DEĞİŞMEYEN GÜNDEMİMİZ
“LÂ İLÂHE İLLALLAH”

 

Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ, yalnızca ve hiçbir şirk koş­madan kendisine ibadet etsinler diye yarattığı insan kullarına, emir ve nehiylerini bildirip onlar için örnek olsun diye kendile­rine gönderdiği son Nebi ve son Rasûlü Muhammed (s.a.s) kuluna şu emri vermişti:

“(Öncelikle) en yakın hasımlarını (aşiretini) uyar.”[1]

Kendisini risalet ile görevlendirilen Rabbi Allah’dan bu emri alan yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), Abdullah ibn Abbas (r.anhuma)’nın anlattığı gibi, Safa Tepesi üzerine çıkıp yükseldi ve:

“Ey fihr oğulları! Ey Adiyy oğulları!” diye bütün Kureyş soylarını oymak nida etmeye başladı.

Nihayet çağrılanlar, oraya toplandılar. Çağrılanlardan her­hangi biri oraya çıkmaya muktedir olmadığı zaman toplantıda ne olacağına bakması için bir elçi göndermişti. Kureyş’le bera­ber Ebu Leheb de geldi.

Rasulullah (s.a.s.), bu topluluğa hitaben:

“(Ya Kureyş,) haydi  bana reyinizi haber verin! Ben size, şu vadide birtakım düşman düşman süvarileri vardır, sizin üzerinize baskın yapmak istiyorlar diye haber versem, bana inanır mısınız?” buyurdu.

Topluluk:

-Evet, inanırız! Biz, senin üzerinde yaptığımız her tecrü­bede, senin doğru sözlü olduğunu tesbit ettik, dediler.

Rasulullah (s.a.s.):

“Öyleyse ben size, şiddetli bir azabın önünde sizleri uyarıp sakındırıcıyım!” buyurdu.

Bu hitabe üzerine Ebu Leheb:

-Yazık sana! Bundan sonraki günlerde husrana, zarara uğ­rayasın! Bizleri, bu konuşma için mi burada toplandın? dedi.

Bu sözleri üzerine şu sure indi:

“Ebu Leheb’in iki eli kurusun, kurudu ya.

Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.

Alevi olan bir ateşe girecektir.

Eşi de, odun hamalı (ve)

Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak.”

Mesed/ Tebbet, 111/1-5)[2]

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), o günden sonra başta bu ümmetin Fir’avn’ı Ebu Cehil ve Ebu Leheb olmak üzere Mekke’nin müşrik egemen tağutlarının engellemesine rağmen, bütün engelleri aşarak, risalet görevini yerine getirmeye çalış­mıştı… Tevhid akidesinden asla taviz vermeyen Rasulullah (s.a.s.) amellerin en efdalı olan “ Allah’a ve Rasulüne iman’ı[3] anlatmaya ve insanları bu değişmez hakikata davet etmeye bütün gücüyle gayret etti. O günden sonra ve ömrünün sonuna kadar, O’nun değişmeyen gündemi, “Kelime-i Tevhid” yani “Lâ  ilâhe illallah” oldu… Ve kıyamete kadar gelecek ümmetine de bunu miras bıraktı: “Değişmeyen Gündemimiz Lâ ilâhe illallah!”

Hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), insanlara “Kelime-i Tevhîd”’i tebliğ edip, onların dünyada ve ahirette kurtuluşlarının bu kelime olduğunu, kalben tasdik, dil ile ikrar edip idrak ede­rek gereğini yaparak aleyhinde hiçbir suç işlememek gerekir gerçeğini anlatıyordu..

Malik b. Kînâne oğullarından bir adam anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.)’i, Zu’l-Mecâz çarşısında dolaşırken ve şöyle derken gördüm:

“Ey insanlar, Lâ ilâhe illallah deyin de kurtuluşa erin!”

Ebu Cehil ise, öte yandan O’nun yüzüne toprak atıp şöyle diyordu:

-Ey insanlar, bu adam, sizi dininizden etmesin! O, sizden, dininizi bırakmanızı, Lât ve Uzzâ’yı bırakmanızı istiyor!

