Dünya, İmtihan Yeridir

 

Ve devam ediyor Kenf Sûresi:

"Şübhesiz Biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık. Onların hangisinin daha güzel davranışta bulundu­ğunu deneyelim diye.

Biz, gerçekten (yeryüzü) üzerinde olanları kupkuru çorak bir toprak yapabiliriz.[1]

Yeryüzü, dünya hayatı, insanoğlu için bir imtihan sa­hasıdır... Misak anında, Rabbi Allah'a verdiği kulluk sö­züne ne kadar sadık kalacak diye imtihan edilen yerdir dünya hayatı...

İnsanların, maddî ve manevî rahatlıkları için herşeyin yaratılıp birer süs kılındığı bir mekândır yeryüzü...

Rabbimiz Alİah, yeryüzüne süs kıldığı her şeyi insan kullarının menfaatlanması ve faydalanması için yarattığını beyan buyurur:

"Yeryüzünde olanların tümünü sizin için yaratan O1-dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de, onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur. O, herşeyi bilendir. [2]

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)'ın rivayetiyle önderimiz. Ra­sululiah (s.a.s.) dünya, onu süsü ve ondaki imtihan için şöyle buyurur:

"Şübhesiz, dünya tatlı, yeşildir ve şübhesiz Allah, sizi dünyaya halife kılmıştır. Amma ne yapacaksınız diye bakar. Bundan dolayı dünyadan korunun, kadınlardan da koru­nun! Çünkü Beni İsrail'in ilk fitnesi, kadınlardan idi.[3]

Önderimiz Rasululiah (s.a.s.), ümmetinin her ferdi için bu ikazı yaparken, dünyadan faydalanmayın, bir lok­ma bir hırka felsefesince hareket edin dememiştir... Dün­yanın çekici süsüne dalıp haddini aşmak suretiyle fitneye düşmekten alıkoymak istemiştir... Yoksa helâlinden olduktan sonra ve israf etmedikten sonra, dünya malından gereği şekilde faydalanmak her mü'min müslüman kulun en tabiî hakkıdır... Alİah, muvahhid mü'min müslüman kullarını yeryüzünün halifeleri ve varisleri kılmıştır. [4] Yeryüzünün varisleri olan mü'min müslümanlar, yeryüzü nimetlerinden Allah'ın koyduğu ve Rasululiah (s.a.s.)'in beyan ettiği ölçülerce faydalanmalıdırlar... Çünkü muvah­hid mü'min müslümanlaarın yegâne ölçüsü Allah'ın kitabı Kur'ân-i Kerim ve Rasululiah (s.a.s.)'in Sünnet- Seniyye'sidir. Resulullah (s.a.s.)'in, bize bıraktığı miras bunlardı... Bunlara sımsıkı sarıldıkça dosdoğru ypldan

sapmayacağımızı beyan buyuran yine önderimiz Rasulul­iah (s.a-s.)'dir...[5]

Helâl olmak kaydıyla dünya ve dünya malından fay­dalanma konusunda şu hadis-i şerifleri kaydediyoruz.

Amr İbni'1-As, şöyle dedi:

Rasululiah (s.a.s.), bana (haber) gönderip elbisemi ve silahımı kuşanmamı, sonra O'na gitmemi emretti. Ben de, emrini yaptım da O'na vardım ki, abdest alıyordu. Gözü­nü bana kaldırdı, sonra aşağı indirdi, sonra şöyle buyurdu:

"Ya Amr, ben seni, savaş için askere göndermek istiyorum. Böylece Allah, sana ganimet ihsan eder. Ben de sana, topluca hayırlı mal veririm."

Ben, dedim ki:

Ben, mala rağbet ederek müslüman olmadım. Ben, ancak Rasulullah ile beraber olayım diye İslâm'a rağbet ederek müslüman oldum. Rasulullah (s.a.s.)

"Ey Amr, salih kimse için, hayırlı mal ne güzeldir!" buyurdu.[6]

Muaz b. Abdullah b. Hubeyb'in amcası (r.anhuma)'dan naklen şöyle demiştir:

Biz, bir mecliste idik. Rasulullah (s.a.s.), başında ıs­laklık eseri bulunduğu hâlde (meclisimize) teşrif etti.

Bazımız, O'na:

Seni, bugün rahat ve hoş gönüllü görüyoruz, dedi.

Bunun üzerine O da:

"Evet ve Allah'a hamdolsun." buyurdu.

Sonra cemaat, zenginliği anlatmaya daldılar.

Rasul-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurdu:

Takva sahibi (günahdan sakınan kimse) için zengin­likte hiç bir mahzur yoktur. Takva sahibi için sağlıklı ol­mak, zengin olmaktan daha hayırlıdır ve gönül hoşluğu, rahatlığı bir nimettir. [7]

Kitab ve Sünnet ölçüsüne dikkat edildiği, helâlinden kazanılıp helâl yerlere sarfedüdiği müddetçe mal, mülk ve servet övülmüş, mü'min muttaki kullar böyle bir çalışma­ya teşvik edilmiştir... Çünkü mü'min müslümanlar, yeryüzünün varisleridir ve İslâmî ölçüde veraset hakkına sahib çıkması, onu koruması gerekir...

