İSLÂM’DA YÖNETİM NİZAMI HİLÂFET
Hilâfet:
İslâm şeriatının hükümlerini hakim kılması ve İslâm
davetinin tüm dünyaya taşınması için tüm Müslümanların yöneticiliğidir.
İmametle aynı anlamı taşır. "İmamet" ve "Hilâfet"
kavramlarının anlamları birdir. Zira sahih hadislerde bu iki
kelime aynı anlamlarda kullanılmıştır. Hiç bir şer’î nassta
yani Kur'an ve sünnette bu iki kelimeden birinin anlamı diğerine
muhalif olarak kullanılmamıştır. Bu yüzden bu kavramları kullanırken
"İmamet" ya da "Hilâfet" kelimelerini birbirine
tercih için zorlamaya gerek yoktur. Asıl gerekli olan bu kelimelerin
ihtiva ettiği içeriktir.
Hilâfet’in yeniden kurulması
dünyanın dört bir köşesindeki Müslümanlar için farzdır. Tıpkı
Allahu Teâla’nın Müslümanlara farz kıldığı diğer farzlar
gibi kesin bir emirdir. Müslümanların Hilâfet’in ikamesi
konusunda seçme ve ruhsat kullanma hakkı da yoktur. Bu nedenle Hilâfet’in
kurulması noktasında gösterilecek ihmal büyük bir günah ve
isyandır. Allah bu isyanı işleyenleri şiddetli bir şekilde
cezalandıracaktır.
Tüm Müslümanların Hilâfet’in
ikamesi için çalışmalarının farziyetinin
delili sünnet ve icma-ı sahabedir. Sünnetteki
delillerden biri Nafi'den
rivayet edilmiştir. Rivayet
şöyledir: "Abdullah b. Ömer bana
dedi ki:
Rasulullah (s.a.v.)'i şöyle
derken işittim: " Kim itaatten elini çekerse, kıyamet gününde
lehine hiç bir delil bulunmaksızın Allahu Teâla’nın karşısına
çıkacaktır. Kim de boynunda biat olmadan ölürse cahiliye ölümü
ile ölür.”
Bu
rivayetle Rasulullah (s.a.v.) Bütün Müslümanlara
bir Halife’ye biat etmesini (boynunda biat halkası bulunmasını)
farz kılmış, boynunda biat halkası olmadan ölenin ölümünü
"Cahiliye Ölümü" ile vasıflandırmıştır. Biat bir başkasına
değil ancak devlet otoritesinin başı olan Halife’ye yapılır.
Rasulullah bu sözü ile her Müslümanın boynunda bir halifeye biatın
bulunmasını farz kılmıştır. Her Müslümanın Halife’ye biat
etmesini değil. İfadeyi biraz daha açacak olursak burada farz olan,
varlığı ile her Müslümanın boynunda biatın bulunmasını sağlayacak
bir Halife’nin var olmasıdır. Halife’nin bulunması ister
bilfiil biat etsin isterse etmesin her Müslümanın boynunda biatın
bulunduğu anlamına gelir. Bu
nedenle bu hadis bir Halife’nin nasbının farziyetine delildir
yoksa biatın farziyetine değil. Zira Rasulullah'ın yerdiği
şey ölünceye dek bir Müslümanın boynunda biatın bulunmayışıdır.
Dolayısı ile Rasulullah hadiste Müslümanların biat etmemesini değil,
boynunda biatın (Allah’ın hükümleri ile hükmedecek bir
Halife’nin) bulunmamasını yermiştir. Müslim’in rivayetine göre
A’rac, Ebu Hüreyre'den şu hadisi rivayet eder: “Nebî (s.a.v.) şöyle dedi: "İmam bir kalkandır. onun arkasında savaşılır
ve onunla korunulur.”
Yine Müslim, Ebu Hazim'den şu
hadisi rivayet eder: "Hişam b. Urve ve Ebu Salih, Ebu
Hureyre'den o da Rasulullah'tan şunu rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre ile beş
sene beraber bulundum. Bana Rasulullah (s.a.v.)'den şunu işittiğini
söyledi: "İsrail
oğulları Nebîler tarafından siyaset (idare) edilirdi. Bir Nebî öldüğünde
onu bir diğeri takip ederdi. Benden sonra artık Nebî yoktur. Ancak
bir çok Halifeler olacaktır.” Oradakiler dediler ki: “Bu durumda bize ne
emredersin?” Dedi ki: “İlk
biat edilene vefakar olun ve ona karşı olan görevlerinizi yerine
getirin. Muhakkak ki Allah size karşı görevlerini yerine getirip
getirmediklerini onlardan soracaktır.”
