ÖNSÖZ
İnsanı yaratan, Kur’an’ı
indiren, İnsana edebi ve edebiyatı öğreten, Allah’a hamdolsun.
Kur’an’ın nasıl yaşanacağını
kendi hayatıyla bize gösteren Rasülüne salâtü selâm olsun.
Onun eğitiminden geçen ve
bize onun hayatını, söz ve yaşantılarıyla bize nakladen ailesine ve ashabına
selâm olsun
Sekiz ciltte tamamlanan “ŞİFA
TEFSİRİ” isimli eserimi, İstanbul,Cağaloğlunda Cezeri Kasım camiinin konferans
salonunda konferans şeklinde vermeye başlaman önce, rivayet ve dirayet
tefsirlerini temin ettim.
Ahmet Yesevi, Mevlâna, Yunus
Emre, Şeyh Sadi, İbn-i Haldun gibi söz ve gönül sultanlarının eserlerini gözden
geçirdim ve bunların eserlerinde geçen ayetleri tespit ettim.
Bu sinesi Sinâ olan söz
sultanlarının dilinden güç alarak ayetlerin daha kolay anlaşılmasını sağlamaya
çalıştım.
“Şifa Tefsiri” isimli esrimi
önce konuşarak on senede tamamladım ve sekiz cilt halinde yayınlandı.
Tuttuğum notlar da
kaybolmaması için
“Ahmet Yesevi’nin diliyle
İslâm”
“Mevlâna’nın diliyle Kur’an
tefsiri” isimli eserlerim yayınlandı.
İbn-i Haldun’un “Mukaddime”
sinde geçen ve İbn-i Haldun’a yol gösteren ayetlerden bir çoğunu bu eserde
okuyacak ve İbn-i Haldunun, birinci kaynağının Kur’an olduğunu göreceksiniz.
İBN_İ HALDUN
İbni Haldun
(732/1332-808/1406) Tunusta doğmuş, Arap kökenli, Sahabeden Vail b. Hucr
neslinden gelen, soylu, kahraman, alim ve amil bir ailede yetişmiştir.
Medreseden yetişmiş, devlet
başkanlarına danışmanlık yapmış, Timur’un dikkatini üzerine çekmiş, Mısırda
kadılık yapmış, o günün sanat dallarının hepsi hakkında bilgi sahibi olmuş ve
“Mukaddime”siyle hala dünya düşünürlerinin dikkatlerini üzerine çekmeyi
başarmış nadir insanlardan biridir.
Hz. Alinin : “Ünzur ilâ ma
Kale, Velâ tenzur ilâ men kale= Söylenene bak, söyleyene değil” sözüne binaen
ben, İbni Haldun’u tanıtmak yerine İbni Haldun’un “Mukaddime”sindeki
görüşlerinde hangi ayetlerin etkisinde kaldığını sunacak ve ben yine
dikkatinizi İbni HALDUN’UN sözlerinden ziyade Kur’an ayetlerine çekmeye
çalışacağım.
Lokman hekim, ibni Sina
ve çağdaş eczacılar aynı
tabiattan herkes kendi çağının
hastalıklarına ilaç bulduğu gibi,Kur’an ayetlerinden de her çağın alimleri
kendi çağının ilacını bulması gerekir.
Kur’an ayetleri anne sütü
gibidir. Bir günlük çocuğa, bir günlük gıdayı verir, altı aylık çocuğa altı
aylıkken lazım olan gıdayı verir. Rektörün aynı ayetten anladığı ile dağdaki
çobanın anladığı ayrı olacaktır. Altı milyar insan anlamak için gönlünü verirse
Rabbimizin murat ettiğine yaklaşılır. Gıdaların tabii olanı daha iyi olduğu
gibi, sözlerin ilahi olanı yani Allah’a ait olanı daha iyidir. Bu dünya
yolculuğunda en ünlü hatipleri yaratan Allah’ın hitabına kulak verelim.
Hak ile batıl da Kur’an’ın
adalet ölçüleri içinde belli olur. Kur’an’ı toplum hayatından çektiniz mi
korkaklar kahraman, devleti soyanlar baba, kadın ticareti yapanlar vergi
rekortmeni kutsal insan olup çıkıveriyor.
Güneş, hava, su, toprak ilk
insandan son insana kadar herkese faydalı olarak yaratıldığı gibi Kur’an-ı
Kerim de son insana kadar insanlığa yol göstermeye devam edecektir.