Rabbimiz Alİah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:

"Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür, sürekli olan salih davranışlar ise, Rabbinin katında sevab bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır.[8]

"Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, on­lara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar, bun­da hiç bir noksanlığa da uğratılmazlar.

İşte bunların ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların, onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuş­tur. [9]

Allah'ın emirlerini ve Rasulullah (s.a.s.)'in Sünnetini bir yana bırakarak, hiç ölmeyecekmiş gibi süslü ve çekici dünya malına dalmak ve iman noktasında ayağı kayıp, amel noktasında da salih amel işlememek, ebedî bir azaba talib olmak demektir... Alİah ve O'nun rızası, gaye olmak­tan çıkıp, dünya ve dünya hayatı gaye hâline gelirse, işte o insan veya o toplum iflas etmiş ve ahiret yurdu bakımın­dan kaybedenler araşma girmiştir... Fanı olanı, ebe.dî ola­na tercih edenlerin cezası, ateşten başkası değildir...

Dünya malı ve dünya hayatı bir gaye değil, gerçek gaye olan Allah'ın rızasını kazanmak için bir araçtır... Bu aracı, insanoğluna bir imtihan aracı olarak veren Âlemle­rin yegâne Rabbi Allah'ın emrettiği ve Rasulullah (s.a.s.)'in uyguladığı gibi kullanan muvahhid mü'min müs­lümanlar, ebedî hayat için fanî hayatı bir kazanma zamanı olarak değerlendirmelidirler...

Dünya nedir ve dünyanın terk edilip ona rağbet gös­termek ne demektir? Meselesini yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), apaçık beyan etmiştir...

Ebu Zerr-i Gifârî (r.a.)'m rivayetiyle Rasulullah

(s.a.s;) şöyle buyurur:

"Dünyaya rağbet göstermemek, ondan yüz çevirmek, ne helâl şeyi haram etmektedir (ne helâl olan bir şeyden kendini mahrum etmek), ne de malı zayi etmek (atmak veya yersiz harcamak) tadır. Velâkin dünyaya rağbet gös­termemek, senin ellerinde bulunan (nimet ve imkânlar)a, Allah'ın elinde (yani hazinesinde) olan (nimet ve imkan­lardan fazla güvenir (umutlanır) olmamandır ve başına bir musibet geldiği zaman sevabından dolayı ona gösterdi­ğin rağbet (ve rızan) in, başına o musibetin faraza gelme­miş olması arzusundan fazla olmasıdır.[10] Sehl b. Sa'd es-Saidî (r.a.) şöyle demiştir: Bir gün bir adam, Rasulullah (s.a.s.)'in yanına gelerek:

Ya Rasulullah, bana öyle bir amel (ibadet) göster ki ben, onu işlediğim zaman beni, Allah sevsin ve insanlar

da sevsin, dedi.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) (Ona): "Dünyaya rağbet gösterme ki, Allah seni sevsin ve insanların ellerinde bulunan (nimet ve imkânlar)dan yüz çevir ki, onlar (da) seni sevsin," buyurdu. [11]

Bu ölçüler, mü'min müslümanların çok dikkat edece­ği ölçülerdir... Kendisinden ilişkinin kesileceği dünya, ga­ye hâline gelen dünyadır, yoksa helâl ve haram sınırlarına dikkat edilerek payının unutulmadığı dünya değildir... Ga­ye Allah'ın rızası ve ahiret yurdunu kazanmak olmalı, ama bu arada dünyada olan pay unutulmamalı!..

"Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünya­dan da kendi payım (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozguncu­luk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.[12]

Bu, böyledir!..

Ve böyle buyruldu mü'min müslümanların yegâne düsturu Kur'ân-ı Kerim'de...

Verâ derecesinde hassasiyete sahib olan muttaki mü'min müslümanlar, sakıncalı şeylere düşerim korkusuy­la, sakıncalı olmayan ve hayat için zarurî bulunmayan şeyleri bile terk etmişlerdir... Bu, takva konusunda bir hassasiyettir, yoksa kulluk vazifelerinin gereklerinden de­ğildir... Bu tavır, elbette takdir edilecek, çok güzel bir ta­vırdır, amma her mü'min müslüman mutlaka böyle olma­lıdır, yoksa fısk-u fücur içinde yaşıyor, günahlardan kur­tulmayan birisi durumunda bulunuyor denilemez...

İslâm'a göre sakıncası olmayan mubah bir şeyi, bir hassasiyet sonucu terk etmek ayrı bir şeydir, onunla meş­gul olan mü'min müslümam günahkâr kabul etmek ayrı bir şeydir...

İslâm'a göre sakıncasız olan bir şeyi bırakmak, onu işlememek, helâli haram kılmak demek olmayıp, takva konusunda hassas davranmaktır...

