İslâm’ın
Rükünleri (Temelleri)
‘Din’
kelimesi çok geniş bir anlam sahasına sahiptir. Kur’an’da ve hadislerde birçok
mânâda kullanılan bu kelime, kavram olarak insanlığın en önemli faâliyeti olan
inanmayı, bir yaratıcıya itaat ve ibadet etmeyi, ahlâkî davranışları, fazilet
ve iyilikleri, toplumsal düzeni, doğru yolda olmayı ifade eder.
‘Din’
kelimsi ‘d-y-n’ kökünden gelir ve sözlükte şu anlamlara gelir: Üstünlük,
egemenlik, itaat, zorlamak, itaatkâr olarak kendini bir güce teslim etmek,
borçlanmak, boyun eğmek, hakkını almak, ödünç almak, boyun eğdirmek, egemenlik,
idare etmek anlamlarına gelir.
Birinin
emrine girmek, onun emrine âmâde olmak, onun hâkimiyet ve otoritesi altında
boyun eğmeyi kabul etmek, şeriat, kanun, yol, millet, âdet, taklit, hesaba çekmek,
ceza veya mukâfat vermek de din kelimesinin anlamlarındandır. İsim olarak ‘din’
kelimesi şu mânâları kapsamaktadır: İyi ya da kötü karşılık; itaat, zillet,
bağlılık, üstünlük sağlamak, galip gelmek; hâkimiyet, mülk ve hüküm; bir şeye
zorlamak; itaat etmek, ya da tersi olarak isyan etmek; bir şeyi alışkanlık
haline getirmek; şeriat ve millet, yani tevhid inancı.
Din
kelimesinin Türevleri:
Aynı
kökten gelen ve hadislerde Allah’ın bir ismi olarak geçen ‘Deyyân’, mutlak
kudret sahibi, işlerin karşılığını
veren, hikmetle yöneten, egemen olan demektir. Araplar, bir kimsenin bölgesine
ve kavmine üstünlüğünü belirtmek için ‘deyyân’ sıfatını kullanırlardı. Buna
göre aynı kökten gelen ‘medîn’; köle,
‘medîne’; şehir ve câriye, ‘temeddün’; dinli veya şehirli-medenî olma,
‘tedâyün’; borçlanma, ‘diyânet’; din ve millet anlamına gelir. ‘Mütedeyyin’ ise
boyun eğen, itaatkâr, Allah’a teslim
olan demektir. [1]
Terim olarak din; Akıl sahibi kimseleri kendi
istek ve arzuları ile iyiliğe, hayırlı olan şeylere sevk eden İlâhî bir
kanundur.[2]
Din
Allah Teâlâ (c.c.) tarafından vahiy yolu ile indirilen, peygamberler tarafından
tebliğ edilen, insanların dünya ve âhiret saâdetine, kurtuluşuna vesile olan
(çağıran) itikadî ve amelî bir nizamdır. [3]
Din,
insanların yaratılış gayesini bildirir.
Din;
İslâm, iman ve ihsandan teşekkül eden bir yaşam biçimidir.
Burada
geçen din tanımları şu hususları içermektedir:
Dinin
koyucusu ve sahibi Allah’tır. Hiçbir insan, hatta peygamberler dahi vahye
dayalı bir din meydana getiremez. “İyi bilin ki, hâlis (gerçek) din
Allah’ındır.” [4]
Din
akıl sahibi insanlara hitap eder. Din akıl üstüdür, fakat akıl dışı değildir.
Din, akıl sahibi olmayan çocukları, delileri sorumlu tutmaz.
Dinde
serbest seçme vardır. Yani iman edip etmeme insanların özgür irâdelerine
bağlıdır. “Dinde zorlama yoktur. Artık hak ile bâtıl açıkça ayrılmıştır.” [5]
Din
insanları hayra ve güzelliğe iletir. Fakat din, insanları güzele iletme
hususunda onların şahsî kanaatlerini değil; genel ve değişmez evrensel
yaradılış kanunlarını esas alır. Bu esaslar: Din, akıl, can, mal ve nesli
koruma şeklinde formüle edilen esaslardır.
Vahy
kaynaklı dinler, insana kendi mâhiyetini, başlangıcını ve sonunu, yaratılış
gayesini, yapmakla sorumlu olduğu vazifelerini bildirir. [6]
Kur’ân-ı
Kerimde din kelimesinin, eksiksiz bir düzeni ifade ettiği görülür. Söz konusu
bu düzen dört unsurdan meydana gelir:
1. Hâkimiyet ve yüce egemenlik,
2. Bu yüksek egemenlik ve hâkimiyete itaat edip boyun eğmek,
3. Bu hâkimiyetin otoritesi altında meydana gelen fikrî ve amelî nizam,
4. Bu nizama uymaya ve ihlâsla bağlanmaya karşı bu yüce egemenliğin
verdiği mükâfat veya karşı gelmek suretiyle isyan etmeye verdiği ceza.
Kur’ân-ı
Kerim, bazen bu anlamlardan biri için, bazen de tüm bu dört anlamdan müteşekkil
nizam için ‘din’ kelimesini kullanır. Kur’ân-ı Kerim’in bu kelime ile bir hayat
nizamını kast ettiği görülmektedir. [7]
Din kelimesiyle kastedilen mânâ amelî, ahlâkî,
fikrî, itikadî her cephesini içine alan şümullü ve mükemmel bir hayat
nizamıdır. [8]
Din sadece inançtan ibaret değildir; aynı zamanda
kişinin dünyevî hayatına yön verecek ahlâkî, hukukî ve sosyal kuralları da
ihtiva eder. [9]
Din, insanları dünya ve âhiret saadetine götüren,
içerisine iman, amel ve hayatla ilgili bütün hükümleri alan insan üstü bir
sistemin adıdır. [10]
Din,
tarihin bütün devirlerinde ve bütün toplumlarda daima mevcut olan evrensel ve
köklü bir olgudur. İnsana hitap eden ve insan için söz konusu olan din, insanla
beraber var olmuş ve tarih boyunca varlığını sürdürmüştür. Din insanlığın
vazgeçilmez bir gerçeği olması sebebiyle, bundan böyle de varlığını devam
ettirecektir. Tarihin hangi devresine bakılırsa bakılsın dinsiz bir toplum
görülmemektedir. İnsanlık tarihinin her döneminde din, canlılığını korumuş ve
insan hayatının ayrılmaz bir vasfı olma karakterini sürdürmüştür. Bunun da
temel sebebi, insanın dinî bir varlık olması, başka bir ifadeyle dinî duygunun,
fıtrî (doğuştan gelen) bir özellik olarak insanın kendi öz varlığı hakkındaki
şuur ile birlikte gelişmesidir.
