Ve devam ediyor Kenf
Sûresi:
"Şübhesiz Biz,
yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık. Onların hangisinin daha güzel
davranışta bulunduğunu deneyelim diye.
Biz, gerçekten
(yeryüzü) üzerinde olanları kupkuru çorak bir toprak yapabiliriz.[1]
Yeryüzü, dünya hayatı,
insanoğlu için bir imtihan sahasıdır... Misak anında, Rabbi Allah'a verdiği
kulluk sözüne ne kadar sadık kalacak diye imtihan edilen yerdir dünya
hayatı...
İnsanların, maddî ve
manevî rahatlıkları için herşeyin yaratılıp birer süs kılındığı bir mekândır
yeryüzü...
Rabbimiz Alİah,
yeryüzüne süs kıldığı her şeyi insan kullarının menfaatlanması ve faydalanması
için yarattığını beyan buyurur:
"Yeryüzünde
olanların tümünü sizin için yaratan O1-dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip)
de, onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur. O, herşeyi bilendir. [2]
Ebu Said el-Hudrî
(r.a.)'ın rivayetiyle önderimiz. Rasululiah (s.a.s.) dünya, onu süsü ve ondaki
imtihan için şöyle buyurur:
"Şübhesiz, dünya
tatlı, yeşildir ve şübhesiz Allah, sizi dünyaya halife kılmıştır. Amma ne
yapacaksınız diye bakar. Bundan dolayı dünyadan korunun, kadınlardan da korunun!
Çünkü Beni İsrail'in ilk fitnesi, kadınlardan idi.[3]
Önderimiz Rasululiah
(s.a.s.), ümmetinin her ferdi için bu ikazı yaparken, dünyadan faydalanmayın,
bir lokma bir hırka felsefesince hareket edin dememiştir... Dünyanın çekici
süsüne dalıp haddini aşmak suretiyle fitneye düşmekten alıkoymak istemiştir...
Yoksa helâlinden olduktan sonra ve israf etmedikten sonra, dünya malından
gereği şekilde faydalanmak her mü'min müslüman kulun en tabiî hakkıdır...
Alİah, muvahhid mü'min müslüman kullarını yeryüzünün halifeleri ve varisleri
kılmıştır. [4]
Yeryüzünün varisleri olan mü'min müslümanlar, yeryüzü nimetlerinden Allah'ın
koyduğu ve Rasululiah (s.a.s.)'in beyan ettiği ölçülerce faydalanmalıdırlar...
Çünkü muvahhid mü'min müslümanlaarın yegâne ölçüsü Allah'ın kitabı Kur'ân-i
Kerim ve Rasululiah (s.a.s.)'in Sünnet- Seniyye'sidir. Resulullah (s.a.s.)'in,
bize bıraktığı miras bunlardı... Bunlara sımsıkı sarıldıkça dosdoğru ypldan
sapmayacağımızı beyan
buyuran yine önderimiz Rasululiah (s.a-s.)'dir...[5]
Helâl olmak kaydıyla
dünya ve dünya malından faydalanma konusunda şu hadis-i şerifleri
kaydediyoruz.
Amr İbni'1-As, şöyle
dedi:
Rasululiah (s.a.s.),
bana (haber) gönderip elbisemi ve silahımı kuşanmamı, sonra O'na gitmemi
emretti. Ben de, emrini yaptım da O'na vardım ki, abdest alıyordu. Gözünü bana
kaldırdı, sonra aşağı indirdi, sonra şöyle buyurdu:
"Ya Amr, ben
seni, savaş için askere göndermek istiyorum. Böylece Allah, sana ganimet ihsan
eder. Ben de sana, topluca hayırlı mal veririm."
Ben, dedim ki:
Ben, mala rağbet
ederek müslüman olmadım. Ben, ancak Rasulullah ile beraber olayım diye İslâm'a
rağbet ederek müslüman oldum. Rasulullah (s.a.s.)
"Ey Amr, salih
kimse için, hayırlı mal ne güzeldir!" buyurdu.[6]
Muaz b. Abdullah b.
Hubeyb'in amcası (r.anhuma)'dan naklen şöyle demiştir:
Biz, bir mecliste
idik. Rasulullah (s.a.s.), başında ıslaklık eseri bulunduğu hâlde
(meclisimize) teşrif etti.
Bazımız, O'na:
Seni, bugün rahat ve
hoş gönüllü görüyoruz, dedi.
Bunun üzerine O da:
"Evet ve Allah'a
hamdolsun." buyurdu.
Sonra cemaat,
zenginliği anlatmaya daldılar.
Rasul-i Ekrem (s.a.s.)
şöyle buyurdu:
Takva sahibi (günahdan
sakınan kimse) için zenginlikte hiç bir mahzur yoktur. Takva sahibi için sağlıklı
olmak, zengin olmaktan daha hayırlıdır ve gönül hoşluğu, rahatlığı bir
nimettir. [7]
Kitab ve Sünnet
ölçüsüne dikkat edildiği, helâlinden kazanılıp helâl yerlere sarfedüdiği
müddetçe mal, mülk ve servet övülmüş, mü'min muttaki kullar böyle bir çalışmaya
teşvik edilmiştir... Çünkü mü'min müslümanlar, yeryüzünün varisleridir ve
İslâmî ölçüde veraset hakkına sahib çıkması, onu koruması gerekir...
