Abdullah ibn Mes'ud (r.a.) anlatıyor:
Rasullullah (s.a.s.):
"Aranızda pehlivan kime dersiniz?" diye
sordu.
Biz:
Kendisini erkeklerin yenemediği kimseye, cevabını
verdik.
"O değildir!' Lakin pehlivan, kızgınlık anında
kendini tutan kimsedir!" buyurdular.[1]
Ebu Hüreyre (r.a.) da, aynı konuda şu hadis-i şerifi
rivayet eder.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Çok kuvvetli pehlivan, bir çok güreşçileri yere
serip galib olan değildir. Asıl kuvvetli pehlivan, öfkelendiği sırada nefsine
malik (ve iradesine hakim) olan kimsedir.[2]
Kadın olsun, erkek olsun her muvahhid mü'minin
kaçınması gereken bir hâl olan gadab, yani öfke hâlinin reddedileni ifrat ve
tefrit derecesinde olanıdır... İfrat ve tefritten arındırılmış, vasat bir öfke
hâli insanın fıtrî hâlidir ki insan, bunun ile dışarıdan gelecek herhangi bir
tehlikeyi defedip kendisini korur...
İmam Gazalî (r.a.), gadab yani öfke halini şu şekilde
beyan etmektedir:
"Gadabın yeri kalbtir. Mânâsı da, intikam hırsı
ile kanın geleyâna gelmesidir. Bu kuvvet, galeyana geldiği zaman, ilk önce
gelecek tehlikeleri önlemeye kalkar. Tehlikelerin vukuundan sonra ise,
tedavisine ve intikam almasına başlar. İşte intikam, gadabın arzu ettiği bir
gıdasıdır. İntikamdan zevk alır ve ancak intikam sonunda sükûnete erer.
Fıtrat itibariyle insanlar, gadap kuvvetinde ifrat,
tefrit ve itidal sahibi olmaları hasebiyle üç zümreye ayrılmışlardır.
Tefrit, yani aşırı gerilik, bu, kuvvetin ya tamamen
kaybolması veya zayıf kalmasından ileri gelir. Bunun sahibine, hamiyyetsiz
insan derler ki, bu, mezmûmdur. Bunun için İmam Şafiî (r.a.)
Kızmayı gerektiren hâllerde kızmayan merkeb (eşek)dir,
demiştir.
Gadab ve hamiyyetini kökünden kaybeden, cidden noksandır.
Alİah Teâlâ, Rasul-i Ekrem'in Ashabını, şiddet ve hamiyyetle tavsif ederek:
"Onlar, kâfirlere karşı sert, birbirlerine
merhametlidirler.[3] buyurduğu gibi, Rasul-ı
Ekremine hitaben:
"Kâfirler ve münafıklarla harbet, onlara karşı
sert davran[4] buyurmuştur.
Gılzat (sertlik) ve şiddet, kuvvet ve hamiyyetin eseridir.
Bu da, gadabdir.
Aşın gadaba gelince: Bu da, gadab sıfatının galeyana
gelib din, taat ve akim hamiyyetinden çıkmış olmasıdır. Artık bu dereceye düşen
insanda basiret, düşünce, irade ve fikir diye bir şey kalmaz. Bu kimse,
çaresizler seviyesine düşer. Gadabın bu ifratı, ya fıtrî olur, veya itiyad
hâline getirilir. Nice insanlar var ki, yaratılış itibariyle çabuk kızma
istidadındadır. Hatta suratından gadab akmaktadır. Kalbin hararet mizacı da,
buna yardımcı olur.
Gadab ve kızgınlığın dıştaki görüntüsü: Rengin
değişmesi, kükremeler, işlerin çığnndan çıkması, söz ve hareketlerin şuursuzca
olması, dudakların köpürmesi, gözlerin kızarması, burun deliklerinin açılıp
kapanması, suratının ekşimesi gibi hâllerdir. Hatta insan kızdığı anda kendi
suratım görse, kendi kendine nefret eder, utancından kızgınlığı geçer. Halbuki
batmî çirkinliği, surat çirkinliğinden çok daha fazla olur. Çünkü görünüş batının
tezahürüdür. Önce içi çîrkinleşiyor, sonra da dışarı vuruyor. Dışın bozulması,
batının bozulması neticesidir. İşte kızgınlığın görünüşteki alâmetleri
bunlardır.
Dilindeki alâmetlerine gelince:
Sövüp saymak gibi kötü sözler söylemek. Öyle sözler
ki, bunları duyan utandığı gibi, söyleyen de hiddeti geçtikten sonra
hatırladıkça utanır. Bununla beraber sözler, biçimsiz ve ahenksiz olarak
ağızdan çıkar.
