Yüce
Allah buyuruyor:
"Kesinlikle Allah katında hak din, ancak İslâm'dır."
(Âl-i İmrân, 19)
Önceki
dinler insanlar tarafından tahrifata (değişikliğe) uğraya uğraya
ilâhî din olma özelliklerini yitirdiklerinden ve ayrıca hükümleri
mensuh olup (yürürlükten kaldırılıp) geçersiz olduklarından...
Yüce
Allah katında hak ve gerçek din, ancak İslâm'dır.
Son ilâhî din olan İslâm'ın temel ilkesi Tevhid'dir. Yani Allah
birdir ve O'ndan başka ilâh yoktur.
Yerleri,
gökleri yaratan, düzenleyen, denetleyen ve denge kanunlarını koyan
O'dur. Mülk O'nundur. Hâkimiyet, egemenlik O'nundur. İster melek,
ister peygamber olsun, hiçbir varlık yüce Allah'a eş, ortak olamaz.
Yüce
Allah buyuruyor:
"(Yâ Muhammed) De ki; Ben de ancak sizin gibi
bir beşerim (insanım). Şöyle ki, bana İlâhınızın bir tek İlâh
olduğu vahyediliyor. Kim ki Rabbine kavuşmayı ümit ediyor (istiyor)sa,
salih (ihlaslı) amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadetinde, (hiçbir
şeyi O'na) ortak koşmasın."
(Kehf, 110)
İslâm'a
göre, Hazret-i Muhammed de bir insandır, kuldur. Bir farkla ki,
yüce Allah O'na peygamberlik görevi vermiştir ve O'na vahiy olunmaktadır.
İslâm'da
ibadetler de yalnızca yüce Allah için yapılır ve yüce Allah'ın
rızası gözetilir.
Müslümanlar
birbirinin ilminden ve öğütlerinden yararlanmakla birlikte, hiç
kimse yüce Allah ile kul arasına giremez.
İslâm'da
imtiyazlı bir sınıf yoktur. Müslümanlar, kardeştir, eşittir.
Peygamber
dahil, hiç kimse başkalarının günahını bağışlama yetkisine sahip
değildir.
Mescidler
para karşılığı günah çıkarma ve vaftiz adı altında çocuk yıkama
yeri değildir.
İslâm'ın dışında uydurma din arayanlara gelince!..
Yüce
Allah şöyle buyuruyor:
"Onlar, Allah'ın dininden başka (bir din mi)
arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde ne varsa, hepsi ister istemez
O'na boyun eğmiştir ve sonuçta O'na döndürüleceklerdir." (Âl-i İmrân, 83)
Yerdeki
atomlardan atmosferdeki gazlara ve gökteki yıldızlardan galaksilere
kadar bütün varlıklar, yüce Allah'ın koymuş olduğu düzene uymanın
dışında, başka bir seçenekleri olmadığı gibi...
İnsanların
da, son ilâhî din olan İslâm'a uymanın dışında hiçbir seçenekleri
yoktur.
İncil'e, Tevrat'a ya da önceki kitaplardan
birine uymak ve onlardaki dinî kuralları uygulamak suç mudur?
Evet
suçtur. Çünkü yüce Allah buyuruyor:
"Kim ki İslâm'ın dışında bir din ararsa (ve
onu uygularsa), ondan (o din) kesinlikle kabul olunmaz ve o kişi
âhirette hüsrana (azaba) uğrayanlardan olur." (Âl-i İmrân, 85)
Yürürlükten
kaldırılan kanunlara uymak ve onları uygulamak, hukuk açısından
geçersiz ve suç olduğu gibi...
Yürürlükten
kaldırılan önceki kitaplara uymak ve onları uygulamak da, yüce
Allah katında hem geçersiz, hem de suçtur.
Örneğin;
bir kişi, ben Hazret-i Âdem'e indirilen suhuflardaki dinî kurallara
uyacağım diye,
Öz
kız kardeşi ile evlenmeye kalkışırsa ne olur?
İslâm'ın dışında kalan toplumlara baktığımızda!..
Yüce
Allah buyuruyor:
"İnsanların mü'minlere karşı düşmanlıkta,
en şiddetlisi olarak Yahudîleri ve müşrikleri bulacaksın ve insanların
sempatice en yakını olarak da biz nasraniyiz (Hıristiyanız) diyenleri
bulacaksın." (Mâide, 82)
Yüce
Allah İslâm'ın dışındaki toplumlardan, yahudîlerle, müşriklerin
mü'minlere (müslümanlara) karşı daha katı ve daha şiddetli düşman
olduklarını,
Hıristiyanların
ise, yahudîlere ve müşriklere göre daha ılımlı olduklarını bildirmektedir.