İbni HALDUN’UN hayatını
okumak isteyenler Diyanet Vakfı Ansiklopedisinin ondokuzuncu cildin son maddesi
ile yirminci cildin ilk maddesini okusunlar veya Süleyman Uludağ’ın Dergah
yayınlarından çıkan Mukaddime tercemesinin birinci cildinin baş tarafını
okusunlar.
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (1) (10/08/2001/Cuma)
Hocam, tarih okumak
istiyorum,önce hangisini okuyayım?
diyenlere: “Önce Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerimi oku. Rabbimiz orada
bizler ibret alsın diye, hayatımızda karşılaşabileceğimiz en önemli olayları
yaşayan ve en doğru çıkış yolları bulan peygamberlerin hayatını vermiş;en güzel
kıssaları en güzel şekilde bize bildirmiş. Kur’an’ı okuduktan sonra dilediğin
tarih kitabını oku;şaşmazsın.Çünkü sende doğru bir tarih bilinci meydana gelmiştir.
Tarih kitaplarını insanlar yazdığı için tarafsız olmaları mümkin değildir. Yüz
sene önce yaşayan Sultan Abdülhamit han bir tarihçiye göre, “Kızıl sultan”dır,
öbür tarihçiye göre de “Cennet mekân,ulu hakan, AbdülHamid han”dır. Şimdi sen
hangisine güvenerek onu kaynak göstereceksin?demiştim.
İbn’i Haldun o meşhur
“Mukaddime”sine tarih ilminin çok şerefli ve çok değerli bir ilim
olduğunu,Peygamberlerin,kralların,hükümdarların,devlet başkanlarının hallerini
tavırlarını ve takip ettikleri siyasetlerini bize bildirdiğini haber verir. Din
ve Dünya işlerini düzene koymak için okunacak olan tarih,
Sağlam kaynaklara
Çeşitli bilgilere
Dikkatli incelemeye
Haberlerle olayları
kıyaslamaya
Hikmeti üzerinde araştırmaya
Haberin,tabiat kanunlarına
uyup uymadığını araştırmaya ihtiyaç olduğunu yazdıktan sonra tarih kitaplarının
yazdığı fakat inanılması mümkin olmayan abartılardan örnekler verir.
Tarihçilerin,”Hz,Musa’nın
ordusunda yirmi yaşın üzerinde altı yüz bin insan vardı” haberini hem biyoloji
açısından hemde coğrafya açısından imkansızlığını ispat eder ve Tefsircilerle
tarihçilerin yalnız rivayetlere dayanarak verdikleri hükmün yanlış olacağına
dikkatimizi çektikten sonra bu tür abartılı haberlerin sebebini,
İnsan nefsinin garip
haberlere düşkün olması,
Haddi aşan sözlerin dile
kolay gelmesi,
Bir takipçi ve tarih
kritikçisinin geleceğinden gaflet etmesi
olarak açıklıyor.
Hani günümüzde “Köpeğin adamı
ısırması haber değildir, adamın köpeği ısırması haberdir” sözü, hepimizin acaip
ve garip olaylara kulak verdiğimizin ifadesidir.
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (2) (13/08/2001/pzrts
İbn’i Haldun, bu tür abartılı
haberleri verenleri, nefis muhasebesi yapmamak,haberleri verirken ölçülü
olamamak,araştırıp doğruyu bulmaya yönelememek,söz dizginlerini salıverip yalan
otlağında otlamak,Allahın ayetlerini bile alaya almak ve insanları Allah’ın
yolundan saptırmak için bilgisizce eğlendirici sözler satın almak olduğunu
ifade eder ve şu iki ayeti verir:
Allah’ın âyetlerini oyuncak
yerine almayın ve Allah’ın size olan nimetini ve kendisiyle öğüt vermek üzere
indirdiği Kitabı ve hikmeti hatırlayın. (Bakara 231)
İnsanlardan bir kısmı,
Allah’ın yolundan sapıtmak için, bilgisizce eğlendirici sözler satın alır ve o
(Allah’ın yoluyla) alay ederler. İşte onlar için alçaltıcı azap vardır. (Lokman
6)
Sonra tefsircilerin
yanılgısına dikkatimizi çeker ve
Rabbin, Ad (kavmine) ne
yaptığını görmedin mi?
Direkler sahibi İrem’e
(halkına ne yaptığını),
Ki, ülkeler içinde benzeri
yaratılmadı. (Fecr 6,7,8)
Ayetini tefsir ederken ayette
ve hadislerde olmayan haberleri naklederek
Taberi, Sealibi ve Zemahşeri’nin de bu hatayı yaptığını söyler.