Din
duygusu insanın doğuştan beraberinde getirdiği bir duygudur. İnsan, her zaman
ve her yerde kudretli ulu bir varlığa sığınma, ona güvenme ve ondan yardım
dileme ihtiyacı hissetmiştir. Bu sığınma ve güvenme duygusu, din ile
karşılanmaktadır.
Dinin
fıtrî oluşu Kur’an’da şu şekilde belirtilmektedir:
“Sen
yüzünü bir hanif olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir ki o, insanları bu
fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez.” [11]
İnsan,
yapısı itibariyle dine muhtaçtır. Çünkü insan ruh ve bedenden ibarettir. Bedenî
ihtiyaçları karşılamak nasıl hayatın bir gereği ise, mânevî varlığın devamı da
ruhî ihtiyaçlarının karşılanmasına bağlıdır. Onun bu ihtiyaçlarını karşılayan
en köklü müessese ise dindir. İnsanın yüce bir kudretin mevcudiyetini kabul
edip ona yönelmesi, dua ve niyaz ile ona sığınması, doğuştan getirdiği sığınma,
güvenme ve bağlanma duygularının en güzel karşılığıdır. Bu güvenme, sığınma ve
bağlanma duyguları insanda öylesine köklüdür ki, tarih boyunca bütün insanlar
şu veya bu şekilde bir kişi, nesne veya varlığa kutsallık ve yücelik nispet
edip bağlanmışlardır. Kendisine yönelinecek, sığınılacak en mükemmel varlık ise
şüphesiz kâinatın yaratıcısı olan Allah’tır. Çeşitli dinlerde farklı isimlerle
anılan, çeşitli şekilde tasvir edilen yüce kudret veya kutsal varlıkların
özünde bu inanç yatmaktadır.
Her
şeyi var eden bir yüce kudretin mevcudiyetini kabul edip ona bağlanma insanı
kuvvetlendirdiği gibi, dua niyaz ve Allah’a sığınma da insanı mutlu eder.
Din,
fertleri mukaddes duygu ve alışkanlıklarda birleştiren, toplumları geliştiren
bir kurumdur. Din, insanlara yön verip, onları iyi ve faydalı şeyler yapmaya
yönelten bir hayat nizamıdır.
Din aynı zamanda ahlâkî bir müessese olarak
insanlara yön veren, en mükemmel kanunlar ve en sıkı nizamlardan daha kuvvetli
bir şekilde kişiyi içten kuşatan, kucaklayan ve yönlendiren bir disiplindir.
İnsanın psikolojik yapı ve yaşayışında karşılaştığı
yalnızlık, çaresizlik, korkular, üzüntü ve sarsıntılar, hastalıklar, musibet ve felâketler karşısında
ona ümit, teselli ve güven veren son sığınak din olmuştur. Ayrıca dinî
yaşayışın insanı ruhî bunalımlardan koruduğu; kendisine ve çevresine karşı daha
duyarlı ve dengeli yaptığı bilinmektedir. Dindeki âhiret inancının hem dünya
hayatındaki davranışlarda etkili olduğu, hem de insandaki ebediyet duygusuna
cevap verdiği ortadadır. İnsanlığın mânevî ve zihnî gelişmesind dinin önemli
payı vardır.[12]
İslâm Dini, insanlara dünya ve âhiret saâdetinin, mutluluğunun yolunu
göstermektedir. [13]
Kur’an’a göre dinler üçe ayrılır:
1. Hak Din (İslâm Dini),
2. Muharref Dinler (Yahudilik ve Hıristiyanlık),
3. Bâtıl Dinler (İnsanlar tarafından uydurulan dinler). [14]
Hak
din, Allah tarafından peygamberler aracılığıyla insanlara bildirilen hiçbir
değişikliğe uğramadan ve bozulmadan günümüze kadar gelen hayat şeklidir. Bu
din, yani hayat şekli; inancı, dünya görüşünü, davranış ve eylem biçimini,
Allah’a karşı görevleri, ibadet anlayışını, insanlara ve tüm yaratıklara karşı
muameleyi, kanunları ve cezaları içermektedir. İşte, bütün peygamberlere
Allah’ın gönderdiği din, İslâm Dini’dir. Peygamberlere günün şartlarına göre
şeriatları farklı olarak gelmiştir. Akide (inanç) ise, bütün peygamberlerde
aynıdır.
Hak
Dinin Genel Özelikleri Şunlardır:
* Allah’ın
emir ve yasaklarını insanlara tebliğ eden ve nasıl uygulanacağını gösteren
peygamberler vardır.
* Her
peygamberin, ya kendisine verilen suhuf (sayfalar -küçük kitap-) veya kitabı
vardır, ya da kendisinden önceki peygambere inen henüz bozulmamış kitabın
hükümlerini tatbik eder.
* Allah’a,
meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhirete inanç vardır.
* Akla
ve kesinliği ispatlanmış ilmî gelişmelere aykırı hiçbir şey yoktur. [15]
Muharref
dinler, tahrif edilmiş, bozulmuş dinler demektir. Allah’ın gönderdiği İslâm
Dini’nin atmalar ve katmalarla değiştirilmiş şeklidir. Yahudilik ve
Hıristiyanlık muharref dinlerdir.