Rasulullah (s.a.s.)'in Ashabından Atiyye es- Sa'dî (r.a.)'m rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Kul, sakıncalı şeylerden korktuğundan dolayı, sa­kıncasız şeyi de bırakmadıkça müttakiler derecesine ula­şamaz. [13]

Bu konuda, Abdullah İbn Ömer (r. anhuma), şu tesbitte bulunuyor:

Kul, gönlündeki şübhe veren şeyleri tamamiyle terk etmedikçe takvanın hakikatine ulaşamaz.[14]

Emiru'l-mü1 minin imam Ali b. Ebi Talib (r.a.) ise, şöyle demiştir:

Dünya arkasını dönerek göçüp gitti, ahiret ise, yönelip gelmektedir. Bunlardan herbirinin oğulları vardır. Sizler, ahiretin oğullarından olunuz da dünyanın oğulların­dan olmayınız. Çünkü bu gün çalışma var, hesaba çekilme yok; yarın ise, heasaba çekilme var, amel yoktur. [15]

Akîdesi kuvvetli, imanı sağlam, ameli salih ve takva üzere olan muvahhid mü'minler, Rabbleri Allah'a karşı kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirdiklerinde, Al­lah'ın sevgisini kazanırlar... Allah'ın sevgisini kazananlar da O'nun koruması altına girer ve Allah kulunu, dünyaya rağbet etmekten korur...

Katade en-Numan (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Allah, bir kulu sevdiği vakit onu, dünyadan korur. Tıpkı sizden birinizin hastasını sudan korumaya devam et­mesi gibi. [16]

Rabbimiz Allah, insan kullarını yeryüzündeki geçici hayatlarında imtihana tutması, sadıkların ortaya çıkması içindir... Elbette yalnız Rabbimizin bildiği ve kullarına vahy yoluyla bildirmediği bir çok hikmetleri de vardır...

Biz, bize vahy yoluyla melek aracılığı ve seçilmiş bir Peygamber vasıtasıyla bize ulaştırıldığı kadarıyla bilebiliriz Kaldı ki, bize ilimden çok az şey verilmiştir..[17]

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

"Andolsun, Biz sizi, bir parça korku, açlık ve bir par­ça mallardan canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.

Onlara, bir musibet isabet ettiğinde derler ki: 'Biz, Allah'a aid (kullar)ız ve şübhesiz O'na dönecüleriz.

Rablerinden (olan bir salat) bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. [18]

Mü'min müslümanların başına gelen musibetlerin tü­mü, Allah'ın izniyle ve O'nun uygun görüp yaratmasıyla meydana gelir... Musibetler, imtihan içindir... Mü'min müslümanlar, her an imtihan içinde olduklarının farkına varmalı ve bu konuda Rableri Allah'a dayanıp güvenmeli, sabredip şikayetçi olmamalı ve sızlanmamalıdır... İmtiha­nın zamanı, mekânı ve şekli, bizim elimizde olmayan, ira­demizin dışı bir şeydir... Rabbimiz Allah'ın iradesi ve em­ri gereği gerçekleşen imtihan içinde olan mü'min müslü­manların vazifesi, imtihan öncesi Kitab ve Sünnet ile uya­rıldıkları, bilgilendikleri ve eğitildikleri gibi davranmalı, isyan etmemeli, Rableri Allah'a hamd edip sabırla hareket ederek hayırlı bir sonuca ermeye gayret etmelidirler...

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

"Allah'ın izni olmaksızın hiç bir musibet, (hiç kimse­ye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Alİah, her şeyi bilendir.

Allah'a itaat edin ve Rasul'e de itaat edin. Şayet yüz çevirecek olursanız, artık elçimiz üzerine düşen (yalnızca) apaçık olan bir tebliğ (gerçeği en yalın biçimde size ilet-me)dir.[19]

Enes b. Malik (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Sevabın çokluğu, belânın büyüklüğüyle beraberdir. Allah, bir toplumu sevdiği zaman şübhesiz onları (sıkıntı, musibet ve belâlarla) imtihan eder. Artık kim bir (imtihan edildiği belâ ve musibetlere) rıza gösterirse, Allah'ın rızası (ve bol sevabı) o kimseyedir.

Kim de (imtihan edildiği belâ ve musibetlere) öfkele­nir (ilâhî hükme rıza göstermez) ise, Allah'ın gazabı (ve azabı) o kimseyedir. [20]

Bir başka hadislerinde de, mü'min müslümanlann ta­kınacakları tavrı, bir misâl vererek beyan ediyor önderi­miz Rasulullah (s.a.s.)...

Ebu Hüreyre (r.a.)'m rivayetiyle şöyle buyurur Rasu­lullah (s.a.s.):

"Mü'min kişinin benzeri, bir sap üzerinde biten taze ekin gibidir. Rüzgar, ona hangi taraftan gelirse, onu eğer de yaprağı diğer tarafa döner, meyleder (fakat o, yıkıl­maz). Rüzgar sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mü'min kişi. de böyledir. O da, belâ sebebiyle eğilir (fakat yıkıl­maz).

Haktan yüz çeviren kâfir kişinin benzeri ise, sert ve dimdik duran çam ve dağ servisi gibidir. Nihayet Allah onu, dilediği zaman (bir seferde) kırar, devirir. [21]

Rabbimiz Allah, dünyayı yarattı ve çekici nesnelerle süsledi... Dünya, bu süsü ve bu çekiciliğiyle insanın çok hoşuna gider... Fakat şu iyice bilinmelidir ki, bütün bu gü­zellikler, bu süsler ve bu çekici nesneler fanîdir, yani geçi­cidir... İman sahibi, salih amel işleyen ve akıllı olan mü'min müslümanlar, bu fanî mekânı, ebedî hayatı kazan­mak için bir araç kılmalıdırlar....