Yemen de duvarları altından,
direkleri zebercet ve yakuttan ve çeşit çeşit meyveleri olan İrem şehrini Allah’ın helak ettiğine dair hiç
bir haber olmadığı gibi tarihi kalıntılardan da bir işaret bulunmadığını,bu tür
haberlere inanılmamasını bildirir.
Her dönemde halkın tanıdığı,
bildiği, varlığından haberdar olduğu insanlar hakkında halk arasında doğru veya
yanlış haberler çabuk yayılır. Dostları abartılı iyilikler yayarken, düşmanları
ise ağza alınmayacak iftiralar üretirler. Tarihçi veya tarih okuyanlar tuzağa
düşmemeleri için dikkatli olmalılar. Bu gün yazılanlar gelecek nesillerin
yazacağı tarihe malzeme olacaklar.
İbn’i Haldun bu konuda Harun
Reşid’i örnek verir. Harun Reşid her gece yüz rekat nafile namaz kılan, bir
sene hacca gidip bir sene gazaya çıkan, İmamı Malik seviyesinde ilme sahip
oyduğu halde devlet görevi nedeniyle kitap yazamayacağını İmam Malik’e bildirip
Sevgili peygamberimizin hadislerini ve Ashabın eserlerini toplamasını isteyen
ve “Muvatta” isimli eserin yazılmasına sebep olan Harun Reşid hakkında yazılan
yalanları reddederken Yusuf süresinde anlatılan ve Yusuf aleyhisselama yapılan
zina teşebbüsü iftirasının açığa çıktığı
(Kral, kadınlara ):
“Yusuf’tan murat almak istediğinizde durumunuz neydi?” dedi. Kadınlar: “Haşa,
Allah için biz, Onun hiç bir kötülüğünü bilmiyoruz” dediler. Aziz’in hanımı:
“Şimdi gerçek ortaya çıktı, Ben,Ondan murat almak istemiştim;şüphesiz O, doğrulardandır.”dedi.
(Yusuf 51) Ayetini verir .
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (3) (14/08/2001/Salı)
İbn’i Haldun,Bir gün yine
gece namazı kılarken Yâsîn süresinin 22’inci ayetini “Ben, beni yaratana niçin
ibadet etmeyeyim?” okuyunca kendisini
hep eğlendiren İbni Ebi Meryem : “Vallahi ben de bilmiyorum niçin ibadet
etmiyorsun?” deyince Harun kendini tutamadı güldü. Namazdan sonra kızarak
“Kur’an ve din konusunda şakadan kaçın. O ikisinin dışında dilediğini yap”
der.(Mukaddime,giriş)
Siyasi nedenlerle uydurulan
yalan haberlere örnek olarak Fatımiler devletini kuranlara karşı olan
Abbasilerin etkisinde kalarak
Fatımilerin, Hz. Fatıma soyundan olmadıklarını, bunların Hz. peygamberin
neslinden gelmediklerini ispat konusunda bir çok değerli ilim adamının da
yanıldığını bildirir. Ve onlara “Fatımiler 270 yıl hüküm sürdüler. Sonra gelen
yöneticilerin ilhat ve Rafızilikleri önce yaşayanların da kötü olduğunu ifade
etmez. Onlar Hz. Fatıma’nın soyundandırlar” diyor ve Nuh aleyhisselamla
babasına iman etmeyen oğlunu örnek veriyor ve:
(Allah) dedi ki: “Ey Nuh,
(iman etmediği için) o, senin ailenden değildir. O yaramaz bir işdir. O halde
hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Cahillerden olmayasın diye sana ben
öğüt veriyorum.” (Hud 46) ayetini delil olarak getirir ardından da Sevgili peygamberimizin kızı
Fatıma’ya : “Fatıma, amel etmeye bak, Ben, Allah katında sana hiç bir şekilde
faydalı olamam” hadisini de delil getirir. (Buhari,Şuara süresi tefsiri,Müslim,İman,hadis
206)
Nuh aleyhisselamın oğlunun
kafir olması babasına bir eksiklik olmadığı gibi Hz.Fatıma annemizin Peygamber
kızı olması onun Allaha ibadette kusur yapmasına sebep değildir.