Rabbimiz Alİah (Azze
ve Celle) şöyle buyurur:
"Mal ve çocuklar,
dünya hayatının çekici süsüdür, sürekli olan salih davranışlar ise, Rabbinin
katında sevab bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha
hayırlıdır.[8]
"Kim dünya
hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam
öderiz ve onlar, bunda hiç bir noksanlığa da uğratılmazlar.
İşte bunların ahirette
kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların, onda (dünyada) bütün
işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. [9]
Allah'ın emirlerini ve
Rasulullah (s.a.s.)'in Sünnetini bir yana bırakarak, hiç ölmeyecekmiş gibi
süslü ve çekici dünya malına dalmak ve iman noktasında ayağı kayıp, amel
noktasında da salih amel işlememek, ebedî bir azaba talib olmak demektir...
Alİah ve O'nun rızası, gaye olmaktan çıkıp, dünya ve dünya hayatı gaye hâline
gelirse, işte o insan veya o toplum iflas etmiş ve ahiret yurdu bakımından
kaybedenler araşma girmiştir... Fanı olanı, ebe.dî olana tercih edenlerin
cezası, ateşten başkası değildir...
Dünya malı ve dünya
hayatı bir gaye değil, gerçek gaye olan Allah'ın rızasını kazanmak için bir
araçtır... Bu aracı, insanoğluna bir imtihan aracı olarak veren Âlemlerin
yegâne Rabbi Allah'ın emrettiği ve Rasulullah (s.a.s.)'in uyguladığı gibi
kullanan muvahhid mü'min müslümanlar, ebedî hayat için fanî hayatı bir kazanma
zamanı olarak değerlendirmelidirler...
Dünya nedir ve
dünyanın terk edilip ona rağbet göstermek ne demektir? Meselesini yegâne
önderimiz Rasulullah (s.a.s.), apaçık beyan etmiştir...
Ebu Zerr-i Gifârî
(r.a.)'m rivayetiyle Rasulullah
(s.a.s;) şöyle buyurur:
"Dünyaya rağbet
göstermemek, ondan yüz çevirmek, ne helâl şeyi haram etmektedir (ne helâl olan
bir şeyden kendini mahrum etmek), ne de malı zayi etmek (atmak veya yersiz
harcamak) tadır. Velâkin dünyaya rağbet göstermemek, senin ellerinde bulunan
(nimet ve imkânlar)a, Allah'ın elinde (yani hazinesinde) olan (nimet ve imkanlardan
fazla güvenir (umutlanır) olmamandır ve başına bir musibet geldiği zaman
sevabından dolayı ona gösterdiğin rağbet (ve rızan) in, başına o musibetin
faraza gelmemiş olması arzusundan fazla olmasıdır.[10] Sehl
b. Sa'd es-Saidî (r.a.) şöyle demiştir: Bir gün bir adam, Rasulullah
(s.a.s.)'in yanına gelerek:
Ya Rasulullah, bana
öyle bir amel (ibadet) göster ki ben, onu işlediğim zaman beni, Allah sevsin ve
insanlar
da sevsin, dedi.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.s.) (Ona): "Dünyaya rağbet gösterme ki, Allah seni sevsin
ve insanların ellerinde bulunan (nimet ve imkânlar)dan yüz çevir ki, onlar (da)
seni sevsin," buyurdu. [11]
Bu ölçüler, mü'min
müslümanların çok dikkat edeceği ölçülerdir... Kendisinden ilişkinin
kesileceği dünya, gaye hâline gelen dünyadır, yoksa helâl ve haram sınırlarına
dikkat edilerek payının unutulmadığı dünya değildir... Gaye Allah'ın rızası ve
ahiret yurdunu kazanmak olmalı, ama bu arada dünyada olan pay unutulmamalı!..
"Allah'ın sana
verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payım (nasibini) unutma.
Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk
arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.[12]
Bu, böyledir!..
Ve böyle buyruldu
mü'min müslümanların yegâne düsturu Kur'ân-ı Kerim'de...
Verâ derecesinde
hassasiyete sahib olan muttaki mü'min müslümanlar, sakıncalı şeylere düşerim
korkusuyla, sakıncalı olmayan ve hayat için zarurî bulunmayan şeyleri bile
terk etmişlerdir... Bu, takva konusunda bir hassasiyettir, yoksa kulluk
vazifelerinin gereklerinden değildir... Bu tavır, elbette takdir edilecek, çok
güzel bir tavırdır, amma her mü'min müslüman mutlaka böyle olmalıdır, yoksa
fısk-u fücur içinde yaşıyor, günahlardan kurtulmayan birisi durumunda
bulunuyor denilemez...
İslâm'a göre sakıncası
olmayan mubah bir şeyi, bir hassasiyet sonucu terk etmek ayrı bir şeydir,
onunla meşgul olan mü'min müslümam günahkâr kabul etmek ayrı bir şeydir...
İslâm'a göre
sakıncasız olan bir şeyi bırakmak, onu işlememek, helâli haram kılmak demek
olmayıp, takva konusunda hassas davranmaktır...