Amma Rasulullah (s.a.s.), ona hiç aldırmadan (görevine devam ediyordu).[4]

Rasulullah (s.a.s.), insanları kurtuluşa davet ederken, Ebu Cehil onları, şirkin ve küfrün karanlıklarına davet edip, şirk ve küfür üzere direnmelerini telkin ediyordu… Rasulullah (s.a.s.), insanları hakka ve aydınlığa huzura ve mutluluğu, kardeş ol­maya ve barışa davet ederken, Ebu Cehil, onları batıla, karga­şaya, isyana, hüsrana ve zarara davet ediyordu…

Rasulullah (s.a.s.), Âlemlerin Rabbi Allah adına davet eder­ken, insanların şeytanlaşmışı olan Ebu Cehil, İblis adına davet ediyor ve tağut olduğunu apaçık ortaya koyuyordu…

“Allah, iman edenlerin velîsi (dostu ve destekleyicisi)dir. Onları, karanlıklardan nûra aktarır. İnkâr edenlerin velîsi ise, tağuttur. Onları, nûrdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.”[5]

Şirk ve küfür hükümleriyle yönetilen Mekke’nin egemen tağutları, Rasulullah (s.a.s.)’in benzeri olmayan kurtuluş çağrı­sını çok iyi anlıyorlardı… Eğer insanlar, dünyada kendilerine izzet ve şeref verecek, ahrette ise kendilerini ebedî cennetlik kılacak “Lâ ilâhe illallah” kurtuluş mesajına inanacak ve gere­ğini amel olarak yapacak olurlarsa, egemen zalim tağutların düzeni yıkılacak, devletleri ve hükümetleri yerle bir olup tarihe karışacaktı… Kullara kul olmaktan kurtulan insanlar, Allah’a kul olacak, o zaman egemen tağutların yalancı ilâhlıkları ortaya çıkacaktır… Kendilerin de, Allah’ın birer aciz kulu olduğu anla­şılacak ve kendilerinin hevalarından ortaya koydukları hükümle­rin hiçbir tanesine itaat edilmediği gibi, cahiliyye düzenine aid olan bütün anlayışlar ayaklar altına alınacaktır…

Ebu Cehil ve yandaşları olan Mekke’nin egemen tağutları, bunun için “Lâ ilâhe illallah” mesajının insanlara ulaşmasını engelliyor ve O mesajı insanlara tebliğ vazifesi ile vazifeli olan Rasulullah (s.a.s.)’in sesini susturmak istiyorlardı… Onların çağdaş izleyicileri de, Rasulullah (s.a.s.)’in izinden giden ve de­ğişmeyen gündemimiz olan “Lâ ilâhe illallah”’ı yaymak isteyen muvahhid mü’min Müslümanlar için aynı şeytanî tavrı sergile­mektedirler…

Onların öncüsü olan Ebu Cehil:

-Ey insanlar, bu adam, sizi dininizden etmesin! O, sizden, dininizi bırakmanızı, Lât ve Uzzâ’yı bırakmanızı istiyor! diyordu.

Evet, müşrik ve egemen tağut Ebu Cehil, “Lâ ilâhe illallah deyin de kurtulun!” mesajının hakikatını çok iyi kavramıştı… “Lâ ilâhe illallah”, her türlü şirkin ve küfrün bırakılması demek­tir… Her türlü beşerî ve tağutî ideolojiyi terk etmek ve her türlü gayr-i İslâmî düzenleri reddetmek demektir…

“Lâ ilâhe illallah”, tağutu, bütün kurum ve kuruluşlarıyla bütün inancı ve ameliyle, bütün örf ve adetleriyle reddetmek, sonra Allah’a katıksız iman etmektir…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şübhesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.”[6]

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Allah tarafından bu mesajla, bu hakikat ile gönderildi… “Lâ ilâhe” deyip, yeryüzünde Allah’ın hükümlerini geçersiz kılan, Allah’ın hükümlerinin yerini ilâhlaş­tırdıkları nefislerinden kaynaklanan hükümleri geçerli kılan egemen zalim tağutları reddedip, “İllallah” deyip yalnızca Allah’a iman ederek, O’nun hükümlerini kabul edenler, sapasağlam  kurtuluş kulpuna yapışmışlardır…

Rasulullah (s.a.s.), Rabbimiz Allah tarafından bu vazife ile gönderildi: tağutların reddi, kula kul olmaktan kurtulmak kalbdeki, beyindeki ve dışarıdaki putların ve putlaştıranların paramparça edilip kırılması, Allah’ın bir tanınması ve O’na hiç­bir şeyin ortak edilmemesi!...

