

[23] Mü'min, 40/56

[24] İmam Gazalî, A.g.e. C.3, Sh.738-74O

[25] En'am, 6/93.

[26] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.324, Hds.438.

Kitabu'l-Eyman, B.9, Hds.35.

Kİtabu'l Edeb, B.61, Hds.100. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cenne, B.13, Hds.46-47. Sünnen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Cehennem, Bil, Hds.2732. Sünen-i İbn Mace, Kitabuz-Zühd, B.4, Hds.4116. Ayrıca bkz. İmam Suyutî, A.g.e. C.2, Sh.lO7, Hds.1503 (2769). Hakim'den.

[27] Sahih-İ Buhârî, Kitabu't-Tefsir, B.282, Hds.371. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cenne, B.13, Hds.34-36. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sifatu'l-Cenne, B.21, Hds.2686. İmam Buharî, Edebü'l-Müfred, B.251, Hds.554.

[28] Sünen-i Neseî, Kitabu'z-Zekat, B.66, Hds.2549. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Libas, B.23, Hds.3605. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Libas, B.l (Bab başlığında).

İmam Suyutî, A.g.e. C.3, Sh.135, Hds.3042 (6402). Ahmed b. Hanbel, Müsned C.2, Sh. 181-182'den.

[29] Sahih-i Buhârî, KitabıTl-Libas, B.l (Bab başlığında).

[30] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-Eşribe, B.13, Hds.107.

[31] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.I6, Hds.4176.

İmam Hafız ei-Munzİrî, A.g.e. C.5, Sh.458, Hds.6. İbn Hıbban "Sahih"'inde rivayet etmiştir. Aynca bkz. Tin, 95/5.

[32] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Iibas, B.5, Hds.7-8.

Sahih-i Müslim, Kitabu'l-libas ve'z-Zine, B.10, Hds.49. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Kıyame, B.15, Hds.2609. Sünen-i Neseî, Kitabu'z-Zinet, B.102, Hds.1291-3293.

[33] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-libas, B.l, Hds.l. B.5, Hds.6. Sahih-i Müslim, Kitabu'1-libas, B.9, Hds.42. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-libas, B.6, Hds.3569-3571. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-libas, B.8, Hds.1784-1785. Sünen-i Neseî, Kitabu'z-Zinet, B.105, Hds.5299. Taberânî, Mucemu's-Sağir, C.2, Sh.74, Hds.410.

İmam Suyutî, A.g.e. C.l, Sh.489, Hds.1051 (1833). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.346'den.

[34] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-libas, B.2, Hds.2.

Kitabu'l-Edeb,B.55,Hds.91.

Kitabu'l Fedaili Ashabu'n-Nebî, B.5, Hds.17. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Libas, B.9 Hds.42-46. Sünen-İ Ebu Davud, Kitabu'l-libas, B.28, Hds.4085. Sünen-i Neseî, Kitabu'z-Zinet, B.105, Hds.5300.

[35] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-libas, B.24, Hds.36O7. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-libas, B.4, Hds.4029.

İmam Suyutî, A.g.e. C.3, Sh.390-391, Hds.3749 (9004). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.92, 139'dan.

[36] Sünen-İ Ebu Davud, Kİtabu'1-Edeb, B.94, Hds.5005. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-İsti'zân ve'1-Adab, B.105, Hds.3010. İmam Suyutî, A.g.e. C.l, Sh.493, Hds.1061 (1849). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.165, 187'den.

[37] İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.251, Hds.549.

[38] İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.251, Hbr.553.

İmam Suyutî, A.g.e. C.2, Sh.24, Hds.1324 (2383). İbn Asakir'den İmam Gazali, A.g.e. C.3, Sh.726.

[39] İmam Maverdî, A.g.e. Sh.376.

[40] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-îman, B.39, Hds.147-149. Sünen-i Tirmizî, KitabıTl-Birri ve's-Sila, B.60, Hds.2067. Sünnen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Iibas, B.29, Hds.4091-4092. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.16, Hds.4173. İmam Buharı, Edebü'.l-Müfred, B.251, Hds.556.

Abmed ibn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, C.l, Sh.88, Hds.285.

İmam Suyutî, A.g.e. C.3, Sh.145, Hds.3066 (6448). Hatib'in "Tarih"İnden.

