İnşaallah, De!

 

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle), "Ashabu'1-Kehf in Kıssası"nı beyanla şöyle byurur:

"(Sonra gelen nesiler) diyecekler ki: "Üçtüler, onların dördüncüsü de köpekleridir." Ve: "Beş idiler, onların al­tıncısı köpekleridir, diyecekler. (Bu,) bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. "Yedidirler, onların sekizincisi de köpek­leridir" diyecekler. De ki: "Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir. Onları, pek az (insan) dışında da kimse bilemez." Öyleyse onlar konsunda açıkça olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında, bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.

Hiç bir şey hakkında: "Ben bunu, yarın mutlaka ya­pacağım" deme.

Ancak: "İnşaallah (Allah dilerse yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni, bundan daha yakın bir başarıya yöneltip iletir.[1]

İnsanlar, "Ashabu'1-Kehf' olan genç yiğitlerin, o muvahhid mü'min müslümanlann sayıları hakkında ihtilaf etmişler, gruplara ayrılıp her grup bir sayı üzerinde fikir yürütmüşlerdir... Bu, onların zann-ı galibesidir...

Pu konuda, Rabbimiz Allah'ın bize buyurduğundan-başka bir şey demiyoruz: "Rabim, onların sarısını daha iyi bilir!.."

"Ashabu'1-Kehf Kıssası" için Rabbimiz Allah'ın bil­dirdikleri bize kafî gelir, O'nun bidirdikleriyle yetiniriz... Yine O'nun emrine tabi olur ve buyurduğu gibi bu konuda hiç kimseden bir şey sormaz ve sorma ihtiyacı da duymayız... Çünkü bu konuda, neye ihtiyacımız varsa ve neyi bilmemiz gerekiyorsa, Rabbimiz Allah bize bildirmiştir... Başkalarına sormamız yasaklandığı hâlde, hata edip de soracak olursak, bir çok aslı olmayan ve delilsiz bilgilerle karşı karşıya kalırız. Böyle bir hataya düşmekten Allah'a sığınırız!..

Rabbimiz Allah, her anımızda ve her hâlimizde biz­lere hidayet etmektedir... El-Hamdülillahi Rabbi'l-Alemin.

Muvahhid mü'min kullar, her zaman Rabbimiz Al-lah'dan hidayetin ziyadeleşmesini taleb ederler... Özellikle günde beş vakit namazlarının her rek'atında okunan "Fati­ha Sûresi" ile bu dileklerini tekrar ederler... Rabbleri Al­lah'ın emrine göre hareket ederler ki, İlâhî yardım kendile­rine ulaşsın... Hatırlanacağı gibi Allah, kendi dinine yar­dım edene, yani İslâm'a göre hareket edene yardım eder.[2]

Rabbimiz Allah, mü'min müslüman kullarını uyarıy­or ve orilara emrediyor:

Hiç bir şey hakkında: "Ben bunu, yarm mutlaka ya­pacağım" deme.  Ancak: İnşaallah, de!"

İşte mü'min müslümanlar, böyle eğitiliyor ve böyle öğretiliyorlar Rabbleri Allah tarafından... Çünkü Alİah, âlemlerin yegâne Rabbidir!..         

Bir çok gaybî meselenin yanında beş mesele vardır ki, bunlar, gaybî meslelerdir ve yalnızca Rabbimiz Al­lah'ın ilmindedir... Hiç bir insana bunların gerçek bilgisi verilmemiştir... Bazı tahminler, zandan öteye geçemez. Zaten bu konular, tahmin konulan da değildir... İşte onlar­dan bir tanesi de, İnsanın, yarın ne kazanacağım bilmemesidir... Yarının ne olacağını, yarınlarda başımıza ne gele­ceğini, önümüze ne çıkacağını bilen, yegâne Rabbimiz Allah Tealâ'dır...

