ilk sayfa
 
 Hidayet ve Dalalet

"Hidayet" kelimesi lügatta; "doğru yolu bulmak ve yol göstermek" anlamına gelir” denildiğinde, "ona dini gösterdi"; denildiğinde; "ona yolu gösterdim, evi gösterdim, tanıttım" anlamları kastedilir. "Dalalet" kelimesi ise doğru yolu bulmanın zıddı bir anlamı ifade eder. "Hidayet" kelimesi şeriatta İslâm'ı bulmak ve ona iman etmektir. Rasulullah (s.a.v.) bir hadisinde:

"Ümmetim dalalet üzerinde birleşmez."  Kaynak için Tiklayiniz demektedir. Allahu Teâla cenneti hidayette olanlar, cehennemi de dalalette, sapıklıkta olanlar için yaratmıştır. Yani Allah, hidayette olana sevap, dalalette olana da azap verecektir. Sevap vermenin ve cezalandırmanın hidayet ve dalaletle ilişkilendirilmesi, hidayet ve dalaletin Allah'a ait değil insana ait fiiller olduğuna delalet eder. Eğer Allah'tan olmuş olsaydı, Allah'ın hidayet üzere olana sevap, dalalet üzere olana da ceza vermemesi gerekirdi. Çünkü böyle bir durum, zulümü Allah'a nisbet etmeye götürür. Dolayısıyla Allah'ın saptırdığı bir kula azap etmesi ona zulmetmesi anlamına gelir. Oysa Allahu Teâla zulümden münezzehtir ve yücedir. Allahu Teâla:

"Ve Rabbin kullara zulmedici değildir" Fussilet: 46

"Ben kullara zulmedici değilim" Kaf: 29 buyurmaktadır.

Ancak Kur'an-ı Kerimde hidayet ve dalaleti Allah'a nisbet eden ayetler de vardır. Bu ayetlere bakıldığında, hidayet ve dalaletin kuldan değil ancak Allah'tan olduğu anlaşılmaktadır. Başka ayetlerde ise hidayet ve dalaletin kula nisbet edildiği görülür. Bunlardan da hidayet ve dalaletin kuldan kaynaklandığı anlaşılıyor. Ancak bu ayetlerin hepsini şer'i bir kavrayışla anlamak gereklidir. Yani bunların şer'an belirlenmiş manaları kavranmalıdır. Böylece Allah'a nisbet edilen hidayet ve dalaletin vurguladığı anlamın insana nisbet edilen hidayet ve dalaletten başka bir anlamda olduğu ortaya çıkmış olur. Bunlardan herbirinin üzerinde durduğu konu diğerinin üzerinde durduğu konudan başkadır. Böylece bu ayetlerin ifade ettiği şer'i anlamlar tamamen ortaya çıkar.

Evet, hidayet ve dalaleti Allah'a isnad eden ayetler hidayete erdirenin ve saptıranın Allah olduğunu açıkça ifade etmektedir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir" Ra'd: 27

"Muhakkak ki Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir" Fatir: 8

"Bundan sonra Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir." Ibrahim: 4

"Ama o, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir" Nahl: 93

"Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun kalbini İslâm'a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğe yükseliyormuş gibi kalbini daraltır" En'am: 125

"Allah; kimi dilerse, onu şaşırtır. Kimi de dilerse, onu dosdoğru yol üstünde tutar" En'am: 39

"De ki Allah hakka eriştirir." Yunus: 35

"Hamd olsun Allah'a ki; bizi buna hidayet etti. Eğer Allah bizi hidayete erdirmemiş olsaydı biz hidayete erecek değildik." Araf: 43

"Allah kimi hidayete erdirirse o, doğru yola ermiştir. Kimi de saptırırsa artık onu doğru yola erdirecek bir kılavuz bulamazsın" Kehf: 17

"Muhakkak ki sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir" Kasas: 56

Bu ayetlerin mantukunda yani doğrudan doğruya sözlerin gösterdiği manada hidayeti ve dalaleti yapanın insan değil Allahu Teâla olduğuna açıkça işaret vardır. Yani insan kendiliğinden hidayete eremez. Ancak Allah ona doğruyu gösterdiğinde hidayete erer, saptırdığında da sapar. Ancak başka karineler hidayet ve dalaleti doğrudan doğruya Allah'a isnad eden bu mantuku başka bir anlama, hidayeti ve dalaleti yaratanın Allah olduğu anlamına yönlendirmektedir. Doğrudan doğruya hidayete eren, sapan ve saptıran ise kuldur. Bu karineler ise hem aklidir hem de şer'idir. Şer'i karinelere gelince: Birçok ayeti kerime hidayeti ve dalaleti, dalalete sürüklemeyi insana nisbet etmektedir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