Rasulullah (s.a.s.)'in
Ashabından Atiyye es- Sa'dî (r.a.)'m rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurur:
"Kul, sakıncalı
şeylerden korktuğundan dolayı, sakıncasız şeyi de bırakmadıkça müttakiler
derecesine ulaşamaz. [13]
Bu konuda, Abdullah
İbn Ömer (r. anhuma), şu tesbitte bulunuyor:
Kul, gönlündeki şübhe
veren şeyleri tamamiyle terk etmedikçe takvanın hakikatine ulaşamaz.[14]
Emiru'l-mü1 minin imam
Ali b. Ebi Talib (r.a.) ise, şöyle demiştir:
Dünya arkasını dönerek
göçüp gitti, ahiret ise, yönelip gelmektedir. Bunlardan herbirinin oğulları
vardır. Sizler, ahiretin oğullarından olunuz da dünyanın oğullarından
olmayınız. Çünkü bu gün çalışma var, hesaba çekilme yok; yarın ise, heasaba
çekilme var, amel yoktur. [15]
Akîdesi kuvvetli,
imanı sağlam, ameli salih ve takva üzere olan muvahhid mü'minler, Rabbleri
Allah'a karşı kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirdiklerinde, Allah'ın
sevgisini kazanırlar... Allah'ın sevgisini kazananlar da O'nun koruması altına
girer ve Allah kulunu, dünyaya rağbet etmekten korur...
Katade en-Numan
(r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Allah, bir kulu
sevdiği vakit onu, dünyadan korur. Tıpkı sizden birinizin hastasını sudan
korumaya devam etmesi gibi. [16]
Rabbimiz Allah, insan
kullarını yeryüzündeki geçici hayatlarında imtihana tutması, sadıkların ortaya
çıkması içindir... Elbette yalnız Rabbimizin bildiği ve kullarına vahy yoluyla
bildirmediği bir çok hikmetleri de vardır...
Biz, bize vahy yoluyla
melek aracılığı ve seçilmiş bir Peygamber vasıtasıyla bize ulaştırıldığı
kadarıyla bilebiliriz Kaldı ki, bize ilimden çok az şey verilmiştir..[17]
Şöyle buyurur Rabbimiz
Allah:
"Andolsun, Biz
sizi, bir parça korku, açlık ve bir parça mallardan canlardan ve ürünlerden
eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.
Onlara, bir musibet
isabet ettiğinde derler ki: 'Biz, Allah'a aid (kullar)ız ve şübhesiz O'na
dönecüleriz.
Rablerinden (olan bir
salat) bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de
bunlardır. [18]
Mü'min müslümanların
başına gelen musibetlerin tümü, Allah'ın izniyle ve O'nun uygun görüp
yaratmasıyla meydana gelir... Musibetler, imtihan içindir... Mü'min
müslümanlar, her an imtihan içinde olduklarının farkına varmalı ve bu konuda
Rableri Allah'a dayanıp güvenmeli, sabredip şikayetçi olmamalı ve
sızlanmamalıdır... İmtihanın zamanı, mekânı ve şekli, bizim elimizde olmayan,
irademizin dışı bir şeydir... Rabbimiz Allah'ın iradesi ve emri gereği
gerçekleşen imtihan içinde olan mü'min müslümanların vazifesi, imtihan öncesi
Kitab ve Sünnet ile uyarıldıkları, bilgilendikleri ve eğitildikleri gibi
davranmalı, isyan etmemeli, Rableri Allah'a hamd edip sabırla hareket ederek
hayırlı bir sonuca ermeye gayret etmelidirler...
Şöyle buyurur Rabbimiz
Allah:
"Allah'ın izni
olmaksızın hiç bir musibet, (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman
ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Alİah, her şeyi bilendir.
Allah'a itaat edin ve
Rasul'e de itaat edin. Şayet yüz çevirecek olursanız, artık elçimiz üzerine
düşen (yalnızca) apaçık olan bir tebliğ (gerçeği en yalın biçimde size
ilet-me)dir.[19]
Enes b. Malik
(r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Sevabın çokluğu,
belânın büyüklüğüyle beraberdir. Allah, bir toplumu sevdiği zaman şübhesiz
onları (sıkıntı, musibet ve belâlarla) imtihan eder. Artık kim bir (imtihan
edildiği belâ ve musibetlere) rıza gösterirse, Allah'ın rızası (ve bol sevabı)
o kimseyedir.
Kim de (imtihan
edildiği belâ ve musibetlere) öfkelenir (ilâhî hükme rıza göstermez) ise,
Allah'ın gazabı (ve azabı) o kimseyedir. [20]
Bir başka hadislerinde
de, mü'min müslümanlann takınacakları tavrı, bir misâl vererek beyan ediyor
önderimiz Rasulullah (s.a.s.)...
Ebu Hüreyre (r.a.)'m
rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):
"Mü'min kişinin
benzeri, bir sap üzerinde biten taze ekin gibidir. Rüzgar, ona hangi taraftan
gelirse, onu eğer de yaprağı diğer tarafa döner, meyleder (fakat o, yıkılmaz).
Rüzgar sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mü'min kişi. de böyledir. O da, belâ
sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz).
Haktan yüz çeviren
kâfir kişinin benzeri ise, sert ve dimdik duran çam ve dağ servisi gibidir.
Nihayet Allah onu, dilediği zaman (bir seferde) kırar, devirir. [21]
Rabbimiz Allah, dünyayı
yarattı ve çekici nesnelerle süsledi... Dünya, bu süsü ve bu çekiciliğiyle
insanın çok hoşuna gider... Fakat şu iyice bilinmelidir ki, bütün bu güzellikler,
bu süsler ve bu çekici nesneler fanîdir, yani geçicidir... İman sahibi, salih
amel işleyen ve akıllı olan mü'min müslümanlar, bu fanî mekânı, ebedî hayatı
kazanmak için bir araç kılmalıdırlar....