İbn’i Haldun bu konuda Ahzab
süresinin 4’üncü ayetini de delil getirir. Cahiliye döneminde bir kişi hanımına
“Sen benim anamsın” dedimi hemen boş olurmuş veya bir adam,başka birinin
çocuğunu evlatlık edindiği zaman hemen o adamın çocuğu gibi olurmuş. Rabbimiz
bu konuda da düzenleme getiriyor ve söyleyivermekle kadının anne olmayacağı,
başkasının çocuğunun onun çocuğu gibi olmayacağı açıklandıktan sonra
Allah doğruyu söyler. O doğru
yola ulaştırır. (Ahzab 4)buyurur.
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (4) (15/08/2001/Çrşmb)
İbn’i Haldun, tarihçilerin
her söylediğinin doğru olmayabileceğini hatırımızdan çıkarmamamız gerektiğine
işaret eder.
İbn’i Haldun,tarihçilerin
yanıldığı ve farkına bile varamadığı gizli yanlışlarından birinin de toplum
hayatındaki değişimin ağır olduğudur. Günlerin geçmesi asırların değişmesiyle
örfler,adetler,gelenekler,değerler ve değerli şeyler değişiyor. Ancak bu
değişimlerin hepsini bir insan
göremediğinden kendi döneminin değerleri ile geçmişte meydana gelen olayları
değerlendirmeye kalkıyor ve hata ediyor diyor. Örnek olarak “Haccac’ın babası
öğretmendi” haberini tarihten okuyan biri Haccac’ı çok değerli birinin oğlu
zanneder.Halbuki o dönemde öğretmenlerin hiç bir değeri yoktu”der.
Eh günümüzde de öyle değil
mi? En fazla değer vermemiz gereken öğretmenlere değer vermiyoruz ve ikinci bir iş yapma
mecburiyetinde bırakıyoruz.
Bir başka örnek verir:
“Filan, kadı/hakim idi” haberini tarihten okuyan kişi olayı kendi döneminin
kadı/hakimleriyle kıyaslayarak değerlendirir. Halbuki o kadı/hakim o dönemde
aynı zamanda ordunun da komutanı idi.
Çağların değişmesiyle
değerlerin değişmesini bilmeli ve tarihi olayları kendi çağıyla değerlendirmeli
der ve
“Kulları hakkında Allah’ın
geçerli yasası budur.” (Mü’min 85) ayetini delil getirir ve değişime işaret
eder. (Mukaddime 35)
İbn’i Haldun,kendi eserini
batıdaki devletler ve milletlerin durumlarına ayırdığını,doğu hakkında edindiği
bilgilerin yeterli olmaması nedeniyle yazmadığını,o konuda Mesudi nin tarihinin
önemli olduğunu, çünkü Mesudi, tarihini gezip görerek yazdığını ifade ettikten
sonra
“Her ilim sahibinin üstünde
daha alim biri vardır.” (Yusuf 76)
Ayetini verir ve “Bütün
ilimler Allaha aittir.İnsan ise aciz ve kusurludur”der (Mukaddime 38)
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (5) (16/08/2001/Prşmb)
Medeni olmanın kendine özel
kanunları olduğunu “Mukaddime”de bunları açıklayacağını,bu konuda daha önce
kitap yazılmışsa bile bu güne kadar gelemediğini, Kıptilerin, Süryanilerin,
Farsların yazmış olduğu kitapların elimize ulaşmadığını,Yunan’ın
eserleri,Halife Me’mun’nun emriyle Arapça’ya terceme edilmesiyle onların eserlerine
ulaşıldığını, İran kisrası Enuşirevan’ın veziri Mubezan’dan nakledilen “Ey
yönetici, devletin gücü kanunladır, Allaha itaata devamladır;kanun, devletle
ayakta durur; devlet adamlarla ayakta durur; devlet adamları malla ayakta
durur.Memleketi medenileştirmek malladır; malı temin etmek ise
adaletledir.”sözü ile Aristo’nun “Siyaset”isimli eserinde Mubezan’ınkine yakın
sözler vardır ama sahasında müstakil bir eser yoktur dedikten sonra Fıkıh
kitaplarında suç ve cezaların hikmet,illet ve sebeplerinin bildirildiği
yerlerde “Medeniliğin Kanunları”na değinildiğini ifade eder ve:
“...Size ilimden pek az şey
verilmiştir.” (İsra 85)
Ayetini verir ve Allahın ilmi
karşısındaki aczimize dikkat çeker.