"Kim hidayete ererse kendi için hidayete ermiş olur. Kim de dalalete düşerse kendi aleyhine dalalete düşmüş olur." Isra: 15

"Siz doğru yolda bulunursanız; sapıtmış olanlar size zarar veremez." Maide: 105

"Kim hidayete ererse bu kendi lehinedir" Zümer: 41

"Hidayete erenler işte onlardır" Bakara: 157

"Ve küfredenler derler ki; Rabbimiz cinlerden ve insanlardan bizi saptırmış olanları göster" Fussilet: 29

"De ki Eğer ben sapacak olursam, ancak kendi aleyhime sapmış olurum." Sebe': 50

"İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir?" En'am: 144

"Rabbimiz; senin yolundan insanları saptırsınlar diye mi?" Yunus: 88

"Ve bizi suçlulardan başka da saptıran olmamıştı." Suara: 99

"Onları samiri saptırdı" TaHa: 85

"Rabbimiz, işte bizi bunlar saptırdı" Araf: 38

"Ehl-i kitaptan bir taife sizi saptırmak istediler. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar" Al-i Imran: 69

"Çünkü sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar" Nuh: 27

"O, kendisini dost edinen kimseyi saptırır ve alevli azabın ateşine götürür" Hacc: 4

"Şeytan onları saptırmak istiyor" Nisa: 60

Bu ayetlerin mantuku, hidayet ve dalalet fiilinin insana ait bir fiil olduğunu, hem kendini hem de başkasını saptırdığına, şeytanın da saptırdığına açıkça delalet etmektedir. Bu ayetler hidayet ve dalaleti, insana ve şeytana nisbet etmektedir. İnsan kendisini doğru yola ilettiği gibi kendini saptıran da yine insandır. Hidayet ve dalaletin Allah'a nisbet edilmesinin doğrudan doğruya bir nisbet değil, hidayet ve dalalet fiilinin yaratıcısı olması bakımından yapılan bir nisbet olduğunun karinesi işte budur. Birbirine zıt gibi görünen ayetleri yanyana koyup şer'i kavrayışla kavradığında bu ayetlerin bir kısmının delalet ettiği mananın diğer kısmının delalet ettiği manadan farklı olduğu görülür. Ayette Yüce Allah şöyle diyor:

"De ki: Allah hakka eriştirir." Yunus: 35

Başka bir ayette de:

"Kim hidayete ererse; yalnız kendisi için ermiş olur." Neml: 92

Birinci ayet, hidayete eriştirenin Allahu Teâla olduğuna işaret ediyor. İkinci ayet ise hidayete erenin insan olduğuna işaret etmektedir. Birinci ayetteki Allah hidayet eder ifadesi, insanın nefsinde hidayetin yaratılmasıdır. Yani "doğruyu bulma yeteneğinin yaratılması" demektir. İkinci ayette ise Allah'ın insanda yaratmış olduğu hidayet kabiliyetini insanın direkt olarak uygulamaya geçirmesi ile doğruyu bulmasına işaret edilmektedir. Bu nedenle bir başka ayette;

"Biz ona iki yol gösterdik" Beled: 10 Hayır yolunu ve şer yolunu gösterdik. Yani biz insanda hidayet kabiliyetini yaratarak kendi kendine doğruyu bulma işini ona bıraktık, demektir. İşte hidayet ve dalaleti insana nisbet eden, insanla bağlantılı hale getiren bu ayetler, hidayetin doğrudan doğruya Allah'tan kula yönlendirildiğine işaret eden şer'i karinedir.

Bu konudaki akli karineye gelince: Allahu Teâla insanları hesaba çekecek doğruyu bulana sevap verecek, sapıtanı da azap ile cezalandıracaktır. Ve her insan ameline göre sorgulanacaktır. Allahu Teâla ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

"Kim salih amel işlerse kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Ve Rabbin kullarına zulmedici değildir." Fussilet: 46

"Kim zerre miktarı hayır işlerse; onu görür. Kim de zerre kadar şer işlerse onu görür" Zilzal: 7-8

"Kim de inanmış olarak, salih ameller işlerse o zulümden ve hakkının yenilmesinden korkmaz" TaHa: 112

"Kim kötü bir iş yaparsa cezasını görür." Nisa: 123

"Allah münafık erkeklerle, münafık kadınlara ve kâfirlere cehennem ateşini va'd etmiştir. Orada temelli kalıcıdırlar." Tevbe: 68

Hidayet ve dalaleti doğrudan doğruya Allah'a isnad edersek o takdirde Allah'ın, kâfir, münafık ve asilere azap etmesi zulüm olur. Oysa Allahu Teâla zulümden münezzehtir ve yücedir. Bu nedenle hidayet ve dalalet fiilinin doğrudan Allah'a isnattan, Allah'ın hidayeti yoktan yaratması ve hidayete muvaffak kılması manasına çevirmek gerekir. Bu durumda ise anlam; doğruyu bulan ve doğrudan sapan insandır şeklinde anlaşılır. Bu nedenle insanın yaptıklarına göre muhasebe edilmesi doğru olur.