Amr ibn Abese es-Sülemî (r.a.) anlatıyor:

Ben, Rasulullah (s.a.s.)’e:

-Sen, kimsin? dedim.

“Ben, peygamberim!” cevabını verdi.

-Peygamber ne demektir? dedim.

Rasulullah (s.a.s.):

“Beni, Allah gönderdi!” buyurdu.

-Seni ne ile gönderdi? dedim.

“Allah beni, akrabaya yardım edilmesi, putların kırılması, Allah’ın bir tanınması ve O’na hiçbir şeyin ortak kılınmaması (vazifesi) ile gönderdir!” buyurdu.[7]

Rıb’î b. Hıraş (r.a.)’dan.

Amiroğullarından biri, başından geçeni şöyle anlattı:

Rasulullah (s.a.s.), bana izin verdi, yanına geldim ve dedim ki:

-Bize ne getirdin? “Ben size, sadece Allah’a ibadet etmeniz, hiçbir şeyi ortak koşmamanız, Lât ve Uzzâ gibi putları terk et­meniz, gece-gündüz beş vakit namaz kılmanız, her sene bir ay oruç tutmanız, kutsal mabede (Kâbe’de) hacc yapmanız ve zenginlerden alınıp fakirlere dağıtmanız şeklinde hayır getir­dim.” buyurdu.[8]

Rasulullah (s.a.s.)’in getirdiği her şeyi hayır olan, ondan başka hiçbir hayır bulunmayan hak bu idi!..

Rabbimiz Allah, Rasulullah (s.a.s.)’e ve O’nun şahsında bütün muvahhid mü’min Müslüman kullarına hitaben şöyle buyurur:

“Şu hâlde bil, gerçekten Allah’dan başka ilâh yoktur (Lâ ilâhe illallah).”[9]

“Senden önce hiçbir Rasul göndermedik ki, ona şunu vahyetmiş olmayalım: “Benden başka ilâh yoktur. Öyleyse Bana ibadet edin.”[10]

Gerek en son Nebî ve en son Rasul Rasulullah (s.a.s.)’e, gerekse O’nden önceki bütün Nebilere ve Rasullere değişme­yen tek hakikat vahyedilmiştir: “Lâ ilâhe illallah!”

Bütün Nebiler ve Rasuller (Allah’ın salât ve selâmı üzerle­rine olsun), kendilerine vahyedilen “Kelime-i Tevhid” hakikatını kavimlerine tebliğ ettiler… Onların bu hakikat ile tanışmasına vesile oldular… Hidayete ermeleri ve hakka iman edip idrak etmelerini sağladılar… Kendilerinden sonra gelen iman ehli nesillere “Lâ ilâhe illallah’” ı vasiyet ettiler…

Abdullah ibn Amr (r.a.)’nın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah’ın peygamberi Nuh (a.s.)’ın vefatı yaklaşınca, oğluna şöyle dedi:

-Ben, sana vasiyetimi söylüyorum:

Sana iki şeyi emrediyor ve sana iki şeyi yasaklıyorum!

Sana, “Lâ ilâhe illallah’”ı emrediyorum. Çünkü yedi kat göklerle yedi kat arz, eğer bir terazi kefesine ve “Lâ ilâhe illallah” da diğer kefesine konsa, bu Tevhid, onlara daha ağır başardı. Eğer yedi kat göklerle yedi kat arz, uçsuz bucaksız bir çember olsalar, onları, “Lâ ilâhe illallah ve Sübhanallahi ve bihamdihi” kelimeleri kırardı. Çünkü bu kelimeler, her yaratığın duâsıdır ve bunlarla her şey rızıklanır.

Bir de, Allah’a ortak koşmaktan ve kibirlenmekten seni men’ediyorum.”[11]

Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim’in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz  O’nu, dünyada seçtik, gerçekten ahrette de O Salihlerdendir.

Rabbi O’na: “Teslim ol” dediğinde (O:) “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti.

Bunu İbrahim, oğullarına vasiyet etti, Yakub da: “Oğulla­rım, şübhesiz Allah sizlere bu dini seçti, siz de ancak Müslüman olarak can verin.” (diye benzer bir vasiyette bulundu).”[12]

Rasullerin vasiyeti: İman ve Teslimiyet… Tevhid ve İslâm…

Katıksız iman eden teslim olur… Gerçek teslim olanlar, ka­tıksız iman edenlerdir… “Lâ ilâhe illallah” deyip iman edenler, imanlarının gereği olan teslimiyeti gündeme getirir ve Rabbleri Allah’a asla şirk koşmadan ibadet eder, yani İslam’ın gereği olan Salih ameller işlerler…

İlâhları, bir tek ilâhdır: Allah.