Diğer azalardaki te'şirine gelince:
Hücum, vurmak, yaralamak ve hatta hiç aldırış etmeden
öldürmektir. Şayet kızdığı kimse, kaçar veya her an suretle ondan intikamını
almazsa, bu defa kendi kendine döner, kızar, köpürür, yaka-paçasmı yırtar ve
yumruğunu sağa sola sallar. Sarhoşun sürçmeleri gibi sağa-sola yalpa vurur,
hatta bazan düşer, hiddetinden yürüyemez hâle gelir. Sağa-sola, canlı-cansız
varlıklara saldırır. Elindeki sopayı yere vurur, yemekleri döker, bardakları
kırar, hayvanlara söver, onlarla konuşmaya başlar. Önüne gelene çatar ve
âdeta bir deli olur...
Kalbindeki te'sirine gelince:
Kalbi nefret, kin ve çekememezlik, onun felâketine
sevinmek, sevincine üzülmek, onun hakkında bildiklerini açıklamak ve onu rezil
etmek, onunla alay etmek ve benzeri bütün kötülüklerle kalbi dolar.
Bu anlattıklarımız, aşın derecede gadab sahibi olanlardır.
Hamiyyetsiz kimselerin tavrı ve hareketine gelince:
Namuslarına, karılarına, hizmetçilerine yapılan
hakaretlere aldırmaz, alçak kimselerin eziyetlerine katlanır, her türlü
rezalet ve kepazeliklere boyun büker. Bu da, makbul bir haslet değildir. Çünkü
bunun neticesi, iffetini müdafaa etmemektir. Bu ise, deyyûsluktur.
EI-Muğire(r.a.)'dan.
Ensar'dan Hazrec'in seyyidi Sa'd İbn Ubade:
Eğer ben, karımın yanında (yabancı) bir erkek görsem,
onu kılıcımın geniş yüzü ile değil, keskin tarafı ile vurur öldürürüm, dedi.
O'nun bu sözü, Rasullullah'a ulaştı da Rasullullah
(s.a.s.):
"Sa'd ibn Ubade'nin bu gayret (kıskançlık) ve
hamiyyetinden hayret mi ediyorsunuz? (Hayret etmeyiniz!) Vallahi .ben, elbette
Sa'd'dan daha kıskancım. Allah da benden daha kıskançtır." buyurmuştur.[5]
Kıskançlık, nesebin ve neslin muhafazası için elzemdir.
Eğer insanlar, bu hususta müsamaha gösterse, nesil kaybolur, karışır giderdi.
Bunun için erkeklerinde kıskançlık bulunan bir milletin nesli korunur,
denilmiştir.
Görülen kötülüklere susmak da, gadab kuvvetinin
zayıflığmdandır.
Kur'ân-ı Kerim'de:
"Allah'ın dini hususunda onlara acımayın.[6] buyrulmuştur.
Hatta gadab kuvvetini kaybedenler, nefislerini terbiyeden de âciz dereceye
düşerler. Çünkü nefsi terbiye lazımdır, bu da gadab ile mümkündür.
Görülüyor ki, gadabın tamamen yok olması, zemmedilen
bir davranıştır. Övülen gadab ise, akıl ve dinin işaretini bekleyen gadabtır.
İnsan, hamiyyeîin icab ettirdiği yerlerde hiddetini gösterebilmeli,
yumuşaklığın icab ettirdiği yerlerde ise, hiddetini yenebilmeli. Bu suretle
itidali, orta dereceyi bulmalıdır. Allah Teâlâ'nm teklif ettiği istikâmet de
budur.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de:
"İşlerin hayırlısı, ortalandır." buyurduğu
vasat da zâten budur. Kendisini zillet ve meskenetten muhafaza için harniyyet
ve gayret göstereceği yerlerde za'fiyet göstermek suretiyle gadabında
durgunluk gören kimse, gadab kuvvetini takviyeye çalışmalı ve tecavüzden
kendini muhafaza etmelidir. Bu suretle aşırılıktan korunup itidale riâyet
etmelidir.
İşte kıldan ince, kılıçtan keskince olan Sıratı
Mus-takîm budur. Tamamen istikâmette bulunamayan, ona yaklaşmaya çalışsın!"
[7]
İmam Gazali (rh.a.)'dan aldığımız bu uzun iktibas-dan
anlaşıldığı gibi, mü'min müslümanlar, her hâllerinde olduğu gibi öfke
hâllerinde de itidâldan ayrılmayacak, fıtratlarının ve katıksız imanlarının
gereği olan vasat ölçüsü çerçevesinde davranacaklardır...
Allah için sevecek, Allah için buğzedip kızacaklardır...
Sevgileri de İslâm ölçüsü ile olmalı, öfkeleri de İslâm ölçüsü ile olmalıdır!..
İslâm'a tam inanmış bir mü'min insan, İslâm'a tam teslim olmuş bir müslüman
insandır!.. Yegâne hayat nizamı İslâm ne emretmiş ise, ona göre davranan ve
inanan, mü'min müslümandır!.. Herhangi bir şeyi sevmesi onu, adaletten
ayırmadığı gibi, herhangi bir şeye karşı haklı sebeblerle kızıp öfkelenmesi de
onu adaletten ayırmaz!.. Mü'min müslüman, hiç kızmamalıdır demek, insan
fıtratına aykırıdır... Mü'min bir şahsiyet, ifrat ve tefrite düşmeden tabiî ve
fıtrî bir şekilde, haklı sebeblere dayallı bir şekilde öfkelenebilir...