Rabbimiz' bu faniliği
şöyle beyan buyurur:
"Onlara dünya
hayatının örneğini ver: Gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzündeki
bitkiler birbirine karıştı, böylece rüzgarların savurduğu çah-çırpı oluverdi.
Alİah, herşeyin üzerinde güç yetirendir.[22]
Dünyanın yaratılışı ve
süslü kılınması, daha sonra tekrar harab olması... İlkbahar, tabiatın
canlanması, dirilmesi, sanki insanın çocukluk ve gençlik devresi gibidir...
Yazın gelişin, ağaçların ve diğer bitkilerin yapraklanıp çiçeklen-dikten sonra
meyve verişi, sanki insanın olgunluk devridir... Sonbaharın gelişi, ağaçların
yapraklarının solup düşmesi, bitkilerin sararması ve esen rüzgarların onların
herbi-rini bir tarafa savurması, sanki insanların, gözü görmez, eli tutmaz,
ayağı yürümez devri olan ihtiyarlık çağıdır... Hastalıklar, rahatsızlıklar, o
doktordan bu doktora, o hastahâ-neden bu hastahâneye, o diyardan bu diyara
gidip gelir... Kışın gelmesi, yağmurlar, fırtınalar, boranlar, kar ve tipi...
Ağaçlar, tamamen yapraklarım dökmüş, çıplak kalmış, sanki kurumuşlar... Diğer
bitkiler çürümüş, kökleri yeraltına çekilmiş, yeni bir ilkbaharı, yeniden
dirilme zamanını beklemek üzere saklanmışlardır... Bu durum sanki insanın ölüm
hâli ve sonrası olan kabir hayatını andırır... Yeniden bir başka âlemde
dirilmek için toprak altına çekilmek ve toprak annenin rahminde yeni bir doğum,
için beklemek...
Rabbimiz Alİah (Azze
ve Celle), bu hakikati şöyle beyan buyurur:
"Bilin ki,
gerçekten Allah, ölümden sonra yeryüzüne hayat vermektedir... Şübhesiz Biz,
umulur ki, aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.[23]
Âlemlerin yegâne
Rabbi, yaratanı, sahibi ve emredeni Allah Teâlâ (Azze ve Celle), insan
kullarını eğitmek, öğretmek e karanlıklardan kurtarıp nura kavuşturmak için
böyle apaçık ayetler beyan buyuruyor ki, insan kullarının hidayeti için rehber
kitab gönderdiği beyan edildi... Seçkin kullarından Rasulullah (s.a.s.)'in
üzerine indirdiği Ki-tab'ta hiç bir şübhe, hiç bir çelişki ve hiç bir yanlışlık
yoktur... Bu Kitab, mü'min müslümanları, dünya saadeti ve ahiret cenneti ile
müjdelemek, bununla beraber müşrik kâfirleri de uyarıp korkutmak için
indirildi...
Rabbimiz Allah'ın Zatı
ve Sıfatları hakkında kitablı veya kitabsız gayr-ı muslini kâfir ve müşriklerin
düştükleri hatalar, bu konuda işledikleri korkunç suçlar dile getirilip
meselenin, onların yanlarından ürettikleri delilsiz iftiralar gibi olmadığı
beyan edildi... Bu arada dünya hayatının bir imtihan sahası olduğu, çekici ve
süslü kılındığı, dünya hayatı ve ölüm, ölüm sonrası ahiret hayatının birer
örneği olduğu anlatıldı... Ve Rasulullah (s.a.s.)'in getirdiği ilâhî mesajı
inanmadıkları için Rasulullah (s.a.s.)'in üzülmemesi ve tebliğe devam etmesi
tavsiye edildi...
Mekke'nin egemen
müşrik tağutlarmın vahye, İslâm'a, Rasulullah (s.a.s.)'e ve Ashaba en sert
tavırlarını sergiledikleri, onlara zulmün en korkuncunu, işkencenin en
gaddarını uyguladıkları bir zamanda inzal oldu Kenf
Sûresi...
Kehf Sûresi inzal oldu
ve Ashabu'1-Kehf in haberini verdi... Rabbimiz Allah, değişmeyen bir Sünneti
beyan buyurdu... Şirk toplumunda, mü'min müslümanlar, hangi çağda ve hangi
bölgede olursa olsun müşrikler tarafından aynı değişmez tavırla karşılaşmış ve
aynı işkencelere uğratılmışlardır...
Bu, böyledir!..
İman ve Tevhid
cephesinde herhangi bir değişme olmadığı gibi, küfür cephesinde de herhangi
bir değişme olmamıştır ve küfür cephesinde yeni bir şey yoktur!..
Şirkin ve küfrün
egemen olduğu, müşrik ve kâfirlerin iktidarda bulunduğu, yegâne hayat nizâmı,
Allah'ın dini İslâm, devre dışı bırakıldığı ve İslâm'ın siyasî, iktisadî, hukuk
ve sosyal yanının yasaklandığı bir ülkede, mü'min müslümanlar, mahkum edilip
esaret altında bırakılmışlardır... Bu durumda olan mazlum ve müstaz'af mü'min
müslümanlar, hep beraber hareket etmek, cemaat birliğini gerçekleştirmek ve
yegâne Rabbleri Allah'a tevekkül etmek suretiyle Tevhidi tavırlarını
netleştirince Allah'ın yardımı kendilerine ulaşmıştır... Ummadıkları yönden
nzıklandı-nlmış ve kendilerine bir çıkış, bir kurtuluş yolu başedil-miştir...
