el- MECÎD
“Azim üş şan, şanı yüce” anlamına gelen el-Mecid ismi celili Kur’anı kerimde iki
defa geçmekte. “O övülendir, şanı yücedir” (Hûd 73) “Arşın sahibidir, yücedir” (Bürûc
15)
İki defada Kur’anın sıfatı olarak gelmiştir. “Fakat O yüce bir Kur’andır.” (Bürûc
21) “Kaf. Şanı yüce Kur’ana yemin olsun ki..” (Kaf 1)
Her gün namazlarımızın son oturuşunda Efendimize salatü selam getirirken sonunu
“İnneke Hamid-ün-Mecid” diye bitiririz. Bu gözlerin göremeyeceği, hayallerin
ulaşamayacağı kadar yüce Rabbimizin nimet denizinde yüzüyoruz.
Onun verdiği gözle güzellikleri görüyoruz. Burunla kokluyoruz. Verdiği dille
yine Onun verdiği milyonlarca farklı tadı tadabiliyor ve ayırt edebiliyoruz.
O yücelerden yüce Rabbimizin kelamıda yüce. Belağatıyla, fesahatıyla, İcazıyla,
letafetiyle, tazeliğiyle, tadıyla erişilmez olan Kur’an-ı Mecide iman eden
Mü’minlerde yüce bir gönüle sahip olmalı. İyilik yapan, yaptığı iyiliği unutan,
dostluğundan zevk alınan bir Müslüman olmaya çalışmalıdırlar.
El-BAİS
“Ölüleri dirilten” anlamına gelen bu “el-Bais” ismi şerifi Kur’anı kerimde
“el-Bais” olarak değilde Kabirlerde olanları diriltir şeklinde gelmiştir.
“Kıyamet muhakkak gelecektir ve onda hiç şüphe yoktur. Allah muhakkak
kabirdekileri diriltir” (Hac 7)
Gözle görülemeyecek kadar küçük meni parçacığını ana karnında diriltip dünyaya
çıkaran Rabbimiz, kabirlerdekini de diriltir.
Güz mevsiminde sayılarını ancak Allah’ın bildiği çekirdekler ve daneler
yapraklarına sarınarak, üzerlerinede kardan kefenler çekerek toprağa gömülürler.
Bahar mevsimi gelince İsrafil’in Sur’u gibi seher yelleri esmeye başlayınca
ölmüş çekirdekler çiçeğe dönüşürler.
Rabbimiz her an bize diriliş mucizelerini göstermekte. Ancak insanoğlu
gördükleri üzerinde fazla düşünmemekte ve önem vermemekte.
Aklı gözünde olan, bülbülü bir yudumluk et gibi gören, Materyalist kafaya sahip
insanlar her çağda olmuş.
İmansızın bir çürümüş kemiği ufalayarak Efendimize: “Bu çürümüş kemikleri kim
diriltecek?” demiş. Rabbimiz cevap veriyor: “Deki! Onları ilk defa yaratan
diriltecektir. O bütün yaratıkları bilir. (Yasin 78-79)
12 Eylül 1980 askeri darbenin ardından hapishaneler ağzına kadar doldu. Bende
vaiz olarak ağırlığı hapishaneye verdim. Sağcılara ayrı ders, solculara ayrı
ders veriyorum. Aslında aynı mahallenin iki çocuğu veya aynı ailenin iki
çocuğundan birine “sen sağcısın” demişler. Öbürüne de “sen solcusun” demişler.
Bunların arasında hiçbir kültür farkı yok.
Solcular bölümünden biri “ben ahirete inanmam. Bir adam denize düşse. Balina
adamı yutsa, balıkçılar balinayı tutsa, bin parça yapıp satsa, binlerce adam
balinayı yese. Bunlar ayrı ayrı ülkelerde ölse, birisi yanıp duman olsa, şimdi
bu denize düşen adamı Allah nereden bulacak?” demişti.
Bak sen dağılışı anlattın. Bende senin toplanışını anlatayım. Bundan otuz beş
sene önce sen yoktun. Ana rahmine düştün. Orada seni besleyip büyüten Allah,
seni dünyaya çıkardı. Adana’dan domates, Konya’dan un, Karaman’dan bulgur,
Rize’den çay, Trakya’dan ayçiçeği, gökyüzünden güneş enerjisi, Afrika’dan lodos,
Kafkaslar dan poyraz geldi ve bu hale geldin.
İnsan bile televizyon vericisiyle havaya verdiği ses, renk ve çizgileri dünyanın
öbür ucunda televizyon düğmesine basıverince topluyor. İnsanı yaratan Allah
niçin toplamasın? Dediğimde topluca “toplar hocam” demişlerdi.
“Şifa tefsiri” adı altında sekiz cilt olarak yayınlanan tefsirimi önce İstanbul
da Cağaloğlu’nda Cezeri Kasım Paşa Camiinin konferans salonunda herkese açık
ders olarak yaptım.
O derslere katılan, insanların öldükten sonra amellerine göre tekrar dünyaya
geldiğine inanan bir dinleyenime: “Peki dünyada nüfus artıyormu? Geriye doğru
gidersek Adem ile Havva’dan geldiğimize inanıyor musun?” dediğimde. “Evet
inanıyorum ve nüfusda artıyor.” demişti. “Peki Adem ölünce badem olarak gelir.
Badem ölünce Adem olarak gelir ve nüfus çoğalmazdı. Bu artış nereden geliyor?”
Dediğimde “Onu merkezimize sormam lazım” dedi ve bir hafta sonra “uzaylı
dostlarımızdan takviye yapılıyormuş” demişti.
Ayrıca derse katılan ve İslam dinini de öğrenmeye çalışan Adana’lı bir delikanlı
“Hocam ben, annem, babam, bizim köy hepimiz bir başkasının ruhunu taşıdığımıza,
çocukluktan itibaren inandırılırız. Aklım başıma gelince yalan söylediğimin
farkına vardım. Ama bırakmak zor. Ama şimdi ben yapmıyorum. Atmıyorum. Ama ailem
yine atmaya devam ediyor” demişti.
Türkiye de yetmiş milyon insandan kimse geçmişte dünyada nasıl yaşadığını
hatırlamaz. Yalnız Adana ve Hatay yöresinde bir avuç insan hatırlar.
Ayrıca bu köylerde uzun araştırma yapan Amerikalıların söylenenlerin inandırıcı
olmadığı kararına vardıklarına Prof. Doksat bey bir televizyon proğramında
söylemiştir.el-Bais’e =Ölüleri diriltene iman edenler olarak bizler de diriliş
erleri olur ve bir insanın Müslüman olmasına sebep olursak bütün insanlığı
diriltmiş gibi oluruz.