Öfkesinde aşırı olmamalı, gerçek bir pehlivan olup kızgınlık anında nefsini
yenebilmeli, yavaş kızıp, çabuk sakin olmaya gayret etmelidir... Mü'min
şahsiyetin her hâli ölçülü ve itidal üzere olmalıdır!..
Ebu Zerr (r.a.)'m rivayetiyle şöyle buyuruyor.
Rasul-lullah (s.a.s.):
"Amellerin en faziletlisi, sevdiğini Allah için
sevmek ve Allah için buğz etmektir.[8]
Ebu Ümâme (r.a.)'dan.
Rasullulah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Kim sevdiğini Alİah için sever, buğz ettiğine
Allah için buğz eder, verdiğine Allah için verir ve men'ettiğini Allah için
men'ederse, iman kemâle erer.[9]
Rabbimiz Allah'ın, insan kullarının içinden seçip
Rasul ve Nebî kıldığı, her biri bir mürşid-i kâmil
olan Peygamberler (Allah'ın Salât ve Selâmı cümlesine olsun) de, zaman zaman
haklı sebeblerle gadablanmışlardır... Onların öfkesi, Allah için olup asla adaletten
sapmamışlardır... Başta yegâne önderimiz Rasullullah (s.a.s.) olmak üzere,
diğer Rasul ve Nebîler de, beşer oldukları için, beşerin fıtratı gereği ifrat
ve terfitten arınmş bir hâlde öfkelendikleri olmuştur!..
Bunlardan bazı örnekler okuyalım:
1) Musa(a.s.):
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Musa'nın kabaran öfkesi (gadabı) yatışınca levhaları
aldı. (Onlardan bir) nüshada: Rabblerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet
vardır (yazılıydı)." [10]
2) Yunus (a.s.):
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Balık sahibi (Zunnûn, yani Yunus'u da an), hani
O (kavmine) kızmış vaziyette gitmişti ki, (kendisini sıkıntıya
düşürmeyeceğimizi sanmıştı). (Balığın karnındaki) karanlıklar içinde: 'Senden
başka ilâh yoktur. Sen yücesin, gerçekten ben, zulmedenlerden oldum' diye
çağrıda bulunmuştu.[11]
3) Rasulullah(s.a.s.):
Usame b. Zeyd (r.anhuma)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Valahi, bazı adamlar cemaatı terk etmekten vazgeçecekler.
Yahud şübhesiz ben, onların evlerini yakacağım![12]
Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle dua ediyordu:
"Allah'ım, Muhammed ancak bir beşerdir. Beşerin
kızdığı gibi kızar. Ben, Senden ahd-u peyman aldım. Elbette onu, bana
bozmazsın. Bundan dolayı hangi mü'mine eziyet veya sitem ettim yahud dövdüm ise
bunu, onun için bir keffâret ve kıyamet gününde onu, kendisiyle Sana yaklaştıracağın
bir ibadet kıl!" [13]
Selman (r.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Ben, ümmetimden bazı kimselere ağır sözler
söyler, veya bir kimseye öfke içinde lanet edersem, ben de Adem'in çocuklanndanım.
Onların gadablandığı gibi ben de gadablanınm. Gerçekten Allah beni, âlemlere
rahmet o-larak gönderdi.
Ben, onlara söylediklerimi ahirette onlar için rahmet
kılarım!" [14]
Ümmü'I-mü'minin Aişe (r.anha) anlatıyor:
Rasullullah (s.a.s.), Sahabîlerine emrettiği zaman,
daima-takat getirebilecekleri işleri emrederdi. (O zaman) Sahabîler:
Ya Rasullullah biz, senin gibi değiliz. Allah, s-enin
olmuş, olacak günahlarına mağfiret etmiştir, derlerdi de öfke alameti yüzünde
bilinecek kadar kızar ve ondan sonra da:
"En ziyade takvalınız ve Allah'ı en çok bileniniz
şübhesiz ki, benim!" buyururdu.[15]
İmrân ibn Hiisayn (r.a.) ve Ebu Berze (r.a.) şöyle demişlerdir:
Biz, Rasullullah (s.a.s)'in beraberinde bir cenazeyi
teşyie çıktık. Efendimiz, ridâlarıni atıp gömlekle yürüyen bazı kimseleri
gördü. Bunun üzerine Rasullullah (s.a.s.):
"Sizler, cahiliyyet devrinin fiilini mi
tutuyorsunuz? Yoksa cahiliyyet devrinin işinin benzerini yapmakla, onlara
benzemeye mi çalşıyorsunuz? Şu suretinizden başka bir surette (kabristandan) dönmeniz
için aleyhinizde beddua etmeyi cidden arzuladım." buyurdu.