Rabbimiz' bu faniliği şöyle beyan buyurur:

"Onlara dünya hayatının örneğini ver: Gökten indir­diğimiz suya benzer, onunla yeryüzündeki bitkiler birbiri­ne karıştı, böylece rüzgarların savurduğu çah-çırpı oluver­di. Alİah, herşeyin üzerinde güç yetirendir.[22]

Dünyanın yaratılışı ve süslü kılınması, daha sonra tek­rar harab olması... İlkbahar, tabiatın canlanması, dirilmesi, sanki insanın çocukluk ve gençlik devresi gibidir... Yazın gelişin, ağaçların ve diğer bitkilerin yapraklanıp çiçeklen-dikten sonra meyve verişi, sanki insanın olgunluk devri­dir... Sonbaharın gelişi, ağaçların yapraklarının solup düş­mesi, bitkilerin sararması ve esen rüzgarların onların herbi-rini bir tarafa savurması, sanki insanların, gözü görmez, eli tutmaz, ayağı yürümez devri olan ihtiyarlık çağıdır... Has­talıklar, rahatsızlıklar, o doktordan bu doktora, o hastahâ-neden bu hastahâneye, o diyardan bu diyara gidip gelir... Kışın gelmesi, yağmurlar, fırtınalar, boranlar, kar ve tipi... Ağaçlar, tamamen yapraklarım dökmüş, çıplak kalmış, san­ki kurumuşlar... Diğer bitkiler çürümüş, kökleri yeraltına çekilmiş, yeni bir ilkbaharı, yeniden dirilme zamanını bek­lemek üzere saklanmışlardır... Bu durum sanki insanın ölüm hâli ve sonrası olan kabir hayatını andırır... Yeniden bir başka âlemde dirilmek için toprak altına çekilmek ve toprak annenin rahminde yeni bir doğum, için beklemek...

Rabbimiz Alİah (Azze ve Celle), bu hakikati şöyle beyan buyurur:

"Bilin ki, gerçekten Allah, ölümden sonra yeryüzüne hayat vermektedir... Şübhesiz Biz, umulur ki, aklınızı kul­lanırsınız diye size ayetleri açıkladık.[23]

Âlemlerin yegâne Rabbi, yaratanı, sahibi ve emrede­ni Allah Teâlâ (Azze ve Celle), insan kullarını eğitmek, öğretmek e karanlıklardan kurtarıp nura kavuşturmak için böyle apaçık ayetler beyan buyuruyor ki, insan kullarının hidayeti için rehber kitab gönderdiği beyan edildi... Seç­kin kullarından Rasulullah (s.a.s.)'in üzerine indirdiği Ki-tab'ta hiç bir şübhe, hiç bir çelişki ve hiç bir yanlışlık yok­tur... Bu Kitab, mü'min müslümanları, dünya saadeti ve ahiret cenneti ile müjdelemek, bununla beraber müşrik kâ­firleri de uyarıp korkutmak için indirildi...

Rabbimiz Allah'ın Zatı ve Sıfatları hakkında kitablı veya kitabsız gayr-ı muslini kâfir ve müşriklerin düştükle­ri hatalar, bu konuda işledikleri korkunç suçlar dile getiri­lip meselenin, onların yanlarından ürettikleri delilsiz ifti­ralar gibi olmadığı beyan edildi... Bu arada dünya hayatı­nın bir imtihan sahası olduğu, çekici ve süslü kılındığı, dünya hayatı ve ölüm, ölüm sonrası ahiret hayatının birer örneği olduğu anlatıldı... Ve Rasulullah (s.a.s.)'in getirdiği ilâhî mesajı inanmadıkları için Rasulullah (s.a.s.)'in üzül­memesi ve tebliğe devam etmesi tavsiye edildi...

Mekke'nin egemen müşrik tağutlarmın vahye, İs­lâm'a, Rasulullah (s.a.s.)'e ve Ashaba en sert tavırlarını sergiledikleri, onlara zulmün en korkuncunu, işkencenin en gaddarını uyguladıkları bir zamanda inzal oldu Kenf

Sûresi...

Kehf Sûresi inzal oldu ve Ashabu'1-Kehf in haberini verdi... Rabbimiz Allah, değişmeyen bir Sünneti beyan buyurdu... Şirk toplumunda, mü'min müslümanlar, hangi çağda ve hangi bölgede olursa olsun müşrikler tarafından aynı değişmez tavırla karşılaşmış ve aynı işkencelere uğ­ratılmışlardır...

Bu, böyledir!..

İman ve Tevhid cephesinde herhangi bir değişme ol­madığı gibi, küfür cephesinde de herhangi bir değişme ol­mamıştır ve küfür cephesinde yeni bir şey yoktur!..

Şirkin ve küfrün egemen olduğu, müşrik ve kâfirlerin iktidarda bulunduğu, yegâne hayat nizâmı, Allah'ın dini İslâm, devre dışı bırakıldığı ve İslâm'ın siyasî, iktisadî, hukuk ve sosyal yanının yasaklandığı bir ülkede, mü'min müslümanlar, mahkum edilip esaret altında bırakılmışlar­dır... Bu durumda olan mazlum ve müstaz'af mü'min müs­lümanlar, hep beraber hareket etmek, cemaat birliğini ger­çekleştirmek ve yegâne Rabbleri Allah'a tevekkül etmek suretiyle Tevhidi tavırlarını netleştirince Allah'ın yardımı kendilerine ulaşmıştır... Ummadıkları yönden nzıklandı-nlmış ve kendilerine bir çıkış, bir kurtuluş yolu başedil-miştir...