İbni Abbas Rasulullah (s.a.v.)'den
şu hadisi rivayet eder: "Emirinden hoşlanmadığı
bir şeyi gören kimse sabretsin. Zira insanlardan, kim otoriteden bir
karış ayrılırsa cahiliye ölümü üzere ölür.”
Bu hadislerde, Rasulullah (s.a.v.)
Müslümanların bir takım idarecilerinin olacağını haber verdiği
gibi Halife’nin "kalkan" yani
ümmet için koruyucu vasfını da beyan etmiştir. Rasulullah’ın
imamı "kalkan" olarak tanımlaması, bir imamın
bulunmasının faydalarına işaret eden bir taleptir. Zira Allah ve
Rasulünün bir şeyi bildirişi yerme ifadesi içeriyorsa o şeyi
terk etmeyi (nehyi) gerektiren bir talep demektir. Eğer bildirim bir
övgü ifadesi taşıyorsa o fiilin yapılmasını gerektiren. bir
talep demektir. Eğer Allah ve Rasulünce talep
edilen fiilin yapılması şer’î bir hükmün yerine
getirilmesini gerektiriyorsa ya da söz konusu fiilin terki herhangi
bir şer’î hükmün uygulanmamasına sebep oluyorsa bu talep
kesinlik ifade eder. Rasulullah'ın yukarıdaki hadislerinde; hem Müslümanları
idare edecek kişilerin Halifeler olduğuna hem Müslümanların
başında her zaman için bir halifenin bulunmasının farz
olduğuna hem de Müslümanların sultadan, yönetim
otoritesinden, dışarı çıkmalarının haram olduğuna dair bir bildirim
vardır. Bu da Müslümanların yönetilmeleri için bir otorite tesis
etmelerinin farziyetine işaret eder. Ayrıca Rasul (s.a.v.) Müslümanlara,
Halife’ye itaatı ve Halife’yle mücadele edenlerle savaşmayı da
emretti. Bu talep, bir Halife seçmek ve onunla mücadele eden
herkesle savaşıp Hilâfet müessesini korumakla ilgili bir emirdir.
Nitekim Müslim'in Rivayetine göre Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kim bir imama biat edip elini sıkarsa ve
kalbinin meyvesini ona verirse (rıza gösterirse) gücü yettiğince
itaatte bulunsun. Eğer (yönetimi ele geçirmek için) onunla savaşacak
birisi ortaya çıkarsa o kişinin
boynunu vurun.” İmama itaatle ilgili emir, aynı zamanda bir Halife’nin
seçilmesi ile de ilgili bir emirdir. İlaveten Halife ile çekişen kişi ile
savaşmaya dair emir tek bir Halife’nin bulunması ilgili kesin bir
emrin varlığına işarettir.
Sahabenin icmaına gelince:
Sahabeler (r.anhum) Rasulullah (s.a.v.)'in
vefatından hemen sonra bir Halife seçilmesinin gerekliliği
hususunda icma etmişlerdir. Sahabelerin (r. anhum); Ebu Bekir
(r.a.), Ömer (r.a.) Osman (r.a.) ve Ali (r.a.)’yi Halife seçip
onlara bizzat biat etmeleri ile de bu icma tekerrür etmiştir
Sahabelerin bir Halife’nin seçimi ve ona biat noktasındaki icmalarını
daha açık olarak ortaya koyan asıl olay şudur: Sahabeler
Rasulullah (s.a.v.)'ın vefatından sonra onun gömülmesi işini
erteleyerek Halife seçilmesi işi ile ilgilenmişlerdir. Halbuki ölünün
en kısa zamanda defnedilmesi farz
olduğu gibi ölünün defnedilmesinin kendilerine farz olduğu kişilerin
bir başka işle meşgul olmaları ve defni ertelemeleri de haramdır.
Rasulullah'ın cenazesinin techizi ve defni üzerlerine farz olan bir
kısım sahabenin Halife’nin seçimi ile uğraştığı sırada diğer
sahabelerin itiraz hakları olduğu halde sükut ederek defnin
iki gece ertelenmesine taraftar olmaları icmaya en iyi
delildir. Peygamber'in cenazesinin defni ile değil de Halife’nin seçilmesi
işi ile meşgul olmak üzerinde gerçekleşen bu
icma, Halife seçiminin cenaze defninden (bu cenaze insanların en hayırlısına ait olsa da) daha önemli bir farz olduğunu göstermektedir.
Bu konudaki icma sahabelerin
hayatları boyu süren bir icma olmuştur. Sahabeler yeri geldiğinde
hangi şahsın Halife olacağı konusunda ihtilaf etmelerine rağmen
ne Rasulullah (s.a.v.)'in ne de Raşit Halifelerin vefatlarından
sonra bir Halife’nin seçilmesi gerekliliğinde
kesinlikle ihtilaf etmemişlerdir. Dolayısıyla sahabelerin
halife nasbetmenin farziyeti meselesindeki icmaları, kuvvetli, açık
ve net bir delildir.