Bunun üzerine adamlar, ridâlannı aldılar ve bir daha
böyle yapmadılar.[16]
En güzel ahlâk üzere olan ve güzel ahlâkı tamamlamaya
gönderilen Rasullullah (s.a.s.), güzel ahlâklı olmayı emrediyor... Güzel
ahlâkın gerçeklerinden birisi de ifrat derecede öfkelenmemektir.... Muvahhid
mü'mini mahcub edecek herhangi öfkeli bir hâl, şahsiyeti zedeleyeceğinden
dolayı mü'min müslümana yakışmaz... Ancak meşru ve haklı bir sebebten dolayı
olursa o da, çabuk sakinleşmek kaydıyla mümkündür...
Alâ b. Şehhir (r.a.) anlatıyor:
Bir adam, Rasullulah (s.a.s.)'in karşına dikilerek:
Ya Rasullullah hangi amel daha faziletlidir? dedi.
Rasullullah (s.a.s.):
"Güzel ahlâktır," buyurdu.
Sonra sağ tarafa geçip aynı soruyu sordu.
Rasullullah (s.a.s.) de:
"Güzel ahlaktır," cevabını verdi.
Daha sonra sol tarafa geçerek:
Hangi amel daha üstündür, deyince, "Güzel
ahlâktır." cevabını aldı. Adam, bu defa arka tarafa geçerek yine:
Ya Rasullulah, hangi amel daha üstündür? deyince,
Rasullullah (s.a.s.), ona dönerek:
"Sana ne oluyor, anlamıyormusun? Güzel ahâktır. O
da, mümkün olduğu kadar hiçbir şeye kızmamandır." buyurdu. [17]
Ebu Bekre (r.a.)'dan.
Adamın biri:
Ya Rasullullah, insanların en iyisi hangisidir? dedi.
Buyurdu ki:
"Ömrü uzun olup, ameli güzel olandır."
Yine sordu:
İnsanların en kötüsü hangisidir?
Buyurdu ki:
"Ömrü uzun olup, ameli bozuk olandır." [18]
Ebu Seleme ibn Abdurrahman (r.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Mü'min, hürmete lâyık, yüzü nurlu, yumuşak huylu
ve güzel ahlâklıdır. Facir ise, alçak bir aldatıcıdır." [19]
Muvahid mü'minler, sağlam akîdeli, yani katıksız
imanlı, salih amelli ve güzel ahlâklı şahsiyetlerdirler... Onlar adaletli ve
merhametlidirler... her şeyi yerinde ve zamanında gereği gibi yapıp Allah'ın
rızasına uygun olmasına dikkat ederler... Rasullullah (s.a.s.) gibi yaşamaya
gayret edip, Sünnet'e uyma konusunda hassas davranırlar... Şirke, küfre,
zulme, istikbara ve istismara asla rıza göstermez, onlara karşı susmazlar... Bu
insanlık fıtratının düşmanları olan batıl şeylerin zararsız hâle gelmesi ve yok
olması için bütün imkânlarını seferber ederler... Kinleri ve öfkeleri
haksızlığa karşıdır... Allah'ı isyan edene itaat etmez, haksız olana kızar ve
cahiliyyet adaletlerini ayaklar altına alırlar!.. Mazlum insanların emeklerini
sömüren emperyalist zalimlere karşı öfkelenir, tağutlarm tuğyanını durdurmaya
çalışırlar!.. İslâm'a aykırı olmayan, fakat kusurlu olan basit şeyleri hoş
görür, onları düzeltmeye çalışırken sinirlenmez, sabırlı davranırlar...
Allah'ın hudutları çiğnendiğinde, Allah'ın hükümlerine karşı zulüm edildiğinde
ve Allah'a karşı isyan bayrağı yükseltildiğinde asla yerinde duramaz, bu
işleri yapan zalim ve hainlere karşı en sert tavır ile mücadele eder, onların
bu ihanetine karşı çok Öfkelenirler!.. Kendi nefislerine yapılan haksızlığı
hoşgörmeye çalışan muvahhid mü'minler, Allah'ın hakkı çiğnendiğinde asla kabul
etmez, öfkeleri kabarır ve bu zulmü yapanlara karş kendilerine gerekli dersi
verinceye kadar direnir, mücadele yaparlar!..
Önderimiz Rasullullah (s.a.s.), kendisinden nasihat
isteyenlere "gadablanma" yani sinirlenme, öfkelenme, kızma demesi,
yersiz ve haksız bir şekilde kızma demektir!.. Olur-olmaz şeylere sinirlenme,
sabırlı ol demektir!.. Yoksa zulme, sömürüye, haksızlığa ve Allah'a isyan
edilişe karşı suskun ol, hoşgörülü davran demek değildir!..
Mü'min müslümanlar, hak çiğnenirken susan kişinin
dilsiz şeytan olduğunu bilirler!.. Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytanlar
olmak, bir muvahhid mü'min için hiçbir zamanda ve hiçbir mekânda mümkün
olmadığı gibi, insanlıktan az bir şey nasibi olan hiçbir kişiye de asla
yakışmaz!..