Bu konuda şöyle
buyurur Rabbimiz Allah:
Kim Allah'dan korkup
sakınırsa, (Allah) ona bir
çıkış yolu gösterir,
Ve onu, hesaba
katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona
yeter. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah,
her şey için bir ölçü kılmıştır.[24]
Böyle durumlarda,
mü'min müslümanlar, kendi üzerlerine düşen kulluk vazifelerini imkânların
elverdiği ölçülerde yerine getirir ve emredildiği ölçüde sabreder, yani direnebilirlerse,
İnşaallah Rabbimiz Allah, her zaman olduğu gibi kendilerine bir kurtuluş
yolunu gösterecek ve gaybî ilâhî yardım ulaşacaktır...
Ve Kehf Sûresi devam
ediyor:
"Sen, yoksa Kehf
ve Rakîm Ehli'nin Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?"[25]
Rabbimiz Allah'ın
mu'cize olan nice ayetleri vardır... Bu ayetlerin, bu olayların bazısına,
kullarım bilir kılmış, onlara göstermiş, onlara bunu keşfettirmiş; kullarına
göstermediği, bildirmediği daha nice ayetleri vardır... Âlemlerin Rabbi
Allah, herşeye güç vetiren, kuvvet, kudret ve hikmet sahibidir...
Ashabu'l-Kehfin Kıssası, Rabbimizin hayret edilip hayran olunacak ayetlerinden
sadece bir a-yettir... Bu olaya şaşıp kalınmamalı, hatta -Rabbimiz Allah'a
sığınırız- şübheye düşüp iman konusunda ayakların kayılmaması gerekir... Çünkü
âlemlerin yegâne Rabbi, Meliki ve İlâhi Allah, nelere kadir değil ki?.. O, neyi
dilerse, sadece ona "ol" der, dilediği hemen oluverir. [26]
Zerreden kürreye tüm
varlık, Allah'ın birer ayetidir... Kâinat, bir hikmet defteridir, bir kudret
kitabıdır... Okuyabilenler, anlayabilenler için, hepsi birer ayettir... Her
zerrenin içi açılacak olursa, içlerinde birer âlem var olduğu görülür... Her
ağacın, her bir kökü, gövdesi, dalı, yaprakları ve çiçekleri birer
ayettirler... Her hücre, her atom birer ayettir... .
Görebilen,
sezebilenler için kendi nefsinde ve kendisinin dışındaki âlemde nice ayetler
vardır... İnsan, işin farkına vardığı zaman Raobi Allah'ın hikmetine, kudretine
hayran olur ve kulluk vazifesine daha da dikkat etmeye başlar... Çünkü Rabbinin
ayetleri görmüş, anlamış ve idrak etmiştir... Allah'ın ayetlerini idrak
edenler, yani işin ilmine erenler, Rabblerini daha iyi tanıdıkları için, O'na
karşı çok daha muttaki olurlar...
Şöyle buyurur Rabbimiz
Allah:
.Kulları içinde ise,
Allah'dan ancak âlim olanlar içleri titreyerek korkarlar. Şübhesiz Allah, üstün
ve güçlü olandır, bağışlayandır.[27]
Bundan'sonra gelen
ayet-i kerimelerde bu âlim kulların vasıfları beyan edilir... Bu âlimler,
mü'min müslümanlardır... Rabblerinin Kitabını okuyanlar ve gereğini yerine
getirenlerdir... Çünkü onlar sözü dinler ve en güzeline tabi olurlar... [28]
"Gerçekten
Allah'ın Kitabım okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık
olarak verdiklerimizden gizli ve açık infâk edenler, kesin olarak zarara uğramayacak
bir ticareti umabilirler.
Çünkü (Alİah,)
ecirlerini noksansız olarak öder ve kendi fazlından onlara arttırır. Şübhesiz
O, bağışlayandır, şükrü kabul edendir. [29]
Mü'min müslüman olan
bir şahsiyet, kesinlikle cahil olamaz... İman etmek ve imanına şirk, küfür,
bid'at, hurafe karıştırmamak, ayrıca imanın gereği olan salih ameli işlemekle
cehaletten tamamen kurtulmuştur... Çünkü bütün bunlar için, bunların yapılması
için ilme ihtiyaç vardır... Katıksız imandan önce ilme ihtiyaç olduğu gib,
salih amelde bulunmak için de ilme ihtiyaç vardır... Nasıl iman ve neye iman
edileceğini bilmek mecburiyetinde olduğu gibi, imanını şirkten, küfürden,
bid'at, hurafe ve şübheden nasıl koruyacağına dair bilgiyi elde etmesi de zaruridir...
Salih amel işlerken nelere dikkat edilmesi gerekir, farzını, vacibini,
sünnetini, helâlini, haramını, müstahabını ve mekruhunu bilmek mecburiyeti
vardır... Bütün bunlardan önce ilme, yani kesin bilgiye, delilleriyle bilmeye
ihtiyaç vardır...
