Yüce Allah buyuruyor:
"Yâ Muhammed! Sana ruhtan soruyorlar. De ki;
Ruh, Rabbimin 'kün' emrindendir ve size (ruh konusunda) ancak
az ilim verilmiştir." (İsra, 85)
Mekke müşrikleri sevgili Peygamberimize, ruh konusunda
bazı sorular yöneltince, yüce Allah; ruhun, emr-i Rabbani olduğunu,
bu nedenle ilâhî sır olduğunu ve insanlara ruh konusunda ancak
'az' ilim (bilgi) verildiğini bildirdi.
İnsanlar ilk çağlardan beri bedensel yapımızı oluşturan
ve gözle görünen bilinçsiz et ve kemik yığınlarının ötesinde,
insanın gerçek ve kalıcı kişiliği olan ve adına ruh denilen bir
gücün bulunduğunu sezmişler ve her dönemin bilim adamları bu konuda
araştırma yapmışlar ama...
Yüce Allah'ın koymuş olduğu 'az' sınırını
aşamadıklarından, ruh konusundaki bilgileri 'az' ile sınırlı kalmıştır.
Çağımıza gelince!...
Üstün teknoloji ile donatılmış modern laboratuarlarda
atomun, hücrenin iç yapısını, çekirdeklerini ve çekirdeklerini
oluşturan nötronları, protonları, kromozomları ve genleri didik
didik araştırmakla birlikte,
Madde ötesi bir varlık olan ruha ulaşamadıklarından,
çağın bilim adamları da, yüce Allah'ın koymuş olduğu 'az' sınırını
aşamadılar ve hatta manevî açıdan yetersiz ve yeteneksiz olduklarından,
ruh konusunda eski çağ insanlarının da gerisinde kaldılar.
Yer çekimi ile hava basıncı arasında sıkışıp kalan
ve madde ötesi âlemlere uzantısı olmayan bilim adamlarının ruh
konusundaki bilgileri yok sayılabilecek derecede 'az' iken...
Madde ötesi âlemlere uzantısı olan ve madde ötesi
ruhsal varlıklar olan meleklerle görüşüp, sohbet eden peygamberlerin
ve keşfi açık evliyaların bizlere göre ruh konusundaki bilgileri
çok fazla olmakla birlikte,
Ruhu yaratan yüce Allah'ın ilmine göre, onların
ruh konusundaki bilgileri de yine 'az' kapsamında
kalmaktadır.
Eski çağlardan beri ruh ile ilgili olarak, ya varsayıma
ya da efsane ve hurafelere dayalı çok şeyler söylenmiş, çok kitaplar
yazılmış, insanlar bu konuda yanlış bilinçlendirilmiş ve sapık
inançlara sürüklenmişlerdir.
Peki ruh konusunda en doğru bilgiyi
nereden öğreneceğiz?
Ehli sünnet âlimlerinin akaid ve büyük evliyaların
tasavvuf kitaplarından...
Çünkü nefsini aşan ve ruhsal makama ulaşan evliyaların
ruh konusundaki bilgileri her ne kadar yüce Allah'ın ilmine göre
'az' kapsamında olsa da!
Gerçekte onların ruh konusundaki, gerek ilme'l-yakîn
ve gerek ayne'l-yakîn bilgileri, bizim hayal edemeyeceğimiz boyutlardadır.
Evliyalar, ruhsal yeteneği olmayanlara ilâhî sırları açıklama
yetkisine sahip olmadıklarından, bu konuda az konuşmuş ve az yazmış
olmakla birlikte,
Ruh konusunda genelde, Hüve, Cevherün, Besiytün ve Mücerredün
demişler ve bunların açıklamalarını yapmışlardır.
Bu açıklamaları özetleyerek aktardığımızda;
1- Hüve: Zamirdir, 'O' yani 'RUH' demektir.
2- Cevherün: Varlıklar ya cevher ya da arazdır.
Cevher; başka varlıklara bağımlı olmadan, kendi
varlığını kendi kendine sürdürebilen madde ve madde ötesi varlıklara
cevher denir.
Araz; kendi varlığını, kendi kendine sürdüremeyen
ve başka varlıklara bağımlı olan, renk, koku ve tat gibi özelliklere,
araz denir.
Bu açıklamaya göre 'RUH' cevherdir. Ruhun varlığını sürdürebilmesi,
yüce Allah'tan başka hiçbir varlığa ve bu arada beden denilen
et ve kemik yığınına kesinlikle bağımlı değildir.
Bedenler ölüp çürüse, dağılıp toprağa dönüşse de, ruhlar aynı
halde kalır ve varlıkları devam eder.
3- Besiytün: Saf anlamında olup, bileşiğin karşıtıdır.
Toprak, su, hava ve ısıdaki değişik tür atomlardan,
elementlerden yaratılan ve bu nedenle karmaşık hücrelerden, dokulardan
ve organlardan meydana gelen bedensel yapımızın,
Ölünce çürüyüp, dağılması ve her şeyin aslına dönüşmesi
ne derecede doğal ve hatta zorunlu ise,
Saf bir varlık olan ruhun, çürüyüp dağılmaması
ve sürekli aynı halde kalması da aynı derecede doğal ve zorunludur.
4- Mücerredün: Maddeden arınmış, madde ötesi varlık
demektir.
Ruh, maddeden arınmış, madde ötesi bir varlıktır.
Bu nedenle, doğal olarak madde ötesi âlemlerdeki kurallara bağımlı
olduğundan, madde âlemindeki denge, düzen, çekim, kimya ve fizik
kanunlarına tâbi değildir.
Madde âleminin bir parçası olan bedensel yapımız
bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık gibi süreçlerden
geçerken, ruhlar aynı halde kalır. Hatta sürekli ve hızlı hücre
değişimi, kan değişimi, ruhu etkilemediği gibi, böbrek ve kalp
gibi hayatî organların değişimi de ruhu etkilemez.
Bu nedenle, 90 yaşında yatağa bağımlı yaşlı bir
hastanın ruhu ile 20 yaşındaki bir gencin ruhu aynı haldedir.
Bir farkla ki, 20 yaşındaki genç, son model yepyeni
bir araba ile yaptığı gösterileri, lastikleri patlamış ve hurdaya
dönüşmüş eski bir araba ile yapamayacağı gibi,
90 yaşındaki yatağa bağımlı yaşlı hasta da, titreyen
elleri, tutmayan ayakları ve hurdaya dönüşmüş bedeni ile gençliğinde
yaptığı işleri yapamaz.
Sevgili kardeşlerim!
Madde âlemindeki kevnü'l-fesad kanunlarına tâbi olan bedenlerimiz geçicidir ama
aslımız, özümüz, gerçek kişiliğimiz ve kimliğimiz olan ruhumuz
ise kalıcıdır. İnsan, ruh ile görür, ruh ile işitir, ruh ile düşünür
ve ruh ile tasa ve kıvanç duyar.
Ölüm meleği Azrail, bedenle ruhumuzu birbirinden
ayırdığı anda, et ve kemik yığınına dönüşen ve cenaze adını alan
bedenimiz, yer altında çürürken ve korkunç bir görüntüye dönüşürken,
Ruhumuz, evi yıkılan bir kişi gibi garip kalır
ve sonra dünyadaki inancı ve yaşantısı doğrultusunda,
Ya Cennet bahçesine dönüşen kabrinde, manevî feyizler
ve ruhsal zevklerle,
Ya da Cehennem çukuruna dönüşen kabrinde, çeşitli
azaplarla kıyametin kopmasını bekler.
|