Bu üç
toplumu ayrı, ayrı incelediğimizde!..
1- Yahudîler
Aşırı
derecede katı ırkçı olan, kendilerini en üstün ırk olarak gören
ve diğer insanların bitki ve hayvan türleri gibi Yahudîler'in
yararı için yaratıldığına inanan Yahudîler...
Tevrat'ta
bildirilen ve Hazret-i Mûsâ'nın haber verdiği son Peygamber'in
geleceğini çok iyi biliyor ve kendilerinden olmasını istiyorlardı.
Beklentilerinin
aksine son peygamber Hazret-i Muhammed'in onlardan (yahudîlerden)
olmayıp, Araplardan olmasını içlerine sindiremediler ve bu nedenle
Hazret-i Muhammed'e ve müslümanlara karşı düşmanlık hareketini
başlattılar.
Geçmişte
olduğu gibi, günümüzde de bu düşmanlık hareketini sürdüren yahudîler,
güçsüz oldukları dönemlerde uysal ve uyumlu bir görünüm sergilerken,
Güçlü
oldukları dönemlerde acımasızca müslümanlara saldırır, bundan
zevk alır ve hatta sevap işlediklerine inanırlar.
Aşırı
derecede katı ırkçı olan yahudîler, gerçekte hak din olan Musevîliği
de doğaları doğrultusunda değiştirip, yahudîlik dinine dönüştürdüklerinden,
Ne başkalarını
bu dine kabul eder, ne de kendileri başka dine girerler.
Doğalarında ve genlerinde aşırı derecede ırkçılık ve aşırı derecede
İslâm düşmanlığı bulunan Yahudîler'in, bu İslâm düşmanlığı gelecekte
de devam edecek ve sonuçta,
Arz-ı Mev'ûd dedikleri yer onlara
top yekün mezar olacak ve dünya, siyonizmin fitnelerinden kurtulup
huzura kavuşacaktır.
2- Müşrikler
Akıl
duygusundan yoksun olan hayvanlar, fıtratlarından kaynaklanan
bir duygunun etkisi ile, belirli vakitlerdeki bedensel ibadetlerini
düzenli bir şekilde yaparken ve yüce Allah'ı hamd ile tesbih ederken...
Ne yazık
ki en akıllı, en bilinçli varlıklar olan insanlardan bazıları,
kendileri gibi âciz ve fâni insanları ilâhlaştırıp putlaştırmakta
ve onların adına diktikleri taşlara tören ya da âyin adı altında
tapınmaktadırlar.
Putlaştırdıkları
kişilerin görüş ve ideolojilerini din gibi benimseyen müşrikler,
bunu çağdaşlık olarak algılamakta ve kendileri gibi düşünmeyenleri
gericilikle suçlamaktadırlar.
Dinî
açıdan olduğu gibi, bilimsel açıdan da geçersizliği ve tutarsızlığı
kanıtlanan putçuluk hareketi, modern çağımızda da bazı çıkar çevreleri
tarafından zorbalıkla ve yapay solunumla yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Müşrikler
karşılarında en büyük engel olarak, tek hak din olan İslâm'ı gördüklerinden,
zaman zaman çok katı bir İslâm düşmanlığını gündeme getirseler
de,
Doğalarında
yahudîler gibi katı İslâm düşmanlığı bulunmadığından, her an İslâm'a
gelebilir ve en seçkin müslüman oluverirler. Hazret-i Ömer örneğinde
olduğu gibi..
3- Hıristiyanlar
Çağımızda
bilim ve teknolojinin öncüleri olan Hıristiyanlar atomun, hücrenin
iç yapısını, çekirdeğini ve çekirdeğin iç yapısını didik didik
araştırdıkları gibi,
Aynı
duyarlılığı din konusunda da gösterseler ve ön yargıdan arınmış
sağ duyuları ile bir de dinlerini araştırsalar!...
Gerçekte
hak din olan Hıristiyanlığın, yüzyıllar boyunca bozula bozula
ne hale geldiğini ve gerçek din ile bir ilgisinin kalmadığını
göreceklerdir.
Çünkü
Allah katındaki hak dinlerin ortak temel ilkesi tevhiddir. Yani
Allah birdir, O'ndan başka ilâh yoktur.
Yüce
Allah kainatta (evrende) öyle bir denge-düzen kurmuş ki, bir tek
varlık bu denge-düzenin dışına çıkamaz, kendiliğinden başka bir
düzene geçemez ve kesinlikle yüce Allah'a eş, ortak olamaz.