Bu konuda şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

Kim Allah'dan korkup sakınırsa, (Allah) ona bir

çıkış yolu gösterir,

Ve onu, hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Al­lah, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır.[24]

Böyle durumlarda, mü'min müslümanlar, kendi üzer­lerine düşen kulluk vazifelerini imkânların elverdiği ölçülerde yerine getirir ve emredildiği ölçüde sabreder, yani direnebilirlerse, İnşaallah Rabbimiz Allah, her zaman ol­duğu gibi kendilerine bir kurtuluş yolunu gösterecek ve gaybî ilâhî yardım ulaşacaktır...

Ve Kehf Sûresi devam ediyor:

"Sen, yoksa Kehf ve Rakîm Ehli'nin Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?"[25]

Rabbimiz Allah'ın mu'cize olan nice ayetleri vardır... Bu ayetlerin, bu olayların bazısına, kullarım bilir kılmış, onlara göstermiş, onlara bunu keşfettirmiş; kullarına gös­termediği, bildirmediği daha nice ayetleri vardır... Âlem­lerin Rabbi Allah, herşeye güç vetiren, kuvvet, kudret ve hikmet sahibidir... Ashabu'l-Kehfin Kıssası, Rabbimizin hayret edilip hayran olunacak ayetlerinden sadece bir a-yettir... Bu olaya şaşıp kalınmamalı, hatta -Rabbimiz Al­lah'a sığınırız- şübheye düşüp iman konusunda ayakların kayılmaması gerekir... Çünkü âlemlerin yegâne Rabbi, Meliki ve İlâhi Allah, nelere kadir değil ki?.. O, neyi di­lerse, sadece ona "ol" der, dilediği hemen oluverir. [26]

Zerreden kürreye tüm varlık, Allah'ın birer ayetidir... Kâinat, bir hikmet defteridir, bir kudret kitabıdır... Oku­yabilenler, anlayabilenler için, hepsi birer ayettir... Her zerrenin içi açılacak olursa, içlerinde birer âlem var oldu­ğu görülür... Her ağacın, her bir kökü, gövdesi, dalı, yap­rakları ve çiçekleri birer ayettirler... Her hücre, her atom birer ayettir...   .

Görebilen, sezebilenler için kendi nefsinde ve kendi­sinin dışındaki âlemde nice ayetler vardır... İnsan, işin farkına vardığı zaman Raobi Allah'ın hikmetine, kudretine hayran olur ve kulluk vazifesine daha da dikkat etmeye başlar... Çünkü Rabbinin ayetleri görmüş, anlamış ve id­rak etmiştir... Allah'ın ayetlerini idrak edenler, yani işin il­mine erenler, Rabblerini daha iyi tanıdıkları için, O'na karşı çok daha muttaki olurlar...

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

.Kulları içinde ise, Allah'dan ancak âlim olanlar içleri titreyerek korkarlar. Şübhesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.[27]

Bundan'sonra gelen ayet-i kerimelerde bu âlim kulla­rın vasıfları beyan edilir... Bu âlimler, mü'min müslümanlardır... Rabblerinin Kitabını okuyanlar ve gereğini yerine getirenlerdir... Çünkü onlar sözü dinler ve en güzeline tabi olurlar... [28]

"Gerçekten Allah'ın Kitabım okuyanlar, namazı dos­doğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimiz­den gizli ve açık infâk edenler, kesin olarak zarara uğra­mayacak bir ticareti umabilirler.

Çünkü (Alİah,) ecirlerini noksansız olarak öder ve kendi fazlından onlara arttırır. Şübhesiz O, bağışlayandır, şükrü kabul edendir. [29]

Mü'min müslüman olan bir şahsiyet, kesinlikle cahil olamaz... İman etmek ve imanına şirk, küfür, bid'at, hura­fe karıştırmamak, ayrıca imanın gereği olan salih ameli iş­lemekle cehaletten tamamen kurtulmuştur... Çünkü bütün bunlar için, bunların yapılması için ilme ihtiyaç vardır... Katıksız imandan önce ilme ihtiyaç olduğu gib, salih amelde bulunmak için de ilme ihtiyaç vardır... Nasıl iman ve neye iman edileceğini bilmek mecburiyetinde olduğu gibi, imanını şirkten, küfürden, bid'at, hurafe ve şübheden nasıl koruyacağına dair bilgiyi elde etmesi de zaruridir... Salih amel işlerken nelere dikkat edilmesi gerekir, farzını, vacibini, sünnetini, helâlini, haramını, müstahabını ve mekruhunu bilmek mecburiyeti vardır... Bütün bunlardan önce ilme, yani kesin bilgiye, delilleriyle bilmeye ihtiyaç vardır...