Dinleri yegâne hayat nizamıdır: İslâm.

Önderleri, tek önder: Rasulullah (s.a.s.).

“Sizin İlâhınız tek bir ilâhtır, O’ndan başka ilâh yoktur. O, bağışlayandır, esirgeyendir.”[13]

İlk insan, ilk peygamber ve ilk medeniyet  kurucusu Âdem (a.s.)’dan, son Rasul ve son Nebî Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’e kadar bütün peygamberlerin değişmez gündemi “Lâ ilâhe illallah” idi. Peygamberlerin miras bıraktıkları dâvâ da, “Lâ ilâhe illallah” dâvâsıdır… Muvahhid mü’minler, bu ilâhî dâvânın varisleri ve yeryüzünün halifeleridirler…

Yerde ve göklerde Allah’dan başka hiçbir ilâh olmadığına iman eden muvahhid mü’minler, hükmüne itaat edilecek ye­gane Rabbin Allah Teâlâ olduğuna şübhesiz inanırlar… “Lâ ilâhe illallah” in gereği, hükmün, yani bütün eğemenliğin yal­nızca Allah’ın olduğuna iman etmektir… Bu da, Allah’dan baş­kasına kulluk etmemeyi, yani onların hükümlerine göre yaşa­mamayı gündeme getirir… Hükmüne tabi olunup, hayatını ona göre düzenleyecek tek ve ortaksız merci, Allah Teâlâ’dır…

“Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan işte budur. Ancak insanların çoğu bunu bilmezler.”[14]

“Lâ ilâhe illallah”, dünya hayatında izzetin, ahrette ise cen­netin anahtarıdır… Dünya hayatlarını “la ilahe illallah”’a göre düzenleyenler izzet üzere yaşarlar… Dünyada “La ilahe illal­lah”’ın gereği gibi yaşayan izzet sahibi kullar, ahrette cenneti hakk ederler..

Muaz b. Cebel (r..a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasululah (s.a.s.):

“Cennetin anahtarı: Lâ ilahe illâllah (diye) şehadet etmek­tir.”[15]

Iyâd el-Ensarî (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:

“Lâ  ilâhe illallah, Allah katında çok değerli bir kelimedir. Allah katındaki yeri çok büyüktür. Kim tam bir ihlas ve sadakat içinde onu söylerse, Allah onu, cennete koyar. Kimde onu inanmayarak söylerse, kanı korunur, malı da korunur. Amma yarın Allah’a kavuştuğunda hesabı görülür.”[16]

Dünya hayatlarında imtihan edilen insanlar, dünyada da, ahrette de kendisinden hesaba çekilecekleri hakikat, “Lâ ilahe illâhlah”’dır... Alemlerin Rabbi Allah kendilerini, “Lâ ilâhe illal­lah” konusunda hesaba çekecek ve bu mukaddes kelimeye karşı durumlarından soracaktır… Bundan dolayı “Lâ ilâhe il­lallah muvahhid mü’minlerin değişmeyen gündemidir… Buna imandan ve imandaki ihlâstan sorulacakları gibi, onu, yaşayıp yaşatmaktan, tebliğ ve davetten de sorulacaklardır…

Enes b. Malik(r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.):

“Rabbine andolsun, onların tümüne (bunu) soracağız.

Yapmakta oldukları şeyleri.” (Hicr, 15/92-93) ayeti hakkında şöyle buyurdu:

“Lâ ilahe illâllah sözünden.”[17]

İlim ehlinden bir cemaat, Allah Teâlânın şu:

“Rabbine andolsun, onların tümüne soracağız.

Yapmakta oldukları şeyler.” (Hicr, 15/92-93) kavli hak­kında:

-(Sorulacak şey) “Lâ ilâhe illah” dır, dediler.[18]

Et-Tirmizî el-Hakim der ki:

“Bize göre bunun anlamı, Lâ ilâhe illallah’ın doğru ve sa­mimi olarak söylendiğinden ve ona gereği gibi bağlı kalındığın­dan sorulacaktır. Çünkü yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de ameli de söz konusu ederek:

“Yapmakta oldukları şeyleri” diye buyurmakta, söylemekte oldukları şeyleri diye buyurmamaktadır. Her ne kadar sözün de, dilin ameli olarak kabul edilmesi mümkün ise de, bununla asıl kasdedilen, dilcilerin örfen kabul ettikleri sözün söz, amelin de amel olduğu şeklindedir.