Ayrıca
Allah katındaki hak dinler, ortak tevhid inancından sonra iki
temel kaynağa dayanırlar:
(a)
Yüce Allah tarafından görevlendirildiği mücizelerle kanıtlanan
hak peygamber,
(b)
Yüce Allah tarafından peygamberlere indirilen ilâhî kitap.
Hıristiyanlıktaki peygamberlik inancına baktığımızda!..
İlâhî
bir mucize olarak babasız dünyaya gelen Hazret-i Îsâ'ya Allah'ın
oğlu diyen ve O'nu ilâhlaştırıp Allah'a ortak koşan Hıristiyanlar,
Hazret-i Îsâ'nın peygamberliğine inanmamakta ve O'nu peygamber
olarak kabul etmemektedirler.
Çünkü
bir peygamber ilâh olamayacağı gibi, gerçek ilâh da peygamber
(yani elçi) olamaz.
Yüce
Allah şöyle buyuruyor:
"Meryem oğlu Mesih (Hazret-i Îsâ), ancak bir
peygamberdir. O'ndan önce nice peygamberler gelip geçti. Annesi
de sıddıkadır. Her ikisi de yemek yerlerdi." (Mâide, 75)
Hazret-i
Îsâ'yı ve annesi Hazret-i Meryem'i ilâhlaştıranlara yüce Allah
şöyle buyurdu:
"Hazret-i Îsâ, ancak bir peygamberdir.
Ondan önce nice peygamberler gelip geçti. Peygamberlerden her
birinin farklı özellikleri ve farklı mucizeleri olduğu gibi, Hazret-i
Îsâ da ilâhî bir mucize olarak, babasız dünyaya geldi.
Annesi Meryem de, Allah yolunda
gerçek sadıklardan (doğrulardan) dır. Ancak, ilâh olmayıp insan
oldukları için, ikisi de yemek yerlerdi."
Diğer
canlılar gibi dünyadaki yaşam koşullarına bağımlı oldukları için,
Havayı
soluyan, suyu içen, çeşitli gıdaları yiyen, bunları iç organlarında
sindirdikten sonra, kalın bağırsağında biriken artıkları gidip
tuvalete boşaltan ve eli ile edep yerlerini temizleyen kişi,
İlâh
ya da Allah'ın oğlu olur mu?
Hazret-i
Meryem'in döl yatağında yatan ve sonra mahrem yerlerinden geçip,
dünyaya gelen kişi,
İlâh
ya da Allah'ın oğlu olur mu?
Hangi
akıl, hangi mantık, hangi sağ duyu bu saçmalığı kabul eder ve
hangi vicdan bu sapıklığı onaylar?
Hazret-i Îsâ'nın dünyaya babasız gelişine
baktığımızda!
Yüce
Allah şöyle buyuruyor:
"Kesinlikle Allah katında Îsâ'nın örneği,
Âdem'in örneği gibidir. O'nu (Âdem'i) topraktan yarattı. Sonra
O'na 'ol' dedi (ruh verdi) O da (insan) oluverdi." (Âl-i İmrân, 59)
Babasız
dünyaya gelen Hazret-i Îsâ'ya Allah'ın oğlu diyen ve O'nu ilâhlaştırıp
Allah'a ortak koşanlara, yüce Allah Hazret-i Âdem'in yaratılışını
örnek veriyor.
O'nu
(Âdem'in bedenini) topraktan yarattı. Sonra O'na ol dedi (ruh
verdi) ve O da hemen canlı bir insan oluverdi.
Yüce
Allah'ın madde âlemindeki canlılar için koymuş olduğu üreme kanunlarına bütün canlılar
uyma zorunluluğunda olmakla birlikte,
Yüce
Allah kendi koymuş olduğu kanunlara uyma zorunluluğunda değil
ki!..
Dilediği
varlıkları, dilediği an farklı yöntemlerle yaratır.
Hazret-i
Îsâ'yı farklı bir yöntemle babasız yaratan yüce Allah, Hazret-i
Âdem'i de daha farklı bir yöntemle, hem annesiz hem de babasız
yarattı.
İlk
insan olan ve annesiz, babasız yaratılan Hazret-i Âdem'e tek bir
kişi Allah'ın oğlu ya da İlâh diye tapınmadığı ve yüce Allah'a
ortak koşmadığı halde,
Hazret-i
Îsâ'ya Allah'ın oğlu diyen ve O'nu ilâhlaştırıp yüce Allah'a ortak
koşanlar, gerçekten apaçık bir sapıklığın içindedirler.