Rabbimiz, şöyle buyurur:

"Şu hâlde bil, gerçekten, Allah'dan başka ilâh yoktur.[30]

îslâmî ilimleri bilmek, yani kulluk vazifesini yerine getirecek kadar bilmek, her mü'min müslüman için farz-ı ayndır... Bunu öğrenmesi, kaçınılmaz bir borçtur... Bunla­rı öğrenen, bilen ve bildiğiyle amel eden mü'min müslü-manlar, dünyevî ilimleri de ihmal etmezler... Tüm fen ilimlerinde yeterli dereceye ulaşmak ve öğrendiklerini İs­lâm ölçüsünde uygulamak da, mü'min müslümalar için bir

farz derecesindedir...

Dünya-ahiret, din ve dünya ayrılmazlığı esastır İslâm Dininde... Dünya ve ahiret, din ve dünya, ferd ve devlet, mânâ ve madde içiçedir ve böyle kabul görür, İslâm Di-ni'nde... "Şu dünya işidir, şu da ahiret işidir" diye bir ay­rım söz konsu değildir... Dünyada her ne yapılıyorsa, ahi­ret için yapılır, yani fanî olan, bakî olan için bir araçtır... Yapılan işler, İslâm'a uygunsa, dünyada yapılıyordur, am­ma bununla ahiret kazanılıyordun..

Mü'min müslümanlar, hem kendilerine farz olan İsla-mî ilmi elde etmeli, hem de yeryüzünün varisleri oldukları için dünyadaki miras haklarına sahib çıkıp, onu en güzel şekilde değerlendirmelidirler...

Rabbimiz Allah'ın ayetleri, her tarafta ve her an hida­yetimize vesile olmaktadır... Bundan dolayı şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

"Yeryüzünde, kesin bir bilgiyle inanacaklar için ayet­ler vardır.

Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyür musu­nuz?" [31]

"Biz, ayetlerimizi hem âfakta, hem de kendi nefisle­rinde onlara göstereceğiz. Öyle ki, şübhesiz onun hak ol­duğu kendilerine açıkça belli olsun. Her şeyin üzerinde senin Rabbinin şahid olması yetmez mi? [32]

Gerek kendini keşfedip bilen ve varlığının farkında olan, gerekse kendisinin dışındaki âlemi keşfedip anlaya­rak şuurlanan mü'min müslümanlar, hem içe doğru, hem de dışa doğru büyük bir gelişme gösterirler... Olgunlaşır ve her hâl-u kârda kendilerine düşen görevlerini yerine getirirler...

Rabbimiz Allah'ın beyanıyla:

"Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler (ve derler ki:) 'Rabbimiz, Sen, bunu boşuna yarat­madın. Sen, pek yücesin, bizi ateşin azabından koru. [33]

Râbbleri Allah'ın ayetlerini keşfeden ve onların üze­rinde derin derin düşünüp idrak eden, akıllı ve katıksız i-man eden mü'min müslümanların tavrı işte budur!..

O müvahhid mü'minler, her hâllerinde Râbbleri Al­lah'ın farkına varmışlar ve bundan dolayı her anlarında Râbbleri Allah'ı anarlar... Allah'ı anmak, O'nun farkında olup o anda kulundan ne istiyorsa icabını yapmaktır.[34] Yoksa Allah'ı zikretmek, belli bir gününün, belli bir sa­atinde ve belli bir yerde bir tören disiplini içinde, reketlerde bulunup belli sözler söylemek değildir ger bu toplanıp bir araya gelmeler, Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti'ne aykırı olmayan ve Sünnet'e uygun bir şekilde olur­sa takdire şayandır... Fakat zikir halkası oluşturmak adına, Kur'ân'a ve Sünnet'e muhalefet ederek çeşitli törenler dü­zenlenirse, [35] emrolunmadık hâl ve hareketlerin içine giri­lecek olunursa, bu durumu reddetmek ve bu hâlde bulu­nanları ikaz etmek her muvahhid mü'min müslümanın

Şer'î görevidir...

Burada şu hadisi zikretmek yerinde olur...

Abdullah İbn Mes'ud (r.a.)'ın rivayetiyle yegâne Ön­derimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

"Benden önce Allah'ın hiç bir ümmete gönderdiği peygamber yoktur ki, O peygamberin ümmetinden havari­leri ve sünnetine tabi olan emrine uyan ashabı olmasın.

Kıssa şu ki:

Sonra onların ardından yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapan bir takım kötü nesiller meydana çıkar.

İşte kim bunlara karşı eliyle mücadele ederse o, mü'mindir. Kim onlara karşı diliyle mücadele ederse o, mü'mindir. Kim onlara karşı kalbiyle mücadele ederse o, mü'mindir. Amma bunun ötesinde imandan bir hardal ta­nesi de yoktur.[36]

Mü'min müslümanlann Allah yolundaki cihadlan üç yönlü ve üç türlüdür:

1) Nefislerinin kötü isteklerine karşı cihad. [37]

2) Onların aralarında olup müslümanlardan olan fa­kat dinde bid'at çıkaranlara karşı cihad. [38]

3) Yeryüzünü ifsad eden ve Allah'ın egemenlik hak­kını gasbedip yeryüzündeki kulların üzerinde egemelikle-rini kuran müstekbir tağutlara karşı cihad.[39]

Bu üç cihad sahasında, cihada kuşanıp emredildiği gibi cihad etmek, mü'min mü s lüm ani arın vazifesidir... Bunlardan hiç bir tanesi ihmal edilmeye gelmez... Hepsi­ne karşı kesin ve net tavır alınmalı, yerinde ve zamanında, eliyle, diliyle ve kalbiyle cihad gerçekleşmelidir...