Dinin
hakim kılınması, dünya ve ahiretle ilgili şeriat hükümlerinin tümünün
uygulanması subutu ve delaleti kesin delille Müslümanlara farz kılınmıştır.
Bu hedefin gerçekleşmesi de ancak sulta sahibi bir idareci ile yani
Halife’nin varlığı ile mümkündür. Bu konu ile alakalı şer’î
kaide şudur: “Bir farzı yerine
getirmek için gerekenler de farzdır." Bu kaide gereği dinin tüm hükümlerinin
uygulanabilmesinin şartı olan Halife’nin seçilmesi de farzdır.
Allahu Teâla Müslümanlar arasında
Allah'ın indirdikleri ile hükmetmesini
kesin ve açık bir dille Rasul (s.a.v.)'e
emretti. Allahu Teâla
Rasulüne hitaben şöyle buyurdu:
“Aralarında Allah'ın indirdikleri
ile hükmet. Haktan sana gelenin dışında onların hevalarına (arzularına)
uyma."
“Onların
arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmet. Onların heva ve
heveslerine uyma ve seni Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından
saptırırlar diye onlardan sakın."
Allah'ın hitabının sadece
Rasulüne has olduğuna dair bir
delil bulunmadıkça Rasule hitap, ümmetine hitaptır. Burada da
ayetlerin Rasulullah (s.a.v.)'e has olduğuna dair bir delil
bulunmamaktadır. Bu sebeple bu hitap Müslümanların da Allah'ın
indirdikleri ile hükmedilmesini sağlamaları ile ilgili bir hitaptır.
Hilâfet’in kurulması yönetimin ve sultanın (otoritenin) ikame
edilmesinden başka bir anlama gelmez. Nitekim Allahu Teâla
kendilerinden olan ulu'l emre (yöneticiye) itaatı, tüm Müslümanlara
farz kıldı. O halde ayet, bir idarecinin yani "veliyyu’l
emrin" varlığının farziyiet"ne işaret etmektedir.
Allahu Teâla şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Allah'a
itaat edin. Rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine
de."
Allahu Teâla, olmayan bir şeye
itaatı emretmeyeceğine göre veliyyu’l emrin varlığı farziyet
kazanır. Yani Allahu Teâla veliyyu’l emre itaati emrederken aynı
zamanda veliyyu’l emrin var olması
gerekliliğini de emretmiş demektir. Zira ancak veliyyu’l emrin
varlığı durumunda şer’î hükümler uygulanabilecektir. Yokluğu
durumunda ise şer’î hükümlerin uygulanmaması anlamına
gelir. Bu da veliyyu’l emrin varlığının farzlığına delalet
eder. Veliyyu’l emrin yokluğu ve ikamesi için çalışılmaması
şer’î hükümlerin hayattan uzaklaşması gibi büyük bir haramın
işlenmesine sebep olur.
Tüm
bu deliller Müslümanların yönetilmeleri için bir yönetim ve
otorite tesis etmelerinin farziyetine açık bir delildir. Aynı
deliller otoritenin başında bulunacak ve İslâm’ın hükümlerini uygulayacak bir Halife’nin seçilmesinin
farziyetinin de delilleridir. Burada bahsi geçen sulta ya da idare
soyut bir idare değil aksine şeriatı uygulamak için var olan bir
sultadır. Rasulullah (s.a.v.)'in şu sözüne kulak verelim: "Sizin hayırlı yöneticileriniz (imamlarınız)
şunlardır: Siz onları seversiniz onlar da sizi severler, onlar
sizin için dua ederler, siz de onlar için dua edersiniz. Şerli
imamlarınızdan nefret edersiniz, onlar da sizden nefret ederler. Siz
onlara lanet edersiniz onlar da size lanet ederler.” Denildi ki: “Ya
Rasulullah onlara kılıçla karşı çıkmayalım mi?" Dedi ki; “İçinizde
namazı ikame ettikleri sürece hayır.” Bu hadis hayırlı ve şerli imamların bulunacağını açıkça
bildirmektedir. Hadis dini tam anlamı
ile tatbik ettikleri sürece Halifelere kılıçla karşı çıkmanın
haramlığına da açık bir delildir. Hadisteki "namazı ikame
etmek" ifadesi bir dolaylı anlatımdır ve bu ifadeden
kastedilen "dini uygulamak" tır. Bu sebeple İslâm’ın hükümlerini
uygulamak ve onun davetini yüklenmek için bir Halife’nin seçilmesinin
tüm Müslümanlar üzerindeki farziyeti sahih şer’î nasslarla açıktır.