Rasulullah (s.a.s.)’in: “Lâ ilâhe illallah’tan” diye buyurmas, ona tam anlamıyla bağlı kalınmadığından ve söylenen o sözün muhtevasına samimiyetle bağlı kalındığından sorulacaktır, an­lamındadır.

Nitekim Hasan el-Basrî (rh.a) de şöyle demiştir:

-İman, boş şeyleri temennî etmekle olmadığı gibi, din de temennî ile olmaz. Fakat o, kalblerde yer eden, amellerin de doğruladığı şeydir!”[19]

Abdullah ibn Amr b. el-Âs (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Birinizin içinde iman, elbisenin eskimesi gibi eskir. Al­lah’­dan, kalblerinizdeki imanı yenilemesini dileyin.”[20]

-Ya Rasulullah, imanınızı nasıl yenileyelim? Sorusuna,

Rasulullah (s.a.v):

“Lâ ilâhe illallah’ı çok söyleyin!” diye cevablamaktadır.[21]

Önderimiz Rasulullah (s.a.v) böyle buyurması, Rabbimiz Allah Teâlâ’nın emridir:

“Ey iman edenler, Allah’a, Rasulüne, Rasulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği Kitaba iman edin.”[22]

Rabbimiz Allah:

“Ey iman edenler, iman ediniz!” diye buyururken imanın, muvahhid mü’ninlerin değişmeyen gündemi olduğunu ve de­vamlı canlı tutulmasını beyan buyurmaktadır... İman, yani “Lâ ilâhe, Muhammedu’r-Rasulullah” devamlı ve canlı tutulmalı­dır.... Her anda tazelenmeli ve şuurlu beyan edilmelidir... Kalbde yer edinip, amellerle de doğrulması gerekir...

Abdullah b. Büsr (r.a) anlatıyor:

Adamın biri:

-Ya Rasulullah, islâm’ın (nafile) ibadetleri bana fazla geldi ve bana (devamlı yapabileceğim) bir şeyi bildir ki, ona sarılayım! dedi.

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Dilinin devamlı olarak Allah’ın zikri ile ıslak kalması.”[23]

Cabir b. Abdullah (r.a)’dan.

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurur:

“Zikrin (Allah’ı anmanın) en faziletlesi, Lâ ilâhe illallah keli­mesidir ve duânın en faziletlisi, el-hamdulillah sözüdür.”[24]

Muvahhid mü’minlerin dili devamlı “Lâ ilâhe illallah” zikri ile ıslak olmalıdır... Hiç değişmeyen gündemleri “Lâ ilâhe illallah” olmalıdır... Böylece ümmetin vahdeti ciddî bir şekilde gündeme gelir... “Lâ ilâhe illallah”’a katıksız iman edip gereği yapan bü­tün mü’min müslümanlar tek yürek ve tek bilek hâlinde hep birlikte Allah’ın ipine, yani hayat kitabımız Kur’ân-ı Kerim’e sım­sıkı sarılır ve kurtuluşa ererler....

 

“Lâ ilâhe illallah” imanları ve gündemleri olan muvahhid mü’minler, İslâm topraklarını işgal edip şirk ve küfürle yöneten yerli ve yabancı bütün tağutları reddeder, onlardan uzaklaşır, onlarla asla uzlaşmazlar... Tağutlardan ilişkilerini kesen ve “Lâ ilâhe illallah” merkezli bir araya gelen mü’min müslümanlar kurtuluşa ererler... İslâm topraklarını işgal eden zalim egemen tağutlarının iktidarların yıkılması ve sömürülerinin bitmesi, mü’min müslümanların “Lâ ilâhe illallah” ın etrafında bir araya gelmeleriyle gerçekleşir... Dünyada kurtluluş olduğu gibi, ahirette cehennem ateşinden de kurtuluştur...

Itban b. Malik (r.a)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.v) şöyle bu­yurur:

“Şüphesiz ki Allah, Allah rızasını arayarak “Lâ ilâhe illallah” diyen kimseyi ateşe haram etmiştir![25]

 


 



[1]     Şuara, 26/214

[2]     Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, B.233, Hds.290-291.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-iman, B.89, Hds.355.