Rabbimiz, şöyle
buyurur:
"Şu hâlde bil,
gerçekten, Allah'dan başka ilâh yoktur.[30]
îslâmî ilimleri
bilmek, yani kulluk vazifesini yerine getirecek kadar bilmek, her mü'min
müslüman için farz-ı ayndır... Bunu öğrenmesi, kaçınılmaz bir borçtur... Bunları
öğrenen, bilen ve bildiğiyle amel eden mü'min müslü-manlar, dünyevî ilimleri de
ihmal etmezler... Tüm fen ilimlerinde yeterli dereceye ulaşmak ve
öğrendiklerini İslâm ölçüsünde uygulamak da, mü'min müslümalar için bir
farz derecesindedir...
Dünya-ahiret, din ve
dünya ayrılmazlığı esastır İslâm Dininde... Dünya ve ahiret, din ve dünya, ferd
ve devlet, mânâ ve madde içiçedir ve böyle kabul görür, İslâm Di-ni'nde...
"Şu dünya işidir, şu da ahiret işidir" diye bir ayrım söz konsu
değildir... Dünyada her ne yapılıyorsa, ahiret için yapılır, yani fanî olan,
bakî olan için bir araçtır... Yapılan işler, İslâm'a uygunsa, dünyada
yapılıyordur, amma bununla ahiret kazanılıyordun..
Mü'min müslümanlar,
hem kendilerine farz olan İsla-mî ilmi elde etmeli, hem de yeryüzünün varisleri
oldukları için dünyadaki miras haklarına sahib çıkıp, onu en güzel şekilde
değerlendirmelidirler...
Rabbimiz Allah'ın
ayetleri, her tarafta ve her an hidayetimize vesile olmaktadır... Bundan
dolayı şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
"Yeryüzünde, kesin
bir bilgiyle inanacaklar için ayetler vardır.
Ve kendi
nefislerinizde de. Yine de görmüyür musunuz?" [31]
"Biz,
ayetlerimizi hem âfakta, hem de kendi nefislerinde onlara göstereceğiz. Öyle
ki, şübhesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Her şeyin
üzerinde senin Rabbinin şahid olması yetmez mi? [32]
Gerek kendini keşfedip
bilen ve varlığının farkında olan, gerekse kendisinin dışındaki âlemi keşfedip
anlayarak şuurlanan mü'min müslümanlar, hem içe doğru, hem de dışa doğru büyük
bir gelişme gösterirler... Olgunlaşır ve her hâl-u kârda kendilerine düşen
görevlerini yerine getirirler...
Rabbimiz Allah'ın
beyanıyla:
"Onlar, ayakta
iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin
yaratılışı konusunda düşünürler (ve derler ki:) 'Rabbimiz, Sen, bunu boşuna
yaratmadın. Sen, pek yücesin, bizi ateşin azabından koru. [33]
Râbbleri Allah'ın
ayetlerini keşfeden ve onların üzerinde derin derin düşünüp idrak eden, akıllı
ve katıksız i-man eden mü'min müslümanların tavrı işte budur!..
O müvahhid mü'minler,
her hâllerinde Râbbleri Allah'ın farkına varmışlar ve bundan dolayı her
anlarında Râbbleri Allah'ı anarlar... Allah'ı anmak, O'nun farkında olup o anda
kulundan ne istiyorsa icabını yapmaktır.[34]
Yoksa Allah'ı zikretmek, belli bir gününün, belli bir saatinde ve belli bir
yerde bir tören disiplini içinde, reketlerde bulunup belli sözler söylemek
değildir ger bu toplanıp bir araya gelmeler, Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti'ne
aykırı olmayan ve Sünnet'e uygun bir şekilde olursa takdire şayandır... Fakat
zikir halkası oluşturmak adına, Kur'ân'a ve Sünnet'e muhalefet ederek çeşitli
törenler düzenlenirse, [35] emrolunmadık hâl ve
hareketlerin içine girilecek olunursa, bu durumu reddetmek ve bu hâlde bulunanları
ikaz etmek her muvahhid mü'min müslümanın
Şer'î görevidir...
Burada şu hadisi
zikretmek yerinde olur...
Abdullah İbn Mes'ud
(r.a.)'ın rivayetiyle yegâne Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Benden önce
Allah'ın hiç bir ümmete gönderdiği peygamber yoktur ki, O peygamberin
ümmetinden havarileri ve sünnetine tabi olan emrine uyan ashabı olmasın.
Kıssa şu ki:
Sonra onların ardından
yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapan bir takım kötü
nesiller meydana çıkar.
İşte kim bunlara karşı
eliyle mücadele ederse o, mü'mindir. Kim onlara karşı diliyle mücadele ederse
o, mü'mindir. Kim onlara karşı kalbiyle mücadele ederse o, mü'mindir. Amma
bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi de yoktur.[36]
Mü'min müslümanlann
Allah yolundaki cihadlan üç yönlü ve üç türlüdür:
1)
Nefislerinin kötü isteklerine karşı cihad. [37]
2) Onların
aralarında olup müslümanlardan olan fakat dinde bid'at çıkaranlara karşı
cihad. [38]
3) Yeryüzünü
ifsad eden ve Allah'ın egemenlik hakkını gasbedip yeryüzündeki kulların
üzerinde egemelikle-rini kuran müstekbir tağutlara karşı cihad.[39]
Bu üç cihad sahasında,
cihada kuşanıp emredildiği gibi cihad etmek, mü'min mü s lüm ani arın
vazifesidir... Bunlardan hiç bir tanesi ihmal edilmeye gelmez... Hepsine karşı
kesin ve net tavır alınmalı, yerinde ve zamanında, eliyle, diliyle ve kalbiyle
cihad gerçekleşmelidir...