Mü'min müslüman şahsiyet, haksızca ve zulmen sağ
yanağına vurana sol yanağını çeviren birisi değil, aksine Allah'ın kendisine
kısası farz kıldığı bir değerli şahsiyettir!.[20]
Muvahhid mü'minler, bu imanî ve insanî vazifelerini imkânlarının bütününü en
güzel şekilde sarf ederek yerine getirmeleri gerekir!..
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Cariye b. Kudame isimli bir adam, Rasullullah
(s.a.s.)'e:
Bana bir nasihat tavsiye et, dileğinde bulundu.
Rasullullah (s.a.s.) O'na:
"Gadablanma (öfkelenme)!" buyurdu.
Bunun üzerine o kişi, Rasullullah'dan tekrar tekrar
nasihat tavsiye etmesini istedi. Her defasında Rasullullah (s.a.s.), O'na:
"Gadablanma!" Öğüdünü verdi.[21]
Kendisinden nasihat isteyen mü'min müslümanlara
gadablanmayın, sinirlenmeyin ve öfkelenmeyin diye nasihat eden önderimiz
Rasullullah (s.a.s.), haklı ve yerinde sinirlenen kişilerin öfkelerini kısa
zamanda giderip sakinleşme yollarında beyan buyurmuştur...
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasullullah
(s.a.s)'in, ümmetine tavsiye ettiği öfkeyi sakinleştirme yollarını şu şekilde
sıralayabiliriz:
1) Öfkelenen kişi, Allah Teâlâ'yı anar ve öfkesini
alevlendirmeye çalışan şeytanın şerrinden Allah'a sığınırsa, sakinleşir.
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Unuttuğun zaman Rabbini zikret!" [22]
"Şayet sana şeytandan bir kışkırtma gelecek
olursa, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. [23]
Süleyman ibn Sured (r.a.) anlatıyor:
Rasullullah (s.a.s.)'in yanında iki kişi sövüştüler.
Biz de yanında oturuyorduk. O ikisinden bîri, arkadaşına öfkelendirilmiş olarak
sövüyordu. Öfkesinden yüzü kıpkırmızı olmuştu.
Bunun üzerine Rasullullah (s.a.s.):
"Ben, bir kelime bilmekteyim ki, bu öfkeli olan
kişi onu söylese, kendisinden öfkesi mutlaka gider.
Eğer, "Eûzu billahi mine'ş-şeytâni'r-racîm (ben,
taşlanmış şeytandan Allah'a sığnırım) dese." buyurdu.
Oradaki Sahabîler, o öfkeli adama:
Sen, Rasullullah'm söylemekte olduğu sözü (Öfke
reçetesini) işitmiyor musun? dediler.
O adam:
Ben deli değilim! dedi.[24]
Bu hadisin şerhinde, şunlar beyan edilmiştir:
"Gadabmdan gözleri kızaran adam:
Yoksa sen, bende delilik mi görüyorsun? demesi, din
namına bir şey bilmediğini ve Şeriatın nurlarından hİs-semend olmadığını
gösterir. O, istiazenin delilere mahsus olduğunu sanmış, kızgınlığın şeytanın
te'siriyle meydana gelen bir hâl olduğunu bilmemiştir. Bu adamın, münafıklardan
yahud kaba-saba bedevilerden olması muhtemeldir. Kızgınlık, şeytanın te'siriyle
meydana geldiği içindir ki, kızan kimse, itidalini kaybeder. Batıl şeylerin
söylemeye ve çirkin işler yapmaya başladı ki, Peygamber (s.a.s.), kendisinden
hayırlı bir tavsiye isteyen zâta:
Kızma! diye tavsiyede bulunmuş, o zât, talebini
tekrarladıkça, kendisi de bu sözü tekrarlamıştır. Bu gösterir ki, kızmanın
mefsedeti büyük, doğuracağı neticeler vehimdir.
Hadis-i Şerif, dünyevî bir sebebten dolayı kızan bir
kimsenin "Eûzu" çekerek Allah'a sığınması gereğine ve bunun gadabı
söndürmeye sebeb olacağına delildir.[25]
Muvahhid mü'minler, şeytanın apaçık bir düşman olduğunu
ve kendilerine kötülük yapıp onları rahatsız etmeye fırsat kolladığı
bilirler... Şeytanın, mü'minleri en çok rahatsız ettiği ve onlara güç
yetirmeye çalıştığı hâl, sinirlenme hâlidir... Bir mü'min müslümamn öfkeli
hâli, şeytana yardımcı bir hâldir... Bundan dolayı Rasullullah (s.a.s.),
şeytandan Allah'a sığınmayı tavsiye buyurmuştur...
Bu konuda uyanık olan mü'min müslümanların tavrından
iki Örnek sunalım:
a) Ebu Rezîn (r.a.) anlatıyor:
Bir adam, el-Fudayl İbn Bezvan (rh.a.)'a geldi ve:
Filan adam, senin aleyhinde bulundu! dedi. Oda:
Ben, ona emredene kızıyorum! Alİah, beni de, onu da
mağfiret etsin!., dedi.