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

"Kıyamet Saatinin bilgisi, şübhesiz Allah katındadır. Yağmuru yağdırır, rahimlerde olanları bilir. Hiç kimse yann ne kazanacağım bilmez. Hiç kimse de hangi yerde

öleceğini bilmez. Hiç şübhe yok Allah, bilendir, haberdar olandır.[3]

Yalnız ve yalnız Allah'ın bildiği ve O'nun iradesiyle olacak şeyler için "yarın mutlaka yapacağım" demek, el­bette hiç bir zaman doğru değildir... Ancak, "Benim bu , dileğime Rabbim Allah izin verirse, benim için hayırlısıy-sa yapacağım" niyetinde ve inancında olup sözünü sarfet-mek gerekir...

Bu inançta, bu niyette olup bu sözü söyleyeceğiz der­ken, yarınlarımıza aid hiç bir planımız, hiç bir poğ-ramımız, hiç bir dileğimiz, hiç bir fikrimiz ve hazırlığımız olmasın demek istemiyoruz elbet!

Rabbimiz Allah'ın emrettiği ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.)'m beyan buyurup gösterdiği şekilde hareket ede­cek, dünümüzden ders ve ibret alıp bugünümüzü hayır üzere yaşamaya devam ederken, yarınlarımızı da düşünüp ona göre hazırlığımızı yapacağız... Bize emredilen şekilde hazırlığımızı yaparken de, ma'lum olduğu üzere "Allah'ın izniyle" yapıyoruzdur... Hazırlıklarımızı yapar, sonucunu Rabbimize havale ederiz!.. "Hasbinallah ve nime'1-vekil!..."

Rabbimiz Allah, şöyle buyurur:

"Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.[4]

"Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da, .Alİah yaratmıştır. [5]

Her şey, Rabbimiz Allah'ın dileğine bağlıdır derken, imtihan üzere yeryüzüne gelen kullara verilen "irade-i cüz'iyye"yi unutmamak ve hesaba katmak gerek... Kullar, kendilerine verilen iradeyi kullanmakla sorumlu tutulmuş­lardır... Mükellefiyet, iradeyi sıhhatli bir şekilde kullan­mak ile gerçekleşir... Deli, çocuk ve uyuyan insanlar, i-radelerini kullanma yetkisinde olmadıkları için mükellef tutulmamışlardır...

Rabbimiz Allah ve O'nun Rasulü (s.a.s.) tarafından emredilen ve öğretilen, şekilde tüm hazırlıkları yapar, her hazırlığımızda "İnşaâllah" inancıyla davranır ve "İnşaallah şu işi yapmak isterim." diye Allah'a havale ederiz... Yap-tığmız her işimizin ve her hareketimizin Allah'ın emir­lerine ve Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti'ne uygun olmasına dikkat eder, Allah'ın rızasını dileriz... Her işimize Allah'ın adıyla ve Allah'ın adına başlar, işimizde "İnşaallah'"ı unutmaz ve hayır üzere devam etmeye çalışırız... Böyle davranmak, mü'min müslüman kullarının şahsiyetlerinin bir gereğidir...

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), ibret dersi olan bir o-layi beyan buyururlar... Bu olay, tüm muvahhid mü'minler için bir derstir, bir Örnektir...

Ebu Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

"Davud oğlu Süleyman:

Ben, bu gece yetmiş kadım dolaşacağım da, on­lardan her biri Allah yolunda mücahede edecek birer su-varî oğlana gebe kalır, diye kesin konuştu.

İnşaallah de, dedi.

O, diliyle İnşaallah demedi (unuttu). O, hakikaten o kadınları dolaştı. Fakat içlerinden yalnız biri, iki şıkkın­dan biri düşük bir oğlana hamile kalmıştır (neticede yarım bir çocuk doğurdu)."

Rasulullah:

"Eğer Süleyman, İnşaallah deseydi, elbette o çocukların hepsi (doğacak ve) Allah yolunda cihad ederlerdi." buyurdu.[6]

Rabbmiz Allah, "İnşaallah" demeyi emir buyurur... İnsanlık hâli, unutulacak olunduğun da, hatırlanıldığı za­man hemen anılmalıdır, yani Allah zikredilmelidir ve:

"Umulur ki, Rabbim beni, bundan daha yakın bir başarıya yöneltip iletir." denilmelidir.

