Hava çok soğuktu.
İnsanlar evlerinden ve iş yerlerinden çıkmaya çalışıyorlardı. Soğuktan donmuş
su birikintileri ve kar kalıntıları arasında Fatih Camii avlusundaki şadırvanda
buram buram çıkan bir buhar gördük. Metin abdest alıyordu. Ağzındaki suyu, içinin
eteşi buharlaştırıyordu. Metin bu, ne kar dinler, ne soğuk tesir eder. Çok
yaşamıştır bu havaları, geceleri yanında üç beş çocukla afiş yapıştırırken,
duvarlara gönlünden geçen İslâmî sloganları yazarken, korku onun için
yaşanılmayacak bir andı. Düzen onun için zalimdi, dinsizdi. Ecdat kanları üzere
kurulan bu düzende yaşayan bir avuç boynu kalın, göbeği şişkin kapitalistler,
salon sosyalistleri ve her ikisine de zaman zaman alet olan nasyonel sosyalist
ırkçı laik münafık güruh vardı.
Metin, Vefa lisesinden
beklemeli idi. İmtihanlara hazırlanmayı düşünüyordu. Metin kendi davasının
Üniversiteden geçmek zorunda olduğunu da biliyor, gayretlerini o yönde
sarfetmek istiyordu. Ama bunu gerçekleştiremedi. Büyük evliya Feridüttini Attar
Hazretlerini, Moğol istilası zamanında sakalından sürüyerek şehid edenler ve
barbar lakablı Cengiz Han yolunun takipçileri, o evliya neslin yiğit torunu
METİN YÜKSEL'imizi de
şehid ettiler. Metin İstanbul'a perşemde akşamı gelmişti İzmir'den. İzmir İran
konsolosluğunda komünist öğrenciler İslamcılarla boy ölçüşmeye kalkmışlardı.
Ama orada Metin de vardı. Onun olduğu kale savunulur, hücum ettiği yer
yıkılırdı. Konsolosluk İslamcıların eline geçince istanbul'a dönmüştü. Oysa
Perşembe akşamı Akmaların devamlı gidip geldikleri Fatih'deki Hacılar kahvesi
Ülkücüler tarafından taranarak baskın yapılmış, Nuh Bozklrh ve İrfan Uçar yaralanmışlardı.
Daha sonra kahve çıkışında Nevşehir Yurdu Ülkücüleri tarafmdan ikinci bir
saldırı daha yapılmış, demir çubuklarla müslümanlar hunharca dövülmüşlerdi. Bu
hadisede bilhassa Nuh Bozkırlı elinden ve başından ağır şekilde yaralanmıştı.
Aslında bunların da öncesi var tabii. Vakıflar Yurdu'nun orada olması ve büyük
Ceddimiz Fatih'in ruhaniyeti buradaki ırkçıları,kızdırıyordu. İşte böyle
başladı Metinimizin şehadetinin ilk gelişmeleri. Ecel onu İzmir'den çeke çeke
büyük Ceddi Fatih'in ayak .ucuna getirmişti. O kadere inanmış, hayrın ve şerrin
Allah Celle Celalühu den olduğuna iman etmişti. İşte bu soğuk havada imanın
eseri olarak ab-destini almış, Cuma'ya hazırlanmıştı.
Etrafındaki kendisini
ağabey kabul etmiş gençler FT-19'larla uğraşıyordu. Yalnız başına, imkânları sınırlı
olmasına rağmen bu küçük mücahidlerin her türlü dertleriyle ilgileniyordu.