Dinleri
bozmanın amacı:
İnsanlar
zamanla Allah’ın yolundan sapmış, tatmin olmak bitmeyen arzu ve isteklerini
gerçekleştirmek isteyince de, Allah’ın insanlar arasında dengeyi ve huzuru
sağlamak için gönderdiği din, kendilerine mâni olmuştur. Bu engeli ortadan
kaldırmak için de iki seçenek vardır:
Allah
düşüncesini ve inancını reddederek, Allah’a dayalı bir dini de oradan kaldırmak,
Allah’ın
gönderdiği dinin, kendi arzu ve istekleriyle çelişen, kendi çıkarlarına müsaade
etmeyen kurallarını değiştirmek.
Din
düşüncesinin, reddedilmesi işlerine gelmeyen veya toptan reddetmenin mümkün
olmadığını görenler, dinin işlerine
gelmeyen yönlerini kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmişlerdir. Böylece hem
cahil ve gafil dindarların tepkilerinden kurtulmuşlar, hem de değiştirdikleri
bu dinleri kendi sömürü düzenlerine koltuk değneği yapmışlardır. Bu tip
insanlar, zaman zaman dinî merasim ve törenlere katılıp kendilerinin de dindar
olduklarını, dine karşı olmadıklarını söyleyerek dindar ama cahil kesimin
desteğini almaya çalışmışlardır. Allah’ın gönderdiği Hak Din’in bazıları
tarafından kendi çıkarları doğrultusunda değiştirilip Allah’ın dini imiş gibi
sunulduğu dinlere muharref dinler denir. [16]
İnsanlar
tarafından uydurulan dinler, bâtıl dinlerdir.
İnsanlar
tarafından oluşturulan bâtıl dinlerin tümünün ortak özelliği Allah’ın vahiy ile
bildirdiği dini olan İslâm’a karşı olmalarıdır. “Allah’tan (gelen bir delil
veya vahye dayalı) bir yol gösterici olmadan kendi arzusuna (veya işine
gelenlere) uyandan daha sapık kim olabilir?” [17] diye
buyrulmaktadır.
Bir
insan; ya Allah Teâlâ’ya iman eder ve Allah’ın indirdiği hükümlere göre hayatını
düzenler, ya da tâğuta teslim olup
tâğutun kurallarına hevâ ve heveslerine uyar. Bu iki yolun dışında,
üçüncü bir yol yoktur.[18]
“Dinde
zorlama yoktur. Artık hak ile bâtıl iyice ayrılmıştır. Kim tâğutu reddedip,
Allah’a iman ederse (Allah’ın gönderdiği hak din İslâm’a teslim olursa) kopmak
bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmış olur.
Allah
her şeyi işitendir, her şeyi bilendir. Allah iman edenlerin velisidir, onları
karanlıktan aydınlığa çıkarır. Kâfir olanların velisi ise tâğuttur, onları
aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada
temelli kalacaklardır.” [19]
“Allah
katında hak din İslâm’dır.” [20]
“
Artık kim, İslâm’dan başka bir din ararsa (ona uyarsa) asla ondan kabul edilmeyecek ve o âhirette de
büyük zarara uğrayanlardan olacaktır.” [21]
Bu
izahlardan da açıkça görüldüğü gibi, insanları dünya ve âhiret saadetine
götüren hak din İslâm’dır. İslâm’ın
dışındaki muharref ve bâtıl dinler (yaşam biçimleri) insanları dünya ve
âhirette hüsrana götürür. Bunu iyi bilmek gerekir. [22]
İslâm’ın
lugat mânâsı; Tâbi olmak, teslim olmak, bağlanmak itaat etmek, boyun eğmek
(tevâzu göstermek) mânâlarına gelir. [23]
Allah Teâlâ’nın emirlerine teslim olup itaat etmeğe dayanan bir din olması
sebebiyle bu dine İslâm denmiştir.
Terim
anlamı ise; Allah tarafından peygamberler aracılığı ile insanlara bildirilen
dünyada ve âhirette insanları mutluluğa ulaştıracak hayat şekli, itikadî ve
amelî bir nizamdır. İslâm, akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat
hayırlı olan şeylere götüren İlâhî bir kanundur.
İslâm’ın
mânâsı teslim olmaktır; Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmak. Allah’ın
hükümlerine teslim olmaksızın İslâm olmaz. [24]
İnsan,
Allah’ın yarattığı kuldur. Allah ilmiyle her şeyi kuşattığından ve hikmet
sahibi olduğundan kulluğun gereği, O’ na teslim olmaktır.[25]
İslâm;
Allah’ın insanlar için seçtiği dinin özel adıdır. “ Size din olarak İslâm’ı
seçtim” [26] buyrulmaktadır.
İslâm,
kelime olarak “barış” (esenlik, mutluluk) anlamına gelen “silm”, “selâm”ve
“selâmet”le aynı kökü paylaşır. Dolayısıyla “İslâm”ın kelime olarak
anlamlarından biri de “barış”tır
(esenlik, mutluluktur). Tüm insanlar fitneyi, fesâdı terk edip Allah’ın dini
olan İslâm’a teslim olsalar, her taraf selâmete kavuşup tümüyle barış ve
kardeşlik hüküm sürer. Çünkü İslâm barış, esenlik, mutluluk dinidir.
İslâm
Hz. Adem’den (a.s.) peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar
bütün rasûl ve nebîlerin dinidir. Kur’ân-ı Kerim bu gerçeği şu şekilde ortaya
koymaktadır. Hz. Nuh (a.s.)’ın dilinden şöyle buyrulur: “Müslümanlardan
olmakla emrolundum.” [27]
Hz.
İbrahim (a.s.) ve Hz. İsmail (a.s.)’ın dilinden:
“Ey
Rabbimiz bizi sana müslüman (samimiyetle teslim) olanlardan kıl.” [28]
Hz.