Ve yüce
Allah şöyle buyuruyor:
"And olsun ki, Allah üç'ün (üç ilâh'ın) üçüncüsüdür
diyenler kâfir oldu. Gerçek şu ki, bir tek ilâh (olan Allah)'tan
başka ilâh yoktur." (Mâide, 73)
Hazret-i
Îsâ gibi ulûl azim bir peygamberi ve Rûhu'l-kudüs (kutsal ruh)
gibi mukarreb bir meleği ilâhlaştırıp Allah'a ortak koşanlar,
müşrik oldukları için Allah katında kâfir sayılmışlardır.
Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil'e gelince!..
30 yaşında
peygamber olan ve 33 yaşında göğe kaldırılan Hazret-i Îsâ'ya,
3 yıllık peygamberlik döneminde, çok az sayıda kişi iman etmişti.
Hazret-i
Îsâ'nın göğe kaldırılışından sonra etrafa dağılan havâriler, Yahudîler'in
ve Romalıların ağır baskısından dolayı, o dönemde hak din olan
Hıristiyanlığı gizlice yaymaya çalışıyorlardı.
İnsanları
gizlice Hıristiyanlığa davet eden havariler, İncil'den bölümler
okuyor, bunların yorumunu yapıyor, Hazret-i Îsâ'nın sözlerinden,
yaşantılarından örnekler veriyorlardı. Ayrıca kendileri de bazı
öğütlerde bulunuyorlardı.
Hıristiyanlığı
kabul edenlerden bazıları, havarilerden dinlediklerini, yani İncil'den
okunan bölümleri, bunların yorumlarını, Hazret-i Îsâ'nın söz ve
yaşantılarından örnekleri ve havarilerin öğütlerini karmaşık bir
şekilde yazmaya ve yazdıkları bu kitaplara İncil adını vermeye
başladılar.
Sonradan
gelenler, kulaktan duyma her çeşit hurafe ve efsaneleri de bunlara
ilave edince, birbirinden farklı ve çelişkili yüzlerce kitap (İncil)
ortaya çıktı ve kitap kargaşası başladı.
Miladî
323 yılında Roma İmparatoru Konstantin'in Hıristiyanlığı kabul
etmesi ile Hıristiyanların üzerindeki devlet baskısı kalktı ve
Hıristiyanlık Roma Devleti'nin resmî dinî oldu ama,
Kitap
kargaşası ve ondan kaynaklanan inanç ve ibadet kargaşası devam
ediyordu.
Kitap
kargaşasına bir çözüm arayan Konstantin, milâdî 325 yılında, yani
Hazret-i Îsâ'nın göğe kaldırılışından 292 yıl sonra, İznik'te
papazlar kurulunu topladı ve onlara, yüzlerce İncil'in arasından
birini gerçek İncil olarak seçmelerini emretti.
Hıristiyanlığı
kabul ettiği dönemdeki karmaşık koşullar nedeni ile Hıristiyanlığın
öz kaynağına inemeyen ve hak dinlerdeki ortak temel ilkeleri bilmeyen
Konstantin,
Kıyamete
kadar devam edecek bir yanlışı başlattı ve ilâhî vahye dayanan
bir görevi, sıradan birer insan olan papazlara verdi.
Peki, papazlar kurulu ne yaptı?
Ya da
ne yapabilirlerdi ki!..
Peygamber
değillerdi ki, gelen vahye göre hareket edip gerçek İncil şu ya
da bunların içinde gerçek İncil yok diye kesin karar verebilsinler!
Önlerinde
gerçek İncil yoktu ki, aynısını ya da ona en yakın olanını tercih
etsinler!
Papazların
işi gerçekten zordu. Ancak büyük Konstantin denilen koskoca Roma
imparatoru emir vermişti.
Papazların
tek seçeneği vardı. Duygusal yaklaşımla hareket edip İncillerden
birini seçmek ve sonra, gerçek İncil bu diye ilan etmek.
Tek
İncil üzerinde anlaşma sağlayamadılar ama, içlerinden Matta, Luka, Markos ve Yuhanna'ya ait olduğu iddia edilen
dört İncil'i, Gerçek İnciller diye ilan ettiler.
İznik'te
toplanan papazlar kurulu işin içinden sıyrılmıştı ama bu kurulda
bulunmayan papazlar ve Hıristiyan kamu vicdanı tatmin olamamıştı
ve kitap kargaşası devam ediyordu.