Bu delillere ilaveten Halife
nasbının bütün Müslümanlar üzerine farziyeti şu açıdan da açıklanabilir:
Allahu Teâla İslâm hükümlerini ve yönetimini kurmayı ve Müslümanların
varlıklarını korumayı Müslümanlara farz kılmıştır. Bu farzın
bir yansıması olarak bir Halife’nin nasbedilmesi farz-ı kifaye
olarak karşımıza çıkar. Yani bir kısım Müslüman bu farzı
yerine getirirse farz diğerlerinden kalkar. Ancak bu farzla uğraşan
kişiler farzı yerine getirmekte zorlanıyor
ama yine de yerine getirmeye çalışıyorlarsa bu durumda farz
diğer Müslümanlardan kalkmaz, Müslümanlar Halifesiz kaldıkları
müddetçe bu farz hiç bir Müslümandan kalkmaz.
Müslümanların bir Halife
nasbetmek için çalışmaması, bu hususta
gayret göstermeyip geride oturması en büyük günahlardan
birisidir. Zira bu farzdan geri kalmak, İslâm’ın gerçekten en önemli
fazlarından geri kalmak
anlamına gelir. Gerçekte dinin hükümlerinin uygulanabilmesi ancak
bu farzın yerine gelmesi ile mümkündür. Hayatta
İslâm’ın mevcudiyeti ancak bu farzın yerine getirilmesiyle mümkündür.
Bu öneme binaen Müslümanların kendileri için bir Halife
nasbetmekten geri kalmaları ve bu uğurda çalışmamaları hepsini günahkar
kılar. Dünyanın hangi coğrafyasında yaşıyor olursa olsunlar bu
farz için çalışmayıp geri kalmakta birleşirlerse Müslüman
olan herkes fert fert günahkar olur.
Eğer Müslümanların bir kısmı Halife’nin nasbı ve İslâm’ın hükümlerinin
tatbiki için çalışır diğer kısmı çalışmazsa günah sadece
çalışanlar üzerinden kalkar çalışmayanlardan düşmez. Bu farziyet Halife nasbedilinceye kadar herkes üzerinde bakidir. Farzın
yerine gelmesi için çalışmak sadece vaktinde uygulanmasından
ya da farzı işlememekten doğacak günahı kaldırır. Çünkü İslâm’ı
hakim kılmaya çalışanlar karşılarındaki kahredici ve
engelleyici sebeplerden dolayı başaramamaktadırlar. Ancak diğerleri
yardımcı olsaydı bu sebepler ortadan kalkabilecekti. Farzı yerine
getirmeye çalışmayanlar, Halife’nin ölüm veya bir başka
nedenle gitmesinden üç gün sonrasından Halife’nin seçildiği güne
kadar doğacak günahtan mesul olurlar. Zira Allahu Teâla kendilerine
İslâm’ı hakim kılmayı farz kıldığı halde onlar üzerlerine
düşenleri yapmadılar. Bu sebeple bu kişiler Allah'ın azabına müstahak
oldukları gibi dünya ve ahirette de rezil ve zelil olmaya müstahaktırlar.
Bu günaha muhatap olmalarının sebebi bu farza karşı ilgisiz
tutumları yüzündendir. Açıktır ki Allah'ın kendine farz kıldığı
bir farzı terketmek Müslümanı azaba muhatap kılar. Kaldı ki bu
farz (bir Halife’nin atanması) İslâm’ın en önemli farzlarından
birisidir. Çünkü diğer bir çok farzın uygulanabilmesinin
temel şartı bu farzdır. Bu farz gerçekleştiğinde dinin hükümleri
tam olarak uygulanır ve İslâm’ın şanı yükselir. Allah'ın
Kelimesi İslâm beldelerinde ve dünyanın sair bölgelerinde yücelir.
Tam tersine yeryüzü Hilâfet’ten
mahrum olunca Allah'ın Müslümanlara farz kıldığı dinin hakim kılınması
ve bunun için bir Halife’nin seçilmesi doğrultusunda çalışmaktan
geri durulmasının hiçbir özür ve mazereti olamaz. Yeryüzünde
Allah'ın koyduğu sınırları korumak için cezaları uygulayan,
dinin hükümlerini yerine getiren ya da "La
ilahe illallah Muhammedun Rasulullah" sancağı altında Müslümanları
birleştiren bir otorite olmayınca, yeniden Hilâfet’i kurmak ve
Halife’yi seçmek için geri kalmalarının hiç bir mazereti olmaz.
Bu farzın yerine getirilmemesi noktasında İslâm’ın ortaya koyduğu
hiç bir ruhsat da yoktur.
|