Ona emreden kimdir? dediler. Oda:
Şeytandır, dedi.
b) Mekhûl (rh.a.)'a bir adam:
Filanca, senin aleyhinde konuştu, dedi. Oda:
Allah, ona merhamet etsin! Çünkü o (şeytanın teşvikine
kapılarak) aldandı, cevabını verdi.[26]
2) Öfkelenen kişi, içinde bulunduğu hâli değiştirirse,
sakinleşir.
EbuZerr (r.a.)'dan. Rasullullah (s.a.s.) şöyle
buyurdu: "Sizden biriniz, ayakta iken öfkelenirse otursun, eğer öfkesi
giderse (ne âlâ), değilse sırt üstü yatsın.[27] Ebu
Said el-Hudri (r.a.)'dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu. "Dikkat!
Öfke, insanoğlunun içinde hasıl olan bir cemre (şiddetli
hararet)dir. Gözlerinin kızardığını ve boyun damarlarının şiştiğini görmez
misiniz? Her kim bunun eserini duyarsa, vücûdunu yere yapıştırsın (sırt üstü
yatsın)!"[28]
Ebu Vâil (r.a.) anlatıyor:
Urve b. Muhammed Sa'dî'nin yanına girdik. Ona, bir zât
bir şeyler söyleyip öfkelendirdi. Urve kalktı, abdest aldı. (Sonra döndü, yine
abdest aldı.)
Dedi ki:
Babam, dedem Atiye'den naklederek bana haber verdi.
Atiye, demiş ki:
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Gadab, şeytandandır. Şeytan ise, ateşten
yaratıldı. Ateş, ancak su ile söndürülür. Sizden biriniz gadablandığı (öfkelendiği)
vakit abdest alsın!" [29]
3) Öfkelenen kişi, kendisini öfkelendiren şeyi
af-fedebilirse, sakinleşir. Af ve hoşgörü öfke rahatsızlığının ilacıdır!..
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler,
öfkelerini yenenler (yutanlar) ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile
(vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. [30]
"(Bunlar) büyük günahlardan ve çirkin utanmazlıklardan
kaçınanlar ve gadablandıkları zaman bağışlayanlardır). [31]İmam
Kurtubî (r.a.), tefsirinde şunları beyan eder:
"Yüce Allah'ın: İnsanları bağışlar, buyruğunda
geçen insanları affetmek, (bağışlamak), insanın hakkının bulunduğu ve
affetmesinin caiz olduğu hâllerde çeşitli hayır türlerinden daha üstündür. Her
hangi bir cezayı haketrnekle birlikte bu ceza, kendisine verilmeyen her kişi
affedilmiş demektir.
"İnsanlar" buyruğunun anlamı hakkında da
farklı görüşler vardır. Ebu'l-Âliye, el~Kelbî ve ez-Zeccâc, insanlan
bağışlarlar buyruğu ile kölelerinin bağışlanmasının kasdedildiğini
söylemişlerdir.
İbn Atiyye der ki:
Bu bir Örnek olmak üzere bir şeydir. Çünkü köleleri,
hizmet eden insanlardır. Ve köleler, çokça hata ederler. Onlara da güç yetirmek
kolay bir iştir. Onlara, rahatlıkla ceza verilebilir. İşte bundan dolayı bu buyruğu
tefsir edenler buna, bunu Örnek getirmişlerdir.
Meymûn b. Mehrân'dan rivayet edildiğine göre bir gün
cariyesi, içinde sıcak yemek bulunan bir kap getirir. Yanında da misafirleri
vardır. Bu cariye'nin ayağı bir şeye takıldı ve yemeği, Meymûn'un üzerine
döktü. Meymûn, ona varmak isteyince cariye:
Efendim, sen yüce Allah'ın: "Öfkelerini yenerler"
buyruğunun gereğini yerine getir, dedi.
O:
Getirdim, deyince, bu sefer:
Ondan sonra gelen: "İnsanlar bağışlarlar"
buyruğunun gereğini yerine getir, dedi.
Meymûn yine:
Seni affettim, deyince, bu sefer cariye:
Allah iyilik edenleri sever." buyruğunu okudu.
Meymûn:
Ben de sana iyilik ediyorum. Allah rızası için hürsün!
deyiverdi.[32]
Abdullah ibn Ömer (r.a.)'dan.
Rasullulah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Bir (mü'min) kulun, sırf Alİah rızasını taleb
etmek için yuttuğu bir öfke yudumundan Allah katında sevab bakımından daha
büyük bir yudum yoktur.[33] Muaz
b. Enes el-Cühenî (r.a.)'dan. Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Her kim
yerine getirmeye gücü yettiği hâlde öfkesini yenerse, kıyamet günü bütün
mahlukatın Önünde Allah, onu çağıracak ve nihayet onu, cennet kızlarından
dilediğin(i almak) da muhayyer kılacaktır. [34]
4) Öfkelenen kişi, öfkesi sırasında susar da kendisini
Öfkelendirenlere karşı konuşmazsa, sakinleşir. Bu suskunluk, öfkenin kısa
zamanda yok olmasına ve insanın sakinleşmesine en iyi sebebtir...
