Zaruret Hallerinin Hükmü
İslâm,
kendileriyle ilgili alanlarda fertler ve devlet tarafından İslâm’ın
hükümlerinin bütünüyle uygulamaya konulmasını farz kılmakla
birlikte şanı yüce Allah'ın bireylere ve devlete, asıl hüküm
ile çelişen bir takım işleri yapmayı mübah kıldığı zaruret
halleri de söz konusudur:
Şanı yüce
Allah kendisini ölümden kurtarmak için helal bir yiyecek bulmayan kimselere kendisini hayatta bırakacak miktarda haram
yiyecekler yemesini mübah kılmıştır. Böyle birisinin leş,
domuz ve diğer haram yiyecekleri yemesi, insanların mallarından
gasb ya da hırsızlık yoluyla dahi olsa kendisini açlıktan kurtarıp
ölümden kurtulma yoluna gitmesini mübah kılmıştır. Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "O, size ancak (boğazlanmadan) ölmüşü,
kanı, domuz etini bir de Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı.
Fakat kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa saldırmamak ve haddi aşmaksızın
yerse onun için günah yoktur." "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan
başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurulup öldürülmüş, yukarıdan
yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş, (hayvanlar) ile
canavarların yediği (hayvanlar) ... size haram kılındı.”
“Kim açlıktan
daralır, günaha istekle yönelmeksizin
bunlardan (o haram yiyeceklerden) yemek zorunda kalırsa ona günah
yoktur. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir."
Nitekim yüce
Allah zorunlu hallerde devlete de asli hüküm ile getirilenden başka
bir takım işleri yapmayı mübah kılmıştır.
Mesela, devlet; zaaf halinde ise, düşmanının kendisini
istila etmesinden korkuyor ve onu engelleyemiyorsa, fiili bir savaşta olmakla birlikte düşmanının
sayıca ve silah bakımından kendisinden üstün olduğunu dolayısıyla
bozguna uğramaktan korkuyorsa, ona karşı direnemeyecek bir halde
ise yahut da düşmanlığını önlemeyecek olursa, düşmanına bir
miktar mal verebilir.
Nitekim
Hendek savaşında yaşananlar böyle bir olaydır. Allah'ın Rasulü
(s.a.v), müşrikler dört bir yandan hendeği kuşatıp,
Yahudiler de ahidlerini bozduktan sonra Müslümanların
karşı karşıya kaldıkları
büyük bir sarsıntıyı, ağır bela ve yoğun tehlikeyi görünce,
-ki bu sırada müminler, yüce Allah'ın durumlarını
nitelendirdiği şu halde idiler: "İşte
orada mü'minler imtihan edildi ve oldukça ağır bir sarsıntı ile
sarsıldılar." Bunun üzerine
Allah'ın Rasulü, Gatafanlıların liderlerine Medine mahsullerinin
üçte birini kendilerine vermek karşılığında berberlerinde
kavimlerinden olan kimselerle geri dönmelerini teklif etti. Bu olay
İbni Hişam'ın siyretinde şöyle anlatılmaktadır:
"İnsanların
üzerindeki sıkıntılar iyice şiddetlendiği zaman Rasulullah (s.a.v), Ğatafan'ın liderleri olan Uyeyne b. Hısn
b. Huzeyfe b. Bedir ve El-Haris b. Avf b. Ebu Harise El-Mürri'ye bir
haber gönderdi. Onlara, beraber oldukları müttefiklerinden ayrılmaları
şartıyla Medine mahsülünün üçte birini vereceğini bildirdi.
Allah'ın Rasulü ile onlar arasında sulh yapılması üzerinde anlaşıldı
ve anlaşma maddelerinin yazılması için kağıt kalem hazırlandı.
Ancak antlaşma imzalanmadı. İmzalanması için ciddi anlamda istek
de yoktu. Sadece Ğatafan'ı oyalama için yapılan bir işlemdi.
Rasulullah (s.a.v) bunu yapmak istediği
zaman görüşlerini almak üzere Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Übade'ye
haber gönderdi. Durumu onlara anlattı ve onların görüşlerini aldı.
Fakat her ikisi de ona şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü! Senin
yapmayı istediğin bir işi biz de yaparız Ancak bu söylediğin,
kesinlikle bizim yapmamız gereken Allah'ın sana emrettiği bir şey
midir, yoksa kendi görüşüne göre bizden yapmamızı istediğin
bir şey midir? Allah'ın Rasulü: Hayır, benim sizden yapmanızı
istediğim bir şeydir. Vallahi, bütün Arapların hepsinin tek elden,
aynı oktan sizlere atış yaptıklarını, her taraftan üzerinize çullandıklarını
gördüğüm için bunu yapmak istedim. Bununla onların güçlerini
bozmak, dağıtmak istedim. Bu cevap üzerine Sa'd b. Muaz ona şöyle
dedi: Ey Allah'ın Rasulü! bizler de onlar da Allah'a ortak koşuyor,
putlara tapıyor, Allah'a tapmıyor ve O'nu bilmiyor iken, Medine
mahsullerinden ancak ya satın aldıklarını veya bize misafir olarak
geldiklerinde kendilerine ikram ettiğimiz şeyi tadabiliyorlardı. Şimdi
bizi Allah, İslâm ile aziz kılmış ve aramıza Rasulünü göndermiş
iken böyle küçültücü bir taviz mi vereceğiz? Vallahi bizim böyle
bir şeye ihtiyacımız yoktur. Allah onlarla bizim aramızda hüküm
verinceye kadar, kesinlikle onlara kılıçtan başkasını vermiyoruz.
Bunun üzerine Allah'ın Rasulü şöyle buyurdu: İşte siz ve onlar
başbaşasınız. Hemen Sa'd b. Muaz antlaşmanın yazıldığı
sahifeyi eline alarak üzerindeki
yazıları sildi ve ardından da Ğatafanlılara: Haydin bize karşı
savaşın bakalım.” dedi.
İşte bu, zorunlu hallerde kâfirlerle birtakım
antlaşma akti yapmanın caiz olduğunu ve bu akitler gereği Müslümanların, geleceği muhakkak ağır
zararlardan kurtulması için kâfirlere bir miktar mal verilebileceğini
göstermektedir. Aynı şekilde zaruret hallerinde İslâm’ın
konuyla ilgili asli hükmüyle çelişen bir takım uygulamalar
yapmanın caiz olduğunu da göstermektedir.
|