[3]     Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B.17. Hds.19.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.36. Hds.135-136.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’l-Cihad, B.22, Hds.1709.

Sünen-i Neseî, Kitabu’l-İman, B. 1, Hds.4952.

[4]     İmam Muhammed b. Muhammed b. Süleyman er-Rûdânî, Cemu’l-Fevaid-Büyük Hadis Külliyatı, çev.Naim Erdoğan, İst.2003, C.3, Sh.258, Hds. 6395. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, Sh.84’den.

Muhammed b. İshak, Siyer, çev. Sezai Özel, İst. 1991, Sh.294.

[5]     Bakara, 2/257.

[6]     Bakara, 2/256.

[7]    Sahih-i Müslim, Kitabu Salati’l-Müsafirin, B.52, Hds.294.

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, çev. Rıfat Oral, Konya, 2003, C.4. Sh. 98-100, Hds.178/1048.

[8]    İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C.1, Sh.89, Hds.17/59.

İmam Buhârî, Edebu’l-Müfred, B.502, Hds.1084.

[9]    Muhammed, 47/19.

[10]   Enbiya, 21/25.

[11]    İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B.251, Hds.548.

Ahmed ibn Hanbel, Kitabü’z-Zühd,  Çev. Mehmed Emin İhsanoğlu, İst. 1993, C.1, Sh.87, Hds.282.

İmam Nesâî, Amelu’l-Yevmi re’l-Leyle-Hadisler ışığında Günlük Hayat, çev. Mehmet Yolcu, İst. 1996, C.2, Sh.206-207, Hds. 832.

[12]    Bakara, 2/130-132.

[13]    Bakara, 2/163.

[14]    Yusuf, 12/40.

[15]    Hatib-i Tebrizî, Mişkatu’l-Mesabih, Kitabu’l-İman, Fasıl: 3, Hds.40 (39). Ahmed b. Hanbel, Müsned, (C.5, Sh.242)’den.

Aclunî, Keşfu’l-Hafa, C.2, Sh.192, Hds.2322.

İmam Aclunî (r.a)’in notu: “Hadis zayıftır. Buhârî’deki Vehb’in rivayeti, bunu teyid eder.

[16]    İmam er-Rûdânî, Cemu’l-Fevaid, C.1, Sh.23, Hds.28. Bezzâr’dan.

[17]    Sünen,i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B.16. Hds.3333.

İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, çev. Dr. Bekir Karlığa- Dr. Bedrettin Çetiner, İst. 1996, C.9, Sh.4413-4414. Ebu Ya’lâ el-Mavsilî, İbn Cerîr ve İbn Ebu Hatim’den.

[18]    Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B.17. (Bab başlığında).

İbn Kesir, A.g.e. C.9, Sh.4413. İbn Ömer (r. Anhuma) ve Mücahid (rh.a)’in görüşü.

[19]    İmam Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmî’l-Kur’ân, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2000, C.10, Sh.94.

[20]    İmam er-Rûdânî, Cemu’l-Fevaid, C.1, Sh.39, Hds. 110.

Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir’den.

Ayrıca bkz. Hakim, Müstedrek, C.1, Sh.4.

[21]    İmam er-Rûdânî, Cemu’l-Fevaid, C.1, Sh. 39, Hds.111.

Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh. 359’dan.

İmam Suyutî, Camiu’s-Sağir Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, vdğ. İst. 1996. C.2, Sh. 288, Hds. 1915 (3581).

İmam Hafız el-Munzirî, Hadislerle İslâm-Terğib ve Terhib, çev. A. Muhtar Büyükçınar, vdğ. İst. T.X.C. 3, Sh. 367, Hds.12, Taberânî’den.

[22]    Nisa, 4/136.

[23]    Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Daavat, B.4, Hds.3597.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Edeb, B. 53, Hds.3793.

Ahmed ibn Hanbel, Kitabü’z-Zühd, C.2, Sh. 551, Hds.2370.   

[24]    Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Edeb, B.55, Hds.3800.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Daavat, B.8, Hds.3605.

[25]    Sahih-i Buhârî, Kitabu’s-Salât, B.46, Hds.72.

                                Kitabu’r-Rikak, B.6, Hds.11.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Mesacid, B.47, Hds.263.

Abdullah İbn Mübarek, Müsned, çev. Tevhid Ajans, İst. 1998, Sh. 19-20, Hds.43.