ilk sayfa
 
Taklid

Taklit, düşünmeden bir başkasına uymak demektir. Lügatta "falan işte onu taklit etti" denilir. Yani düşünmeden ve incelemeden ona tabi oldu. Şer'an ise taklit, bağlayıcı herhangi bir delil olmadan başkasının sözü ile amel etmektir. İlim sahibi olmayan bir kimsenin bir müctehidin sözü ile amel etmesi veya bir müctehidin kendi gibi bir müctehidin sözü ile amel etmesi birer taklittir. Akidede ise taklit caiz değildir. Çünkü Allahu Teâla akidede taklit edenleri kınayarak şöyle buyurmaktadır:

"Onlara Allah'ın indirdiğine uyun denilince, hayır atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız derler. Ya ataları bir şey akledemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler" Bakara: 170

"Onlara; 'Gelin Allah'ın indirdiği kitaba ve peygambere uyun' denildiğinde, 'Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter' derler. Ya ataları bir şey bilmeyen doğru yolda olmayan kimseler idiyseler" Maide: 104

Şer'i hükümlerde taklit ise şe'ran her Müslüman için caizdir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır.

"Bilmiyorsanız kitap ehline sorun" Nahl: 43 Allahu Teâla, bilmeyen kimsenin ondan daha bilgili olan kimseye sormasını emretmektedir. Her ne kadar ayet Rasülün beşer olduğunu inkâr eden müşriklerin sözlerine red olarak gelmişse de ayetin lafzı umumidir/geneldir. Bu nedenle sebebin hususi olmasına değil lafızın umumiliğine itibar edilir. Ayet belirli bir konuda değildir ki ayet bu konuya aittir denilsin. Ayet bilmeyen kimsenin soruyu bilen kimseye sormasını istemede geneldir. Öyleyse ayet müşriklerden Allah'ın geçmiş ümmetlere insanoğlundan başka elçi göndermediğini öğrenmeleri için ehli kitaba sormalarını istemektedir. Bu haber müşriklerin cahili oldukları bir konu olup onlardan bilen bir kimseye sormalarını istemektedir. Ayette Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

"Ey Muhammed! Doğrusu senden önce de kendilerine kitaplar ve belgelerle vahyettiğimiz bir takım adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız kitap ehline sorun" Nahl: 43

Ayette geçen "sorun" kelimesi genel olarak gelmiştir. Yani, Allah'ın geçmiş ümmetlere beşerden başka bir kimseyi peygamber olarak göndermediğini öğrenmeniz için sorun anlamını ifade etmektedir. "Sorun" lafzı iman ile değil bilmekle alakalıdır. Her ne kadar ayette geçen "zikir ehli"nden maksat ehl-i kitap ise de ifade yine genel olarak gelmiş olup bilgi sahibi olan herkesi kapsar. Müslümanlar da "zikir ehli"nden sayılır. Çünkü Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır.

"Sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur'an-ı indirdik" Nahl: 44

İster ictihad yoluyla olsun isterse başkasından alarak olsun şer'i hükümleri bilen kimse de ayette geçen zikir ehlinden sayılır. Mukallid ise bir meselede veya birçok meselede Allah'ın hükmünü öğrenmek için soran kimsedir. Bu nedenle ayet taklidin caiz olduğuna delalet etmektedir.

Yine Cabir (r.a.)'dan şöyle rivayet edilir.

"Adamın birinin başına taş isabet etti ve onun başını yardı. Daha sonra ise adam ihtilam oldu ve arkadaşlarına teyemmüm yapabilmem için bana ruhsat var mıdır? diye sordu. Onlar: Senin için teyemmüm yapabilme ruhsatı yoktur dediler. Adam bu cevap üzerine o haliyle gusletti ve başındaki yaraya suyun isabet etmesi nedeniyle öldü. Bu olayı duyan Nebi (s.a.v.); "Onun teyemmüm yapması yeterdi. Başını bir bez parçasıyla bağlar, onun üzerini mesheder ve vücudunun diğer organlarını yıkardı" dedi. Daha sonra Nebi (s.a.v.); "Dikkat edin! Bilmiyorsanız sorunuz. Zira cahilliğin şifası sormaktır" dedi."  Kaynak için tıklayınız Hadisten de anlaşılacağı üzere Rasül şer'i hükmü öğrenmek için onları sormaya yöneltti. Sahih olarak Şa'bi'den rivayet edildiğine göre: "Rasulullah (s.a.v.)'in ashabından altı kişi insanlara fetva veriyordu. Bunlar: İbni Mesud, Ömer b. Hattab, Ali b. Ebu Talib, Zeyd b. Sabit, Übey b. Ka'b ve Ebu Musa El Eş'ari (Allah onlardan razı olsun). Üç kişi sözlerini diğer üç kişiyi dayandırıyorlardı. Abdullah b. Mesud Ömer'in sözüne, Ebu Musa Ali'nin sözüne, Zeyd de Übey b. Ka'bın sözlerine dayandırıyordu." Bu durum aynı zamanda Sahabenin Müslümanları taklit ettiğine delalet etmektedir. Onlardan bir kısmı bir kısmını taklit ediyordu.