Mehmet Akif merhum çağının
bilgileri hakkında epeyce bilgi sahibi idi. İnsanlık ailesinin elde ettiği ilim
ışıkları göklere ulaştı ama Rabbimizin yarattığı günün ilk sahifesinin ilk
satırına bile ulaşamadığını ifade etmek için:
“Ulûm-i şâhikadan fışkıran
sütûn-i ziyâ
Dayandı göklere; lâkin
yetişmiyor hâlâ,
Bülend nüsha-i îcâdın ilk
sahîfesine.
Bu ilk sahîfe müebbed zalâm
içinde yine!”
der.
Karıncalar üzerine araştırma
yapanlar karıncanın belini veya beynini yaratmıyorlar. Rabbimizin binlerce yıl
önce yarattığını Rabbimizin verdiği akılla araştırıyorlar. İşte onun için
“...Size ilimden pek az şey verilmiştir.” (İsra 85) ayetini verir.
İbn’i Haldun,insanı diğer
hayvanlardan ayıran özelliklerin başında “Fikir” geldiğini,sonra birlikte
yaşamak için adil,güçlü bir yöneticiye ihtiyaçları olduğunu ifade ettikten
sonra bir yöneticinin karıncalar, çekirgeler gibi hayvanlarda da olduğunu fakat
onlarınkinin Rabbin ilhamıyla olduğunu, insan gibi fikirle olmadığını arz
ettikten sonra geçimini temin için çalışma ve yorulmaya yönelmesini, köyde veya
şehirde birlikte yaşamanın da insana ait özellikler olduğunu vurguladıktan
sonra Taha süresinde Firavunun, Hz.Musa
ile Hz.Haruna hitaben:”İkinizin Rabbi kimdir ey Musa?” sorusuna Hz.Musa’nın
verdiği
(Musa): “Bizim Rabbimiz her
şeye yaratılışını veren, sonra da yol gösterendir” dedi. (Taha 50)
cevabı, İbni Haldun iktibas ederken insanla hayvan arasındaki
farkı fark ettirir. O da Hayvanlar,Rabbin kendilerinin fıtratlarına verdiği
ilham/içgüdüyle hareket ederler,İnsanlar ise hem yaratılışlarının gereğini yani
tabiat kanunlarını hemde Rabbin gösterdiği yolu yani Kur’anın kurallarını
uygular(Mukaddime 45,M.E.Bak. Terc, 1/82-97))
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (6) (17/08/2001/Cuma)
“İnsan tabiatı gereği
medenidir” sözünü nakleder ve toplu
yaşama zorunluluğunu herkesin bildiği basit ama çok önemli örneklerle açıklar.
İnsanın yaşaması için gıdaya ihtiyacı var.Buğday ekmeği için çiftçiye,
harmancıya, değirmenciye, fırıncıya ihtiyaç var.
Bir insan buğday tanelerini
yiyerek geçinecek olsa yinede çift sürmeye,harmanlamaya ihtiyacı var.
Demirciye, marangoza, çömlekçiye ihtiyaç var. Bütün bunları bir kişi
yapamayacağına göre birlikte yaşayıp yardımlaşma gerekir der.
Yardımlaşarak gıdasını elde
eden insanların kendilerinden çok daha güçlü olan aslan,fil at gibi hayvanlara
karşı Allah,insana da akıl ve el verdiğini,akılla elin işbirliğinden
kendilerini koruyan silahlar edindiklerini açıkladıktan sonra insanları
saldırgan insanlardan nasıl korunacağına çare düşünür ve eldeki silahların
yetersiz olduğunu,çünkü iyi insanların elindeki silahın kötü insanlarda da
olduğunu söyledikten sonra işte bu güvenliği sağlamak için bir araya gelip
güçlü bir yöneticinin gerekliliğini ve insanın halife kılınışının hikmetini
açıkladıktan sonra yine
(Musa): “Bizim Rabbimiz her
şeye yaratılışını veren, sonra da yol gösterendir” dedi. (Taha 50)ayetini
verir.
İbn’i Haldun bu ayeti
vermekle zaten bir millet oluşturmak, şehirler kurmak, sanat eserleriyle
şehirleri süslemek için Peygambere ihtiyaç olmadığına işaret etmiş oluyor.
Çünkü Hz.Musa’nın karşısına dikilen ve kendi Rabliğini ilan eden Firavun’un
güçlü bir devleti vardı.
Peygamberliğin hikmet ve
faydalarını ileride ayrıca açıklıyor.
Mecusilerin sayısı ehli
kitabın sayısından daha çok olduğunu ve büyük devletler kurduğunu söyler.