Kendi bulunduğu Fatih bölgesinde İslâm dışı her şeyin düşmanıydı. Sıkıyönetim
öncesi Vefa Lisesi ve Darüşşafaka Lisesi İslâm düşmanlarıyla kıyasıya bir
mücadele vermiş ve Darüşşafaka Lisesi önünde kızıllarca Pusuya düşürülmüş ve
beş kurşunla gazi olmuştu. Bu düşman kurşunları şehidimizi sevindirmiş, azmini
bilemiş, İslamcı çizgisini kuvvetlendirmişti. Yalnız basına, bütün
gayretlerini esirgemeden kuruluşunu gerçekleştirdiği Fatih Akıncılar Derneği, o
bölgedeki Allah Celle Celalühü düşmanlarının kâbusu olmuştu. Ama Metinimizi
komünistler değil, kendilerini "biz de müsiümanız, biz de İslâm için çalışıyoruz"
diyen Ülkücüler şehid ettiler, (çalışanlar varsa bu olaydan ders alıp saflarım
değiştirsinler)
Bunlar ki daha dün
İstanbul'da MUSTAFA BİLGİ'yi, Edirne'de onaltı bıçak darbesiyle ERDOĞAN
TUNA'mızı da şehid etmişlerdi. Zaman zaman yayınladıkları bildirilerde en büyük
düşmanlarından birinin de müslümanlar olduğunu açıkça ilan etmişlerdi. Burdur
Ülkü Ocaklarının bildirisinde bunu "En büyük düşmanlarımızdan biri de
siyasi ümmetçilerdir" diye ifade ediliyorlardı. Ne idi bu ümmetçilik? Yani
Hazreti Muhammed Aley-hisselâm efendimizi önder kabul edenler ve Onun yolunda
siyasi, iktisadi ve sosyal hizmetleri insanlık uğruna gerçekleştirmeye çalışan
müslümanlar. İşte bunların en büyük düşmanları. Sonra Erzurum Üni-versitesi'nde
okuyan İslamcılara yaptıkları zulümleri, bunlara "Muhammedin
piçleri" diye bağırmalarını, talebelerin bütün dolaplarını yağma
etmelerini İslamcılar unutmadılar. 15.5.1976 tarihinde Erzurum'da Müslümanlara
yapılan zulmün arkasından yayınlanan Ülkücü Gençlik imzalı bildiriyle, İslamcı
dernek idarecilerini ve Üniversitedeki İslamcı liderleri komünist militanlar
diye tanıtan, iftira atanları da unutmadılar. Bütün bunlara "Bir insanı
Öldürmek bütün insanlığı öl-' dürmek gibidir" ilahi emrini bildikleri,
"ölen de öldüren de ziyandadır." düsturuna uydukları için
müslümanlar merhamet gösterip karşılık vermediler.
Ülkücüler iktidar
değişikliğinden sonra, Topkapı A.Ö.Yurdu'nda,
Edirnekapı Yurdu'nda, Orman Yurdu'nda barmamamış ve yer değiştirmeye başlamışlardı.
İstanbul'un Fmdıkzade, Beşiktaş gibi çeşitli yerlerinde tutunmaya çalıştılar.
Ama bunda başarılı olamayınca Müslümanların merhametinden faydalanmayı
denediler. Fatih'te bulunan Aydın ve Nevşehir yurtlarına yerleşmeye başladılar.
Nevşehir yurdunda yaptıkları çalışmalar, başarılı olamayınca bunun sebebi
olarak o bölgedeki İslamcı güçlerin üzerine gitmeyi ve sindirmeyi denediler.
Bunun için o bölgenin sevilen ve sivrilmiş ismi eski Fatih Akıncılar Derneği
başkanı Metin Yüksel'i seçtiler. Biliyorlardı ki, Metin'in olduğu yerde
kendilerinin faaliyet yapmaları mümkün değildi. İşte bu adi emellerim
gerçekleştirmek için Onu şehid ettiler.
Metin, aşiret
çocuğuydu. Yiğitti, mertti. Doğunun toprağının sertliği gibi karekteri de
sertti. Yaptığı herşeyi detaylarına kadar düşünmezdi. Teorikten hoşlanmaz ve
uyuşukça yaşantıyı sevmezdi. Dedi/ kodudan ziyade, iş adamıydı. İslâm'a ters
düşmeyeceğine inandığı her şeyi pratik hayatta tatbike gayret ederdi. Yani
Metin, tek başına bir devletti. Şehadetine de bu korkusuzluğu, cesareti sebep
oldu. işte Şubat'm son Cuma'smda beyaz kar üstüne bir şehid kanı böylesine
düşürülmüş oldu.
Müslümanların bayramı
olduğu için camilere koşuyorlardı cuma günü. Metin'de bu bayramdan nasibini
almak için kardeşleriyle birlikte girmişti camiye. Rabbine secde etti, el
açtı, dua eyledi. Neler diledi bilemiyoruz ama dilediğini aldı Rabbinden.