Abdullah ibn Abbas (r.a.)'dan. Rasullullah (s.a.s.)
şöyle buyurur: "Alİah, şu üç kişiyi korur, onları sever ve acır: Verilen
nimete şükreden, kötülük gördüğünde ona karşılık vermeye gücü yettiği hâlde
affeden, kızınca sakin olanlar. [35]
İbn Abbas (r.anhuma)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"İnsanlara (din işlerini ve vazifelerini)
öğretin. Kolaylık gösterin ve güçlük çıkarmayın. Sizden biriniz hiddetlendiği
zaman sükût etsin (konuşmasın)![36]
Ebu Said el-Hudrî (r.a.)'dan.
Rasullullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Dikkat!
İnsanlardan kimi yavaş Öfkeli ve Öfkeden çabuk
dönüşlü, kimi de çabuk öfkeli ve çabuk dönüşlüdür ki bu, bunu karşılar.
Dikkat!
Onlardan kimi de çabuk Öfkeli ve yavaş dönüşlüdür.
İnsanların en iyisi, Öfkesi yavaş ve dönüşü çabuk olan; en kötüsüde, öfkesi
çabuk ve dönüşü yavaş olandır." [37]
Önderimiz Rasullullah (s.a.s.), muvahhid mü'minlere bu
tavsiyelerde bulunuyor... Rasullullah (s.a.s.)'in tavsiyesi, ümmetinin her
ferdi için, uyulup gereğinin yerine getirilmesi şarttır!... Çünkü Rasullullah
(s.a.s.)'in tavsiyesi, bir emirdir!..
Emirü'l-mü'minin İmam Ömer ibnü'l-Hattab (r.a.) bir
şeye canı sıkılmış ve kızmıştı. Hemen bir mikdar su getirtti ve suyu burnuna
çektikten sonra:
Gadab şeytandandır, su ise gadabı yener! dedi.
Abdullah ibn Mes'ud (r.a.) şöyle demiş:
İnsanın yumuşak tabiatlı olduğu hiddeti sırasında,
emin olması ve emanete riâyeti ile ihtiyacı sırasında belli olur!..
Kızmadığı zaman hümini, ihtiyacı olmadığı zaman emin
olmadığını bilemezsin!..
Adamın biri, oğluna yaptığı nasihatta:
Oğlum, kızgın tandırda insanın cam tahammül
edemeyeceği gibi, gadab anında da akıl yerinde durmaz! demiş.
Urve b. Muhammed anlatıyor:
Yemen'e vali tayin edilmiştim. Babam, bana:
Vali oldun değil mi? diye sordu. Ben de:
Evet, deyince, Babam:
Kızdığın zaman başını kaldır, göklere bak, sonra indir
yere bak! Sonra bunları yaratanı düşün ve bu suretle hiddetini yenmeye çalış!
dedi.[38]
Muvahhid mü'minler, katıksız iman sahibi oldukları
gibi, güzel ahlâk sahibi, salih amel işleyen birer insanı kâmildirler...
Muvahhid şahsiyet, insanlık alemi için önderlik makamında olduğu müddetçe
hidayete vesile olur, huzur ve barışın teminâtı hâline gelir!..
Dâvamızın başı ve sonu, Âlemlerin Rabbi Allah'a
hamdetmektir...
[1] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sila, B.30,
Hds.106. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'I-Edeb, B.3, Hds.4779. İmam Buhârî,
Edebü'l-Müfred, B.81, Hds.155. İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.329,
Hds.9. Ahmed b. Han-bel'den.
[2] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.76, Hds.139.
Sahih-i Müslim, Kİtabu'l-Birri veVSıIa, B.30, Hds.107-108. İmam Buhârî,
Edebü'l-Müfred, B.640, Hds.1317. İmam Neseî, Amelu'l-Yevme ve'1-Leyle -
Hadisler Işığında Günlük Hayat, C.l, Sh.415, Hds.394-396. İmam Malik,
Muvatta', Kitabu Hüsnü'1-Hulk, Hds.12. İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.5,
Sh.329, Hds.8. İbn Hıb-ban'dan.
[3] Fetih, 48/29
[4] Tahrim, 66/9
[5] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tevhİd, B.20, Hds.44. Sahih-i
Müslim, Kitabu'1-Lian, B.l, Hds.16-17. Sünen-i Dârimî, Kitabu'n-Nikâh, B.37,
Hds.2233.
[6] Nur, 24/2. Ayet-i Kerimenin bütününün meali şöyledir:
"Zina eden kadının ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek
(celde) vurun. Eğer Allah'a ve ahiret gününe İman ediyorsanız onlara, Allah'ın
dini(ni uygulama) konusunda sizi bir acıma tutmasın. Onlara uygulanan cezaya,
mü'mînlerden bir grup da şahid bulunsun."
[7] İmam Gazalî, A.g.e. C.3, Sh.376-38O.