 

 



[1] Kehf, 18/7-8.

[2] Bakara, 2/29.

[3] Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zikr, B. 26, Hds. 99.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B. 24, Hds. 2286. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B. 19, Hds. 4000.

[4] Andolsun Biz, Zikir (Levh-i Mahfuz veya Tevrat)'den sonra Ze­bur'da da: "Şübhesiz, arza salih kullarım varis olacaktır" diye yaz­dık." Enbiya, 21/105.

"Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere (Müstaz'aflara) Lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. Ve (istiyoruz ki,) onları yeryüzünde iktidar sahihleri olarak yerleşik kılalım, Fir'avn'a, Haman'a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim." Kasas, 28/5-6.

[5] Bkz. İmam Malik, Muvatta', Kitabu'l-Kader, Hds. 3. İbn Hişam, A.g.e. C. 4, Sh. 346.

Rasululiah (s.a.s.)'in Tevhid mektebinde yetişmiş, katıksız iman ve salih amel sahibi Ashab nesli, Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye konusunda çok hassas İdiler... Dünyada ve ahirette yegâne Önderi­miz Rasuîullah (s.a.s.)'in Ümmetine miras bıraktığı iki şeye, yani Kitab ve Sünnet'e sımsıkı sarılmak ve onlardan hiç bir taviz verme­mek Ashab'ın (Allah cümlesinden razı olsun) değişmez karekteri. tavizsiz tavrıydı... Ebu İshak (şöyle demiş):

Esved b. Yezid'le Ulu Camî'de oturuyorduk. Şa'bi de yanımızda idi. Derken Şa'bi, Fatıme binti Kays hadisini, Rasululiah (s.a.s.)'in O'na mesken ve nafaka vermediğini rivayet etti. Bundan sonra Esved, bir avuç çakıl taşı alarak O'nun üzerine attı. Ve şunları söyledi: — Yazık sana! Böyle bir şeyi rivayet ediyorsun! Ömer:

"Bİz, Allah'ın Kitabını ve Peygamberimiz (s.a.s.)'in Sünnetini, bel­ledi mi, unuttu mu bilmediğimiz bir kadının sözü ile terk edemeyiz. Ona, mesken de vardır, nafaka da. Allah:

".... Onları, evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmastnlar. Ancak açık çirkin bir hayasızlık göstermeleri durumu başka..." (Talak, 65/1) b" yurmuştur," dedi.

Sahih-i Müslim, Kitabu't-Talak, B. 6, Hbr. 46. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu't-Talak, B. 38-40, Hds. 2291. Sünen-i Tirmizî, Kitabu't-Talak, B. 5, Hds. 1190. Sünen-i Neseî, Kitabu't-Talak, B. 70, Hds. 3532. Sünen-i Dârimî, Kitabu't-Talak, B. 10, Hbr. 2279.

[6] İmam Buhârî,Edebü'l-Müfred,B. 140, Hds. 299.  .

Aclunî, Keşfu'1-Hafa, C. 2, Sh. 320, Hds. 2833 (Ahmed b. Hanbel, El-Müsned'den.)

[7] Sünen-i İbn Mace, Kitabu't-Ticare, B. 1, Hds. 2141. İmam Buhârî, EdebtH-Müfred, B. 142, Hds. 301.

[8] Kehf, 18/46.

[9] Hûd, 11/15-16.

[10] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B, 1, Hds. 4100, Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zühd, B. 22, Hds. 2443.

[11] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B. 1, Hds. 4102.

[12] Kasas, 28/77.

[13] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B. 24, Hds. 4215.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sifatu'l-Kıyame, B. 14, Hds. 2568.

[14] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-lmam, B. 1 (Bab başlığında)

[15] Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B. 4 (Bab başlığında)

Abdullah İbnü'l-Mübarek, Kitabu'z-Zühd ve'r-Rekaik -Zahidlik ve İncilikleri-, Çev. M. Adil Teymur, İst. 1992, Sh. 66, No: 255. Ebu Nuaym el-lsfahânî, Hİlyetü'l-Evliya -Sahabeden Günümüze Al­lah Dostları-, Çev. Said Aykut, vdğ. İst. 1995, C.l, Sh. 196.   

[16] Sünen-i Tirmizî, Kitabu't-Tıbb, B. 1, Hds. 2107.

[17] Sana ruh'dan sorarlar, de ki: "Ruh, Rabbimin ermindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." İsrâ, 17/85.

[18] Bakara, 2/155-157.

[19] TeğabÛR, 64/11-12,

[20] Sünen-i îbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B. 23, Hds. 4034.

[21] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tevhid, B. 32, Hds. 92. KmıNı'l-Mardâ vc't-Tıb, B. l.Hds. 3-4.

Sahih-i Müslim, Kitabu Sıfatu'İ-Munafikun ve Ahkamılnnı, B. 14,

Hds. 58-62.

Sünen-i Dârimî, Kiîabu'r-Rikak, B. 36, Hds. 2752.