(Mukaddime bab 3,fasıl 26)
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (7) (20/08/2001/Pzrts)
İbn’i Hadun İnsanların
medeniyet kanunlarına geçmeden önce yerleşim yerleri hakkında bilgi
verir.Dağlardan,denizlerden,ırmaklardan,ovalardan,çöllerden
iklimlerden,iklimlerin insan üzerindeki etkilerinden,karakterine veya teninin
rengine kadar bir çok etkiden bahseder. Coğrafya ve iklimler hakkındaki
bilgiler o günün şartları içinde yazılmış bilgiler olduğu hatırdan
çıkarılmamalıdır.
Bütün bu bilgileri verdikten
sonra :
Şüphesiz göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardından gelişinde, akıl sahipleri
için âyetler (ibretli deliller) vardır. (Al’i Imran 190)
Ayetini verir ve arkasından
yerleşime en uygun yerler olarak
Mısır,Şam,Irak,İran,Çin,Hindistan,Yunanistan,Roma/İtalya,Endülüs/İspanya,Fas,Tunus,Yemen,Arap
yarımadası ve buralara yakın yerler olarak verilir ve arkasından
“Siz, insanlar için çıkarılan
en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten yasaklar, Allah’a iman
edersiniz. Ehli kitap’da iman etse idi, onlar için daha hayırlı olurdu.
İçlerinden iman edenler vardır. Çoğunluk fasıktır.” (Al’i Imran 110)
ayetini verir ve bu güne
kadar hiç bir tefsirde görmediğim bir yorumla verir.
Bütün peygamberler, havası,
suyu, toprağı, güneşi ve her şeyiyle yerleşime uygun olan yerlerde
gönderilmişlerdir.Bedenleri, yeyip içtikleri, yaşantıları güzeldir. Onun için
en vahşi hayat yaşayanlara da örnek olacakları için bu bölgelerde gönderilmişlerdir. (Mukaddime
79,M.E.Bak.Terc.1/193))
İklimleri,özelliklerini ve
insan üzerindeki etkilerini ,yaşamaya en elverişli yerleri anlattıktan sonra bu
güzel iklimlerin dışında yaşayan, dinden, ilimden, sanattan haberi olmayan,
vahşi bir hayat yaşayan insanları da tanıttıktan sonra
“Atları, katırları ve
merkepleri siz binesiniz ve zinetlenesiniz diye (yarattı). Daha
bilmediklerinizi de yaratır.” (Nahl 8)
ayetini verir ve bizim
bilmediğimiz daha başka yaratılanların da olabileceğine ufkumuzu açık tutar.
Bu ayeti bu kitabın altıncı
bölümünün 31’inci faslında Felsefecilerin,materyalistler gibi “Maddenin dışında
bir şey yoktur” demelerine karşılık “Allah,bilmediklerinizi de yaratır” ayetini
verir ve uzunca felsefecilerin yanlışlarına dikkat çeker.(Mukaddime 80,515)
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ(8) (21/08/2001/Salı)
Medeniyetlerin mekanı olan
şehirlerin oluşmasında suyun,havanın,toprağın,ulaşım kolaylığının veya
zorluğunun zaruretine dikkatimizi çektiktin sonra, Toplum içinde onlara yol
gösterecek yüce şahsiyetleri ve önemlerini anlatmaya Peygamberlerden başlıyor
ve onların yükünün herkesten fazla olduğunu ifade etmek üzere
“Şüphesiz biz senin üzerine
ağır bir söz bırakacağız.” (Müzzemmil 5) ayetiyle beraber Hz. Aişeden rivayet
edilen “ Vahiy,çok soğuk bir günde indiği vakit Peygamberin alnından ter
akardı” hadisini verir. (Buhari,Bed’ül vahiy 5,Müslim, Salat 448) (Mukaddime
90)
Kıyamete kadar gelecek
insanların neyi nasıl yapacağını öğretmek üzere indirilen Kur’an ayetleri için
Rabbimiz “Ağır söz”ifadesini kullanmış.