Kur'an'da taklidi kınayan ayetlere gelince: Bu ayetler, şer'i hükümleri alma hususunda değil iman konusunda taklidi kınamaktadır. Çünkü ayetlerin konusu imandır. Ayetlerin nassı herhangi bir şeyle illetlendirilmiş olmaksızın yalnızca iman konusuna has ayetlerdir. Tıpkı şu ayetlerde olduğu gibi;

"Ey Muhammed! Senden önce herhangi bir kasabaya gönderdiğimiz uyarıcıya o kasabanın şımarık varlıkları sadece: "Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz" derlerdi. Gönderilen uyarıcı; "Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş isem de mi bana uymazsınız?" Zuhruf: 23-24

"Nitekim kendilerine uyulanlar, azabı görünce uyanlardan uzaklaşacaklar ve aralarındaki bağlar kopacaktır. Uyanlar: "Keş ki bizim için dünyaya bir dönüş olsa da bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak" derler. Böylece Allah onlara hasretini çekecekleri işlerini gösterir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır" Bakara: 166-167

"...Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir? demişti. Babalarımızı onlara tapar bulduk demişlerdi" Enbiya: 52-53

Bu ayetler genel olarak her şeyde değil iman ve küfür konusunda nasstırlar. Bu ayetler herhangi bir illetle de gelmiş değildir. Bir başka nassta da bu ayetlerle ilgili herhangi bir illet yoktur. Bu nedenle sebebin hususi olmasına değil lafzın umumiliğine itibar edilir denilemez. Sebep açısından bu söz doğrudur. Fakat ayetin nuzül sebebini oluşturan olay, ayetin konusu açısından böyle bir kaidenin ayete uygulanmasına imkân vermez. Burada ayetin konusuna bakılır. Bu nedenle genellik yalnızca ayetin konusu ile sınırlıdır. Bu ise ayetin konu ettiği anlamın kuşattığı her şeyde geçerlidir. Yoksa ayetin konu ettiği anlamın kapsamına girmeyen her şey için geçerli değildir. Yine burada ayet, kâfirler ve iman hakkında olmakla beraber, hükmün verilmesinde illetin varlığına veya yokluğuna itibar edileceği için ayette de herhangi bir illetin bulunmaması nedeniyle, ayeti her konuda mukallidler yönünde tevil etmek doğru olur da denilemez. Ayette herhangi bir illet yoktur. Çünkü ayet, herhangi bir illeti kapsamına almamaktadır. Ayrıca Kitap ve sünnetten ayeti illetlendirecek herhangi bir nass da gelmemiştir. Bu nedenle şer'i hükümlerde taklidi men edecek herhangi nass yoktur. Aksine nasslar, Sahabe ve Rasulullah (s.a.v.) dönemindeki Müslümanların hayatı, Sahabelerin hayatı gibi konuların tamamı, şer'i hükümler konusunda taklidin caiz olduğuna delalet etmektedirler.

Taklit, alim olan kimse için de cahil olan kimse için de geçerlidir. Çünkü Allahu Teâla taklidi ittiba olarak isimlendirerek ayette şöyle demektedir.

"Nitekim kendilerine uyulanlar uyanlardan uzaklaşacaklar.." Bakara: 166 Kişinin benimsediği şer'i hüküm ya kendisi tarafından istinbat edilmiştir ya da başkasının istinbat ettiği bir şer'i hükümdür. Eğer bizzat kendi istinbat etmişse o müctehiddir. Eğer başkasının istinbat ettiği bir hükmü almışsa başkasının görüşünü almış yani başkasının görüşüne uymuş demektir. Başkasının görüşüne uymak ise başkasını taklit etmek demektir. Bağlayıcı bir delili bilerek veya bilmeyerek taklit etmesi fark etmez. Öyleyse başkasına uyan kimse mukalliddir. İttiba/uymak demek, delili bilmeden, delil hakkında herhangi bir muhakeme yürütmeden müctehidin görüşüne bağlanmak demektir. Yani bir huccetle bağlayıcı olmaksızın. Eğer delil hakkında muhakeme yapar ve delilden hüküm istinbat yönünü bilip, hüküm istinbat yönüne ve hükme muvafakat edersen, hükmün dayandığı huccet senin için bağlayıcıdır ve bu durumda senin görüşün müctehidin görüşü gibidir. Dolayısıyla böyle bir halde sen tabi olan değil müctehid sayılırsın. Burada ittiba taklit etmek demektir. Tabi olan kimse delili bilse bile yine mukallid sayılır.

 

Kitabın ilk sayfasına dönüş Kitabı bilgisayarınıza yükleyebilirsiniz Bu sayfayı birine gönderebilirsiniz Anasayfa ve diğer kitaplar için