[1] Kehf, 18/7-8.
[2] Bakara, 2/29.
[3] Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zikr, B. 26, Hds. 99.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B. 24, Hds. 2286. Sünen-i İbn Mace,
Kitabu'l-Fiten, B. 19, Hds. 4000.
[4] Andolsun Biz, Zikir (Levh-i Mahfuz veya Tevrat)'den
sonra Zebur'da da: "Şübhesiz, arza salih kullarım varis olacaktır"
diye yazdık." Enbiya, 21/105.
"Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere (Müstaz'aflara) Lütufta
bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. Ve (istiyoruz
ki,) onları yeryüzünde iktidar sahihleri olarak yerleşik kılalım, Fir'avn'a,
Haman'a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim." Kasas,
28/5-6.
[5] Bkz. İmam Malik, Muvatta', Kitabu'l-Kader, Hds. 3. İbn
Hişam, A.g.e. C. 4, Sh. 346.
Rasululiah (s.a.s.)'in
Tevhid mektebinde yetişmiş, katıksız iman ve salih amel sahibi Ashab nesli,
Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye konusunda çok hassas İdiler... Dünyada ve
ahirette yegâne Önderimiz Rasuîullah (s.a.s.)'in Ümmetine miras bıraktığı iki
şeye, yani Kitab ve Sünnet'e sımsıkı sarılmak ve onlardan hiç bir taviz vermemek
Ashab'ın (Allah cümlesinden razı olsun) değişmez karekteri. tavizsiz
tavrıydı... Ebu İshak (şöyle demiş):
Esved b. Yezid'le Ulu
Camî'de oturuyorduk. Şa'bi de yanımızda idi. Derken Şa'bi, Fatıme binti Kays
hadisini, Rasululiah (s.a.s.)'in O'na mesken ve nafaka vermediğini rivayet
etti. Bundan sonra Esved, bir avuç çakıl taşı alarak O'nun üzerine attı. Ve
şunları söyledi: — Yazık sana! Böyle bir şeyi rivayet ediyorsun! Ömer:
"Bİz, Allah'ın
Kitabını ve Peygamberimiz (s.a.s.)'in Sünnetini, belledi mi, unuttu mu
bilmediğimiz bir kadının sözü ile terk edemeyiz. Ona, mesken de vardır, nafaka
da. Allah:
".... Onları,
evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmastnlar. Ancak açık çirkin bir hayasızlık
göstermeleri durumu başka..." (Talak, 65/1) b" yurmuştur," dedi.
Sahih-i Müslim, Kitabu't-Talak, B. 6, Hbr. 46. Sünen-i Ebu Davud,
Kitabu't-Talak, B. 38-40, Hds. 2291. Sünen-i Tirmizî, Kitabu't-Talak, B. 5,
Hds. 1190. Sünen-i Neseî, Kitabu't-Talak, B. 70, Hds. 3532. Sünen-i Dârimî,
Kitabu't-Talak, B. 10, Hbr. 2279.
[6] İmam Buhârî,Edebü'l-Müfred,B. 140, Hds. 299. .
Aclunî, Keşfu'1-Hafa, C. 2, Sh. 320, Hds. 2833 (Ahmed b. Hanbel,
El-Müsned'den.)
[7] Sünen-i İbn Mace, Kitabu't-Ticare, B. 1, Hds. 2141.
İmam Buhârî, EdebtH-Müfred, B. 142, Hds. 301.
[8] Kehf, 18/46.
[9] Hûd, 11/15-16.
[10] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B, 1, Hds. 4100,
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B. 22, Hds. 2443.
[11] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B. 1, Hds. 4102.
[12] Kasas, 28/77.
[13] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B. 24, Hds. 4215.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sifatu'l-Kıyame, B. 14, Hds. 2568.
[14] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-lmam, B. 1 (Bab başlığında)
[15] Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B. 4 (Bab başlığında)
Abdullah İbnü'l-Mübarek, Kitabu'z-Zühd ve'r-Rekaik -Zahidlik ve
İncilikleri-, Çev. M. Adil Teymur, İst. 1992, Sh. 66, No: 255. Ebu Nuaym
el-lsfahânî, Hİlyetü'l-Evliya -Sahabeden Günümüze Allah Dostları-, Çev. Said
Aykut, vdğ. İst. 1995, C.l, Sh. 196.
[16] Sünen-i Tirmizî, Kitabu't-Tıbb, B. 1, Hds. 2107.
[17] Sana ruh'dan sorarlar, de ki: "Ruh, Rabbimin
ermindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." İsrâ, 17/85.
[18] Bakara, 2/155-157.
[19] TeğabÛR, 64/11-12,
[20] Sünen-i îbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B. 23, Hds. 4034.
[21] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tevhid, B. 32, Hds. 92.
KmıNı'l-Mardâ vc't-Tıb, B. l.Hds. 3-4.
Sahih-i Müslim, Kitabu
Sıfatu'İ-Munafikun ve Ahkamılnnı, B. 14,
Hds. 58-62.
Sünen-i Dârimî, Kiîabu'r-Rikak, B. 36, Hds. 2752.
[22] Kchf, 18/45.
[23] Hadid, 57/17.
[24] Talak, 65/2-3.
[25] Kehf, 18/9.