[22] Kchf, 18/45.

[23] Hadid, 57/17.

[24] Talak, 65/2-3.

[25] Kehf, 18/9.

[26] Allah, neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yal­nızca ona "ol" der, o da, hemen oluverir." Âl-i İmrân, 3/47, Mer­yem, 19/35.  

[27] Fatır, 35/28.

[28] Tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler ise, on­lar için bir müjde vardır, öyleyse kullanma müjde ver.

Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ye onlar, temiz akıl sahib-leridirler." Zümer, 39/17-18.

[29] Fatır, 35/29-30.

[30] Muhammed, 47/19.

[31] Zariyât, 51/20-21.

[32] Fussilet, 41/53.

[33] Âl-iîmrân, 3/191.

[34] Emiru'l-mü'minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.}'dan. Ö Zat (Cibril, a.s. Rasulullah, s.a.s.'e): - Bana ihsandan haber ver, dedi. Rasulullah (s.a.s.):

"Allah'a, O'nu görüyörmüşsün gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen, O'nu görmüyorsan da O, seni muhakkak görür." buyurdu. Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B.l Hds. 1 Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-İman, B. 37, Hds. 43. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet, B. 17, Hds. 4695. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-İman, B. 4, Hds. 2738 Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B, 9, Hds. 63-64. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman, B. 6, Hds. 4958.

[35] Mu minlerin annesi Aişe (r.anha)'dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Her kim, bizim şu din işimizin içinde, ondan olmayan bir bid'at i-cad ederse, o (icad), reddedilmiştir, batıldır." Sahih-i Buhârî, Kitabu's-Sulh, B. 5, Hds. 7. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Akdiye, B. 8, Hds. 17. Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 2, Hds. 14. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet, B. 6, Hds. 4606. İmam Ebu Davud (rh.a.)'in ziyadesi şöyledir: Muhammed b. İsa, rivayetinde şöyle dedi: Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Kim bizim sünnetimizin aksine bir şey yaparsa o, reddolunmuştur.'

[36] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B. 20, Hds. 80.

[37] Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene, sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham ede­ne (andolsun).

Onu (nefsi) arındnp îemizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp saran da elbette yıkı­ma uğramıştır." Şems, 91/7-10. Fudalc İbn Ubeyd (r.a.)'dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Mücahid, nefsine karşı cihad edendir." Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedai!u'1-Cihad, B. 2, Hds. 1671.

[38] Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, birbirilerinin velileridirler. İyiliği emreden, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılar, ze­katı verirler ve Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın ken­dilerine rahmet edeceği bunlardır. Şübhesiz Allah, üstün ve güçlü­dür, hüküm ve hikmet sahibidir." Tevbe, 9/71.

Ebu Said (El-Hudrî, r.a.)'dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu, hemen eliyle de­ğiştirsin. Eğer buna da gücü yetmiyorsa, diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa, kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). İmanın en zayıfı

da budur."

Sahih-i Müslim, Kitabu'1-tman, B. 20, Hds. 78. Sünen-i Tirmizî, Kitabul-Fiten, B. 10, Hds. 2263. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-îman, B. 17, Hds. 4975-4976 Sünen-i İbn Mace, Kitabul-Fiten, B. 20, Hds. 4013 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Melahim, B. 17, Hds. 4340.

[39] Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırla­yın. Bununla Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dı­şında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanlan) korkutup caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size noksansız olarak ödenir ve siz, haksızlığa uğratılmazsınız." Enfâl, 8/60. "Haram aylar (süre tanınmış dört ay) sıyrılıp bitince (çıkınca) müş­rikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onla­rın bütün geçit yerlerini kesip tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlar­sa ve zekat verirlerse yollarım açıverin. Gerçekten Allah, bağışla­yandır, esirgeyendir." Tevbe, 9/5

"(Yeryüzünde) fitne kalmayıncaya ve din (egemenlik) tamamen Al­lah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zu­lüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur." Bakara, 2/193,

Enfâl, 8/39.

Abdullah İbn Ömer (r.a.)'dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Allah'dan başka hak ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasululİah olduğuna şehadet, namazı ikame, zekatı edâ edinceye kadar İnsan­larla harb etmekliğim bana emrolundu, Onlar, bu işleri yapınca -Müslümanlık hakkının gereği (olan haddier) müstesna- İslâm hakkı olmak üzere canlarını ve mallarını benim elimden kurtarırlar. (Ba­tınlarından dolayı olan) hesablarına gelince, O (hesabı görmek) Al­lah'a aiddir."

Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-îman, B. 16, Hds. 18. Sahih-i Müslim, Kitabu'1-îman, B. B, Hds. 32. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-îman, B. 2, Hds. 2735.

Sünen-i Neseî, Kitabu'l-İman, B. 15, Hds. 4970. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B. 1, Hds. 3927-3928. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B. 95, Hds. 2641. Sünen-i Dârimî, Kitabu's-Siyer, B. 10, Hds. 2450. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-İman, B. 2, Hds. 2735. Sünen-i Neseî^ Kitabu'l-İman, B. 15, Hds. 4970. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B. I, Hds. 3927-3928. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B. 95, Hds. 2641. Sünen-i Dârimî, Kitabu's-Siyer, B. 10, Hds. 2450.