İbn’i Haldun,İlk nazil olan
“Oku” emriyle başlayan beş ayetin indirilişinde Cebrailin sevgili
peygamberimizi sıkmasını ve bunu üç defa tekrarlamasını,her vahiy gelişinde
efendimizin terlemesini Peygamberimizin
o esnada zatının kendi zatından ayrılıp melekiyet ufkuna yükselişi olarak
anlatır. Bu durum tedrici olarak devam eder ve Mekke’de ilk dönemlerde ayetler
kısa kısa inerken Medine’de Tevbe süresi gibi uzun bir süre birden iner diye
açıklar (Mukaddime 96,M.E.Bak.Terc.1/218))
İbn’i Haldun,toplum içinde
halkın ilgisini çeken olaylardan olan “Gaybı bilme”olayına değinir ve
Falcılar,Astrologlar,Medyumlar,Mecnunlar,Aynaya bakanlar,çakıl taşlarıyla ,kuma
çizilen çizgilerle,uykuda görülen rüyalarla,kuşların uçuşundan mana çıkararak
gayb hakkında bilgiler verenlerin metotlarını isabet edip etmediklerini
bildirdikten sonra
“İşte sizler, haydi
bildiğiniz şeylerde tartıştınız. Amma bilginiz olmayan şeylerde niçin
tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Al’i Imran 66) ayetini verir
ve peygamberlerin verdikleri bilgilerin dışında gaybe dair verilen bütün
bilgilerin kesin bilgiler olmadığına işaret eder.
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (9) (22/08/2001/Çrşmb)
İbn’i
Haldun,”Mukaddime”ninMukaddimesini bitirirken “Medeni olmanın kurallarını ben
tesbit ettim. Benden sonra gelenler daha ileri götürecekler. Bir ilmi kuranın
üzerine o ilmin her şeyini tespit etmek gerekmez. Daha sonra gelenler bir çok
şey ilave ederek mükemmele doğru götürecekler” dedikten sonra
“Allah bilir, siz
bilmezsiniz.” (Al’i Imran 66) ayetini
verir ve bir ismi de el-Alim olan Allah (c,c,)her şeyin en mükemmelini
bildiğine dikkatimizi çeker.
İbn’i Haldun,çölde deve
güderek deve eti yiyerek,deve sütü içerek,çadırda geceleyerek hayat süren
bedevilerin,şehirliye göre daha dayanıklı,ve kendini savunma konusunda daha
dikkatli olduğunu söyler. Hayat şartları onların öyle olmasını gerektirir.Bu
şartlar bir gün gelir onların tabii haline gelir.Bir gün gelir şehirlinin
rahatı ve refahı dağda ve çölde yaşayanı da kendine çeker.
Bedevi bir hayat yaşayan
insan zamanla şehrin rahavetine kapılır ve eki hassasiyetini kaybeder,şehirde
güvenliğini kalelere,hisarlara,polis teşkilatına havale ettiği için uyurken
bile tetikte durma özelliğini kaybeder” der.
Gerçektende bu söyledikleri
bizim hayatımızda görülen şeylerdir. Köyde yaşarken gündüz vakti dağda uyurken
güneş iliklerimize kadar işler ama gökyüzünde uçan kartalın gölgesi üzerimize
düşse uyanırdık. Ama şimdi İstanbul şehrinde çalar saatlar sabah namazına bizi
uyandırmak için yırtınıyor.
Şehirli ile dağlı, dağda bir
yolculuğa çıksalar,şehirli yol bilmede,yeme içmede,su kaynaklarını bulmada
dağlıya muhtaçtır.dedikten sonra insanın çevresinden edindiği adet ve melekeler
zamanla kişinin tabii haline dönüşür der ve “Allah dilediğini yaratır”. (Al-i
Imran 47) ayetini vererek bütün bunların Allahın yaratma sıfatı içinde cereyan
ettiğine dikkat çeker.(Mu 119,M.E.Bak.Terc. 1/314))
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (10)
(23/08/2001/Prşmb)
İbni Haldun,şehirlere insan
akınıyla beraber ilimlerin ve sanatların da buluşma yeri olduğunu,ilim pazarları,bilgi
denizleri oluştuğunu anlatır. Allah rızası için veya malının mü
“Allah dilediğini yaratır”.
(Al-i Imran 47) ayetini vererek bütün bunların Rabbin koyduğu kanunlar içinde
cereyan ettiğini hatırlatır.(Mu kaddime 405,M.E.Bak.Terc. 2/452))
İbn-i Haldun, her insanın hem
iyilik yapmaya hemde kötülük yapmaya sahip bir karakteri olduğunu ifade eder
ve:
“Biz ona iki yol gösterdik.”
(Beled 10)
“Ona günahıyla korunmasını
ilham edene (yemin olsun ) “(Şems 8)
ayetlerini delil getirir.