Yakup (a.s.)’ın çocuklarına vasiyetinden: “Şüphe yok ki, Allah râzı olduğu
İslâm dinini sizin için seçti, o halde siz ancak müslüman olarak can verin.” [29]
Hz.
Musa (a.s.)’ın dilinden:
“Eğer
müslüman iseniz Allah’a tevekkül edin.” [30]
Hz.
İsa (a.s.)’ın havârilerinin dilinden:
“Allah’a
iman ettik ve sen şahit ol ki, biz gerçekten müslümanlarız.” [31]
Sahih
bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulur:
“Peygamberlerin
dinleri birdir, İslâm’dır.” [32] Ayrıca Kur’ân-ı
Kerimde şöyle buyrulmaktadır:
“Dini
el birlik tatbik edin ve ayrılığa düşmeyin diye Allah, dinden (tevhid
esasından) Nuh’a tavsiye ettiğini ve sana vahyeylediğimizi; bir de İbrahim’e,
Musa’ya, İsa’ya tavsiye ettiğimizi, sizin için şeriat yaptı.” [33] Aslında İslâm’ın mânâsı:
Vahiy
üzere gelen Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmaktır. Kim bütün işlerde
yüzünü ve kalbini Allah’a teslim ederse, işte müslüman odur. Nebî ve rasûller
diğer insanlardan daha çok Allah’a teslim olduklarından onlar müslümanların
ilkleridir. Allah’ın hükümlerine teslim olmaksızın İslâm yoktur. [34]
Görülüyor ki, İslâm mutlaka teslimiyet ister. Kulluğun gereği, Allah’a teslim
olmaktır. Allah’a ve Rasûlü’ne teslim olmaksızın müslüman olunmaz.
“Rabbin
hakkı için onlar, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp sonra da
verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim
olmadıkça, iman etmiş olmaz.” [35]
Hz.
Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin ortak
adı İslâm’dır. [36]
İslâm
ile ‘din’ âdeta eş anlamlı iki kelime gibi tellâkkî edilmiş ve bütün
peygamberlerin getirdiği dinin İslâm olduğu ifade edilmiştir. [37]
Ayrıca
İslâm, özel olarak Hz. Muhammed (s.a.s.)’e gelen dinin adıdır. [38]
Hz.
Muhammed (s.a.s.)’den önceki peygamberlere gönderilen hak din, daha sonra
tahrif edilmiş, değiştirilmiş ve taşıdığı hakikatler kaybolmuş, unutulmuştur.
Ona tâbi olanların inanç, ibâdet ve yaşayışlarına bâtıl karışmış, haktan,
doğrudan uzaklaşmışlardır. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’in gelmesi
suretiyle aslı bozulmuş, değiştirilmiş olan dinin hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.
Allah Teâlâ, son peygamberi ve son kitap Kur’ân-ı Kerim’i göndermiş ve bütün
insanların uyması gereken Hak din İslâm, peygamberimiz (s.a.s.) tarafından tebliğ edilmiştir.
Kur’ân-ı
Kerim’de Rabbimiz şöyle bildirmektedir:
“Muhammed
sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir, ancak o, Allah’ın Rasûlu ve
peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.” [39]
“(Ey
Resûlüm) Biz seni ancak bütün insanlara bir müjde verici ve uyarıcı, korkutucu
olarak gönderdik.” [40]
“De
ki: ‘Ey İnsanlar! Gerçekten ben sizin hepinize gelen Allah’ın (son)
peygamberiyim.” [41]
Bazı
kişiler bilmeyerek veya kasıtlı olarak şöyle diyorlar:
“İslâm
dini son din; fakat yahudiler kendi dinlerine, kitaplarına (Tevrat’a) uydukları
zaman doğru olanı yapmış olur veya hıristiyanlar kendi şimdiki dinlerine, İncil
kitabına uyarlarsa, onlar da dinin gereğini yapmış olur. Bunları eleştirmenin
bir gereği yok. Onlar da doğrusunu yapmış oluyorlar, değil mi?” Tabiî ki, değil. Çünkü Hz. Musa (a.s.)’a
gönderilen Tevrat sonradan değiştirilmiş, bozulmuş, insanlar haktan ayrılmış,
uzaklaşmış durumunda olduğundan, Allah Teâlâ Hz. İsa (a.s.)’ı peygamber olarak İncil’le beraber göndermiş,
o da insanları hak dine dâvet etmiş, fakat Hz. İsa (a.s.)’dan sonra İncil de
değiştirilmiş ve bozulmuştur. İnsanlar gittikçe Allah’ın dininden
uzaklaşmışlar, dolayısıyla Rabbimiz; son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’ı
göndermek suretiyle İslâm dinini onunla tebliğ ettirmiştir. Peygamberimiz
(s.a.s.)’ın dâvet ettiği İslâm dinini kabul edenler müslüman olmuş, Peygamber
Efendimiz (s.a.s.)’in yanında yer almış, kabul etmeyenler “biz atalarımızdan
gördüğümüz gibi yaşarız, kabul etmeyiz” diyenler kâfir olmuşlardır. Rabbimiz
Allah bu gerçeği belirtmektedir:
“Hiç
şüphesiz din, Allah katında İslâm’dır.” [42]
“Kim
İslâm’dan başka bir din ararsa (ona tâbi olursa) asla ondan kabul edilmez. O,
âhirette de kayba (hüsrana) uğrayanlardandır.” [43]
“Bugün size dininizi kemâle erdirdim,
üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip râzı oldum
(beğendim).” [44]
Allah
Teâlâ’nın insanlar için seçtiği, râzı olduğu İslâm dininden râzı olmayıp beğenmeyenler,
“bu çağda, bu asırda İslâm’ın prensipleri uygulanmaz” diyenler, “âhirette de
hüsrâna uğrayanlardandır.”