Bu konuda şunları buyurur yegâne Rabbimiz Allah:

"Takvaya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda7 (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler. [7]

Onu hatırlamamı, şeytandan başkası bana unutturmadı. [8]

"Ayetlerimiz konusunda alaylı tartışmalara dalanlar Onlar, bir başka söze geçinceye kadar- Onlardan yüz çe­vir. Şeytan, sana unutturacak olursa, bu durumda hatır­lamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber otur­ma. [9]

"O, size Kitab'da: "Allah'ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar, bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah, mü­nafıkların da, kâfirlerin de tümünü cehennemde top­layacak olandır. [10]

Bu ayet-i kerimelerden net olarak anlaşılıyor ki, mü'min müslümanlar, Allah'ın ayetleriyle alay edildiğini gördüklerinde veya Allah'a is ya meydana geldiğine şahid olduklarında üzerlerine düşen vazifelerini elleri ve dilleriyle giderecek güce sahib değil iseler, o tuğyana ve onu işleyenlere karşı buğz ederek o meclisi terk etmeleri gerekir... Orada oturamaz ve o isyana sessiz kalamazlar... Eğer unuturlar ise, hatırlar hatırlamaz hemen gereğini yapmalıdırlar: Ya o isyankârları engellemeli, ya da o mec­lisi derhal terk etmelidirler.

Bu, böyledir!..

Bir hakikat olan "Ashabu'1-Kehf in Kıssası" şu ayet-i kerimelerle sona erdiriliyor Rabbimiz Allah tarafından:

"Onlar, mağaralarında üçyüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar.

De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmeke ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında olanların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.[11]

Genç yiğitlerin mağarada ne kadar kaldıklarım en iyi Rabbimiz Allah bilmektedir. Bundan dolayı onların mağarada kalma müddeti üzerindeki tartışmalara karışmadan bize verilen bilgi ile yetiniyoruz... Yoksa güneş yılına gö­re üçyüz yıl, ay yılma göre üçyüz dokuz yıl demektir veya bunun dışında başka rakamlar üzerinde durmanın bir gere­ğinin olmadığı kanaatindeyiz... Biz, inanıyoruz ki, "Asha-bu'1-Kehf' olayı bir mu'cizedir... Kıssa, beyan buyrulduğu üzere hidayetimize vesile olup hidayetimizin artması için bir sebebtir... Bunun dışındaki öteden beri gelen haberler, Ehl-i Kitab arasında dolaşan ve müslümanlara aktarılan ri­vayetlerin ne kadar sahih olup olmadığı malum değildir... Bunun için üzerinde durmuyor ve bu konudaki tartışmala­ra ihtiyaç duymuyor, faydalı şeylerden görmüyoruz!..

"Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmayan" Rab-bimiz Allah'ın egemenliğinde kendisine ortaklar türeten insanlar, Allah'a karşı en büyük suçu işlemişlerdir... Çün­kü şirk, affı olmayan en korkunç zulüm ve suçtur.[12]

Bu korkunç suçu işleyen, bu cinayette bulunan ve yeryüzünü ifsad eden müşriklerin, kâfirlerin, mürtedlerin, münafıkların ve İslâm topraklarını işgal edip müstaz'af mü'min müslümanlara zulmeden egemen tağutların durumlarını beyanla şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

"Yoksa onlar, yerden bir takım ilâhlar edindiler de, onlar mı (ölüleri) diriltecekler.

Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilâhlar olsaydı, hiç tartışmasız, ikisi de bozulup gitmişti. Arş'm Rabbi olan Allah, onlann nitelenegeldikleri şeyler­den yücedir. [13]

Müşrik tağutlar, her zaman olduğu gibi yanılgı içinde sapıtmış gitmişlerdir. Allah, yerde de ilâh, göklerde de ilâh iken, [14] O'nu göklerin hakimi, kedilerini de yeryüzün­deki elde ettikleri ülkenin hakimi görmüş, böyle inanmış ve böyle hareket etmişlerdir... Dikkat edilecek olunursa, her ne zaman böyle bir sapıklık gündeme gelmiş veya İs­lâm'dan ve adaletten uzaklaşümış, o zaman yeryüzü ifsad olunmuştur... İnsalık âleminde huzur kalmamış, anarşizm gündemi işgal etmiştir...