[8] Sünen-i Ebu Davud, Kİtabu's-Sünnet, B.3, Hds.4599.
Sahih-i Buhârî, Kitabu'I-İman, B.l, (Bab başlığında). Sünen-i Neseî,
Kitabu'1-İman, B.2, Hds.4954-4956. Taberânî, Mu'cemu's-Sağir, C.2, Sh.109,
Hds.440.
[9] Sünen-i Ebu Davud, KitabuVSünnet, B.16, Hds.4681.
Sünen-i Tirmizî, KiTabu Sıfatu'l-Kıyame, B.22, Hds.2642.
[10] A'raf, 7/154.
[11] Enbiya, 21/87.
[12] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Mesacid, B.17, Hds.795.
[13] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-SıIa, B.25,
Hds.91. Sünen-i Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.52, Hds.2768.
[14] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet, B.l 1, Hds.4659.
İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B. 118, Hds.234.
[15] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-İman, B.12, Hds.13.
Sahih-i Müslim, KitabuVSiyam, B.12, Hds.74. B.13, Hds.79. İmam Malik,
Muvatta'; Kitabu's-Siyam, Hds.9.
[16] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Cenaiz, B.17, Hds.1485.
[17] İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.259, Hds.14.
Muhammed b. Nasr el- Mervezî, mürsel olarak, "Kitabu's-Salât"ta
böylece rivayet etmiştir.
[18] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B.15, Hds.2432.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh.235 ve 403.
[19] Abdullah ibnü'l-Miibarek, Kitabu'z-Zühd, Sh.168,
Hds.679.
[20] Bkz. Bakara, 2/178-179.
[21] Sahih-i Buharı, Kitabu'1-Edeb, B.76, Hds.141. Sünen-i
Tirmizî, Kitabu Birri ve's-Sıla, B.72, Hds.2089. İmam Malik, Muvatta'; Kitabu
Hüsnü'1-Hulk, Hds.l 1. Ahmed ibn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, C.l, Sh.78, Hds.250.
İmam Hafız el-Munzîrî, A.g.e. C.5, Sh.326-327, Hds.2-5. Ahmed b. Hanbel,
İbn Hıbban ve Taberânî'den.
[22] Kenf, 18/24.
[23] Fussilet, 41/36.
[24] Sahİh-i Buhârî, Kitabu'I-Edeb, B.76, Hds.140.
Kitabu Bed'i'1-Halk, B. 11, Hds.89.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.30, Hds. 109-110. Sünen-i
Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.4, Hds.4780-4781. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'd-Daavat,
B.52, Hds.3678. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.641, Hds.1319. Taberânî,
Mu'cemu's-Sağir, C.2, Sh.403, Hds.702.
[25] Ahmed Davudoğlu, A.g.e. CIO, Sh.572.
[26] Abdullah ibnü'l-Mübarek, Kitabu'z-Zühd, Sh.166-167,
No.670-673.
[27] Sünen-i Ebu Davud, Kİtabu'1-Edeb, B.4, Hds.4782.
İmanı Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.333, Hds.16. İbn Hıb-ban'dan.
[28] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'I-Fiten, B.24, Hds.2286.
[29] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb, B.4, Hds.4784.
İmam Suyuti, A.g.e. C.l, Sh.553-554, Hds.1194 (2080). Ahmed b. Hanbel,
Müsned, C.4, Sh.226'dan.
[30] Âl'İİmrân, 3/134.
[31] Şûra, 42/37.
[32] İmam Kurtubî, A.g.e. C.4, Sh.378-379.
[33] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.18, Hds.4189. İmam
Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.640, Hds.1318.
İmam Suyutî, A.g.e. C.3, Sh.266, Hds.3382 (7866). Ahmed b. Hanbel,
Müsned C.l, Sh.327, C.2, Sh. 128'den. Abdullah ibnü'I-Mübarek, Kitabu'z-Zühd,
Sh.167, Hds.672. Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr, Sh.235, Hds.80'5.
[34] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.73,
Hds.2090.
KitabuSıfatu'l-Kıyame,B.15,Hds.2611. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'1-Edeb,
B.3, Hds.4777. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.18, Hds.4186. Taberânî,
Mu'cemu's-Sağir, C.2, Sh.471, Hds.768. Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr, Sh.103, Hds.307.
[35] İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.5, Sh.332, Hds.12. Bu
hadisi, Hakim rivayet etmiş ve: "Hadis, sahihtir" demiştir.
[36] İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.123, Hds.245. B.642,
Hds.1320. Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr, Sh.155, Hds.503.
İmam er-Rûdânî, A.g.e. C.4, Sh.270, Hds.7995. Ahmed b. Hanbel. Müsned,
C.l, Sh.239,283,365 ve Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'den. İmam Suyutî, A.g.e. C.l,
Sh.223, Hds.423 (768).
[37] Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.24, Hds.2286.
Ayrıca bkz. Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr, Sh.230, Hds.784.
[38] İmam Gazalî, A.g.e. C.3, Sh.374 ve 390.