Buraya kadar yapılan açıklamalar; hidayet ve dalaleti Allah'a nisbet eden ayetler açısından yapılan bir açıklama idi. Ancak hidayet ve dalaleti dileme (meşiet) ile birlikte ifade eden ayetler açısından konuyu ele almaya gelince:

"Dilediğini saptırır dilediğini de doğru yola eriştirir" Fatir: 8 Ayette geçen meşiet kelimesi, irade etmek anlamındadır. Dolayısıyla ayet; hiçbir kimse Allah'a rağmen hidayete eremeyeceği gibi dalalete de düşmez anlamına gelir. Bilakis Allah'ın iradesi ve meşietiyle hidayete eren kimse hidayete ermiş, sapıtan da onun iradesi ve meşietiyle sapıtmış olur.

Geriye, birtakım insanların ebediyen hidayete eremeyeceklerini ifaden eden ayetlerle ilgili mesele kaldı. Allahu Teâla bu hususta şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz ki kâfirleri, başlarına gelecekle uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar inanmazlar. Allah onların kalplerini ve gözlerini mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır." Bakara: 6-7

"Hayır, onların kazandıkları, kalplerini paslandırıp körletmiştir" Mutaffifin: 14

"Nuh'a vahyedildi ki: Senin kavminden iman edenlerden başkası asla inanmayacaktır." Hud: 36

Bu ayetler, birtakım insanların asla iman etmeyecek-lerinin Allah tarafından peygamberine bildirildiğini ifade etmektedir ki bu tür haberler Allah'ın ilmine giren şeylerdendir. Bu ifadelerden, bir grup insanın iman edecekleri, bazılarının da iman etmeyeceklerinin önceden belirlenmiş olduğu gibi bir anlam anlaşılmamalıdır. Bilakis herkeste iman etme kabiliyeti vardır. Rasül (s.a.v.) ve ondan sonra davet taşıyıcıları bütün insanları imana çağırmakla muhataptır. Müslümanın herhangi bir kimsenin imanından ümitsizliğe düşmesi caiz değildir. Ancak Allah'ın ilmiyle önceden bir kimsenin iman etmeyeceğini bilmesine gelince: Allahu Teâla onu bilir, çünkü O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. Bildiklerinden bize haber vermedikleri hakkında hüküm yürütmemiz caiz değildir. Allahu Teâla kendilerine haber vermedikçe hiçbir Nebi herhangi bir kimsenin iman etmeyeceğine dair bir hüküm vermemiştir.

Ancak Allahu Teâlanın:

"Allah fasıklar güruhunu hidayete erdirmez" Saff: 5

"Allah zalimler güruhunu hidayete erdirmez." Saff: 7

"Allah kâfirler güruhunu hidayete erdirmez" Bakara: 264

"Onların hidayeti bulmalarına ne kadar hırs göstersen de, muhakkak ki Allah dalalete sapanı hidayete erdirmez" Nahl: 37

"Muhakkak ki Allah, haddi aşan yalancı bir kimseyi hidayete erdirmez" Gafir: 28 gibi ayetler onların doğruyu bulmalarına Allahu Teâla'nın muvaffak kılmayacağını ifade etmektedir. Çünkü hidayete tevfik etmek Allah'tandır. Fasık, zalim, kâfir, sapıklıkta olan, haddi aşan, yalancı gibi sıfatlara sahip olanların hepsi, hidayetle çelişen niteliklere sahip kimselerdir. Allahu Teâla bu tür sıfatlara sahip olanları hidayete muvaffak etmez. Çünkü tevfik, insana, hidayete ermenin sebeplerini hazırlamaktadır. Bu sıfatlara sahip olan kimseler için ise hidayet sebepleri hazır değildir. Bunlar için ancak dalalet, sapıklık sebepleri hazırdır. Bunu en güzel Allahu Teâlanın şu ayetleri ifade etmektedir.

"Bizi doğru yola hidayet et" Fatiha: 6

"Bizi doğru yola ilet" Sa'd: 22 Yani doğruyu bulmaya bizi muvaffak kıl. Bu hidayetin sebeplerini bize kolaylaştır demektir.

 

 

Kitabın ilk sayfasına dönüş Kitabı bilgisayarınıza yükleyebilirsiniz Bu sayfayı birine gönderebilirsiniz Anasayfa ve diğer kitaplar için