Dünya
ve âhirette huzur, saâdet isteniyorsa, İslâm’dan başka bir din, yaşam biçimi
kabul etmek asla doğru değildir. Allah’a iyi bir kul olmanın, imtihanı
kazanmanın tek çıkar yolu Hz. Muhammed (s.a.s.)’i önder, örnek edinmek, onun
gösterdiği İslâm’a tam mânâsıyla tâbi olmak, teslim olmakla mümkündür. Bunun
dışındaki yollar, yaşam biçimleri “asla ondan kabul edilmez, o âhirette de
kayba uğrayanlardandır.”
“Dinde
zorlama (ve baskı) yoktur. Gerçek şu ki;
doğruluk sapıklıktan (yanlışlıktan) apaçık ayrılmıştır. Artık kim tâğutu
tanımayıp (onu reddederse) Allah’a
inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah,
işitendir, bilendir.” [45]
Peygamber
Efendimiz (s.a.s.) İslâm için birçok tarifler yapmıştır. Ancak bütün bu
tarifler, izahlar temel olarak beş ana rükün (temel) üzeredir. İbn Ömer’in
rivâyet ettiği sahih bir hadiste şöyle buyrulmaktadır:
“İslâm
beş şey üzerine kurulmuştur: ‘Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in
Allah’ın rasûlü olduğuna şehâdet
etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak, Kâbe’yi hac
etmektir” buyurdu. [46]
Bu
hadis-i şerif İslâm binasının bu beş temel üzerine kurulu olduğunu
açıklamaktadır. Bu beş husus, İslâm’ın temelleridir, ama İslâm’ın tamamı
değildir. Nasıl ki, temel atılınca bina tamamlanmış olmadığına göre, binanın
tamamlanması için bu temeller üzerine yapılacak işler olduğuna göre, İslâm’ı bu
beş temelden ibaret görmek “temel atılınca bina tamamlanmıştır” demek kadar,
çok büyük bir yanlıştır. Kur’an ve sünnete baktığımızda görülecektir ki bu beş
esastan başka iktisadî, ictimaî, hukukî, ahlâkî, siyasî, kısaca hayat için
gerekli olan her şeyden bahsetmektedir. İnsan hayatının hiçbir alanı ve yönü
yoktur ki İslâm’ın onu düzenleyen hükümleri bulunmamış olsun. İslâm dini
insanların yaşantısına yön veren, yol gösteren bir ‘Din’dir. İslâm insanın
bütün hayatına, yaşantısına; doğumundan ölümüne kadar, a’dan z’ye kadar her
şeyine bir ölçü, düzen koymuştur.
İslâm,
barış, esenlik, mutluluk vaat ettiğine göre, bu vaadin gerçekleşmesi, İslâm’a
tam anlamıyla tâbi olmak, teslim olmakla, İslâm’ın her alanda uygulanmasıyla
mümkündür.
Din’in
tarifinde de görüldüğü gibi “insanları dünya ve âhirette huzur ve mutluluğa
götüren itikadî ve amelî bir nizamdır.” Bugün yaşadığımız dünyada huzur,
saâdet, mutluluk, hak, adâlet, insana saygı, sevgi yoksa orada İslâm’ın
hükümleri, prensipleri tam mânâsıyla uygulanmadığından dolayıdır. Başka türlü
bir izaha çalışmak doğru değildir. Gerek emperyalist müşrikler, gerekse
bunların yerli hayranları tarafından devamlı İslâm aleyhinde propaganda
yapılmaktadır. İslâm barış, esenlik,
mutluluk getiren bir din olduğu halde, İslâm’ı sanki insanların barış, huzur ve mutluluğuna engel
imiş gibi gösteren bu zâlimler İslâmî hayatı, yaşam biçimini tehlikeli, yetersiz, gereksiz
göstermektedirler. Haksızlığa, ahlâksızlığa, sömürgeye dayanan dünya ve âhiret
hayatı için insanlara çok büyük zararı olan bâtıl anlayışları, yaşayışları
doğru yaşam biçimi olarak sunmaktadırlar. Bu da haktan, doğrudan ayrılmaları,
hevâ ve heveslerinin arzu ettiği gibi yaşamak istediklerinden kaynaklanmaktadır.
Diğer insanların dünya ve âhiret hayatında zor duruma düşmesi onları
ilgilendirmemektedir.
Onlar
için varsa yoksa, zevkli, keyifli, hevâ ve heveslerine göre yaşamalarıdır.
Başka şey düşünmezler. Çünkü takip ettikleri yol bâtıl bir yoldur, yanlıştır.
Bu yanlışlık kendilerine de insanlara da zarar vermektedir. Tabiî ki, yapılan
zulümler, haksızlıklar, ahlâksızlıklar, hırsızlıklar yanlarına kâr kalacak değildir.
Ya kendilerini düzeltirler, haktan yana, İslâmî prensiplere uygun yaşam biçimi
tercih ederler, bâtıl yaşantıyı terk ederek Allah’a iyi kul olmaya gayret
ederler. Veya bu İslâm’a aykırı gidişat onları çok kötü bir sonuca
götürecektir. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“Artık
kim azgınlık edip, kâfir olmuş, (âhiret üzerine) dünya hayatını (İslâm’a aykırı
yaşam tarzını tercih etmişse) muhakkak onun varacağı yer cehennemdir.” [47]
“Kim
İslâm’dan başka bir din (yaşam tarzı) ararsa (kabul ederse) ondan kabul olunmaz,
o âhirette de zarara uğrayanlardandır.” [48]
İnsanların
dünya ve âhiret saâdet ve mutluluğu için İslâm dininin ihtiva ettiği hükümler,
başlıca şu dört kısma ayrılır:
1. İtikada ait hükümler,
2. Helâl, haram, mubah ile mekruha ait hükümler,
3. Ahlâka ait hükümler,
4. İbâdetlere, muâmelelere, muamelâta ait hükümler. [49]
Muâmeleler,
insanın iş ve pratiğe yönelik amelleridir. İslâm’da fiilî ibadet hükümleri
dışında kalan ve insanların birbiriyle veya ferdin toplumla yahut da
toplumların birbirleriyle olan hukukî, idarî, malî, iktisadî ve beşerî
münasebetlerini düzenleyen hükümleri ifade eden
bir fıkıh terimidir. [50]
Muamelâtla
ilgili konular, İslâm hukuku kitaplarında, fıkıh kitaplarında detaylı bir
şekilde yer almaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, İslâm, insanın tüm
yaşantısına düzen getiren, dünya ve âhirette huzurlu ve mutlu olabilmesi için
gereken hükümleri getirmiş ve bunun yolunu göstermiştir.