Günümüz insanlık âleminde görülen kargaşanın, huzursuzluğun, sömürünün, felaketlerin, zulümlerin, iş­kence ve baskıların, katliâmların ve soykırımlarının temelinde, Allah'ın egemenliğini reddetmek ve kendisini yeryüzünde ilâh olarak görmek sapıklığından başka birşey yoktur...

Kendilerinden başka ilâh görmeyen ve egemen ol­dukları ülkede en büyük rab olduklarını ilân eden müstek-bir tağutlardan, sapıklıktan zulümden ve yeryüzünü ifsad etmekten başka ne beklenir!.. O kâfir, o müşrik, o müfsid egemen tağutlar, bu korkunç suçlarını, bu cinayetlerini iş­lerken en büyük desteği de, Allah'a ve Rasulü (s.a.s.)'e i-man ettiklerini beyan eden kitlelerden alıyorlar... Özellik­le egemen tağutların işgal ettikleri İslâm topraklarındaki durum bundan ibarettir... Hem Allah'ın kanununa, hem de Fir'avn'ın, Nemrud'un ve Ebu Cehil'in kanunlarına tabi ol­manın mahiyeti iyi tefekkür edilmelidir... Böyle bir duru­ma, yani kulların hayatına hakim olma konusunda Allah, kendi kanunlarına, bir başkalarını ortak kılar mı? Buna razı olur mu? Tekrar tekrar düşünülmelidir!..

 



[1] Kehf, 18/22-24.

[2] Bkz. Muhammed, 47-7.

[3] Lokman, 31/34.

Halid b. Zekvân şöyle demiştir:

Er-Rubeyy' bintu Muavviz İbn Afra şöyle dedi:

- Ben gelin olduğum zaman düğün törenime Rasulullah (s.a.s.) gel­di, içeriye girdi ve senin benim yanıbaşıma oturduğun gibi döşeğimin üzerine oturdu. Bu sırada bir takım kızcağızlar, bizim için def çalmaya ve babalarımızdan Bedir günü şehid olanların menkıbelerini şarkı şeklinde söylemeye başladılar.

Birden, bu kızlardan birisi:

- İçimizde bir Peygamber vardır ki, O, yann ne olacağını bilir! dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), Kıza:

"Bunu bırak da, evvelce söylemekte olduğun sözleri söyle!" buyurdu. Sahih-i Buhârî, Kitabu'n-Nikâh, B. 49, Hds. 79 Kitabu'l-Mağazî, B. 12, Hds. 49 Sünen-i Tirmizî, Kitabu'n-Nikâh, B. 6, Hds. 1096 Sünen-i İbn Mace, Kitabu'n-Nikâh, B. 21, Hds. 1897 Not: İbn Mace'deki rivayette şöyle beyan olunur: Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) (Oradakilere:) Bu söze gelince, bunu söylemeyin. Yarın ne olacağını Allah'dan başka kimse bilmez." buyurdu.

Taberânî, Mu'ce MüVSağir, Tercüme ve Şerhi, Çev. İsmail Mutlu, İst. 1996,C.l,Sh. 328, Hds. 238.

[4] İnsan, 76/30.

[5] Saffat, 37/96.

[6] Sahih-i Buhârî, Kitabu-1-Enbiya, B. 42, Hds. 97. Kitabu'n-Nikâh, B. 120, Hds. 171.

Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Eyman, B. 5, Hds. 22-25.

Siinen-i Neseî, Kitabu'l-Eyman Ve'n-Nuzur, B. 40, Hds.3812.

[7] A'raf, 7/201.

[8] Kehf, 18/63.

[9] En'am, 6/68.

[10] Nisa, 4/140.

[11] Kehf, 18/25-26.

[12] Bkz. Nisa, 4/48 ve 116, Lokman, 31/13.

[13] Enbiyâ, 21/21-22.

[14] Göklerde ilâh ve yerde ilâh O'dur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, bi­lendir." Zuhruf, 43/84.