Hıristiyan kamu vicdanının tatmin olmaması üzerine, 364 yılında
Laodiese'de ve 387 yılında Kartaca'da toplanan kurullarda, bu
işe bir çözüm arandı ve İncil'ler üzerinde değişiklikler yapıldı,
yine başarılı olunamadı.
Artık
iş çığırından çıkmış ve papazlar yetkilerini aşmışlardı. Peygamberlerin
bile ilâhî kitaplar üzerinde en küçük bir değişiklik yapmaya yetkileri
olmadığı halde, İncil adı verilen kitaplar, papazların oyuncağı
olmuştu.
Sonra,
İstanbul'da, İzmir'de, Aydın'da, Efes'te ve Kadıköy'de toplanan
kurullarda da İncil'ler üzerinde değişiklikler yapıldı, kesin
bir çözüm arandı, tabii ki başarılı olunamadı, olunamayacak ve
Konstantin'in başlattığı bir yanlış Kıyamet'e kadar devam edecek!...
Atalarımız,
"zararın neresinden dönülürse, kârdır"
demişler.
Bugünkü
Hıristiyan dünyasına baktığımızda, onların manevî zarardan dönme
niyetinde olmadıklarını görüyoruz!
1947
yılında Kudüs yakınlarındaki bir mağarada o yörede hayvanlarını
otlatmakta olan çobanlar tarafından, bir küp içinde el yazması
İncil bulunmuştu.
Hıristiyan
dünyasına bomba gibi düşen bu haber, bütün gazeteler tarafından,
hem de sür manşetten, "Gerçek
İncil bulundu" diye kamuoyuna duyurulmuş ve haftalarca
Hıristiyan dünyasının gündeminde kalmıştı.
Dünya
Kiliseler Birliği derhal bunu incelemeye aldı ve sonra. Evet sonra
birden sır oldu ve karanlığa büründü.
Neden mi?
Çünkü
Hıristiyan dünyasının ve özellikle kiliselerin gerçek İncil'e
uyum sağlamaları ve ilâhî emirler doğrultusunda yaşamaları çok
zordu. Özellikle son peygamberle ilgili ilâhî emirler onları ürküttü.
Yalan
da olsa, yanlış da olsa papazların düzenlediği İncil'leri, gerçek
İncil'e tercih ettiler ve manevî zarardan geri dönemediler.
İşin
en ilginç ve çarpıcı yönü ise!..
Kendi
iç sorunlarını çözüme kavuşturamayan ve ellerindeki İncil'lerin
gerçekten ilâhî kitaplar olduğunu vicdanen kabullenemeyen Hıristiyanlar,
Ne yazık
ki kurdukları gizli misyoner teşkilatları ile, ellerindeki bozuk
ve uydurma İncil'leri İslâm ülkelerine ihraç etmeye ve müslümanları
Hıristiyanlaştırmaya çalışıyorlar.
Gülünç
ama, gerçek. Atalarımız ne güzel demişler; "Kendisi muhtâc-ı himmet, nerde kaldı gayre
himmet".
Hıristiyanlara samimi bir uyarım!
Gerçek
olduğuna inanamadığınız İncil'lerin baskısı ile uğraşacağınıza
ve onları İslâm ülkelerinde gizlice pazarlayacağınıza...
Gelin,
ilm-i Arapça'yı çok iyi bilen kişilerin ve bilim adamlarınızın
katılımı ile bir komisyon oluşturun ve bu komisyonda, son ilâhî
kitap olan Kur'ân'ı (meal ve çevirilerinden değil) aslından inceleyin!...
Kur'ân'ın,
gerçekten ilâhî kitap olduğunu görecek, her aradığınızı onda bulacak
ve ruhsal açıdan tatmin olup, inşâAllah iman edeceksiniz...
Sakın
ha! Putçulukta inatla direnen müşrikler gibi, "biz babalarımızı bu yolda bulduk, onların
izinden gideriz" demeyin!
Çünkü
yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ya babaları bir şey bilmiyor ve yanlış yolda
iseler!" (Mâide, 104)
Evet,
ya babalarınız bir şey bilmiyor ve yanlış yolda ise?
Modern
fiziğin kurucusu İtalyan bilim adamı Galileo'yu, dünyanın döndüğünü
söylediği için aforoz edip zindana attıran papa ve papazlarınız
da bir şey bilmiyor ve yanlış yolda iseler!...
Son
ilâhî kitap olan Kur'ân ise, Galileo'dan bin küsur yıl önce, "Ve küllün fiy felek'in yesbehûn." (Yasin,
40) âyeti ile, yalnızca dünyanın değil, ayın ve güneşin de yörüngelerinde
döndüğünü haber veriyor.
|