Birçok
kimse, İslâm dinini yalnızca inanç, ibâdet, ahlâk ile olan münasebetlerinin düzenlenmesine
önem veren dinî bir dâvet olduğunu; bunun ötesinde hayat olayları ile alâkalı
bir nizamın, devlet ve idare sistemlerinin bulunmadığını sanırlar veya kasıtlı olarak
bunu savunurlar. Böyle bir iddia İslâm nizamının reddettiği ve aksini ortaya koyduğu
mesnetsiz bir görüşten başka bir şey değildir.
İslâm
hukukunun özelliklerinden biri genelliktir. Hayatta hiçbir şey yoktur ki, İslâm
hukukunda hüküm altına alınmamış olsun. Bu sebeplerle hükümlerinde ahlâk ve
inanç kurallarının yanında fert ya da toplum olarak, fertlerin birbirleriyle
münasebetlerini düzenleyen, geniş anlamıyla muâmelât [51] kurallarını
bulmamız oldukça mümkündür. [52]
İslâm
dininin dünya ve âhirete ilişkin tüm hükümlerinin kaynağı dört tanedir.
Kitap:
Allah Teâlâ’nın kelâmı olan Kur’ân-ı
Kerimdir.
Sünnet: Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sözleri, yaptığı işler ve
yapılmasına müsaade ettiği işlerdir ki, müsaade ettiğini sükût ederek belli
etmişlerdir.
İcmâ-i
Ümmet: Aynı asırda yaşayan
müctehidlerin dinî meselelerde görüş birliğine varmalarıdır.
Kıyas-ı
Fukahâ: Müctehid olan zâtın bir
meseledeki hükmü, diğer meseledeki hükme benzeterek hüküm çıkarmasıdır. [53]
1.
Allah İnancı: Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur.
2.
Peygamber İnancı: Bütün peygamberler
Allah’ın elçisidir. Hz. Muhammed (s.a.s.) son peygamberdir ve bütün insanlığa
gönderilmiştir.
3.
Kitap İnancı: Allah’ın gönderdiği
kitaplar gerçektir. Kur’ân-ı Kerim, son ilâhî kitaptır, bozulmamıştır.
4.
Evrensellik: İslâm dini evrenseldir
ve kıyamete kadar geçerlidir.
5.
Akıl: İslâm dini, akla ve mantığa
hitap eder.
6.
İtidal: İslâm dini, orta yol dinidir
ve her türlü aşırılığa karşıdır.
7.
Dünya-Âhiret: İslâm dini, dünya ve
âhiret işlerinin beraberce yürütülmesini emreder.
8.
Üstünlük: İslâm dinine göre insanlar
arasında soy, sop, makam, mevki gibi şeyler, üstünlük nedeni değildir.
9.
Güvenlik: İslâm dinine göre;
insanların mal, can ve namusları güvence altındadır.
10.
Temizlik: İslâm dini, maddî ve mânevî
temizliği emreder.
11.
Adâlet: İslâm dini, sosyal adâleti ve
adâletin ayakta tutulmasını emreder.
12.
İlim: İslâm dini faydalı olan her
şeyi öğrenmeyi ve öğretmeyi emreder. [54]
İslâm
dininin bu özellikleri ve hükümleri, insanları dünya ve âhiret saâdetine,
mutluluğuna kavuşturur. Fakat bazı kişiler: “din ayrı, dünya işleri ayrı; din
ayrı, insanların istediği gibi yaşama tarzı ayrı, insanların yaşam tarzını din
belirlemez, karışmaz” diyorlar. Bunların ya İslâm dininden haberleri yok,
bilmiyorlar veyahut kabul etmek istemediklerinden dolayı karşı çıkıyorlar. Eğer
İslâm’ın muâmelât yönünü bilmiyorlarsa öğrenilmesi kolaydır; ya fıkıh
kitaplarından ya da bu konuları iyi bilen hocalardan öğrenmek mümkündür. Fakat
bu hükümler var, ama ‘ben kabul etmiyorum’ derse işte o zaman durum değişir; müslüman
olduğunu söylüyorsa da bir şey ifade etmez, mürted olmuş, dinden çıkmış,
müslümanlıkla alâkası kesilmiş olur. Bazıları da şöyle diyorlar: “İslâm’a
inanıyoruz; namaz, oruç, hac, zekât tamam da, diğer sosyal meseleleri kafamıza
göre, yapsak ne olur?” Veya “İslâm’ın bazı yönlerini kabul etmesek ne çıkar?”
