Cihad;
Cehd veya cühud kökünden türeyen “cihad” Kur’an’ın anahtar kavramlarından
biridir. Cihad kelimesi farklı formlarda Kur’an’da kırk kadar yerde
geçmektedir. “Cehd veya cühud”, kararlı ve şuurlu bir şekilde gayret etmek,
zorluklara karşı çaba göstermek, çalışmak gibi anlamlara gelir.
Aynı
kökten türeyen “cihad” veya “mücâhede”, sözlükte, düşmanın saldırısına karşı
koymak üzere elinden geleni yapmak, bütün gayreti harcamak demektir.
Bu
düşmanın insanın içinde veya dışında olması fark etmez. Mü’min dinine veya
kendine zarar vermek üzere saldıran düşmanlarına karşı koymaya çalışır, onların
zararlarını uzaklaştırmada gayretli olur.
Mü’minlerin
kararlı ve şuurlu çabalarının bedenle yapılana “cihad” ruhsal olanına da
“mücâhede”, fikir ve İslâmî ilimlerde yapılanına da “ictihad” denilir. Allah
yolunda gayret göstermek, çaba sarf etmek anlamlarına gelen “cihad”, her üç
mânâyı da içerisine almaktadır.
Allah
yolunda yapılan bütün çalışmalar, Allah’ın adı yücelsin diye gösterilen
gayretler, O’nun dini İslâm’ı savunma için ortaya konan çabalar tümüyle “cihad”
ismiyle nitelendirilir. [1]
İslâm’ın
yanlış anlaşılan emirlerinden biri de cihad’dır. Özellikle Batılı
araştırmacılar cihadın bir saldırı olduğunu, İslâm’ın bu saldırı yoluyla
yayıldığını, müslümanların saldırı anlamındaki cihad emrine uyarak başka
ülkeleri işgal ettiklerini ısrarlı bir şekilde iddia ederler. Müslümanlar söz
konusu olunca, yerli-yersiz cihadın saldırı amacıyla kullanıldığını ve bunu
da ‘Kutsal savaş’ şeklinde anladıklarını
ileri sürerler.
Cihadın
anlamı ve işleyiş şekli yakından incelense, cihada izin verilen şartlara
yeniden bakılsa durumun iddia edildiği gibi olmadığı görülecektir. Cihad
kavramının karşılığı ‘savaş’ kelimesi değildir. Çünkü ‘cihad’la savaş sözcüğü
arasında hem nitelik hem de nicelik farkı vardır. Savaş salt askerî hareket
olup güce dayanır. ‘Cihad’ ise askerî operasyon da dâhil İlâhî hedefler uğruna
gösterilen bütün çabaları içine alır. Bu demektir ki, ‘cihad’; kutsal bir gaye
uğruna ortaya konulan her türlü fikrî, fiilî ve kalbî çalışmanın ortak adıdır.
İslâm’a
göre “Dinde zorlama yoktur.”[2] Yani,
insanlar diledikleri dini seçebilirler. İnandıkları din ne kadar yanlış ve
saçma olsa bile bu konuda zorlama söz konusu olamaz. Çünkü inanma bir gönül
işidir. Bir şeyin doğruluğu ve hak oluşu kalp ile kabul edilmezse, silah
zoruyla kimseye bir şey sevdirilemez. Üstelik, Allah (c.c.) insanlara irade
hürriyeti vermiştir. Onlar, hak ile bâtıl arasında seçim yapma hakkına
sahiptirler.
Ancak
birtakım insanlar kendi halinde bir din seçmekle kalmazlar, başkalarına zorla
bu dinlerini (fikirlerini) benimsetmeye çalışırlar. Kimileri insanlar üzerinde
hâkimiyet kurmak isterler. Kimileri İslâm dâvetinin önünü kesmeye, insanların
İslâm’a ulaşmasını engellemeye çalışırlar. Kurdukları tuzak ve düzenlerle
insanları kandırmaya, hak yoldan ayırmaya çaba gösterirler. Yahut, kimileri
müslümanlara ve onların yaşadıkları yerlere saldırıp topraklarını işgal ederek
insanları yönetimleri altına almak isterler. İşte bu gibi durumlarda cihad
gündeme gelmektedir.
Müslümanlara
veya onların yaşadıkları topraklara düşmanları saldırdığı zaman, müslümanlar
sessiz mi kalsın? Allah’ın dinine hakaret edilirken, insanlar zorla veya hile
ile İslâm’dan uzaklaştırılırken; müslümanlar hiçbir şey demesinler mi? Birtakım
zâlimler insanlara, zayıf bırakılmışlara zulmederken, müslümanlar başlarını
kuma mı gömsünler? Güçlüler ve zenginler yeryüzüne istedikleri gibi yön
versinler, fitneyi arttırsınlar, insanları sömürsünler, onların zenginliklerini
yağmalasınlar ama müslümanlar aldırmasınlar mı? Allah’a kul olmak isteyen nice
iyi niyetli insanların önüne şeytanî tuzaklar kurulsun da, müslümanlar
seslerini çıkarmasınlar; Bu doğru olur mu?
Kaldı
ki cihad yalnızca mü’minlerin dış düşmana karşı yaptıkları bir savunma
değildir. Cihad, aynı zamanda kişinin kendi nefsinin kötü isteklerine karşı
direnmesi, şeytanın kandırmalarına karşı koymasıdır. Bu ise mü’minin hayatı
boyunca yapması gereken bir ‘mücâhede’dir. Çünkü gerçek anlamda müslümanlık
şeytana uymamakla, nefsin kötü arzularına, emirlerine karşı çıkmakla mümkün
olabilir. Müslümanların kendilerini, dinlerini ve vatanlarını korumak için
onlara farz kılınan cihad emrini yanlış anlayanlar, cihadsız bir İslâm
istiyorlar. Onlar yeryüzünde diledikleri gibi at koşturacaklar, istediklerini
yapacaklar, hatta müslümanlara yön vermeye kalkışacaklar, ama müslümanların bir
tepkisi olmayacak. Böylesine sessiz, tepkisiz, pısırık bir din istiyorlar.
Şeytan
ve onun yardımcıları varolduğu, birtakım insanların yeryüzünü ifsat etmeleri
(bozmaları), azıp sapmışların çıkardıkları fitne (bozukluk, isyan, kâfirlik)
devam ettiği müddetçe; cihad var olacaktır. Yani cihada ihtiyaç duyulacaktır.
Cihadın
gayesi, toplumdaki fitneyi kaldırmak, zulümleri önlemek, insanlara Allah’ın
adını ulaştırabilmek, Hak bayrağını yüceltmektir. İnsanları baskılardan ve
zulümlerden kurtarmaktır, İslâm ile insanların arasındaki engelleri ortadan
kaldırmaktır. Onların rahat bir şekilde İslâm’ı tanımalarına fırsat vermektir.
İslâm
savaş realitesini göz ardı etmez. Çünkü savaşın tarihi insanlık tarihi kadar
eskidir. Savaş bazen arzu edilmese de kaçınılmaz olur. Müslümanlar asla mal toplamak,
toprak ele geçirmek, insanlara hükmetmek, onlara karşı büyüklük taslamak,
onları öldürmek, zenginliklerini yağmalamak, insanlardan intikam almak için
cihad etmezler. Bunların hiç biri İslâm’da yoktur. İslâm, savaşı ekonomik,
sosyal ve siyasal hegemonya aracı olmaktan kurtararak insanî hedeflerin
gerçekleşmesinde, gerektiği zaman başvurulacak bir metot olarak kabul eder.
Burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta da şudur:
Başkalarının
savaşları özünde profandır ve dünyalık amaçlar uğrunda yapılırken, İslâm’ın
cihadı Allah rızası için yapılır ve özünde âhirete ait bir boyutu vardır. Bu
anlamda cihad bir ibâdettir. Çünkü cihad; İslâm’ı, yani Allah’ın insanlar için
seçtiği dünya ve âhiret saâdetini insanlara taşıma çalışmasıdır. Zulmün ve
tuğyanın karanlıklarından, İslâm’ın aydınlığına bir dâvettir. İnsanlara o
aydınlığı ulaştırma faâliyetidir. Bu nedenle ‘cihad’a bir ‘yürek fethi’ gayreti
de denilir. Yani karanlıkta kalan insanların gönüllerini İslâm’a ve onun
güzelliklerine açma çabası. İslâm dâvetinin amacı insanlardan bazılarının
diğerleri üzerinde rableşmesini önlemek, hakların sahiplerine ulaşmasını
sağlamak ve onları mutluluğa ulaştırmaktır. Ancak bazen insanla bu mutluluk
arasına maddî veya mânevî engeller girebilir. Bu engeller kimi zaman fiziksel,
kimi zaman düşünsel, bazen bireysel, bazen toplumsal, bazen de kurumsal
olabilir. Bu engeller kimi zaman resmî odaklar tarafından tezgâhlanabilir.
Günümüzde
insanlık, mesafelerin ve yerleşim alanlarının yakınlığına, iletişimin son
derece artmasına rağmen, bir iletişimsizliği, bir yalnızlığı yaşıyor. Aynı
mahalleyi, aynı apartmanı, hatta aynı mekânı paylaşan kişiler arasında bile bir
yabancılık söz konusu. Yürekler arasındaki bağlar ve ünsiyet azaldı. Onun
yerine kalın duvarlar örüldü.
Cihad
faâliyeti, saâdetin ta kendisi olan İslâm’la insanlar arasında, giderek
yürekler arasında konulan engelleri, yapılan duvarları ortadan kaldırma
çalışmasıdır. İnsanları kendi gerçekleriyle, Rablerinden gelen gerçekle ve
bunun sonucu dünya ve âhiret mutluluğu ile buluşturma, insanların yüreklerini
İlâhî güzelliklere açma gayretidir. Müslümanlar cihad faâliyeti ile insanlığın
eskimez değerleri olan İslâm’ın güzel ilkelerini insanlara, yine onun dilini
kullanarak taşırlar. Onlar İslâm’ın getirdiği mutluluğu fiilen tadarak, başka
yüreklere de bu aşkı götürmek isterler. Bu çalışmayı yapanlar insanı ‘Allah’ın
indirdiği bir âyet-kitap’ olarak değerlendirirler. Onların da vahy-i metluv,
yani okunan vahiy olan Kur’an’la buluşmaları için çalışırlar. [3]
Görüldüğü
gibi cihadın kapsamı ve hedefi bazılarının sandığı gibi ne saldırı ne de
savaştır. Ancak yeri gelince dış düşmana karşı fiilî cihad dediğimiz
‘kıtal-savaş’ gündeme gelir. Müslümanlara yapılan saldırılara cevap vermek,
onların zararlarını önlemek İslâm’a inananların hem hakkı hem de görevidir.
Cihad faâliyeti aynı zamanda insanların kendi istekleriyle müslüman olmalarını
sağlayacak bir ortamı da hazırlar.
Kur’an-ı
Kerim, cihad ve savaş kavramlarını tamamen Allah yolunda cihad (fî sebîlillâh)
şeklinde kullanmaktadır. Öyleyse Allah rızasının dışına çıkan bir savaş
İslâm’ın emrettiği cihad değildir.
Hz.
Muhammed (s.a.s.)’in bütün bir
peygamberlik hayatı bir cihad faâliyetidir. Çünkü onun görevi bir peygamber
olarak insanlara Allah’ın dinini tebliğ etmek, insanların dünya ve âhiret
saâdetine kavuşmalarını sağlamaktı. Onun bu uğurdaki çabası, gayreti, çektiği sıkıntılar, hedefi ve
beklentileri; cihad ibâdetinin boyutlarını gösterir. Müslümanlar savaş
istemezler. Ama kendilerine saldırı olursa sabırla direnirler, mallarıyla ve canlarıyla
Allah yolunda çaba gösterirler. [4]
Cihad
üç şeye karşı yapılır:
1- Açık bir saldırıya karşı,
2- Şeytanın hilelerine karşı,
3- Nefsin İslâm’a aykırı isteklerine karşı.
Açık
bir düşmana karşı cihadın da iki yönü vardır:
a) Mü’minlere saldıran kâfirler ve münâfıklara karşı:
Bunlarla
cihadın da kolaydan zora doğru dört aşaması vardır:
1. Gönülden râzı olmama,
2. Onların yaptıklarına karşı çıkma, dil ile kötülüklerini önlemeye
çalışma,
3. Mal ve diğer meşrû maddî araçları kullanarak onların zararlarını savma
çabası,
4. Son olarak bedenle, el ve diğer araçlarla onların saldırılarını ve
zararlarını önlemeye çalışma, yani kıtâl, fiilî savaş.
b) Zâlimlere karşı cihad: Zâlimin yanında hak olan şeyi söylemek, onun
zulmüne engel olmaya çalışmak da bir cihaddır. Nitekim Kur’an’ı Kerim:
“Bizi
bu zâlimlerden kurtarın diye yalvaranlar uğruna cihad edin.” [5] diye emretmektedir.
Cihadın
araçlarını şöyle sayabiliriz:
Nefsî
isteklere karşı cihad, ilim ile yapılan cihad, mal ile cihad, dil ile, bedenle,
canla cihad. [6]
İslâmî
ıstılahta “Allah Teâlâ (c.c.)’nın dini için; can, mal, dil ve diğer vâsıtalarla
elden gelen güç ve gayreti sarf etmeye cihad denir.” Enes b. Malik (r.a.)’ın
rivâyetiyle:
Rasûlullah
(s.a.s):
“Müşriklerle;
malınızla, canınızla ve dilinizle cihad ediniz” [7] buyurmaktadır.
Cihad
kelimesi terim olarak; küffarla savaş sırasında gayret sarf etmek mânâsına
kullanıldığı gibi; nefis, şeytan ve fâsıklarla mücadele için de kullanılır.
Kur’ân-ı
Kerimde:
“Müşrikler
sizinle nasıl topyekün harp ediyorlarsa, siz de onlarla topyekün harp ediniz”[8] hükmü beyan buyrulmuştur.
İslâm
âlimleri:
“Müşriklerle
ve kâfirlerle yapılması emredilen cihad’ın sebebi; onların müslümanlara karşı
savaş açmış olmalarıdır. Dolayısıyla cihad; kâfirlerin meydana getirdiği fesadı
ortadan kaldırmak ve mukavemetlerini kırmak için meşrû kılınmıştır” derler.
Müslümanlar
yeryüzünde haksız yere insanın kanının dökülmesini ve fesadın yayılmasını kabul
etmezler.
İmam
Serahsî: “Cihaddan maksat müslümanların emniyet içerisinde bulunmaları, din ve
dünya işlerini yürütme (edâ edebilme) imkânına kavuşmalarıdır” diyerek, bir
inceliğe işaret etmiştir. [9] “Allah
ve Rasûlü’ne iman eder, mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihad
edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” [10]
Mü’min
için hayat iman ve cihaddır.
Cihadın
hikmeti, insanları zorlamadan (baskıdan) korumak, zorlama kabul etmeyen dini
hâkim kılmak, Allah’ın kelâmını yüceltmek, yani herkesi mensup olduğu inançtan
zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın gönül rızâsıyla kabul edilip yayılmasına set
çekmek isteyen ve gücünün yettiğince zor kullanan hak düşmanlarının savulması
ve engellerin kaldırılması ile sağlam bir kalp ve güçlü bir akıl için açıkça
ortaya çıkmış bulunan doğruluk yolunu, hakkın egemenliğini herkese arz ve ilân
etmek.[11]
Cihad,
nefislerimizin İslâm dini ile çatışan arzuları ve eylemlerine karşı mücâdele
vermektir.
Cihad;
helâl rızık kazanmak için çalışmaktır.
Cihad,
ikna edici aklî ve ilmî delilleri sunarak insanları Hakka çağırmak, bâtıldın
sakındırmaktır.
Cihad,
mü’minleri sömüren istilacı düşmanlarla ve İslâm yurduna saldıran
mütecavizlerle savaşmaktır.
Cihad;
Allah’ın insanlığın saâdeti için koyduğu İslâm’ın uygulanması (yaşanması) için gayret sarf etmektir.
Cihad’la
ilgili olarak yaptığımız bu açıklamalar Kur’an ve Sünnetten kaynaklanmaktadır. [12]
Cihad
İslâmî literatürde “dinî emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına
öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ,
nefse (şeytana) ve dış düşmanlara karşı mücadele vermektir. Cihad, Allah’ın
rızâsına uygun bir şekilde yaşama çabasıdır.” [13]
Cihad
duygusu, hissi olmayan kişi gerçek mü’min olamaz. Çünkü Rabbimiz Allah gerçek
mü’minleri, mallarıyla ve canlarıyla cihad eden mü’minler olarak
tanıtmaktadır:
“Gerçek
mü’minler o kimselerdir ki, onlar Allah’a ve O’nun Peygamberine inanırlar.
İnandıktan sonra şüphe ve tereddüde düşmezler. Allah yolunda mallarıyla,
canlarıyla cihad ederler. İşte (yaşayışlarıyla imanlarını) doğrulayan
onlardır.” [14]
Cihadın
önemi hakkında âyet ve hadislerden bazıları şunlardır:
“(Ey
mü’minler) size hoş gelmese de, (gerektiğinde) artık savaş size yazıldı (farz
kılındı). Olur ki (bazen) hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur ve
hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olur. (İşlerin nefse değil, Hakk’ın
rızâsına uygunluğu aranmalıdır). Allah bilir, siz bilmezsiniz ” [15]
“Fitne
kalmayıncaya, din (hüküm), yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın
(mücadele edin).” [16]
“Ey
iman edenler, Allah’ın emrine uygun yaşayın, O’na (yakın olmaya) imkân/fırsat
arayın. Allah yolunda (malınızla, canınızla) cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.”
[17]
“De
ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız,
kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız
meskenler (evler, köşkler, villalar) size Allah’tan, Rasûlü’nden ve Allah
yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah’ın emri (dünyevî ve uhrevî
cezası) gelinceye kadar bekliye dursun. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete
erdirmez.” [18]
“Yoksa,
Allah cihad edenleri ve sabredenleri belirtmeden cennete gideceğinizi mi
sandınız?” [19]
“Kim
Allah yolunda cihad ederse, muhakkak kendi (yararı) için cihad etmiş olur.” [20]
“İman
edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tâğut yolunda savaşırlar. O
halde siz şeytanın dostlarıyla savaşın. Esasen şeytanın hilesi zayıftır.” [21]
Ebu
Hureyre (r.a.) rivâyet ediyor:
Rasûlullah
(s.a.s.)’e “amellerin hangisi efdaldir?”
diye soruldu. Rasûlullah:
“Allah
ve Rasûlü’ne iman etmektir” buyurdu.
“Ondan sonra hangisi?” diye soruldu, ‘Allah yolunda cihaddır’ buyurdu.
“Ondan sonra hangisidir?” denildi. ‘Makbul olmuş Hacc’dır’ cevabını verdi.” [22]
İbn
Mes’ud (r.a.)’dan rivâyetle: “Ya Rasûlullah (s.a.s.)! Allah nezdine hangi amel
daha sevimlidir?” diye sordum: Rasûlullah (s.a.s.):
‘Vaktinde
kılınan namazdır’ dedi.
‘Sonra
hangisidir?’ dedim,
‘Ana-babaya
iyilik etmektir (iyi davranmaktır)’
buyurdu,
‘Sonra
hangisidir?’ sualine,
‘Allah
yolunda cihaddır’ cevabını verdi.” [23]
“Allah
yolunda (cihad için) bir akşam yürüyüşü, bir sabah yürüyüşü, dünyadan ve
dünyadaki her şeyden daha faziletlidir.” [24]
Berâ
(r.a.)’den:
Tepeden
tırnağa silahlı bir adam Rasûlullah (s.a.s.)’e geldi:
“Yâ Rasûlallah (s.a.s.), önce size yardımcı olarak
muhârebe mi edeyim? Yoksa müslüman mı olayım?” dedi. Rasûlullah (s.a.s.):
‘Önce
müslüman ol, sonra savaşa katıl’
buyurdu. O adam müslüman oldu, sonra savaştı ve şehit oldu. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.s.):
“Az
iş yaptı, fakat çok sevap kazandı” buyurdu.[25]
Câbir
(r.a.)’dan:
Bir
adam:
“Ya
Rasûlallah!) Allah yolunda öldürülürsem, yerim neresidir?” “Cennettir”
buyurdu. Bunun üzerine o kimse elindeki hurmaları bırakıp savaşa gitti ve şehit
oldu.”[26]
Ebu
Hureyre (r.a.)’den Rasûlullah (s.a.s.):
“Kim
cihad etmeden ve cihad etmeyi gönlünden geçirmeden ölürse bir çeşit nifak üzere
ölür ” buyurdu.[27]
Bir
hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Mücahid,(önce)
nefsine karşı cihad edendir.” [28]
Ebu
Hureyre (r.a.) anlatıyor:
Bir
adam gelerek Rasûlullah (s.a.s.)’e:
“Ey
Allah’ın Rasûlü, bir kimse Allah yolunda cihad arzu ettiği halde bir de
dünyalık (mal, mülk, şan, şöhret) isterse durumu nedir?” diye sordu, şu cevabı
verdi:
“Ona
hiçbir sevap yoktur?” Adam aynı
soruyu üç sefer tekrar etti, Rasûlullah (s.a.s.) her seferinde:
“Ona
sevap yoktur!” diye cevap verdi. [29]
Ebu
Zer (r.a.)’den rivâyetle:
“Yâ
Rasûlallah (s.a.s.), hangi amel daha faziletlidir?” dedim:
“Allah’a
iman etmek ve O’nun yolunda cihad etmektir” buyurdu. [30]
Enes
b. Malik (r.a.)’dan rivâyetle:
Rasûlullah
(s.a.s.) şöyle buyuruyor:
“Müşriklere
(İslâm’ın yaygınlaşmasına mâni olmaya çalışanlara) karşı mallarınızla,
canlarınızla ve dillerinizle savaşın (mücadele edin).” [31] Âyet ve hadislerden görüldüğü gibi cihad çok önemli
ve faziletli bir ibâdettir. Dolayısıyla mü’minler, İslâm’ın emirlerini yerine
getirmesine engel olmaya çalışan nefis, şeytan ve şeytanın dostlarına karşı
gereken mücadeleyi yaparak Allah’a iyi kul olmaya gayret etmelidir. Bu gayret,
nefsin İslâm’a aykırı isteklerine karşı mücadeleyle birlikte, İslâm’ın yeryüzüne
hâkim olmasını, yayılmasını istemeyenlere
karşı da mücadele (cihad) şeklinde de olmalıdır.
Hz.
Adem (a.s.)’dan Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar gelen bütün peygamberler
insanları hakka çağırmış, bâtıldan sakındırmaya çalışmışlardır. Bu dâveti
yaparlarken bu hak dâvâya karşı çıkanlar, engellemek isteyenler hep olmuştur.
Hakkı tebliğ kolay olmamıştır. İşkence çekmeden, ezâ görmeden, bu hareket
yürümemiştir.
İslâmî
tebliğ yüzünden sadece Hz. Muhammed (s.a.s.) ve ashâbı değil, onlardan önceki
peygamberler ve onların ümmetleri de Allah dâvâsını tebliğ ettikleri için Benî
İsrail Yahya (a.s.)’ı öldürmüşler, babası Hz. Zekeriya (a.s.)’ı bir ağaç
kovuğunda testereyle ikiye biçmişlerdir. Şüphesiz Allah yolunda en çok işkence
ve ezâya mâruz kalan Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Sadece kendisi değil, ailesi ve
ashâbı da işkence altındaydı. Bu katlanılması çok güç olan işkence ve ezâya
sabır ve tahammül göstermesi için Allah Teâlâ ondan evvelki peygamberleri
kendisine misal gösteriyordu:
“Peygamberlerin
haberlerinden onunla kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi sana
anlatıyoruz.” [32] Allah
Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s.)’den önceki peygamberlerin de işkenceye mâruz
kaldıklarını şu şekilde bildiriyor:
“Andolsun
ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmalarına ve
eziyet (işkence) edilmelerine rağmen sabrettiler.” [33]
Şüphesiz
bunca eziyetlere katlanmanın, İslâmî tebliğ uğrunda her türlü işkenceyi göze
almanın kutsî bir gayesi vardır: Allah rızasını kazanmak.
Allah
kendisi için mücadele edenlere yardım ve cennet vaad ediyor:
“Ey
iman edenler, eğer siz Allah’a (O’nun dininin yayılmasına ve hayata geçmesine)
yardım ederseniz O da (düşmanlarınıza karşı) size yardım eder ve ayaklarınızı
sâbit kılar.” [34]
Allah’ın
nizamına karşı olanların müslümanlara uyguladıkları işkenceler sadece fiilî
değil; aynı zamanda ekonomik, psikolojik, sosyolojik, şantaj ve tehdit edici
işkencelerdi. [35] Müşrik ve kâfirlerin
iktidar olduğu Mekke, şirk ve zulüm düzeninin yöneticileri ve bunların destekçileri
Rasûlullah (s.a.s.)’e ve ona tâbi olan mü’minlere her türlü zulüm ve işkence
yaparak İslâm dâvâsından vazgeçirmeye çalışmışlardır. Fakat Rasûlullah (s.a.s.)
ve ona bağlı mü’minler bu yapılan işkence ve zulümlere rağmen yılmadan ve
usanmadan sabırla mücâdeleye devam etmişlerdir. İslâm dâvâsından vazgeçmeleri
için müşrikler maddî tekliflerde de bulunmuşlar, şöyle demişlerdi Rasûlullah
(s.a.s.)’e:
‘Bu
İslâm dâvâsındaki maksadın, eğer mal ve şeref sağlamak ise, bizimkilerden daha çok malın oluncaya kadar
sana mallarımızdan verelim. Eğer bununla aramızda daha büyük şan ve şeref
kazanmak istiyorsan, seni kendimize büyük tanıyalım, hiçbir işimizi sana
danışmadan yapmayalım. Eğer bununla hükümdar (lider) olmak istiyorsan, seni
kendimize hükümdar yapalım. Şâyet bu sana gelen bir hastalıksa seni tedavi
ettirelim’ dedi. Utbe sözlerini bitirdikten sonra, Peygamberimiz (s.a.s.) ona:
‘Ey Velid’in babası, söyleyeceklerini
söyleyip bitirdin mi?’ diye sordu. Utbe de evet deyince, Hz. Peygamber
(s.a.s.): ‘Şimdi sen de beni dinle’ dedi
ve Fussilet sûresinin başından okumaya başladı: “Hâ-Mîm! Bu kitap, bilen ve
anlayan bir kavim için âyetleri ayrı ayrı açıklanmış, gereğince hareket
edenleri Cennetle müjdeleyici, etmeyenleri uğrayacakları azapla korkutucu,
Arapça bir Kur’an olmak üzere, Rahman ve Rahim olan Allah tarafından
indirilmiştir. Öyle iken onların çoğu bundan yüz çevirmiştir. Artık onlar
dinlemezler. Onlar: ‘Bizi dâvet edip durduğun şeye karşı kalplerimiz kapalıdır,
kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir engel vardır. Sen
istediğini yap, biz de yapacağız’ dediler. (Ey Rasûlüm) onlara de ki:
‘Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız bana (Allah’tan) vahyolunuyor.’ Sizin
ilâhınız tek bir İlâhtır. Artık O’na yönelin, O’ndan bağışlanma dileyin, O’na
eş, ortak koşanların, vay başlarına geleceklere!” [36]
Rasûlullah
(s.a.s.) böylece âyetleri okumaya devam ederken Utbe de dikkatlice dinliyordu.
Rasûlullah (s.a.s.) aynı sûrenin devamında:
“Onlar
yine bir olan Allah’a iman etmekten yüz çevirir, putlara tapmakta direnirlerse
onlara de ki: ‘Âd ve Semûd kavimlerinin köklerini kazıyan yıldırım ve benzer
bir azap (felâket) ile sizin de kökünüzün kazınabileceğini hatırlatırım” [37] buyurdu. [38]
Müşriklerin Rasûlullah (s.a.s.)’i İslâm
dâvâsından vazgeçirmek için yapmış oldukları her türlü teklif, Peygamberimiz
(s.a.s.) tarafından reddedilmiştir.
Peygamberimiz
(s.a.s.):
“Allah’a
andolsun ki, benim bu hak yolu bırakmam için (teklif ettikleri para, mal, mülk,
şan, şöhret ve kızların en güzelini alabilme imkânı verilmesiyle birlikte)
Güneşi sağ elime, Ay’ı da sol elime verseler yine de Allah’ın dinini zafere
ulaştırmadıkça veya ben bu yolda harap olmadıkça (ölene kadar) bırakmam.” [39] demiştir. Mekke şirk düzeni yıkılana ve hayat nizamı
olan İslâm hâkim olana kadar önderimiz Rasûlullah (s.a.s.) ve ona tâbi olanlar,
her türlü zorluk, işkence, zulüm görmelerine rağmen, yine de İslâm dâvâsından
vazgeçmemişlerdir, bu yolda cihad yaparak Mekke’yi fethetmişler ve zafere
ulaşmışlardır. Tabiî ki, zafere ulaşana kadar yaptıkları cihad da, şehit olan sahabeler de çoktur.
Mü’minlere
düşen görev, önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)’in izinden giderek, birlik ve beraberlik içerisinde, gerekli
cihadı yapmaktır; çünkü Allah’ın emri budur.[40]
Önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)’in uygulaması da budur. [41] Rasûlullah
(s.a.s.)’in uygulamaları da mü’minler için bir örnektir. [42]
Rabbimiz
Allah’ın emirlerini Rasûlullah (s.a.s.) yerine getirerek, onları en iyi şekilde
uygulayarak Allah’a iyi kul ve ümmetine iyi örnek olmuştur. Mü’minler de bu
örneklilkten yola çıkarak Allah’a iyi kul olmalıdır. Bu da cihadla mümkündür.
İslâm
topyekün bir cihaddan, cehdden, Allah yolunda mücâdeleden ibarettir. Cihad,
Allah’ın istediği gibi İslâm’ın yaşanmasıdır. [43]
Cihad
Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim kılmak, hakkı ve adâleti gerçekleştirmek
amacıyla yapılır.[44]
Allah
Teâlâ cihadı her müslümana farz kılmıştır. Hem de hiçbir şekilde kaçınılmaz ve
terk edilmez bir farz. Her müslümanı en etkili bir şekilde cihad yapamaya
teşvik etmiştir. [45]
Dolayısıyla da mü’min en iyi şekilde gereği gibi cihad etmelidir. Mü’min cihada
önce kendi nefsinden başlayarak İslâm’ın emirlerini yerine getirmek ve
yasaklarından sakınmak için gereken önemi göstermelidir. Aynı önemi hanımı,
çocukları için de göstermelidir ve akrabaları, komşuları, tanıdıkları kişilere de
bu önemi vererek onların da İslâm’ın emirlerini yerine getirmesi için gayret
etmelidir. “(Yeryüzünde ) fitne (şirk) kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana
kadar onlarla cihad (mücadele) edin.” [46]
“Ancak Peygamber ve onunla beraber
(birlikte) mü’minler, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar
(dünyada zafer, âhirette cennet) onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin
kendileridir.” [47]
Âyet-i
kerime, mü’minlerin birlik ve beraberlik içinde Allah yolunda cihad etmelerinin
önemini göstermektedir.
Mü’minler
de birlik içerisinde mücadele etmeli, ayrılığa düşmemelidir. Rabbimizin emri
budur.
“Allah’a
ve Rasûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp
yılgınlaşırsınız, gücünüz gider (ve o zaman da düşmanlarınız size galip gelir).
Sabredin (çekişmeyin, birlik içerisinde olmaya gayret edin). Şüphesiz Allah
sabredenlerle beraberdir.” [48]
“(Ey
iman edenler) Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar (her türlü)
kuvvet ve besili atlar hazırlayın.” [49]
Düşmanlara
galip gelmek için gereken kuvvetin olması gerekir. Bu kuvvetle, güçle, düşmana
galip gelinir, zafer kazanılır. Peygamberimiz (s.a.s.) Mekke’den Medine’ye
hicret ederek orada gereken gücü elde ederek o güçle Mekke’yi fethetmiştir.
Cahiliye düzenine son vermiş, zafer kazanmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.)
mü’minlerle, birlik ve beraberlik içerisinde bu başarıyı kazanmıştır. Bir
hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
“Size
cemaati tavsiye ederim, ayrılıktan da sakının. Cemaatten ayrılan ateşe gider,
cemaat rahmet, ayrılık azaptır.”[50] “Allah’ın (yardım) eli cemaatle beraberdir.” [51] Görüldüğü gibi âyet ve hadislerde cemaat olmak
emrediliyor. Mü’minlerin birlik içerisinde olmaları ve ayrılıktan sakınmaları
gerekiyor.
Rabbimiz
Allah şöyle buyuruyor:
“Her
grup (hizip) kendi halinden memnun olmakla sevinmektedir.” [52]
Ayrı
ayrı grupların kendi hallerinden memnun olmaları, o grupların bir araya
gelmesine engel olmaktadır. Bu konuda Mehmet Zahit Kotku (r.h.a.) Cihad
kitabında şöyle diyor:
Müslümanlığın
gayesi vahdettir. Bu dinsizlerin de gayeleri, müslümanları bölük bölük
parçalamak ve onların kuvvetlerini zayıflatmak, bu suretle de kendi emelleri
olan dinsizliklerini rahatça yapabilmektir. İşte bu oyuna gelen müslümanlar,
hâlâ uyanmaz ve toparlanmazlarsa, milletine, dinine karşı en büyük düşmanlığı,
kendi elleriyle yapmış olacaklarını bilmelidirler. Nurculuk, Süleymancılık,
Işıkçılık vs. gibi ekollerde hep müslüman yavruları, ayrı ayrı birbirine zıt
fikirlere saplanmışlar; asıl düşmanlarını bir tarafa bırakıp birbirleriyle
çekişmeye, didişmeye koyulmuşlardır ki insanın müslümanlık bu mudur? diyeceği
geliyor. Hani müslümanlık bir vücut gibi, bir bina gibi olacaktı? Evet parçalar
çok olabilir, lâkin hepsinin gayesi aynı olur. Bir dine hizmet ederler ve
birbirlerine yardımcı olurlar. El, ayak, göz, kulak da ayrıdır ama hepsi de o
vücudun hizmetindedirler. Kezâ binalarda da, taş, tuğla, demir, ağaç, kum,
kireç hep ayrı şeylerdir, fakat hepsi o binanın meydana gelmesine hizmet
ederler. İki müslüman grubu bir araya getirmek, birleştirmek, âdeta mümkün olmaz.
Bu ne hâl, bu ne benlik, bu ne kibir, gurur? Çok yazık bizlere! Cenab-ı Hak
bizleri afv-ı mağfiret buyursun da, İslâm’a hizmet eden hakiki müslüman
kullarından eylesin. Âmin. [53]
Merhum
Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hoca da,
müslümanların birliği için uğraştı, 1990’da şûra kurulsun diye gayret
etti, fakat gerçekleşmedi. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Zulmedenlere
meyletmeyin, (yardımcı olmayın). Aksi halde size ateş dokunur (Cehennem de
yanarsınız).” [54]
Rasûlullah (s.a.s.) de:
“Bir
yakın zamanda milletler sizin (mü’minlerin) aleyhine birleşecekler.” Bir kişi, ‘Biz o gün sayıca az mıyız?’ dedi.
Rasûlullah (s.a.s.):
“Belki
siz o gün sayıca çoksunuz. Fakat siz selin üzerinde taşıdığı çer çöpler gibi
dağınık olacaksınız (gücünüz az olacaktır) Allah düşmanlarınızın kalbinden size
karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!” ‘Zaaf da nedir?’ diye sorudu. Rasûlullah (s.a.s.):
“Dünya
sevgisi ve ölüm korkusu” buyurdu.[55]
“(Ey
iman edenler) İyilik ve takvâ konusunda yardımlaşın. Günah ve haddi aşmada
yardımlaşmayın, Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” [56] buyrulmaktadır.
İyi, doğru, İslâmî olan şeylerde yardımlaşmalı, kötü, gayr-i İslâmî olan
şeylerde yardımlaşmamalı, destek olmamalı. “Çünkü Allah’ın azabı
şiddetlidir.” Bunun iyi bilinmesi, kavranması ve gereği neyse yapılması
lâzımdır. “(Düşmanınız olan) topluluğu aramakta gevşeklik göstermeyin. Siz
acı (zorluk) çekiyorsanız, şüphesiz onlar da sizin acı çektiğiniz gibi acı
(zorluk) çekiyorlar. Oysa siz, onların umut etmediklerini (yardım ve cenneti)
Allah’tan umuyorsunuz. Allah bilendir. Hüküm ve hikmet sahibidir.” [57] Bu
âyetin izahını Merhum Mevdudi, Kur’ân-ı Kerim tefsirinde şöyle yapmaktadır: “O
topluluk”, İslâm’ı reddeden ve İslâm dininin yayılıp yerleşmesini engellemek için çalışan kâfirlerdir.
Yani
müminlerin, kafirlerin tâğut için katlandıkları zorluk kadar hak yolda
zorlukları cesaretle üzerlerine almamaları çok gariptir. Çünkü kâfirlerin bu
dünyadan ve onun geçici menfaatlerinden başka amaçları yoktur. Oysa mü’minler,
göklerin ve yerin Rabbi olan Allah’ı razı etme amacına sahiptirler ve onlar
Rablerinden hiç sona ermeyecek olan mükâfatlar beklerler (cenneti umarlar). [58]
Çünkü
mü’minler âhirette cenneti umuyorlar. Öyleyse gereken fedâkârlığı da
yapmalıdır. “Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden sabredenleri
(Allah yoluna gereken fedâkârlığı yapanları) ortaya çıkarmadan cennete
gireceğinizi mi sandınız?” [59]
Fert, aile ve toplumda İslâm’ın yaşanması konusunda gereken fedâkârlığın
yapılıp yapılmadığı ortaya çıkmadan cennete gideceğini sananlar çok
yanılmaktadır. Bu yanlışlık İslâm’ın fert, aile ve toplumda uygulanması için
gereken gayreti göstermemesine sebep olmaktadır. “Allah yolunda hakkıyla
(gereği gibi) cihad edin.” [60] Allah’a
iyi kul olabilmek için gereken cihadı yapmaya gayret etmeli, Allah (c.c.) şöyle
buyuruyor:
“Ey
iman edenler, sizi acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticaret (şeklini) size
göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlü’ne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınız ve
canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
(Böyle yaparsanız; Allah) sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından
ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok güzel meskenlere (köşklere)
koyar. İşte bu en büyük kurtuluş ve saâdettir.” [61]
“Allah
mü’minlerden mallarını ve canlarını onlara (verilecek) cennet karşılığında
satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve
öldürülürler. (Bu) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir
vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde Onunla
yapmış olduğunuz bu alış-verişten dolayı sevinin işte bu (gerçekten) büyük
kazançtır.” [62]
Bu
âyetin nüzul sebebi hakkında Muhammed b. Kâ’b el- Kurazi der ki: Abdullah b.
Revaha, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e:
“Ey
Allah’ın elçisi, ‘Rabbin ve kendin için dilediğin şartı koş’ demişti. O zaman Hz. Peygamber (s.a.s.): ‘Rabbim
için O’na kulluk etmeyi, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanızı şart koşuyorum.
Kendim için ise, kendi canlarınızı, mallarınızı koruduğunuz şeylerden beni de
korumanızı şart koşuyorum’ buyurdu. Ensar ‘peki bütün bunları yaptığımız
takdirde bize karşılık olarak ne verilecek?’ diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.s.)
‘Cennet’ buyurdu. O zaman ensar:
‘Bu
kârlı bir alış-veriştir. O halde bunu ne bozarız ne de bozulmasını isteriz’
diye sevinçle haykırdılar. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil oldu[63]. Bu
konuşmalar büyük Akabe biatı denilen ikinci biat esnasında cereyan etmiştir.” [64]
“Mü’minler
için de Allah’a verdikleri sözde duran nice kimseler var. İşte onlardan kimi
sözünü yerine getirip; o yolda canını vermiştir (şehit olmuştur); kimi de
(şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmezler.
Çünkü Allah, sadâkat gösterenleri sadâkatleri sebebiyle mükâfatlandıracaktır.” [65]
Tarih
boyu Allah yolunda mücâdele ederek şehit olan mücahitlerin hepsine Allah (c.c.)
rahmet eylesin, Allah yolunda cihad ettiler ve şehit oldular. Ne mutlu onlara!
“Ebu
Said el-Hudri (r.a.)’nın rivâyetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Cihadın
en efdali, zâlim sultanın veya zâlim emirin (devlet yöneticisi) yanında
söylenecek adâletli sözdür.” [66]
“Haksızlık, zulüm yapan zâlim kim olursa olsun onlara hakkı, doğruyu söylemeli,
zâlimlerin zulmüne elimizle mâni olamıyoruz diye seyirci kalmamalı, dilimizle
veya yazımızla karşı çıkmalı. Yakın tarihten örnek verecek olursak, Hasan
el-Bennâ, Seyyid Kutup, Abdülkadir Udeh, Mevdudi, Said Nursi, Süleyman Hilmi
Tunahan, Mehmet Zahit Kotku, Ramazanoğlu Mahmut Sami, Prof. Dr. M. Es’ad Coşan
vs. bunlar ve bunlar gibi nice âlim zâlimlere karşı çıktılar, zulmün ortadan
kalkması için gayret ettiler ve İslâm’ın yeryüzüne yerleşmesi için çalıştılar
ve bu yolda canlarını verdiler. Allah hepsinden râzı olsun.
Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor:
“Hakkı
(doğruyu) bâtıl ile karıştırmayın, bilerek hakkı gizlemeyin.” [67]
Hak
doğrudur, bâtıl ise yanlıştır. Doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, helâl ile
haramı, İslâmî olanla olmayanı birbirine karıştırmamalı. Doğru ne ise onu kabul
etmeli, onu söylemeli, hakkı (doğruyu) gizlememeli. Hakkı gizlemeyenler,
insanların yanılmamaları, bâtıl olan şeyleri hak sanmamaları, insanların dünya
ve âhiret mutluluğu için, hak yolda
açıkça doğruları söylemekten çekinmezler. Mü’minler Allah yolunda her türlü
zorluğu, hatta ölümü bile göze alırlar. Ne mutlu hak yolda gidene ve bu yolda
şehit olan mü’minlere!
“Allah
yolunda öldürülenlere (şehitlere) ölüler demeyin. Bilakis onlar diridirler,
lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız.” [68]
“Allah
yolunda öldürülenleri, sakın ölüler saymayın! Hayır onlar Rableri katında
diridirler, rızıklanmaktadırlar.” [69]
“Allah
yolunda öldürülenlere (şehit olanlara) gelince Allah onların yaptıklarını boşa
çıkarmaz. Onları kendilerine tanıttığı Cennete sokacak.” [70]
Enes
b. Malik (r.a.)’ın rivâyetiyle önderimiz Rasûlullah (s.a.s.):
“Cennete
giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şeye mâlik olmak üzere dahi olsa, tekrar
dünyaya dönmeyi istemez. Bundan şehit müstesnâdır. O görmekte olduğu İlâhî
ikramdan dolayı tekrar dünyaya dönmeyi ve on kere şehit olmayı temenni eder.” [71] Görüldüğü gibi Allah yolunda şehit olmak çok önemli
ve faziletlidir.
Dolayısıyla
mü’minler Allah yolunda gerektiği gibi cihad etmelidir. Yeri geldiği zaman
Allah yolunda malını canını verebilmelidir. Allah’a iyi kul olmanın gereği
budur.
Fakat
maalesef günümüzdeki beşerî düzenler, sadece İslâm’a has olan şehitlik
kavramını alıp tepe tepe kullanıyorlar. Demokrasi şehidi, devrim şehidi, basın
şehidi vs. Şunu hemen belirtelim ki, uğrunda ölünen yol Allah yolu, ölen kişi
müslüman, ölenin niyeti de tamamen Allah’ın rızasını kazanmak olmadıkça o şehit
olmaz. O boşu boşuna ölmüştür. [72]
“De
ki: Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbı Allah içindir.” [73]
Mü’min
kişinin yapacağı şey; Allah rızasına uygun olmalı ve Allah rızası için olmalı.
Allah
rızası için yapılmayan şeylerin mükâfatı Allah’tan beklenmez. Zaten Allah da
mükâfat vermez.
Siz
ister şehit oldu deyin, ister bunun gideceği yer Cennettir deyin; bu, kendinizi
veya başkalarını kandırmaktan başka bir şey değildir. Kimlerin şehit
olduklarını ve kimlerin cennete gideceğini Allah (c.c.) beyan ediyor: “Allah
yolunda öldürülenlere (şehit olanlara) gelince Allah onların yaptıklarını boşa
çıkarmaz, onları kendilerine tanıttığı cennete sokacak.” [74] Demek
ki, Allah yolunda öldürülen şehit oluyor, bunun dışında kalanlar şehit
sayılmazlar.
Allah
yolunda şehit olanlar için Mikdam (r.a.) Rasûllah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu
rivâyet etti:
“Şehit
için Allah katında altı özellik vardır. Kanının ilk damlası yere düştüğünde
günahları bağışlanır, cennetteki yerini görür, îman hullesi giydirilir, kabir
azabından kurtarılır, (günahkârların cehenneme sevk emri verildiği zaman
meydana gelen) en büyük korkudan emin olur, başına dünya ve dünyada bulunan
şeylerden daha kıymetli olan yakuttan, vakar tacı konur, yetmiş iki hûri ile
evlendirilir ve yakınlarından yetmiş iki kimseye şefaat eder.” [75]
Allah
yolunda şehit olanlara böyle büyük mükâfatlar vardır. Bu mükâfatlar dünya ve
içindekilerden daha kıymetli olduğuna göre, geçici dünya hayatına aldanıp cihad
etmekten geri durmak akıl kârı mıdır? Dünya hayatında zenginliğe, mala, mülke,
şana, şöhrete düşkün olan ve bunları elde etmek için dininden tâviz verenler,
cihadı terk edenler, acaba cennetteki, dünya ve içindekilerden daha kıymetli
nimetlerden haberleri mi yok veya inanmıyorlar mı?
“İman
edip de sâlih amellerde bulunanlara gelince, Rableri îmanları sebebiyle onları,
altlarından ırmaklar akan nimet dolu cennetlere eriştirir.” [76]
“Cennet
ehli, cehennem ehline: ‘Biz Rabbimizin bize vaad ettiği (cennet nimetlerini)
gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vaad ettiğini,(cehennemi) gerçek buldunuz
mu?’ diye seslenir. (Onlar da): ‘Evet’ derler ve aralarından bir münâdi,
‘Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerlerine olsun!’ diye bağırır.” [77]
“İman
eden ve yararlı iş yapanlara Allah’ın verdiği söz gereğince, içinde temelli
kalacakları nimet cennetleri vardır.” [78]
“İnkâr
edenler ve Allah yolundan alıkoyanlara, (İslâm’a aykırı uygulamalar yaparak
insanların haktan uzaklaşmasına ve bâtılla iç içe olmasına sebep olanlara)
yaptıkları bozgunculuğa karşılık azap üstüne azabı arttırırız.” [79]
“Fakat
Rablerinin emirlerine uygun yaşayanlar ise, onlar için üst üste yapılmış
altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Bu, Allah’ın verdiği sözdür. Allah
verdiği sözden caymaz” [80] buyrulmaktadır. Mü’minler, Allah ve Rasûlünün
emirleri doğrultusunda yaşayarak birlik ve beraberlik içerisinde hareket ederek
İslâm’ın yeryüzünde yaygınlaşması için gereken cihadı yapmalıdır.
“(İslâm’a
engel) Bir fitne kalmayıncaya, din (hüküm) yalnız Allah’ın oluncaya kadar
onlarla savaşın (mücadele edin).” [81]
“Andolsun
ki Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah tarafından (kazanacağınız) bir
bağışlanma ve rahmet, (cennet), onların toplayacakları (bütün dünyalık)
şeylerden daha hayırlıdır.” [82]
Sehl
b. Ebi Ümame b.Sehl b. Hüneyt (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle
buyurur:
“Her
kim sıdk ile Allah’tan şehidlik dilerse, Allah, onu şehidler menzilesine
(makamına) ulaştırır. Velev ki, yatağında ölmüş olsun.” [83]
Rabbimiz
Allah bizlere kendi yolunda olmayı ve bu yolda gayret ederek ölmeyi nasip
eylesin.[84]
[1] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 325.
[2] Bakara: 2/256
[3] Mustafa İslâmoğlu, Yürek Fethi, s. 36-43
[4] Bkz. Bakara,: 2/190-192
[5] Nisâ: 4/75
[6] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 110-116
[7] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercümesi ve
Şerhi, c. 2.s. 397; Ebû Dâvud, Cihad 78; Nesâî, Cihad 1
[8] Tevbe: 9/36
[9] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İkinci Kitap, s.
19-21
[10] Saf: 61/11
[11] Elmalı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, Azim Yay.,
c. 2, s. 166.
[12] Ali Rıza Demircan, İslâm Nizamı, c. 3, s. 47-48
[13] T.D.V. İslâm Ansiklopedisi. c. 7,s. 527. Süleyman
Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005:
326-332.
[14] Hucurât: 49/15
[15] Bakara: 2/216
[16] Bakara: 2/19.
[17] Mâide: 5/35
[18] Tevbe: 9/24
[19] Âl-i İmrân: 3/142
[20] Ankebut: 29/6
[21] Nisâ: 4/76
[22] Buhârî, İman 17; Müslim, İman 135; Tirmizî, Cihad 22;
Nesâî, Cihad 17
[23] Buhârî, Edeb 1; Müslim, İman137-139; Tirmizî, Birr 2
[24] S. Buhârî, K. Cihad, B. 5, Hds. 12; S. Müslim, K.
İman, B. 30, Hds. 12-15; S. Tirmizî, K.
Cihad, B. 17, Hds. 1701; S. İbn Mâce, K. Cihad, B. 2, Hds. 2755
[25] Buhârî, Cihad 13; Müslim, İmâre 144
[26] Müslim, İmâre 143; Buhârî, Megâzi 17; Nesâî, Cihad 31
[27] Müslim, İmâre 158; Ebû Davud, Cihad 18; Nesei, Cihad
2; İmam Hafız el-Munzirî, Terğib ve Terhib Terc., c. 3, s. 245, Hds. 3
[28] S. Tirmizî, K. Cihad, B. 2, Hds. 1677; S. İbn Mâce, K.
Cihad, B. 7, Hds. 2767
[29] S. Ebû Dâvud, K. Cihad, B. 25, Hds. 2516
[30] Buhârî, İtk 2; Müslim, İman 136; İbn Mâce, İtk 4
[31] Ebû Dâvud, Cihad 18
[32] Hûd: 11/120
[33] En’âm: 6/34
[34] Muhammed: 47/7
[35] Doç. Dr.
İ.Süreyya Sırma, İslâmi Tebliğin
Mekke Dönemi ve İşkence, s.. 143-146
[36] Fussilet: 41/1-7
[37] Fussilet: 41/13.
[38] Dr. M. Said Ramazan el-Buti, Fıkıhu’s-Siyre, Peygamber
(s.a.s.)’in Uygulamasıyla İslâm, Terc. Ali Nar-Orhan Aktepe, s. 114-115
[39] Martin Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı, Terc. Nazife
Şişman, s. 79
[40] “Fitne tamamen yok oluncaya ve din (kulluk) Allah
için oluncaya kadar onlarla savaşın (mücadele din).” (Bakara: 2/193)
[41] “Fakat o Peygamber ve onunla beraber olan mü’minler
mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar bunların. Ve asıl
kurtuluşa erenler bunlardır.” (Tevbe, 9/88)
[42] “Andolsun sizin için Allah’ı ve âhiret gününü umanlar
ve Allah’ı çokça zikredenler için, Allah’ın Rasûlünde en güzel bir örnek
vardır.” (Ahzâb: 33/21)
[43] Doç. Dr. İ. Süreyya Sırma, İslâmî Tebliğin Medine
Dönemi ve Cihad, s. 10-11
[44] Hasan Eker, Şehadet Bilinci, s. 83
[45] Hasan el-Benna, Cihada Dâvet, s. 33
[46] Enfâl: 8/39
[47] Tevbe: 9/88
[48] Enfâl: 8/46
[49] Enfâl: 8/60
[50] Prof. Dr. İ.
Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, c. 6, s. 440; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s.
278 ve 375
[51] S. Tirmizî, K. Fiten, B. 7, Hds. 2256
[52] Rûm: 30/32
[53] Mehmet Zahit Kotku, Cihad, s.127-128
[54] Hûd: 11/113
[55] S. Ebû Dâvud, K. Melâhim, B.
5, Hds. 4297
[56] Mâide: 5/2
[57] Nisâ: 4/104
[58] Mevdûdî, Tefhimu’l Kur’an, Terc. Muhammed Han Kayanî
vdğ., c. 1, s. 401
[59] Âl-i İmrân: 3/142
[60] Hac: 22/78
[61] Saff: 61/10-12
[62] Tevbe: 9/111
[63] Tevbe: 9/111
[64] Abdulfettah el-Kadî, Esbâb-ı Nüzûl, Terc., s. 216
[65] Ahzâb: 33/23-24
[66] S. Ebû Dâvud, K. Melâhim, B. 17, Hds. 4344; S.
Tirmizî, K. Fiten, B. 12, Hds. 2265; S.
Nesâî, K. Bey’at, B. 37, Hds. 4191; S. İbn Mâce, K. Fiten, B. 20, Hds. 4011
[67] Bakara: 2/42
[68] Bakara: 2/154
[69] Âl-i İmrân: 3/169
[70] Muhammed: 47/4-6
[71] S. Buhârî, K. Cihad ve’s-Siyer, B. 21, Hds. 32; S. Müslim, K. İmâre, B. 29, Hds. 109; S.
Tirmizî, K. Cihad, B. 25, Hds. 1713; S. Nesâî, K. Cihad, B. 34, Hds. 3164
[72] Hasan Eker, Şehâdet Bilinci, s. 92
[73] En’âm: 6/162
[74] Muhammed: 47/4-6
[75] Tirmizî, Cihad 25; İbn Mâce, Cihad 16; İmam Hafız
el-Munzirî, Terğib ve Terhib,Terc.
Hikmet Yay., c. 3, s. 228-229, Hds. 27-28
[76] Yunus: 10/9
[77] A’râf: 7/44
[78] Lokman: 31/8-9
[79] Nahl: 16/88
[80] Zûmer: 39/29
[81] Bakara: 2/193
[82] Âl-i İmrân: 3/157
[83] S. Müslim, K. İmâre, B. 46, Hds. 157; S. Tirmizî, K.
Cihad, B. 19, Hds. 1705; S. Nesai, K. Cihad, B. 36, Hds. 3148; S. Ebû Dâvud, K.
Vitr, B. 26, Hds. 1520; S. İbn Mâce, K. Cihad, B. 1, Hds. 2797
[84] Cihad hakkında geniş bilgi alınabilecek kaynaklar:
1- Hasan El
Benna, Cihada Davet, Sinan Yay.
2- Seyyid
Kutup-Mevdudi, Cihad, Dünya Yay.
3- Abdülkerim
Osmanoğlu, Cihad, İslâmoğlu Yay.
4- Mehmed
Zahid Kotku, Cihad, Seha Yay.
5- Doç. Dr. İ.
Süreyya Sırma, İslâm Tebliğinin Medine Dönemi ve Cihad, Beyan Yay.
6- Beşir
İslâmoğlu, Hak-Bâtıl Mücadelesi ve İhtilaflar, Bengisu Yay.
7- Hasan Eker,
Şehadet Bilinci, Denge Yay.
8- Burhan
Bozgeyik, Zulme Boyun Eğmeyenler, Erhan Yay.
9- Burhan
Bozgeyik, Şehadet Destanı, Türdav Yay.
10- Kul Sadi
Yüksel, Kelime-i Tevhid Davası, Yenda Yay.
11- Hüseyin K.
Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 110-116, Beyan Yay.
12- Yusuf
Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, c. 2. s. 18-22, İnkılab Yay.
13- Ahmed
Kalkan, Kur’ân-ı Kerim Kavram Tefsiri, Cihad Kavramı, K. No: 129
14- T.D.V.
İslâm Ansiklopedisi, c. 7, s. 527-534. Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami
Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 332-346.