[41] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.60, Hds.2068. Ayrıca bkz. İmam Suyutî, A.g.e. C.l, Sh.75, Hds.104 (174). İbn Adiyy'in "el-K.âmil"inden.

[42] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-îman, B.46, Hds.I72. Sünen-i Neseî, Kitabu'z-Zekat, B.77, Hds.2565-2566. Taberânî, Mucemu's-Sağir, C.2, Sh.257, Hds.565.

İmam Hafız el-Munzîrî, A.g.e. C.5, Sh.505, Hds.37. Bezzar'dan. İmam Suyutî, A.g.e. C.l, Sh.27O, Hds.532 (932). Ahmed b. Han­bel, Müsned, C.5, Sh.l51,176'den.

[43] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-lman, B.46, Hds.171. Sünen-i Neseî, Kitabu'z-Zine, B.105, Hds.5298.

Kitabu'z-Zekat, B.69, Hds.2553-2554 Kitabu'1-Buyu, B.5, Hds.4436-4437.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-libas, B.25, Hds.4087.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-Buyu, B.5, Hds.1227.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu't-Ticare, B.30, Hds.2208.

[44] Sahih-i Buhârî, Kitabu'I-Cihad ve's-Siyer, B.59, Hds.87. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.9, Hds.4802-4803. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-Hayl, B.14, Hds.3572. Ahmed ibn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, C.l, Sh.65, Hds.204.

[45] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-libas, B.26, Hds.4090. Sahih~i Müslim, Kitabu'I-Birri ve's-Sıla, B.38, Hds.136. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.16, Hds.4174-4175. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.251, Hds.552. Taberânî, Mu'cemu's-Sağir, C.l, Sh.317, Hds.228.

İmam-ı Azam Ebu Hanife, Müsned, çev. Muhammed Selim Köse, İst. T.Y. Sh.265, Kitabu'1-Edeb, Hds.450/4. Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr Tercümesi, Sh.262, Hds.881.

[46] Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mace Tercemesi ve Şerhi, İst. 1983, CIO, Sh.449.

[47] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.63, Hds.2363.

İbn Kesir, A.g.e. C.9, Sh.4735. İbn Ebi'd-Dünya'dan.

[48] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.60, Hds.2069.

[49] İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.251, Hds.550.

[50] Ahmed ibn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, C.l, Sh.30, Hds.73.

[51] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.104, Hds.2659. Sünen-i Neseî, Kitabu'z-Zekat, B.66, Hds.2548.

[52] Sahih-i Müslim, Kitabu Fedailu's-Sahabe, B.25, Hds.128.

İbn Kesir, El-Bidaye ve'n-Nihaye, C.4, Sh.32. İmam Ahmed b. Hanbel'den.

[53] İbn Hişam, A.g.e. C.3, Sh.91. . İbn Kesir, A.g.e. C.4, Sh. 32.

İbnü'1-Esir, El-Kâmil Fi't-Tarih - İslâm Tarihi, çev. M. Beşir Er-yarsoy, İst. 1985, C.2, Sh.145-146.

İmam Zehebî, Tarihti'1-İslâm - Meğazî, çev. Muzaffer Can, İst. 2000, C.3, Sh.229.

[54] İmam Gazalî, A.g.e. C.3, Sh.725-751. İmam Maverdî, A.g.e. Sh;377-382.

İbn Hacer el-Heysemî, A.g.e. C. 1, Sh. İ77-178. Haris el-Muhâsibî, A.g.e. Sh.485.

[55] Aclunî, Keşfu'I-Hafa, C.l, Sh-313, No.lOU. İmam Aclunî (rh.a.) 'in notu: (Aliyyu'l-) Karî, bunun, Râzî'den bîr söz olduğunu, mânâsı me'sur (ilk müslümanlar arasında yaygın)dır. Halkın dilinde sadakaya mukabil hasene olarak meşhur olmuştur. Aliyyu'1-Karî, Zayıf Hadisleri Öğrenme Metodu, Sh.55.

[56] Sünen-i İbn Mace, Kitabu's-Sadaka, B.I2, Hds.2412. Sünen-i Tirmizî, Ki tabu's-Siyer, B.21, Hds.1620.