Katillerin bir kısmı camiye, Metin'i takib için girmiş, bir kısmı da dışarıda
beklemişlerdi. Oysa polise daha önceden haber verilmişti. Çünkü o gün cami
avlusunda bir sürü yabancı kimseler, İslamcılara haince bakıyorlardı. Güya
polis gelmiş ve bölgeyi kontrol altına almıştı. Cuma Namazı bitip te cemaat
dağılırken, METİN Yüksel'de çıkmış, Fatih'in türbesinin olduğu bahçeden
geçerek hünkâr mahfilinin giriş kapısının açığında bir grup katilin saldırısına
uğramıştır. Her taraf insan dolu olduğu halde...
Ellerinde silahlarla
Metin'e yaklaşan katilileri görünce, silahsız olan yiğit Metin, ellerini
Rabbine açarak "Amenerresulü" (diye bilinen Bakara süresinin son
ayetlerini) okumaya başlar ve katil ülkücülerin kurşunlanyla şehid kanı yere
düşmüş olur.
Olay kısa zamanda
Türkiye sathında duyuldu. Teşkilatlar bildirilerle olayı kınadılar. Mehmet
Tel-lioğlu, İstanbul Akıncılar Derneği Başkanı Dursun Özcan, İstanbul Kültür
Ocağı I.K.O. Başkan Hüseyin Öztürk, MSP İstanbul Gençlik Kollan Başkanlığı
imzalarıyla yayınlanan bildirilerle olay şöyle dile getirilip kınandı.
"İslâmî hareketin
dünya üzerinde cazibe merkezi haline gelmesi ve bütün ülkelerin gündeminde yer
almasıyla başlayan yoğun çabalar, İran Pakistan ve Afganistan'dan sonra
Türkiye'de de yeni boyutlar Kazanacağa benzer.
Bu cümleden olarak, 14
asır önceki yahudi münafık Abdullah İbn-i Sebe'nin ve günümüzdeki emperyalizmin
Faşist uzantısı olan ırkçı münafıklar, daha dün Edirne'de şehid ettikleri
Erdoğan TUNA, kardeşimizin kanı kurumadan, bugün de METİN YÜKSEL'imizi şehid
ettiler.
23 Şubat 1979 Cuma
günü Fatih Camii'nde Cuma Namazından çıkan Müslümanlar hedef alınarak gelen Ali
Ağa (Bilir), İhsan Barutçu ve beraberindeki ırkçı Faşist şebeke müslümanları
yaylım ateşine tutmuşlardır. Yere düşen Metin Yüksel kardeşimizin alnına
hunharca on kurşun sıkarak şehid etmişlerdir.
Katiller, bir
münafıklık örneği vererek, Tekbir getire getire kaçmışlardır.
Bu olayın ışığı
altında Faşistlerin safında olup da halâ uyanamamış Müslümanlara sesleniyoruz:
Geriye dönüşü mümkün olmayan noktaya varmadan müslümanlarm saflarında yerinizi
alınız!...
İran ye Pakistan'dan
sonra, bu olayı da çarpıtan Emperyalizmle işbirliği halindeki güdümlü basın, bu
vakıayı gerçek cephesinden saptırarak, bu komployu çatışma şeklinde kamuoyuna
yansıtmıştır. Bu olay kâfir Düzen ve onun Ücretli kölelerinin ortaklaşa
gerçekleştirdikleri işbirliğinin dehşetengiz bir komplosudur.
İran'daki İslâmi
kıyam'ı bir türlü hazmedemeyen ırkçı yamaklar, bu kıyamın Türkiye'deki timsallerinden
biri olan METİN YÜKSEL'i şehid etmekle kinlerini kustular.
Unutulmasın ki;
Allah'ın nizamı uğrunda milyonlarca şehid verdik. Gerekirse milyonlarca şehid
daha vermeye* hazırız. ŞEHİDLER MÜCADELE BAYRAĞIMIZI YÜKSELTENLERDİR.
METİN YÜKSEL'ler şehid
edilmekle mücadelemiz söndürülemez!...
Irkçı münafıklarla,
müslümanlar üzerinden parsa toplamamalarının savaşını veren METİN'imizin
şe-hadeti mücadelemizin dönüm noktasıdır. Son defa yapılan bir çağrıdır ki:
Allah'a, O'nun Resul'üne ve getirdiği ahkama inanan bütün müslümanları saflarımıza
çağırıyoruz!...