[26] Allah, neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar
verirse, yalnızca ona "ol" der, o da, hemen oluverir." Âl-i
İmrân, 3/47, Meryem, 19/35.
[27] Fatır, 35/28.
[28] Tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten
yönelenler ise, onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullanma müjde ver.
Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın
kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ye onlar, temiz akıl
sahib-leridirler." Zümer, 39/17-18.
[29] Fatır, 35/29-30.
[30] Muhammed, 47/19.
[31] Zariyât, 51/20-21.
[32] Fussilet, 41/53.
[33] Âl-iîmrân, 3/191.
[34] Emiru'l-mü'minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.}'dan. Ö Zat
(Cibril, a.s. Rasulullah, s.a.s.'e): - Bana ihsandan haber ver, dedi.
Rasulullah (s.a.s.):
"Allah'a, O'nu görüyörmüşsün gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne
kadar sen, O'nu görmüyorsan da O, seni muhakkak görür." buyurdu. Sahih-i
Müslim, Kitabu'1-İman, B.l Hds. 1 Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-İman, B. 37, Hds.
43. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet, B. 17, Hds. 4695. Sünen-i Tirmizî,
Kitabu'1-İman, B. 4, Hds. 2738 Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B, 9, Hds. 63-64.
Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman, B. 6, Hds. 4958.
[35] Mu minlerin annesi Aişe (r.anha)'dan. Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Her kim, bizim şu din işimizin içinde, ondan olmayan bir bid'at
i-cad ederse, o (icad), reddedilmiştir, batıldır." Sahih-i Buhârî,
Kitabu's-Sulh, B. 5, Hds. 7. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Akdiye, B. 8, Hds. 17.
Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 2, Hds. 14. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet,
B. 6, Hds. 4606. İmam Ebu Davud (rh.a.)'in ziyadesi şöyledir: Muhammed b. İsa,
rivayetinde şöyle dedi: Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Kim bizim
sünnetimizin aksine bir şey yaparsa o, reddolunmuştur.'
[36] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B. 20, Hds. 80.
[37] Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene, sonra ona
fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene
(andolsun).
Onu (nefsi) arındnp îemizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu
(isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp saran da elbette yıkıma
uğramıştır." Şems, 91/7-10. Fudalc İbn Ubeyd (r.a.)'dan. Rasulullah
(s.a.s.) şöyle buyurdu: "Mücahid, nefsine karşı cihad edendir."
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedai!u'1-Cihad, B. 2, Hds. 1671.
[38] Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, birbirilerinin
velileridirler. İyiliği emreden, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru
kılar, zekatı verirler ve Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın
kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şübhesiz Allah, üstün ve güçlüdür,
hüküm ve hikmet sahibidir." Tevbe, 9/71.
Ebu Said (El-Hudrî,
r.a.)'dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Sizden herhangi
biriniz bir kötülük görürse onu, hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna da gücü
yetmiyorsa, diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa, kalbiyle değiştirsin
(buğz etsin). İmanın en zayıfı
da budur."
Sahih-i Müslim,
Kitabu'1-tman, B. 20, Hds. 78. Sünen-i Tirmizî, Kitabul-Fiten, B. 10, Hds.
2263. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-îman, B. 17, Hds. 4975-4976 Sünen-i İbn Mace,
Kitabul-Fiten, B. 20, Hds. 4013 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Melahim, B. 17,
Hds. 4340.
[39] Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili
atlar hazırlayın. Bununla Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında
sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanlan) korkutup caydırasınız. Allah
yolunda her ne infak ederseniz, size noksansız olarak ödenir ve siz, haksızlığa
uğratılmazsınız." Enfâl, 8/60. "Haram aylar (süre tanınmış dört ay)
sıyrılıp bitince (çıkınca) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları
tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini kesip tutun. Eğer tevbe
edip namaz kılarlarsa ve zekat verirlerse yollarım açıverin. Gerçekten Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir." Tevbe, 9/5
"(Yeryüzünde)
fitne kalmayıncaya ve din (egemenlik) tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla
savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık
yoktur." Bakara, 2/193,
Enfâl, 8/39.
Abdullah İbn Ömer (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Allah'dan başka
hak ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasululİah olduğuna şehadet, namazı ikame,
zekatı edâ edinceye kadar İnsanlarla harb etmekliğim bana emrolundu, Onlar, bu
işleri yapınca -Müslümanlık hakkının gereği (olan haddier) müstesna- İslâm
hakkı olmak üzere canlarını ve mallarını benim elimden kurtarırlar. (Batınlarından
dolayı olan) hesablarına gelince, O (hesabı görmek) Allah'a aiddir."
Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-îman, B. 16, Hds. 18. Sahih-i Müslim,
Kitabu'1-îman, B. B, Hds. 32. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-îman, B. 2, Hds. 2735.
Sünen-i Neseî,
Kitabu'l-İman, B. 15, Hds. 4970. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B. 1, Hds.
3927-3928. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B. 95, Hds. 2641. Sünen-i Dârimî,
Kitabu's-Siyer, B. 10, Hds. 2450. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-İman, B. 2, Hds.
2735. Sünen-i Neseî^ Kitabu'l-İman, B. 15, Hds. 4970. Sünen-i İbn Mace,
Kitabu'l-Fiten, B. I, Hds. 3927-3928. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B. 95,
Hds. 2641. Sünen-i Dârimî, Kitabu's-Siyer, B. 10, Hds. 2450.