Bu şekilde düşünenler dinden çıkar. İşte Rabbimizin beyanı: “Kitabın bir
kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı (red mi) ediyorsunuz? Aranızda böyle
yapanın cezası, ancak dünya hayatında rezil olmaktır, âhiret gününde de azâbın
en şiddetlisine onlar uğratılırlar.” [55]
İslâm bir bütündür, bir kısmını kabul edip,
bir kısmını kabul etmemek mümkün değildir. İslâm, pazarlık dini değil, teslim
olma dinidir. Müslüman, İslâm’a teslim olmuş kişiye denir. Mü’min, müslüman
olarak yaşamak isteniyorsa yapılacak
şey, İslâm’ın kabul ettiğini kabul etmek, reddettiğini reddetmek, İslâm’a tâbi olmak, teslim
olmaktır. “Şu hususu kabul ediyorum, bu hususu kabul etmiyorum.” demeye hakkı
yoktur. İslâm’ın hükümlerine, emir ve
yasaklarına karşı çıkarak “bu zamanda bu
çağda, yirmi birinci yüzyılda böyle hüküm, böyle emir, böyle yasak olur mu?”
diyen kişi, İslâm’a teslim olmamış demektir. Bir örnek vermek gerekirse, nasıl
ki askere giden kişi, asker ocağına teslim odlumu, oranın kurallarına göre hareket
etmesi gerekir. Oranın kuralları ne ise ona uymak zorundadır. Oraya teslim
olduğu halde kurallarına uymazsa, gereken ceza ne ise onu görür. Meselâ, sabah kalkma saati altıda; fakat “ben
onda kalkarım” veya nöbet saati gece üçte, birileri çıkıp da “yok, ben gündüz
üçte tutarım veya hiç tutmam, verilen görevi ben yapmam, canımın istediği gibi
hareket ederim, kurallara uymam!” derse cezası ne ise, onu görür. Hiç askere
gitmeyip teslim olmayan kişi de “niye teslim olmadın?” diye hesaba çekilir. Ona
da, verilecek ceza verilir. Bir de oraya teslim olduğu halde yukarıda
değindiğimiz gibi “kafama göre, keyfime göre, çağa göre, şunu kabul ederim,
şunu kabul etmem, şunu yaparım, bunu yapmam” deme hakkı ve selâhiyeti yoktur.
Oranın belli başlı kuralları vardır, herkes o kurallara uymak zorundadır.
Keyfîlik yoktur, kim o kurallara uyar, gereğini yaparsa, zamanı gelince
kurallara uyduğu için tezkeresini verirler. O da evine sevine sevine gider.
Aksi halde verilen görev yerine getirilmezse ceza görür, askerliği uzar, zor
duruma düşer. Askere gidenler bunu bildiği için oranın kuralları zor gelse de
ceza görmemek için katlanıyorlar, sabrediyorlar. Bu böyle olduğuna göre, İslâm’ın belli başlı kuralları, prensipleri
var. Her kim “ben müslümanım” diyorsa, bu söz “İslâm’a teslim oldum” anlamındadır. İslâm’a teslim olduktan sonra,
yukarıda örnek verdiğimiz gibi, “bana göre, şuna göre, çağa göre şöyle olsun,
böyle olsun” deme hakkı ve yetkisi yoktur. Ya teslim olduğu İslâm’ın kurallarına
uyar, dünya ve âhirette huzur, mutluluk
bulur, ya da hevâ ve hevesine tâbi olur, hak yoldan ayrılıp bâtıl bir yaşam
biçimini tercih edip onun devamından yana olursa kendisine yazık edenlerden
olur. [56]
“Din
nasihattir.” [57]
“Dünyada
en esaslı terbiye cemiyet için, dindir.”[58]
“Din,
hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhyâ-yı din ile olur, şu milletin ihyâsı.”
[59]
”Dinin,
imanın için bir gayret göstermezsen bir gayret,
“Bâtıl
gelip, her şeyi, alt-üst edecek elbet.”[60]
“Din
ve ahlâk duygularının zayıflaması, zekânın zayıf olması kadar zararlıdır.” [61]
“Din
insanlık tarihine hâkim olan ve toplumları ayakta tutan en büyük kuvvettir.” [62]
“Din; doğru inanç, riyâsız ibâdet ve yüksek ahlâk
demektir.”
“Vücudunuzu (sıhhatinizi) koruduğunuz gibi,
dininizi de korumalısınız.”
“Dinsiz bir toplum, pusulasız gemiye benzer.”[63]
“İslâm: Hak ve hakikat imanı, saâdet ve
selâmet ilmi, cemiyet, hukuk, iktisat, ahlâk nizamı, sanat düzeni, huzur ve
beka duygusudur.” [64]
“İslâm dini, her bir üzüntü için bin teselli
bulan kara gün dostudur. Sakın ümitsizliğe düşme” [65]
“İnsanlık
için; ahlâkî kemâlin ve kurtuluşun tek yolu, İslâm’dan ibarettir. Gayrisi
çıkmaz sokak.
“İslâm’ın bütün emirleri, insanların yararına,
bütün yasakları ise insanların zararınadır.”
“Yol arama yorulursun, İslâm’la mutlu
olursun.”
“İslâm’ı önce kendimiz yaşamalı, sonra
başkalarını dâvet etmeliyiz.” [66]
“İslâm
dini, dünya ve âhiretin huzur ve mutluluk yolunu gösterir. Bu yoldan gidilirse
bu gerçekleşir. İslâm’ın dışındaki bâtıl dinler ve düşünceler, bu huzur ve
mutluluğu asla gerçekleştiremezler. [67]
[1] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 142-143
[2] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim
Yay., c. 1, s. 92-93
[3] Yusuf Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet, c. 1, s. 59
[4] Zûmer: 39/3
[5] Bakara: 2/256
[6] Ahmed Kalkan, İslâm Akaidi, s. 40
[7] Geniş bilgi ve ilgili ayetler için bkz. Mevdudi,
Kur’an’a Göre Dört Terim Terc. s. 99-111
[8] İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, çev. Dr.
Bekir Karlığa-Dr. B. Çetiner, c.1, s. 18
[9] T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. 9, s. 320
[10] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 146.
Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul,
2005: 127-129.
[11] Rûm: 30/30
[12] Prof. Dr. Hayreddin Karaman, vdğ, İlmihal, c. 1, s.
6-7
[13] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 130-131.
[14] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 131.
[15] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 132.
[16] Ahmed Kalkan, İslâm Akaidi, s. 44-45. Süleyman Gülek,
İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 132-133.
[17] Kasas: 28/50
[18] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, c. 1, s. 84
[19] Bakara: 2/256-257
[20] Âl-i İmrân: 3/19
[21] Âl-i İmrân: 3/85
[22] Din konusunda geniş bilgi alınabilecek kaynaklar:
1. Hüseyin
Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, Din maddesi, Beyan Yay.
2.Yusuf
Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, c. 1, s. 83-87, İnkılap Yay.
3.Mevdudi,
Kur’an’a Göre Dört Terim, Beyan Yay., s. 99-111
4. A. Hamdi
Akseki, İslâm Dini, Nur Yay. s. 5-21
5. Seyfettin
Yazıcı, Temel Dinî Bilgiler, D.İ.B.
Yay., s. 5-7
6. Salih
Gürdal, Din Nedir?, Beyan Yay.
7. Prof.
Abdulkadir Şeybe, Çağdaş Dünya Dinleri, Beyan Yay.
8. M.
Beşir Eryarsoy, İman ve Tavır, Şafak
Yay., s. 161-261
9. Mehmet
Alagaş, Din Gerçeği ve İslâm, İnsan Dergisi Yay.
10- Prof. Dr.
Seyyid Kutub, Din Budur, İhya Yay.
11. İsmail
Kaya, İslâm Dini ve İlmihali, Madve Yay., s. 9-16
12- Prof. Dr.
Hayreddin Karaman vdğ. İlmihal, T.D.V. Yay., c. 1, s. 1-15
13- Muhiddin
Okumuşlar, Fıtrattan Dine, Yediveren Yay.
14- Ahmed Kalkan, İslâm Akaidi, s. 40-54
15- T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, Din Mad., c. 9, s. 312-350 Süleyman
Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005:
133-134.
[23] Osmanlıca -Türkçe Ansiklopedik Büyük Lugat, Türdav Y.,
s. 466
[24] Bkz. En’âm: 6/162 ve Nisâ: 4/65
[25] Ahmed Kalkan, İslâm Akaidi, s. 58
[26] Mâide: 5/3
[27] Neml: 27/91
[28] Bakara: 2/128
[29] Bakara: 2/132
[30] Yunus: 10/84
[31] Mâide: 5/44
[32] Buhârî, Enbiyâ: 50; Müslim, Fedâil 143-145; Ebû Dâvud,
Sünnet 14
[33] Şûrâ: 42/13
[34] Said Havva, İslâm, Terc. Said Şimşek, s. 6
[35] Nisâ: 4/65
[36] Prof. Dr. Hayreddin Karaman, vdğ. İlmihal, c. 1, s. 5
[37] Bkz. Âl-i İmrân: 3/85; Nisâ: 4/125; Mâide: 5/3; Şûrâ:
42/13
[38] T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. 9, s. 313 Bkz. Mâide:
5/31
[39] Ahzâb: 33/40
[40] Sebe, 34/28
[41] A’râf: 7/158
[42] Âl-i İmrân: 3/19
[43] Âl-i İmrân: 3/85
[44] Mâide:5/3
[45] Bakara: 2/256. Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami
Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 134-139.
[46] Buhârî, İman 1; Müslim, İman 22; Nesâî, İman 13;
Tirmizî, İman 3
[47] Nâziât: 79/37
[48] Âl-i İmrân: 3/85. Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve
İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 139.
[49] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 3-4
[50] Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 281
[51] Şeriat; lugatta takip edilmesi gereken ve suyun
bulunduğu yere giden yol anlamındadır. Terim olarak; Allah tarafından
peygamberler vasıtasıyla bildirilen hükümlerin tümünü içine alan ilâhî kanun
demektir. Geniş mânâsıyla şeriat, hem inanç esaslarını hem de ibadet, ahlâk ve
muamelât hükümlerini içine alır ki, bu şekliyle, “din” anlamındadır. Şeriatın
en çok kullanılan mânâsı ise; kulun Allah ile ve kulun kullar ile
münasebetlerine ait amelî hükümlerin (ibadet ve muâmelâtın) tümüdür (İslâmî
Bilgiler Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat, c. 3, s. 154).
[52] Prof. Dr. Adbülkerim Zeydan, İslâm’da Fert ve Devlet
Münasebetleri, s. 69-70. Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 140.
[53] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 141.
[54] Nevzat Yüksel, Temel Dini Bilgiler, s. 36-37
[55] Bakara: 2/85
[56] İslâm hakkında geniş bilgi alınabilecek kaynaklardan
bazıları: şunlardır:
1- Said Havva,
İslâm, İkbal Yay.
2- Prof. Dr.
Yusuf Kardavi, Temel Nitelikleriyle İslâm,Selam Yay.
3- Mevdudi,
İslâm’a İlk Adım, İnkılap Yay.
4- Beşir
İslâmoğlu, Kur’an’da Mü’minlerin
Özellikleri, Pınar Yay.
5- Mevdudi,
İslâm Çağrısı, Bir Yay.
6- Vahidüddin
Han, İlmin Işığında İslâm, Çığır Yay.
7- Seyyid
Kutub, İslâm Toplumuna Doğru, İslâmoğlu Yay
8- Abdülkadir
Udeh, İslâm Şeriatı, Nur Yay.
9- Prof. Dr.
Abdülkerim Zeydan, İslâm’da fert ve Devlet Münasebetleri, Kayhan Yay.
10- Hüseyin
Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, 307-311
11- Şamil
İslâm Ansiklopedisi, c. 3, İslâm Maddesi
12- Ali Kemal
Kastan, Barış Dini (Kur’an’da İslâm Kavramı, Gonca Yay.
13- Prof. Dr.
Bekir Topaloğlu,Vdğ.,İslâm’da nanç Esasları, M.Ü İlâhiyat Fakültesi vakfı Yay.
[57] Hadis-i Şerif
[58] Prof. Mazhar Osman
[59] Said-i Nursi
[60] M. Necati Bursalı
[61] Alex Carrel
[62] Benjamin Constant
[63] Muzaffer Coşkun, Yıldız Cümleler, s. 94-95
[64] Ömer Kirazoğlu
[65] Baki Mutlu
[66] A.g.e., s. 211-212
[67] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 141-145.