Ya Allah Nizamının
vakarlı çizgisi, ya da hiç biri...
Uzlaşmamız mümkün
değildir!...
METİN'in yükselttiği
ruha, layık olabilmenin mücadelesini vereceğiz. Bazı ayetlerin kanla yazıldığı
gerçeğinden hareket ederek, "Dava taşım gediğine doğru götüreceğiz."
METİN'imizi şehid eden
Irkçı münafıklara Allah'ın kelamıyla sesleniyoruz:
Bakara suresi:
"insanlardan
öyleleri vardır ki 'Allah'a ve Ahiret Günü'ne inandık' derler. Halbuki onlar
inanmış değildirler. Allah'ı da, iman edenleri de aldatmak isterler. Halbuki
onlar, kendilerinden başkasını aldatamazlar. Bunun farkında değildirler.
Kalplerinde bir
hastalık vardır onların. Allah da hastalıklarım artırdı. Yalan söyler
olduklarından dolayı onlara acıklı bir azap vardır. Onlara 'yeryüzünde fesat
çıkarmayın1 denildiği zaman 'biz ancak İslah edicileriz1 derler. Dikkatli ol!
Muhakkak onlar fesatçıların ta kendileridir, Anlamazlar ki! Onlar inananlara
rastlayınca 'Biz iman ettik!' derler. Şeytanları ile yalnız kalınca da 'Biz
seninle beraberiz, biz sadece istihza edicileriz' derler. Onlar sağırdırlar,
dilsizdirler, kördürler. Artık dönemezler"
Bu ayet-i kerimelerin
muhatabı olmaktan kurtulun!..."
İktanbul Akıncılar
Derneği bildirisinde de durum şöyle dile getirildi. "Artık herkes şunu
anlasın ki bizim ilayı kelimetüllah'tan gayrı hiç bir dava ve idealizim yoktur.
Bundan .başka da dava tanımıyor, müslümanım diyebilen herkesi saflarımıza çağırıyoruz.
Hiç bir dava şehid vermeden zafere ulaşamamıştır. Zafere
bir adım kala vurdular kardeşimizi, ırkçı, faşist, laik düzen
bozuntuları"
İ,K.O'nun
açıklamasında ise, düzenin resmi güçleri ve onun oyuncağı haline gelmiş ırkçı
düşüncenin, müslümanları öldürmekle yıl-dıramıyacağı, her şehidin zafere giden
yolu aydınlattığı, belirtiliyor ve bu münafık ırkçılardan bir gün bunların
hesabının sorulacağı da kaydediliyordu.
Metin! Şehid
Metinimiz! Sen herşeyinle kurtuldun, senin gidişin değil bizleri üzen, bizim
bu çir-kef insanlık içinde kalışımızdır. Mücadelen ve hatıran bizlere güç
verecek, şarkımız da:
Bir gün savaş bitecek
Muzafferiz mutlaka îslâmî harekete Güç kattık kanımızla olacaktır!..."
25 Şubat 1992,
günlerden Salı... İstanbul'da Karlı, ve soğuk bir gün daha yaşanıyor.. Şehid
Metin'in Şehadeti üzerinden 13 yıl geçmiş... 23 Şubat Pazar günü, Şehid'in
küçük kardeşi Müfit ile görüşecek ve Şehid hakkında sohpet edecektik. O gün
İstanbul'da hem kar vardı, hem de fırtına. Hava şartları el vermediği için
buluşamadık. Sohbetimizi iki gün sonra ancak gerçekleştirebildik.
Müfit Yüksel ile
yıllar öncesinin olaylarını uzun uzun konuştuk. Sorular sorduk, geniş geniş
malumat aldık. Müfit, sanki o günleri yeniden
yaşıyordu. Çok canlıydı.. Heyecanlıydı... O günlerin acı ve tatlı hatıralarını
en açık ifadelerle dile getirdi.
Şehid Metin'imizi ve
Şehadeti anlattı Müfit kardeş. Kendisini dinledikten sonra daha iyi anladak
şehadeti ve şehidi. Bu uzunca sohbetimizden bazı bölümleri Müslümanlara faydalı
olur umuduyla naklediyoruz. Okuyalım bize ders olsun ve ibret alalım. Böylece
cihad gayretimiz ve Şehadet aşkımız artsın inşallah: