Kur’an’a Ve Sünnet’e Uymanın Gereği
Allah
tarafından gönderilen İlâhî kitapların sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerim, son
peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’e indirilmiştir.
Sözlükte “toplamak, okumak, bir araya getirmek”
anlamına gelen Kur’ân-ı Kerim, terim olarak şöyle tarif edilir:
“Hz.
Peygamber (s.a.s.)’e indirilen, mushaflarda yazılı, peygamberimiz (s.a.s.)’den
bize kadar tevâtür yoluyla nakledilmiş, okunmasıyla ibâdet edilen, insanlığın
benzerini getirmekten âciz kaldığı İlâhî kelâmdır.” Bu tarifte bazı hususlar
göze çarpmaktadır. “Peygamber’e indirilen” derken Hz. Muhammed (s.a.s.) kast edilmektedir.
“Tevâtür yoluyla nakledilmiş olan” derken, her devirde yalan üzerine
birleşmelerini aklın imkânsız gördüğü bir topluluk tarafından nakledildiği ve
nesilden nesle böyle aktarıldığı için onun, Allah’a ait oluşunun kesinliği
ifade edilmektedir. “Okunmasıyla ibâdet edilen” derken de, okumanın ibâdet
olduğuna, namaz ibâdetinde vahyedilen metnin okunması gerektiğine ve Kur’an
tercümelerinin namazda okunmasının câiz ve geçerli olmadığına işaret edilmektedir.
[1]
Kur’ân-ı
Kerim Allahu Teâlâ’dan Hz. Peygamber (s.a.s.)’e Cebrâil aracılığıyla ve vahiy
yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenebilmesi, kısa zamanda etrafa yayılması,
mânasının kolayca anlaşılması, zihinlerde ve akıllarda derece derece bir
gelişme ve alıştırma sağlaması, inançların ve değer yargılarının yavaş yavaş
güçlenip kökleşmesi vb. sebeplerle, o bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık
23 senede, bölümler hâlinde indirilmiştir. Yüce Allah Kur’an’ın bir defada toptan
indirilmeyişinin sebebini şöyle açıklamaktadır:
“İnkâr
edenler (kâfirler) ‘Kur’an ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil
miydi?’ dediler. Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırıp, pekiştirmek için onu
böylece, (âyet âyet indirdik) ve onu tane tane okuduk.” [2]
Âyetler
doğrudan doğruya indiği gibi, çoğunlukla meydana gelen bir olayın hemen sonunda
olayı çözümlemek ve sorulan soruları cevaplamak için inerdi ki, âyetin inmesine
sebep olan olay veya soruya “sebeb-i nüzûl” (iniş sebebi) denilir.
Kur’ân-ı
Kerim kendisinin, bir âyette Ramazan ayında, bir başka âyette mübarek bir
gecede, bir diğerinde de Kadir Gecesinde inmeye başladığını haber vermektedir. [3] Kadir
Gecesinin Ramazan ayında mübarek bir gece olduğu göz önünde tutulursa, âyetler
arasında bir çelişki bulunmadığı anlaşılacaktır. [4]
İnsanları hem bu dünyada hem de âhirette
mutluluğa kavuşturmak için gönderilmiş bulunan Kur’ân-ı Kerim, başlıca şu
konuları kapsamaktadır:
1.
İtikad: Başta Allah (c.c.) olmak
üzere peygamberlere, meleklere, kitaplara, kaza ve kadere, âhirete ait önemli
konular ve inançla ilgili çeşitli meseleler, Kur’an’ın kapsadığı konuların
başında gelir.
2. İbâdetler: Kur’an’da
müslümanların yapmakla yükümlü bulundukları namaz, oruç, hac, zekât vb. ibâdetlere
dair âyetler vardır.
3. Muâmelât: Kur’an bir
toplumun devamını sağlayan ve toplum fertlerinin aralarındaki ilişkileri
düzenleyen birtakım hükümleri kapsar. Kur’an’da alış-veriş, emanet, bağış,
vasiyet, miras, aile hayatı, nikâh ve boşanma gibi kişiyi ve toplumu
ilgilendiren konulara dair açıklamalar ve hükümler vardır.
4. Ukûbât: İslâm toplumunun mutluluğa erişebilmesi, bu toplum
fertlerinin, İslâm’ın koyduğu kurallara aynen uymasıyla mümkün olur. Toplumun
düzenini bozan, insan haklarını ve yasakları çiğneyen kimseler cezayı hak
edecekleri için Kur’an bunlarla ilgili hükümleri de kapsamaktadır.
5. Ahlâk: Kur’an kişilerin dünya ve âhiret mutluluğunun
sağlanmasına yardımcı olmak üzere, ana-babaya hürmet, insanlarla iyi geçinme,
iyiliği emretme, kötülükten sakındırma, adâlet, doğruluk, alçak gönüllülük,
merhamet, sevgi gibi ahlâkî hükümleri de kapsamına almaktadır.
6. Nasihat ve tavsiyeler: İnsanlara emir ve yasaklar konusunda duyarlı
olmalarını, nefislerine esir düşmemelerini, dünyayı âhirete tercih etmemelerini,
dünyada imtihana çekildiklerini hatırlatan, çeşitli tehlikelerden koruyan
nasihat ve tavsiyeler de Kur’an’ın içerdiği konular arasındadır.
7. Vaad ve Vaîd: Allah’ın emirlerine boyun eğip yasaklarından
kaçınanların cennetle mükâfatlandırılacaklarına, emirlerini terk edip,
yasaklarını çiğneyenlerin cehennemle cezalandırılacaklarına dair Kur’an’da pek
çok âyet bulunmaktadır.
8. İlmî Gerçekler: Kur’an insanlığa gerekli olan ilmî gerçeklerin ve
tabiat kanunlarının ilham kaynağını teşkil eden âyetleri de kapsamaktadır.
Kur’an bu ilmî gerçeklerden bir pozitif bilim kitabı gibi bahsetmek yerine;
insanları, âlemin yaratıcısının kudret ve büyüklüğünü düşünmeye, Allah’ın
nimetlerini hatırlatarak ancak O’nu yüceltmeye teşvik eder.
9. Kıssalar: Kur’ân-ı Kerim önceki ümmetlerin ve peygamberlerin
hayatından da söz eder. Ancak bunları bir tarih kitabı gibi değil, insanların
ibret alacakları bir üslûp ile anlatır.
10. Duâlar: İnsan, yapacağı işlerde sürekli Allah’ın yardımına
muhtaç olduğu için Kur’an’da çeşitli duâlar da yer almıştır.
11. Rasûlullah (s.a.s.)’e Tâbi Olunması: Tabiî ki, Rasûlullah (s.a.s.)’e tâbi olunması
hakkında da pek çok âyetler bulunmaktadır. [5]
Kur’an,
üslûbu ve içeriği bakımından akıllara durgunluk veren, hayrette bırakan büyük
ve edebî bir mûcizedir.
Diğer
peygamberlerin mûcizeleri, dönemleri geçince bittiği, onları yalnız o dönemde
yaşayanlar gördüğü halde, Kur’an mûcizesi kıyâmete kadar sürecektir.
Kur’ân-ı
Kerim hem söz hem de mânâ yönünden mûcizedir ve eşsizdir. Onun söz yönünden
mûcize oluşu, Arap edebiyatının en üst noktada olduğu bir dönemde inmesine
rağmen, Araplara kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş
olması, onları bu konuda âciz bırakmasıdır.
“De
ki: Andolsun bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler
bir araya gelseler, birbirlerine destek
de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.” [6]
Kur’ân-ı
Kerim mânâ yönüyle de mûcizedir. Hz. Muhammed (s.a.s.)’in okuma yazma bilmeyen
bir kimse olduğu halde, Allah’ın vahyi olan Kur’an, en yüksek gerçekleri de
kapsamaktadır. İster pozitif, ister sosyal bilimler alanında, insanlığın
asırlar sonra ulaştığı gerçekler, asırlar önce Kur’an tarafından haber
verilmiş, hiçbir buluş onun getirdiklerinin aksini ortaya koyamamıştır. Aksine
bilimsel gelişmeler Kur’an’ın anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. [7]
4.Kur’an’ı Diğer Kitaplardan Ayıran
Özellikler
Hz.
Peygamber (s.a.s.)’e Cebrâil (a.s.) aracılığıyla Arapça olarak indirilen ve
bize kadar tevâtür yoluyla gelen Kur’an’ı diğer kutsal kitaplardan ayıran ve
eşsiz kılan özelliklerin başlıcaları şunlardır:
O,
Peygamberimiz (s.a.s.)’e diğer kutsal kitaplarda olduğu gibi toptan değil,
zamanın ve olayların akışına göre âyetler ve sûreler halinde indirilmiştir.
Kur’an
en son kutsal kitaptır ve ondan sonra başka bir İlâhî kitap gelmeyecektir.
Getirdiği hükümler ve bunların geçerliliği kıyâmete kadar sürecektir.
Kur’an
bize kadar hiç bozulmadan ve değişmeye uğramadan gelmiş, kıyâmete kadar da öyle
kalacaktır.
O,
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in peygamber olduğunu gösteren mûcizelerin en büyüğü ve
sürekli olanıdır.
Kur’an’ın
kapsadığı yüce gerçekler kıyâmete kadar bütün insanların ve çağların ihtiyacını
karşılayacak değerdedir. Bilimin ve aklın, ondaki gerçeklerde çelişki bulacağı
bir zamanın gelmesi düşünülemez.
Kur’an’ın
bir başka üstünlüğü, kolayca ezberlenebilmesidir. Bu özellik tarihte hiçbir
kitaba nasip olmamıştır.
Kur’an
aynı zamanda, başka din mensupları arasındaki ihtilafları çözüme kavuşturacak
bir özelliğe sahiptir.[8]
Kur’ân-ı
Kerim 114 sûre, 6000 küsür âyetten meydana gelmiştir. Bu sûrelerin isimleri,
sıralanışları ve âyetlerin tertibi sonradan ve Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in
kendi reyiyle olmuş değildir, vahiy eseridir. Cenâb-ı Hakk’ın emri iledir.
Kur’an okumaya eûzu besmele çekilerek başlanır. Kur’an okunuşu ibâdettir.
Kur’ân-ı
Kerim Peygamber (s.a.s.) zamanında yazıldı. Hz. Ebubekir (r.a.)’ın hilâfeti
zamanında Zeyd b. Sâbit (r.a.)’ın başkanlığındaki bir heyet tarafından bir
araya getirilerek mushaf hâline getirilmiştir. Hz. Osman (r.a.) zamanında
çoğaltılmıştır. O günden bu güne devamlı
okunmaktadır. Kıyâmete kadar da okunacaktır.[9]
Kur’an
eşsiz bir itikad, her zaman ve her
devirde geçerli olabilecek ictimaî bir düzen, insanları mesut edecek en üstün
hayat yolu, insan ağzından çıkamayacak yücelikte edebî ve ebedî bir kitaptır.
Kur’an
insanlığın maddî ve mânevî dünyasını aydınlatan bir ilim ve fazilet kaynağıdır.
Kur’an
en kısa ve en öz ifadeyle, fertleri, aileleri, cemiyetleri, milletleri saâdete
erdirecek, ruhî buhranları dindirecek, maddî sefâletleri giderecek, ahlâkî ve
insanî bir kalkınmanın ufuklarını açacak, insanları hak, adâlet, hürriyet,
eşitlik içerisinde yaşatacak; yalnız dünyevî hayatımızı değil, ölümle
başlayacak ebedî hayatımızı da aydınlatacak yegâne hakikat nizamıdır.
Yeter
ki biz cihanşümul bir iman, aşk, madde ve irfan inkılâbı için gerekli bütün
mûcizevî düsturları ihtivâ eden Kur’an’ımızın hayat nizamına dönebilelim. [10]
İnsanlara
ne için yaratıldıklarını, dünya hayatına neden geldiklerini ve amaçlarının ne
olduğunu, öldükten sonra ne olacaklarını bildirmek için Allahu Teâlâ Rasûlullah
(s.a.s.)’e Cebrâil acılığıyla vahiy yoluyla Kur’ân-ı Kerim’i göndermiştir.
Rasûlullah (s.a.s.) de insanlara bunu bildirmiş ve günümüze kadar hiç
değişmeden bizlere ulaşmıştır ve kıyâmet kopana kadar da değişikliğe uğramadan
insanlara ulaşacaktır.[11]
Rabbimiz Allah (c.c.), insanlar dünya hayatına Allah’a kulluk için geldiklerini
anlasınlar ve nasıl kulluk yapacaklarını, nelere dikkat etmeleri gerektiğini öğrensinler, ona göre
yaşasınlar diye Kur’ân-ı Kerimi göndermiş, insanlara örnek olsunlar diye
peygamber de göndermiştir.
“And
olsun ki Biz her kavme: ‘Allah’a kulluk edin, tâğuta kulluk etmekten kaçının’
diye (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir.” [12]
“And
olsun ki, Allah’ı(n rızâsını) ve âhiret günü(n saâdetini) umanlar ve Allah’ı
çokça ananlar için Allah’ın Rasülünde, sizin için pek güzel örnek vardır.” [13]
“Biz,
peygamberleri, ancak mü’minleri cennetle müjdeleyici ve kâfirleri cehennemle
korkutucu olarak gönderdik. O halde, kim iman edip halini düzeltirse, onlara
korku yoktur ve onlar mahzun olacak da değillerdir.” [14]
“(İman
edenleri cennetle) müjdeleyici, (kâfirleri cehennemle) korkutucu olarak
peygamberler gönderdik ki, bu peygamberlerin gelişinden sonra insanların
(yarın) kıyâmette: ‘Bizi imana (İslâm’a) çağıran olmadı’ diye Allah’a bir
özürleri olmasın. Allah Azizdir, hükmünde hikmet sahibidir.” [15]
Günümüzde
“Kur’an” dendiği zaman insanların aklına ne geliyor ve nasıl tanımlıyorlar?
Buna baktığımız zaman şunu görüyoruz:
“Kur’an
Arapçadır, hocalar ve okumasını bilenler okur, okumak sevaptır. Bilhassa
Ramazan’da camilerde ve evlerde okunur, hatim yapılır.
Bir
kişi öldüğü zaman cenazesinde okunur ve ölümünün yedinci, kırkıncı, elli ikinci
günleri okunur, ayrıca her Cuma gecesi ölülere okunur. Kur’an’ı herkes
okuyamaz, ancak okumasını bilenler okur. Biz Kur’an’ı anlayamayız; onu ancak
hocalar anlar ve anlatır.”
Bu gibi sözleri çok duymaktayız. Tabiî ki, bu,
Kur’an’ı gereği gibi anlamamanın bir sonucudur.
“Kur’an
sadece bunlardan ibarettir” görüşü tamamen yanlıştır.
Daha önceden de belirttiğimiz gibi, Kur’ân-ı
Kerim insanların, hayatlarını nasıl düzenlemeleri gerektiğini, ne yaparsa kötü, ne yaparsa faydalı, ne yaparsa
zararlı, nelere dikkat etmeli ve yapması gerekenleri yaptığında âhiret
hayatında mükâfatlandırılacağını,
yapmaması gereken şeylerin yapıldığında
bundan dolayı da âhirete cezalandırılacağını bildirmektedir.
Dolayısıyla Kur’an, yaratılış gayesine uygun
yaşayabilme rehberidir.
“Biz
sana Kitab’ı, her şey için bir açıklama, bir doğru yol rehberi, bir rahmet ve
müslümanlara bir müjde olarak indirdik.” [16]
“And
olsun ki Biz, bu Kur’an’da insanlara (muhtaç oldukları) her misali (türlü
şekillerde) açıkladık. Ama insan, birçok şeyde tartışmacıdır.” [17]
“Biz
Kitap’ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık” [18] buyrulmaktadır.
Allah
(c.c.) Kur’an ile insanlara doğru yolu
göstermiştir. Kim o yoldan giderse dünya ve âhirette huzur ve mutluluğa
kavuşur. Kim de Kur’an’ın dışındaki yolları takip ederse o yol onları hüsrana
götürür.
“İndirdiğimiz
nura (Kur’an’a) inanın.” [19]
“(Ve) ona tâbi olun.” [20]
“Gerçekten
bu Kur’an, (insanlara) en doğru olan yolu gösterir, sâlih amellerde bulunan
mü’minlere de kendileri için muhakkak büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.
Âhirete inanmayanlara da kendileri için acıklı bir azab hazırlamışızdır.” [21] İnsanların dünya
yaşamında en doğru yola iletecek ve âhiret hayatında da saâdete, mutluluğa,
götürecek olan bu Kur’an’a inanmak ve ona uymak gerekir. Kur’an’a uymak, tâbi
olmak da, onu okumakla, öğrenmekle olur.
“Kur’an
bütün âlemlere (insanlara) ancak bir öğüttür.” [22]
Kur’an’dan öğüt almak ve gereğini yapmak için
onu öğrenmek gerekiyor. Birçok insan: “Biz Kur’an’ı bilmiyoruz, okumayı
öğrensek de Arapça bilmediğimiz için ne okuduğumuzu anlayamayız” diyorlar.
“Hocalar Kur’an’ı câmilerde ve cenazede okuyorlar, biz anlamasak da dinliyoruz”
diyorlar.
Merhum
Mehmet Âkif şöyle sesleniyor:
“Bir
maksat aranmaz mı bu âyetlerde?
Lafzı
muhkem yalnız anlaşılan, Kur’an’ın;
Çünkü
kaydında değil, hiç birimiz mânanın;
Ya
açar Nazm-i Celil’in, bakarız yaprağına;
Yahut
üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir
hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,
Ne
mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için! ”[23]
Evet
merhum Mehmet Âkif gerçeği bu şekilde dile getiriyor.
Kur’an
insanların iman etmesini ve sâlih amellerde bulunmasını ve ancak bu sâyede
cennete girebileceğini bildirmektedir.[24] Bu
da okuyup öğrenmekle ve gereği gibi iman ve sâlih amellerde bulunmakla olur.
Birçok insan şu mâzereti öne sürüyor:
“Biz
Arapça bilmediğimiz için Kur’an’ın ne istediğini bilemiyoruz. Tabiî ki, bu
mâzeret değil, Arapça bilenler Kur’an’ı Türkçeye çevirmişlerdir, Türkçe de
bilindiğine göre Kur’an’ı meâlinden öğrenmek mümkün. Yeter ki Kur’an bize ne
emrediyor, ne yapmak gerekir, bunu merak edelim. İnandığımız Allah’ın bizlere
okumamız ve amel etmemiz için gönderdiği Kur’an’dan uzak durarak, onu okumayıp
sadece duvarlara asarak ve yüksek yerlere koyarak Kur’an’a karşı görevimizi
yaptığımızı sanmamız kendimizi aldatmaktan başka bir şey değildir.
“Biz
Kur’an’ı anlayamayız” diyenlere Allah (c.c.)’nün beyanı:
“Biz
bu kitabı anlayasınız diye, Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” [25]
“Biz Kur’an’ı senin dilinle indirip onu (okunuşunu)
kolaylaştırdık; olur ki anlar ve öğüt alırlar.” [26]
Arapça
bilenler Kur’an’ı anlıyor. Arapça bilmeyenler için Kur’an birçok dile
çevrilmiştir.
Türkçe
Kur’an meâli de çoktur.[27]
Yeter ki Kur’an okumak istensin.
Sadece Kur’an’ı meâlinden okumakla yetinebilir
miyiz? Tabiî ki, okunan âyetler hakkında geniş bilgi edinmek için Kur’an
tefsirlerinden yararlanmak gerekir. Aksi halde yanlış anlamalara sebep
olabilir. Dolayısıyla yanlış anlama ve yorumlardan sakınmak için, çok iyi
anlayamadığımız âyetleri iyi bilen hocalara sorarak veya tefsirlerinden okuyarak doğrusunu
öğrenmeliyiz.
Bazı
kişiler de “Kur’an’ı meâlinden okumak yeterlidir; tefsirlere, hadislere ihtiyaç
yoktur” derler. Tabiî ki, bu anlayış doğru değildir. Yanlıştır, çünkü herkes
kafasına göre; “Ben bu âyetten şunu anladım” bir başkası “ben de bunu anladım”
diyerek kafasına göre yorum yapar. Tabiî ki, bu da kişileri yanlışa götürür.
Onun için akaid, tefsir, hadis, fıkıh ilmi önem arz etmektedir. Mezhepler
İslâm’ın doğru anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.
Osman
b. Affan (r.a.)’den: Rasûlullah (s.a.s.):
“Sizin
en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve onu öğretendir” buyurdu. [28]
Ebu
Ümâme (r.a.)’den: Rasûlullah (s.a.s.):
“Kur’an
okuyunuz; zira Kur’an, okuyanlara kıyâmet gününde şefaatçi olarak gelecektir ” buyurmuştur. [29]
Kur’an
okumayı öğrenmeli ve öğretmeli, öğrendiğimiz Kur’an’ı anlayabilmek için Arapça
öğrenmeli. Arapça öğrenme imkânı yoksa Kur’an’ın meâlini ve tefsirini okumalı.
Kur’an’ın
okunmasından maksat, ondan öğüt almak ve amel etmektir. Rasûlullah (s.a.s.)
şöyle buyurur:
“Kulları
Allah’a en fazla yaklaştıran şey; O’nun kelâmı Kur’an’dır.” [30]
Dolayısıyla
Kur’an’ı çok okumalı ve onunla amel etmeli.
Ebu
Hureyre (r.a.): Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
“Kur’an’ı
Kerim’i okuyup onunla amel eden, kıyâmet günü gelince Kur’an: ‘Ya Rabbi! Ona
hulle (Cennet giysisi) giydir’ der. Bunun üzerine kendisine şeref tacı
giydirilir. Sonra Kur’an: ‘Yâ Rabbi, onun ihsanını artır’ diye duâ edince şeref
elbisesi giydirilir. Daha sonra Kur’an ‘Yâ Rabbi, ondan râzı ol’ der. Allah da
kendisinden râzı olur ve kendisine ‘oku ve yüksel’ denir. Okuduğu her âyetten dolayı da bir iyilik de
fazla verir.” [31]
Kur’an’ı
okumanın ve amel etmenin fazileti çok büyüktür. Yeter ki Kur’an’ı iyi anlamak
için çok okuyup, onun gösterdiği hak yoldan gidelim.
İmam
Mâlik (r.a.)’ın kaydıyla Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Size
iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe, asla doğru yoldan
sapmayacaksınız. Bunlar: Allah’ın kitabı ve peygamberin sünnetidir.” [32]
İnsanların
hak yolda bulunması ve doğru yoldan sapmaması için Kur’an ve sünnetin gösterdiği
yoldan gitmeli. Bunun dışındaki yollar insanı doğru yoldan ayırır ve
uzaklaştırır.
“Gerçekten
bu Kur’an (insanlara) en doğru olan yolu gösterir.” [33]
Kur’an’ın dışındaki yolları göstererek “doğru
yol, gidilmesi gereken yol budur” diyenler, şeytanın gösterdiği bâtıl yoldan
giden dostlarıdır. Bunlar insanları hak yoldan, doğru yoldan
uzaklaştırmaktadırlar.
Kur’an’ın
ve İslâm’ın yolundan gitmeyenlerin yolundan asla gitmemeli.
“Bu (İslâm ve Kur’an), Rabb’inin dosdoğru
yoludur. Biz öğüt alacak bir kavim için âyetleri ayrıntılı bir şekilde
açıkladık.” [34]
“Şüphesiz
bu Benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. (başka) yollara uymayın. Zîra o yol sizi
Allah’ın yolundan ayırır. İşte (kötülükten ve yanlış yoldan) sakınmanız için
Allah size bunları emretti.” [35]
Kur’an’ın
dışındaki yollara girmiş olan Batı emperyalizmi İslâm topraklarını işgâl ederek
bâtıl yaşantıyı, modernleşme, kalkınma, çağdaşlaşma adına empoze etmiştir. Bu
anlayışı benimsemiş olan ülkeler bu bâtıl yolu tâkip etmekteler.
Müslüman
Kur’an’ı doğru bir şekilde anladığı ve yaşadığı zaman sömürü ve menfaat
musluklarının kapanacağını çok iyi bilen İslâm düşmanları, Kur’an’ın doğru
anlaşılmaması ve yaşanmaması için bütün güçleriyle buna mâni olmaya
çalışmaktadırlar. Allah (c.c.) mü’minlere şöyle emretmektedir:
“(İslâm’a
engel) bir fitne kalmayıncaya, din (hüküm), yalnız Allah’ın oluncaya kadar
onlarla savaşın (mücadele edin).” [36]
“Fitne
kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla cihat edin.” [37]
Mü’minler Allah rızâsı için, insanlara faydalı
olmak adına, onları hakka çağırıp
bâtıldan sakındırmalıdır.
İslâm düşmanları da bâtıl dâvâları için
ellerinden geleni yapmaktadırlar. Sadece fâni dünyada hevâ ve hevesine, zevkine
göre yaşayabilmeleri için, birtakım zahmetlere katlanmaktadırlar. Bu
yaptıklarından dolayı âhiret hayatında hiçbir beklentileri de yoktur. Onların
beklentileri sadece dünya içindir. Mü’minlerin ise hem dünya hem de âhiret için
Allah’tan beklentileri vardır. Bu beklentiler dünya yaşamında iyi yaşamak ve
âhirette de cennete nâil olmaktır. Dolayısıyla Kur’an’ın, İslâm’ın
prensiplerini yerine getirmek için gereken fedâkârlığı da yapmalıyız.
Bâtıl
yolda olanlar ve bu şekilde ölenler âhirette Allah ve Rasûlün’e uymadıkları
için çok pişman olacaklar ve kendilerinin peşinden gittikleri liderleri,
önderleri hak yoldan ayrılmalarına ve cehenneme gitmelerine sebep oldukları
için onlardan şikâyetçi olarak onların, azaplarının da kat kat olmalarını
isteyeceklerdir.
Allah
(c.c.) bu gerçeği bildirmektedir:
“Yüzleri
ateşte çevrildiği gün, ‘keşke Allah’a itaat etseydik, keşke Peygambere
uysaydık! derler. Ey Rabbimiz! Biz liderlerimize ve büyüklerimize uyduk da
onlar bizi hak yoldan saptırdılar’ derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver.
(Bizim cehenneme girmemize sebep oldular)” [38] derler. Yöneticilerin insanları doğru yol diye, bâtıl
yola götürmelerinden dolayı, onlara uyanlar tarafından onların cezalarının daha
büyük olması istenecektir. Çünkü insanların dünya ve âhiret hayatının perişan
olmasına sebep olmaktadırlar. Allah (c.c.) bir başka âyette şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa
siz, Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu
yapanların cezası dünyada rezil rüsvay olmaktan başka bir şey değildir. Kıyâmet
gününde ise azabın en şiddetlisine atılacaklardır. Allah sizin yaptıklarınızdan
gâfil değildir. İşte bunlar âhirete karşılık dünya hayatını satın alanlardır.
Bundan dolayı azapları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez.” [39]
Kur’an’ın
bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemek, tümünü kabul etmemek gibidir.
Kişi
Kur’an’ın tümünü kabul etmedikçe müslüman olamaz. Ben müslümanım dese de
Kur’an’ın bir kısım âyetlerini kabul etmeyen kişi küfre girmiştir.[40]
Helâli haram, haramı helâl kabul etmek de küfürdür,[41]
kişiyi dinden çıkarır. Dolayısıyla müslüman olarak yaşamak isteniyorsa çok
dikkat etmeli, küfre götüren hususlardan mü’min sakınmalıdır. Aksi halde o çok
değerli imanı gider ve perişan olur.
Hasan el-Benna, mü’minin şiarını şu şekilde belirtiyor:
“Gayemiz
Allah, önderimiz Rasûlullah (s.a.s.), düstûrumuz Kur’an, yolumuz cihad, Allah
yolunda şehit olmak, en büyük arzumuzdur.” [42]
Mü’min, gayesini iyi bilmeli ve bu gaye
uğrunda gereken ne ise Allah’tan başka kimseden korkmadan, çekinmeden yerine
getirmeye gayret etmelidir.
“Elif,
Lâm, Mîm. Bu, kendisinde (hiçbir şekilde) şüphe olmayan, muttakiler için de
kılavuz (rehber) olan bir kitaptır. Ki onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru
kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Ve (yine)
onlar, sana indirilene (Kur’an’a) senden önce indirilenlere iman ederler ve
âhirete de kesin bir bilgiyle inanırlar. İşte bunlar Rablerinden olan bir
hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de bunlardır.” [43]
“Hepiniz
toptan Allah’ın ipine (Kur’an’a, İslâm’a) sımsıkı sarılın, parçalanıp
ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki (İslâm) nimetini hatırlayın.” [44]
“İşte
bu Kur’an, indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Artık Kur’an’a uyun (onun emir ve
yasaklarına aykırı davranışlardan) sakının ki merhamet olunasınız.” [45]
Allah
Teâlâ Kur’an’a sımsıkı sarılmamızı, ihtilaf ve tefrikaya düşmememizi,
mü’minlerin birbirlerinden ayrılmamalarını ve Kur’an’a uymalarını emrediyor.
Mü’minlerin hayatta takip edeceği doğru yolu gösteren rehber Kur’an’dır, yegâne
lideri Rasûlullah (s.a.s.)’dir. Bunun dışındaki yollar bâtıla, yani cehenneme
götürür. Onun için Kur’an’ı iyi anlamalı [46] ve
ona uymalıyız. Rasûlullah (s.a.s.)’e de tâbi olmalı, onun gösterdiği hak yoldan
gitmeli, bu yoldan saptırmak, uzaklaştırmak isteyenlerin yolundan, izinden asla
ve asla gitmemeli, gidenleri de uyarmalıyız. Çünkü mü’minler hak yolun
yolcusudur, bu yolda olmalı ve bu yolda ölmelidir. [47]
“Muhakkak ki, en faziletli olanınız Kur’an’ı öğrenen ve
öğretendir.” [48]
“Size
iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe, asla doğru yoldan
sapmazsınız. Bunlar: Kur’an ve Sünnettir.” [49]
“Yüce
Allah Kur’an’a uyan milletleri yükseltir, uymayanları alçaltır.” [50]
“Tefekkürsüz
Kur’an okumakta hayır yoktur.”[51]
“Kur’ân-ı
Kerim, ışıkları her köşeye saçılıp yayılan bir güneştir.” [52]
“Kalbin
şifası Kur’an okumaktır.” [53]
“Değersiz
insan Kur’an’la değer kazanır. Köleyi hakka secde ettirerek yüksek bir insan
yapar.” [54]
“Yol
kesenler, Kur’an’ı okuyup öğrenince yol gösterici olurlar. (Öyle ise sen de
Kur’an’a sarıl.)” [55]
“Beşerin
derdine derman olur, ancak Kur’an, /Onsuz artık canavardan da beterdir insan.” [56]
“Kur’an
sıhhatli kalpler için gıda; hasta kalpler için şifa, dolu bir hakikat ve hayat
eczanesidir.” [57]
“Kur’ân-ı
Kerim, okuyup yaşanması gereken bir kitaptır. Bir yandan bilgi verir, bir
yandan insanın hareketlerini tanzim eder, onun irfanını artırır.” [58]
“Ben Kur’an’ı her yönden inceledim, her
kelimesinde büyük bir hikmet gördüm.” [59]
“Kur’an’dan
başka bütün kitaplar; değil bir topluluğun bir ev halkının saâdetini bile temin
edecek mahiyetten uzaktır.” [60]
“Kur’an’ın
Allah kelâmı olduğunu inkâr etmek, mevcut ilimlerin bâtıl olduğunu ileri sürmek
kadar gülünçtür.”
[61]
“Dost
eder insanı mâbud-ı hakka
Ezber et Kur’an’ı sen de sakla.
Kalbindeki kiri onunla pakla,
İlâhî ışıktır, Kur’ân-ı Kerim” [62]
“Kur’an
insanlara dünyanın ve âhiretin, huzur ve mutluluğun yolunu gösteren bir
rehberdir. Bu rehberi reddedenler kâfirlerin ta kendisidir. Kur’an rehberinden
mahrum olan kişiler dünya ve âhirette huzur göremezler.” [63]
‘Sünnet’
sözlükte; yol, hâl, tavır, gidişât, çığır, hüküm gibi anlamlara gelir. Bir
kimsenin -iyi veya kötü- alışkanlık hâline getirdiği davranışlarıdır.
Bir başka deyişle sünnet; takip edilmesi âdet
olan yol, gidişât demektir.
Kur’an’da
genellikle değişmez kanunlar ve hükümlere ‘sünnet’ denilmektedir. Dört âyette,
“Sünnetü’l-evvelin” ‘öncekilerin
sünneti’ şeklinde, önceki ümmetlerin izlediği yol veya önceki ümmetlere
uygulanan hüküm anlamında kullanılmıştır. [64]
‘Sünnet’
bazı hadislerde sözlük anlamıyla iyi veya kötü çığır, iyi veya kötü âdet
anlamında kullanılmıştır.
“Kim
İslâm’da hasene bir sünnet ‘iyi bir çığır’ yaparsa, başlatırsa, onunla amel
edildiği müddetçe ilk yapana ecir (sevap)
yazılır. Buna karşı o sünneti yapanların sevaplarında bir eksiklik olmaz. Kim
de İslâm’da “seyyiye bir sünnet ‘kötü bir çığır’ başlatırsa onunla amel edildiği
müddetçe ilk başlatana günah yazılır. Buna karşı o kötülüğü yapanların
günahlarında bir noksanlık olmaz.” [65]
Peygamberimiz
(s.a.s.) ümmetine şu tavsiyede bulunuyor:
“Benden
sonra size sünnetimi ve râşid, hidâyete ermiş halîfelerimin sünnetini (benim ve
onların yolunu) tavsiye ederim.” [66]
Görüldüğü
gibi gerek âyetlerde gerekse hadislerde ‘sünnet’ sözlük anlamıyla, yol, âdet,
gidişât, çığır veya hüküm anlamında kullanılmıştır.
‘Sünnet’
bir anlamda devamlı yapmayı, âdet hâline getirmeyi de ifâde eder. İster olumlu,
ister olumsuz olsun, toplumların veya kişilerin yapmaya devam ettikleri
gidişâttır.
Demek
ki sünnet, orijinal, sürekli ve belli bir ölçüye oturmuş (iyi-kötü) davranış
biçimidir.
Bu
durum, Allah (c.c.) hakkında düşünüldüğü zaman, Allah’ın hükmü, Allah’ın kanunu
demek olur. Geçmiş ümmetlere uygulanan sünnet; olumlu anlamda, peygamberlere
itaat edenlerin yolunun doğruluğu ve onlara nimet verilmesi; olumsuz anlamında,
peygamberlere itaat etmeyen topluluklar hakkında gerçekleştirilen ceza
hükmüdür.
Kanun
(hüküm) anlamı olarak sünnet: Kur’an’da ayrıca sekiz yerde ‘Sünnetullah-Allah’ın
sünneti’, ‘sünnetünâ-Bizim sünnetimiz’ şeklinde geçmektedir.
Sünnet
kelimesinin sözlük anlamına baktığımız zaman onun Kur’an ve hadislerde
sosyolojik bir içeriğinin olduğunu, sosyal olayları tevhid açısından değerlendirmekte
kullanıldığını görürüz. İnsan topluluklarının yaşam biçimleri, hayat
anlayışları, kültür ve medeniyetleri ‘sünnet’ kelimesiyle ifâde edilmektedir.
Kâinatın
sahibi, hem genel anlamda bütün evrene, hem de canlı cansız bütün varlıklara
bir yol çizmiştir. Bütün varlıklar Allah’ın takdirinin doğrultusunda
işlevlerini yerine getirirler. İnsan ve onun içinde yaşadığı toplum da bu
durumun dışında değildir. İnsanın da yolu çizilmiştir. Ancak insan irade sahibi
olduğu için bu yolda dilediği gibi ilerler. Ve hareketlerinden sorumlu olur.
Allah
(c.c.) elçileriyle yolun doğrusunu ve yanlışını gösterir. Nasıl hareket
ederlerse, nelerle karşılaşacaklarını
kendilerine haber verir. Onlar durumlarını değiştirmezlerse, Allah da
onların iyi ve kötü durumlarını değiştirmez. [67]
İşte
insanların ve toplulukların amellerine karşılık görecekleri şey, onlar hakkında
konulan sünnettir. Onlar kendi sünnetlerini değiştirirler ve tevhidî bir yolu
seçerlerse, bâtılın peşine gidip azanlara gönderilen sünnetten -ceza hükmünden-
uzak kalırlar.
Peygamberlerin
Tavrı Olarak Sünnet:
İnsanlara
ilâhî vahyi tebliğ eden peygamberler gibi son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)
de bir uyarıcı ve korkutucudur.
O,
kendisine gelen vahyi açıklar, sözüyle ve hayatıyla insanlara yol gösterir.
Peygamberin insanlara gösterdiği bu tavır, onun sünnetidir. Onun sünneti,
vahyin tefsiridir ve uygulamasıdır. Vahye inanan mü’minler, peygamberin
sünnetine uyarlar. Çünkü peygambere uymak aynı zamanda Allah’a itaat etmektir. [68]
Terim
Anlamıyla Sünnet:
İslâm’da
sünnet kavramının bunun dışında özel bir anlamı vardır. Zaten sünnet deyince de
bu özel mâna anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi şeriatın delilleri (edille-i
şeriyye) arasında sünnet ikinci sırada sayılmaktadır.
Hadis
ilminin konusu da sünnet, onun asıl kaynaklarından tespit edilmesi, korunması
ve sağlam bir yolla sonraki nesillere aktarılmasıdır, bu açıdan bakınca
sünnetin birkaç tanımını görmek mümkündür.
Sünnet
yalnızca Peygamberimiz (s.a.s.)’den rivâyet edilen, Peygamberimiz (s.a.s.)’in
Kur’an dışında beyan ettiği, açıkladığı şeylerdir.
Bir
başka deyişle sünnet, bid’atın karşılığıdır. [69]
Bir
kimse Peygamberimiz (s.a.s.)’in davranışlarına uygun hareket ettiği zaman o
kişi sünnet üzerindedir denir.
Peygamberimiz
(s.a.s.)’in davranışları üzerinde değilse bid’at üzerindedir denir. Sünnet,
aynı zamanda sahabelerin Peygamber (s.a.s.)’e nispet ederek rivâyet ettikleri
haberleri de kapsamaktadır. Kısaca sünnet, peygamber (s.a.s.)’e ait sözlere,
fiillere ve ona ait olaylara verilen genel isimdir. Peygamberimiz (s.a.s.)’e
ait olduğu kesinleşen sünnet, dinin kaynağıdır, müslümanları bağlar. Sünnet
Kur’an’dan sonra dinin ikinci kaynağıdır.
Kur’an’ın
nasıl anlaşılması gerektiğini ve nasıl uygulanacağını, vahyin hedeflerini ve
örnek insanlık kurumunu ancak sünnetle öğrenebiliriz. Kur’an bir çok konuyu
gayet kısa, özlü ve mücmel (kapalı ve özet) bir şekilde ortaya koymuştur.
Sünnet, bütün bunları açıklar.
Sünnet
oluşu yönünden üç çeşittir:
a) Kavlî sünnet, Peygamberimiz (s.a.s.)’in sözleri,
b) Fiilî sünnet, Peygamberimiz (s.a.s.)’in davranışları,
c) Peygamberimiz (s.a.s.)’in onayları (takrirleri); yanında yapıldığı
halde yasaklamadığı, tasvip ettiği şeylerdir.
Türkiye’de
halk arasında “sünnet” diye bilinen erkek çocuklarına uygulanan ameliyat,
aslında hitan sünnetidir. Yani peygamberimiz (s.a.s.) erkek çocuklarının
cinsiyet organındaki fazlalığın kesilmesini emretmiştir. Dolayısıyla onu kesmek
sünnettir.
Kısaca
sünnet, İslâm toplumunun üzerinde olması gereken yoldur, gidişattır, yaşama
anlayışıdır. Bu sünnet, Allah tarafından çerçevesi çizilmiş ve Hz. Muhammed
(s.a.s.)’in uygulamasıyla ve yaşayıp ortaya koymasıyla belirginleşmiştir. [70]
Dinimizin
iki ana kaynağı vardır; Kur’an ve sünnet.
Kur’an İslâm dininin kanûn-i
esâsîsi, yani, anayasasıdır. Bir
mü’minin hayat rehberidir. Dünya ve âhiretimizi ilgilendiren, maddî ve mânevî
hayatımıza giren her meseleye Kur’an’da yer verilmiş en güzel istikâmet
gösterilmiştir.
“(Ey
Muhammed) sana her şeyi açıklayan ve müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber,
rahmet ve müjde olarak Kur’an’ı indirdik.” [71]
“Kitapta
(Kur’an’da) Biz, hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” [72]
Takdir
edileceği üzere insan hayatını ilgilendiren meseleler o kadar çoktur ki, bunların hepsine yeterli
açıklıkta temas eden bir kitap on binlerce sayfayı, yüzlerce cildi doldurması
gerekir. Halbuki Kur’an altı yüz sayfalık bir hacme sahiptir. İnsanın
dünyevî ve uhrevî her meselesine nasıl yer vermiş olabileceğini haklı olarak
sorarız.
Kur’an
her meselemize yer verir, ancak hepsini aynı açıklıkta yapmaz. Tıpkı bir
anayasa gibi. Anayasa, bir devletin muhtaç olduğu, ferdî, ictimâî,
beynelmilel her çeşit meseleye yer verir. Ancak bunu herkesin
anlayıp tatbik edeceği kanun maddeleri halinde yapmaz; prensipler, temel
esaslar, ana istikametler tesbiti şeklinde yapar. Bu esaslara uygun olarak
çıkarılacak kanunlar, kararnameler, nizamnameler, (tüzükler, yönetmelikler,
önergeler) emirler, tamimler, tavzihler vs. ictimâî hayatın her meselesini
aydınlatmaya çalışır. Kur’an da böyle.... İçerisinde çoğu kere ana esaslar var,
açıklamaya fevkalâde muhtaç müphem ifadeler var, bazen de gündüz aydınlığı
kadar açıklığa kavuşturulmuş -bir başka tafsîle, ilâveye imkân tanımayan-
beyanlar var. Bunların ötesinde, sıkça yer
verilen tekrarlar var. Bütün bu vasıflarını göz önüne alan İslâm ümmetinin Kur’an hakkında ittifakla verdiği
hüküm, onun dinimizin yegâne kaynağı, değişmez anayasası olduğudur. [73]
O
yüce kitapta (Kur’anda) hiçbir şey ihmal edilmemiştir. “Hiç bir şey ihmal
edilmemiştir” derken; şunu kast ediyoruz: O bize kıyâmete dek rehberlik
yapacaktır, bize ışık tutacaktır ve problemimizi çözecektir. Yoksa siz bu gün
salt olarak birçok problemlerinizin çözümünü
Kur’an’da bulamayacaksınız. Yani “onda yaş-kuru her şey vardır”
derken, bu ifâde, “onda her şey açık olarak vardır” anlamına gelmemelidir.
“Onda tüm meselelere ışık tutacak ilkeler vardır” anlamı çıkarılmalıdır.
Sünnet de böyledir, çünkü sünnet, yüce kitabın
yaşanmış ve hayata geçirilmiş, pratik bir yorumu ve uygulamasıdır. Bu amaçla
sünnete uymak demek, ondan ilham alarak, onun bizlere verdiği ilkeleri rehber
edinerek sorunlara çözüm aramak demektir. Hem Kur’an, hem de onun pratiği
olarak bilinen sünnet, hem bireysel hem de toplumsal hayatımıza yön verecek
amaçlar ve ilkeler koyar.
Bu
ilkeler ışığından yola çıkarak her zaman
ve her zeminde gelişen şartlar çerçevesinde, çağımızın sorunlarına
cevaplar çıkarılır. Çünkü Kur’an ve sünnet, bize hazır siyasî bir yapılanma
veya hazır bir ekonomi politikası vermez. Kur’an ve sünnet bir ansiklopedi de
değildir. Öyle ise kaynakların bize vermek istediği temel ilke ve amaçlardır,
ruhtur.
Bu
hakikat, Yemen’e Rasûlullah (s.a.s.) tarafından gönderilen Muaz b. Cebel’in
cevaplarında açıkça ortaya konmuştu. Rasûlullah (s.a.s.)’in “Nasıl hareket
edeceksin?” sorusuna karşılık o şöyle demişti:
“Önce
Kur’an’da çözüm arayacağım, onda bulamazsam sünnet (model)inize bakacağım, onda
da bulamazsam kendi görüşüme göre hüküm ve karar vereceğim.”[74] Bu
veciz sözden şunu rahatlıkla çıkarabiliriz ki:
Daha
Rasûlullah (s.a.s.)’in sağlığında bile sünnet tüm sorunlara hazır cevap
getirmemiştir. Bu şu demektir: Bizzat Allah Rasûlü ileride doğabilecek
sorunları o zaman ortaya koymuş ve bu konuda da Muaz b. Cebel’e yetki
vermiştir. Yani: Kur’an ve sünnetin
açıkça ortaya koymadığı meseleler ortaya çıkacak ve o zaman da kendi
ictihadınla onları çözeceksin demiştir.
Bu bir ilkedir, bir modeldir ve bir
sünnettir (İşte böylece, mezheplerin önemi de anlaşılmaktadır).
Meselâ,
Allah Rasûlü çatal-kaşık ile yemek yememiştir, “bizim de yemememiz gerekir ve
sünnet olan budur” dersek yanılır ve bu sünneti anladığımızı ortaya koymuş
olmayız.
Burada
sünnet olan, şartların gereği olarak düzenli ve uygun bire şekilde yemek
yemektir. “Rasûlullah (s.a.s.) çatal- kaşıkla yemek yememiştir, sen de yiyemezsin.”
de diyemeyiz. Çünkü sünnet, yemeği el ile yemek değil, uygun olduğu şekilde
yemektir.
Allah
Rasûlü’nün (s.a.s.) giyim kuşamını da bu noktada değerlendirebiliriz. Onun öyle
giyinmesinde mutlaka bir sebep aramak mecburiyetindeyiz. Aksi halde tüm ümmetin
onun gibi giyinip kuşanması gerekir ki bu ümmet için sıkıntılı olur. Bu durum
sünnetin koymuş olduğu “kolaylık” ilkesine ters düşer. Rasûlullah (s.a.s.)’in
yaşadığı konjektürel durum bizce çok önemlidir. Bölge, kışın ortasında kırk
derece sıcaklığa sahiptir. Orada elbette sıcaktan korunmak için farklı
giyinilir. Hele başını örtmek âdetâ bir zorunluluktur. Bu noktada sünnet olan
aynen giyinmek değil, bölgenin ve iklimin durumunu da göz önünde bulundurmak,
İslâmî ölçüler içinde giyinmektir. Şu anda bizim kıyafetimiz bazı noktalarda
eleştirilebilir, ama mutlak sûrette bir giyim-kuşam sünneti ortaya koymak da
zordur. Sünnet olan örtünmektir,
hayvanlardan farklı olmaktır, kısaca adam gibi giyinmektir. Ölçüsü ne
olacaktır? Ölçüsü, vücut âzâlarını göstermeyecek şekilde rahat olmalıdır. Allah
Rasûlü (s.a.s.) herhangi bir konuda bir sünnet, bir model ortaya koymuşsa bunu
yaparken bazı amaçları gerçekleştirmeyi hedef almış ve ona göre davranmıştır.
Bizim yapmamız gereken de onun koyduğu
prensiplerde hareket ederek aynı amaçları yakalamaktır. Zirâ, Rasûlullah
(s.a.s.)’in izlediği yolda önemli olan şekil değil; illet, hikmet, amaç ve
ilkeleri göz önünde bulundurmaktır. Bizim de aynı şekilde davranmamız
sünnettir. [75] Dolayısıyla Allah’a iyi
bir kul olabilmek için Rasûlullah (s.a.s.)’e itaat etmek mecbûriyetindeyiz.
Rabbimiz Allah (c.c.) bunu bildirmektedir:
“Kim
peygambere itaat ederse, gerçekten Allah’a itaat etmiş olur.” [76]
“Ey
İman edenler! Allah’a itaat edin,
Rasûlü’ne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer herhangi bir şey
hakkında çekişir (anlaşamaz)sanız, eğer gerçekten Allah’a ve âhiret gününe
inanıyorsanız onu, Allah’a ve Rasûlü’ne arz edin (Kur’an ve sünnetle halledin).
Bu, sizin için daha hayırlı ve sonuç
bakımından daha iyidir.” [77]
“Biz
her peygamberi ancak Allah’ın izni ile Kendisine itaat edilmesi için gönderdik.
Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın
(onu) tam mânasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” [78]
“Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman
inanmış bir kadın ve erkeğe o işi kendi isteklerine göre seçme hakları yoktur.
Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” [79]
“(Rasûlüm)
De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” [80]
“Peygamber
size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da kaçının. Allah’tan
korkun, çünkü Allah’ın azabı çetindir.” [81]
Rasûlullah
(s.a.s.)’e tâbi olmanın, onun sünnetine uymanın önemi âyetlerden açıkça
anlaşılmaktadır. Aynı şekilde hadislerden de sünnete uymanın önemi anlaşılmaktadır:
Abdullah b. Ömer (r.a.)’ın rivâyetiyle
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Kim bana itaat ederse, Allah’a
itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur.” [82]
Abdullah
b. Amr b. El-As’tan (r.a.) rivâyet edildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle
buyurmuştur: “Kendi arzu ve
istekleriniz benim getirdiğime (dine) uymadıkça gerçek mânada iman etmiş
olmazsınız.” [83]
Ebu
Hureyre (r.a.)’dan rivâyetle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Yüz
çevirenler hâriç, ümmetimin tümü cennete
girer.” Sahabeler: ‘kim yüz çevirir
Yâ Rasûlullah!?’ diye sordular. Peygamberimiz (s.a.s.):
“Bana
uyan cennet girer, bana karşı çıkan yüz çevirmiş olur (ve cennete giremez)” buyurdu. [84]
Hadislerden
de sünnete uymanın gereği açıkça görülmektedir. Buna rağmen muhtelif
zamanlarda, sünnete gerek duymayıp ona uymayan ve sadece Kur’an’la yetinme düşüncesinde olan bir akım zaman zaman
görülmüştür. Günümüzde de bu yanlış düşüncede olanlar vardır (Meâlciler diye
adlandırılmaktadırlar).
Ebu
Râfi (r.a.)’ın rivâyetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Herhangi
birinizi tahtına (koltuğuna) yaslanmış olup, benim emrettiğim veya yasakladığım
bir husus ona intikal edince (umursamadan): ‘Bilmem (Kur’an’dan başka bir şey
tanımam ve tâbi olmam), biz kitabullahda ne bulduksa, ona tâbi olduk (artık
hadise tâbi olmayız)’ diye söylerler durumda bulmayayım.”[85] Bu konuyu daha net şu hadis ortaya koymaktadır: “El-Mikdam
b. Ma’diyekrib (r.a.)’dan rivâyetle
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Dikkat!
Kendisine benden bir hadis ulaşacak ve koltuğuna gerilmiş olduğu halde:
‘Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı vardır. Bu kitapta neyi helâl bulursak
onu helâl kabul eder ve neyi haram bulsak onu haram kılarız’ diyecek olan bir
adam çıkacak mı? Oysa Rasûlullah s.a.s.)’in haram kıldığı şey, Allah
tarafından haram kılınan şey gibidir.” [86]
Âlimlerden
eş-Şâtıbî der ki: Bu hadisin sünneti terk edenler (delil kabul etmeyenler) için
bir vaid olduğunu, haram ve helâl kılmak hususunda, sadece Kur’an’ı tanıyanları
zemmettiği gibi sünnetin de haram ve helâl kılmak hususunda Allah’ın kitabı
gibi olduğunu ispat ettiğini, bunu terk edenin amellerini kitap ve sünnet üzere
değil, kendi görüşü üzerine bina ettiğini söyler. [87]
Eş-Şâtıbî,
Kur’an ile iktifâ fikrine sahip olanların
sünnetten ayrılan nasipsiz kişiler olduğunu söyledikten sonra, “bid’at
ehlinden birçoğu hadisi terk edip Allah’ın kitabını tevile uygun olmayacak
şekilde tevil ederek hem kendilerini saptırdı, hem de başkalarını saptırdılar”
der. [88]
Allah
Teâlâ, Râsûlü’nü insanlara dinlerini açıklamak için göndererek ona uyulmasını
zorunlu kıldı. Rasûlün ahkâmı açıklaması bir bakıma Kur’an’ın açıklamasıdır. Bu
konuda şu âyetleri zikredebiliriz:
“Bu
insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp, Rablerinin izni ile Aziz ve Hamîd
olan Allah’ın yoluna götürmen için sana indirdiğimiz kitaptır.” [89]
“Sana
da insanları kendileri için indirilen şeyi açıklayasın diye Kur’an’ı indirdik.”
[90]
Cenab-ı
Hak, farz kıldığı bazı şeylerin keyfiyetini Rasûlü’nün diliyle açıklamıştır:
Namazların
rekâtı, sayısı ve kılınış şekli gibi. Bu konuda el-Beyhakî’nin şu rivâyetini
nakledebiliriz: İmran b. Husayn (r.a.)
şefaat hadisini rivâyet edince bir adam ona:
“Siz
bize Kur’an’da aslını bulamadığımız hadisler mi rivâyet ediyorsunuz?” demişti.
İmran,
kızarak adama, “Kur’an okur musun?” dedi adam ‘evet’ deyince, İmran “Kur’an’da
yatsı (namazının farzı) dört rekât, akşamın üç rekât, sabahın iki rekât ,
öğlenin ve ikindinin de dörder rekât olarak kılınacağını görebiliyor musun?”
deyince adam: ‘hayır’ dedi. İmran ise; “bunları nereden aldınız? Bizden
almadınız mı? Biz ise onu Rasûlullah
(s.a.s.)’den almadık mı? (Tabii ki ondan öğrendik ve aldık.) “Kırk koyunda bir
koyun zekât vermeyi Kur’an’da
bulabiliyor musun?” deyince adam yine ‘hayır’ dedi. İmran yine:
“Bunları
kimden aldınız? Bizden almadınız mı? Biz ise Rasûlullah (s.a.s.)’den almadık
mı?” diyerek misalleri çoğalttı. Sonra da “Peygamber size neyi
verdiyse onu alınız, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun,
çünkü Allah’ın azabı çetindir.” [91]
âyetini okuyarak “(Kur’an’da açıkça) belirtilmeyen birçok şeyi Rasûlullah
(s.a.s.)’den aldık ” dedi. [92]
“Andolsun
ki Allah(ın rızâsını) ve âhiret gününü (n saâdetini) umanlar ve Allah’ı çokça
ananlar için Allah’ın Rasûlü’nde, sizin için pek güzel örnek vardır.” [93]
Rasûlullah (s.a.s.) mü’minlerin yegâne örneği, rehberi ve
önderidir. “Bize Kur’an yeter, sünnete ihtiyaç yok, mezheplere gerek yok”
diyenler ve böylece Kur’an’ı okuyup “ben
namazdan şunu anladım, ben zekâttan
bunu anladım ve diğer konuları da böyle
çözerim; hadislere, mezheplere gerek yok” demek çok yanlıştır.
Bu
şekilde haktan ayrılmaları ve doğru yoldan sapmaları söz konusudur. İnsanların
doğru yoldan gitmemeleri ve bâtıl yola sapmamaları için Peygamber Efendimiz
(s.a.s.) bizleri şöyle uyarmıştır:
“Size
iki şey bırakıyorum, bunlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe asla doğru yoldan
sapmayacaksınız. Bunlar: Allah’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünnetidir.” [94] Rasûlullah (s.a.s.)’in sünnetini terk edenler, onun
gösterdiği hak yoldan gitmeyenler bâtıl yoldan gidiyor demektir. Bâtıl yol da
insanları cehenneme götürür.
“Artık
onun (peygamberin) emrinden uzaklaşıp gidenler kendilerine (dünyada) bir fitne
(ve belâ) gelmesinden, yahut (âhirette) onlara pek acıklı bir azab (gelip)
çatmasından sakınsınlar.” [95]
Dünya
ve âhirette huzur ve mutluluğa ermek, Kur’an ve sünnetin gösterdiği yoldan
gitmekle mümkündür. Müslüman kişi, “bid’at” yollarını, modernizm ile başlayan
günümüzdeki bâtıl (yanlış) gidişâtı, İslâm’a uymayan davranışları değil, Kur’an
ve sünnet üzere bir yolu takip etmelidir. Huzur ve mutluluk ancak böyle elde
edilir. [96]
[1] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 347.
[2] Furkan: 25/32
[3] Bakara: 2/185
[4] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 347-348.
[5] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 348-350.
[6] İsrâ: 17/88; Ayrıca Bkz. Bakara: 2/23-24; Hûd: 11/13;
Tûr: 52/33-34
[7] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 350.
[8] Prof. Dr. Hayrettin Karaman vdğ. İlmihal, İman ve
İbâdetler, c. 1, s. 102-106
[9] İsmail Kaya, İslâm Dini ve İlmihali, s. 57-58
[10] Ali Rıza Demircan, İslâm Nizamı, c. 1, s. 52
[11] “Kur’ân’ı kesinlikle Biz indirdik; elbette onu yine
Biz koruyacağız.” (Hicr, 15/9)
[12] Nahl:, 16/36
[13] Ahzâb: 33/21
[14] En’âm: 6/48
[15] Nisâ: 4/165
[16] Nahl: 16/89
[17] Kehf: 18/54
[18] En’âm: 6/38
[19] Teğâbün: 64/8
[20] En’âm: 6/155
[21] İsrâ: 17/9-10
[22] Sâd: 38/87
[23] M. Âkif Ersoy, Safahat, İkinci Kitap, Süleymaniye
Kürsüsünde, s. 155
[24] Bkz. Yunus: 10/9; Bakara: 2/62
[25] Yusuf: 12\2
[26] Duhan: 44\58
[27] Kur’an meâllerinin bazıları şunlardır:
1. Prof. Dr.
Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerim ve Yüce Meâli, Yeni Ufuklar Neşriyat
2. Ali Bulaç,
Kur’ân-ı Kerim ve Meâli, Birim Yay.
3. Kur’ân-ı
Kerim ve Açıklamalı Meâli, Hazırlayanlar: Prof. Dr. Hayrettin Karaman vdğ.
D.İ.B. Yay.
4. Hasan Basri
Çantay, Kur’ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerim,
5. Hasan
Tahsin, Feyzu’l-Furkan, Kur’an Meâli, Akit Gazetesi Yay.
6. Prof. Dr.
Hamdi Döndüren, İnsanlığa Son Çağrı, Kur’ân-ı Kerim (Meal-Tefsir), Yeni Şafak
Gazetesi Yay.
[28] Buhârî, Fedâilu’l-Kur’an 21; Ebû Dâvud, Salât 348;
Tirmizi, Fedâilu’l- Kur’an 15; İbn Mâce, Mukaddime 16
[29] Müslim, Müsâfirin 252; İmam Hafız el-Munzirî, Terğib
ve Terhib, c. 3, s. 267, Hds. 12
[30] A.g..e., c. 3, s. 268, Hds. 14, Tirmizî’den
[31] A.g.e., c. 3, s. 269, Hds. 15, Tirmizî’den
[32] İmam Mâlik, Muvatta, K. Kader, Hds. 3
[33] İsrâ: 17/9
[34] En’âm: 6/126
[35] En’âm: 6/153
[36] Bakara: 2/19
[37] Enfâl: 8/39
[38]Ahzâb: 33/66-68
[39] Bakara: 2/85-86
[40] İmam Nesefi, İslâm İnancının Temelleri, Otağ Yay., s.
207
[41] A.g.e., s. 207
[42] Geniş bilgi için bkz. Hasan el-Benna, Risaleler, c. 1,
s. 15-39; Ayrıca Bkz. Kul Sadi Yüksel, Kelime-i Tevhid Dâvâsı, Yenda Yay.
[43] Bakara: 2/1-5
[44] Âl-i İmrân: 3/103
[45] En’âm: 6/155
[46] Ku’ran konusunda geniş bilgi alınabilecek kaynaklar:
1- Mevdudi,
Kur’an’ı Nasıl Anlayalım? Terc. Dr. Bekir Karlığa, Bir Yay.
2- Muhammed
Kutup, Kur’an’ı Nasıl Okuyalım? Terc. Ali Bulaç, Bir Yay.
3- Ali, Kur’an
Bilinci, Denge Yay.
4- Sâlih
Çavuşoğlu, Yeniden Kur’an’a Dönüş, Hanif Yay.
5- Ebu Haşim
Hicazî, Kur’an Işığında Düşünmek, Terc. Celâleddin Yılmaz, Fıtrat Yay.
6- Dr. Suphi
Es-Sâlih, Kur’an’ın İlimleri, Terc. M. Said Şimşek, Hibaş Yay.
7- Prof. Dr.
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, T.D.V. Yay.
8- Doç. Dr.
Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kur’an’ı Tefsiri, Kayıhan Yay.
[47] Bkz. Bakara, 2/132
[48] Hadis-i Şerif
[49] Hadis-i Şerif
[50] Hz. Ömer (r.a.)
[51] Hz. Ali (r.a.)
[52] İmam Gazali
[53] Hz. Ali (r.a.
[54] Muhammed İkbal
[55] Muhammed İkbal
[56] A. Ulvi Kurucu
[57] A. Şeref Güzelyazıcı
[58] Hekimoğlu İsmail
[59] Ottowan Bismark
[60] Ottowan Bismark
[61] Ottowan Bismark
[62] Muzaffer Coşkun, Yıldız Cümleler, s. 269-271
[63] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 351-362.
[64] Bkz. Enfâl, 8/38; Fâtır, 35/43; Kehf, 18/55; Hicr,
15/13
[65] S. Müslim, K. Zekât, B. 69, Hds. 1017; S. İbn Mâce,
Mukaddime, B. 14, Hds. 207
[66] S. Ebû Dâvud, K. Sünnet, Hds. 4607; İbn Mâce,
Mukaddime, B. 6, Hds. 42
[67] Bkz. Ra’d: 13/11
[68] Bkz. Nisâ: 4/80
[69] Bkz. S. Ebû Dâvud, K. Sünnet, B. 5, Hds. 4607
[70] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 602-607.
Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul,
2005: 362-365.
[71] Nahl:, 16/89
[72] En’âm: 6/38
[73] Doç. Dr. İbrahim Canan, Soruşturma 2, Kur’an ve
Sünnet, s. 156-157
[74] S. Ebû Dâvud, K. Akdıyâ, B. 10, Hds. 3592
[75] Beşir İslâmoğlu, Sünnet Bilinci, s. 20-25
[76] Nisâ: 4/80
[77] Nisâ: 4/59
[78] Nisâ: 4/64-65
[79] Ahzâb: 33/36
[80] Âl-i İmrân: 3/31
[81] Haşr: 59/7
[82] S. Buhârî, K. Ahkâm, B. 1, Hds. 1; S. Müslim, K. İmâre, B. 8, Hds. 32; S. İbn
Mâce, K. Cihad, B. 39, Hds. 2859; S. Nesâî, K. Bey’at, B. 27, Hds. 4175
[83] İmam Nevevî, Kırk Hadis Tercüme ve Şerhi, İbrahim
Hatipoğlu, Denge Yay., Hds. 41
[84] S. Buhârî, K. İ’tisam, B. 2, Hds. 12
[85] S. Ebû Dâvud, K. Sünnet, B. 6, Hds. 4605; S. Tirmizi, K. İlm, B. 10, Hds. 2800; S. İbn
Mâce, Mukaddime, B. 2, Hds. 13
[86] S. Tirmizî, K. İlim, B. 10, Hds. 2801; S. Ebû Dâvud,
K. Sünnet, B. 6, Hds. 4604
[87] El-İhtisamil, s. 110-232
[88] El-Muvâfakat, 4, 17-18, Naklen: Doç. Dr. Mahmud
Denizkuşları, Sünneti Terk ve Sadece Kur’an’
[89] Nahl: 16/89
[90] İbrahim: 14/1
[91] Haşr: 59/7
[92] Es-Suyûti, Miftahu’l-Cenneh, s. 21-22, Naklen Yrd.
Doç. Dr. Mahmud Denizkuşları, a.g.e., s. 85-86
[93] Ahzâb: 33/21
[94] İmam Mâlik, Muvatta, Kitabu’l-Kader, Hds. 3
[95] Nûr: 24/63
[96] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet
Yayınları, İstanbul, 2005: 365-373.