“Bir insan din ile terbiye
edilmezse, birinin malına göz dikerse eli de o mala uzanır,onu engelleyecek bir
güç olmazsa onu alır” dedikten sonra
Medeni ülkelerde devlet ve yöneticilerin bu tür kötülüklere engel olma
görevini yerine getirdiklerini ifade ettikten sonra “Ya kötülük yöneticiden
gelirse?” işte o başka der ve onun bir
istisna olduğunu söyler ama o istisnai kötülükler günümüz dünyasında da çaresiz
olarak devam eder.
Kabile halinde yaşayanlar da
kendi kabilelerini kendileri korurlar der ve Yusuf aleyhisselamın
kardeşleri,babalarına hitaben “Biz güçlü bir topluluk olduğumuz halde, eğer,
Onu kurt yerse o zaman biz acizlerden
oluruz.”(Yusuf 14) söylediklerini delil getiri ve kavimciliğin, kabileciliğin
gücüne dikkat çekerken bu ayeti vermekle “Ya kötülük kabileden ve kardeşten
gelirse?” sorusunun çaresizliğine de işaret etmiş oluyor.(Mu 121,M.E.Bak.Terc.
1/320)
Asabiyyetin, kabile gücünün
üstünlüğüne örnek olarak İsrail oğullurını verir ve zamanla bu güçlerini
kaybedip kendi peygamberlerini bile öldürmeye başladıklarını ve sonunda oradan
araya sürülen ve hep sürgün hayatı yaşayan
bir millet haline geldiklerini yazdıktan sonra :
“Onlara zillet ve meskenet
damgası vuruldu.” (Bakara 61) ayetini yazar ve yalnız akrabaların isimlerini
bilmenin ve onlarla iftihar etmenin yeterli olmayacağını,akrabalığın gereği
olan yardımlaşmayı yapanların sözünün geçeceğini söyledikten sonra İbn’i
Rüşd’ün bu konuda düştüğü hatayı bildirir ve “Her şeyi en iyi bilen Allah’tır”
der.(Bakara 282).(Mu 126,M.E.Bak.Terc.1/337)
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (11)
(24/08/2001/Cuma)
İbn’i Haldun,bir kabileye
veya bir millete katılan bir insanın asıl kabilesiyle olan bağının zamanla
zayıflayacağına ve katıldığı toplumun bir ferdi olup oraya güç verdiği gibi
oranın gücünden yaralanacağına dikkat çeker.
Abbasilerin içindeki Bermeki
ailesinin gücünün Abbasilere katılmaktan geldiğini yoksa İranlı bir ateşperest
olmaktan gelmediğini ifade ederken Sevgili peygamberimizin “Bir topluma
sonradan katılan onlardandır” hadisini delil getirir.(Tirmizi,Zekat
657,EbuDavud,Zekat 1650)
Böylece günümüzde
“Vatandaşlık” ve “Memurluk” müessesesinin önemine de dikkat çekilmiş oluyor.
Amerika halkı, İspanyol, Portekiz,İngiliz, Hollanda, Alman ve diğer milletlerin
birleşiminden meydana geliyor. İkinci Dünya savaşında Almanya’ya çıkartma yapan
Amerika ordusunda bulunan Alman asıllı biri, Amerika ordusuna güç katmıştır.
“Memurlar” da sahip oldukları makam ve rutbeleri oranında hizmet ettikleri
millete güç katarlar. dedikten
sonra “Allah katında en değerli
olanınız, takvada en ileri olanınızdır.” (Hucurat 13) ayetini vererek iyiliğin
haseple,neseple değil Allahın koyduğu kurallara uyumla olduğunu bildirir.
Madenler,bitkiler ve
canlıların doğup büyüyüp ihtiyarlayıp öldüğü gibi Hasep/şan ve şerefin de bir ailede nesiller boyu devam etmeyeceğini
en fazla dört nesil devam edeceğini ve sonunda yok olacağını söyler.
Babanın kazandığı şan ve
şerefi oğlunun devam ettirdiğini, onun çocuğunun taklitle devam ettirdiğini, dördüncü çocuğun
bu şerefin soydan geldiğini ve kendilerinden ayrılmayacağını zannederken
dedesinin özel ve güzel faziletleri yerine neseb /soy üstünlüğü davasına
kalkar,etrafındakileri aşağılar ve kendi kendini yok etmeye devam ederken
çevresindekiler ondan ayrılarak bir başkasının etrafında birleşirler” der ve
“Eğer dilerse, sizi giderir
ve yeni bir halk getirir.Allah’a göre bu güç bir iş değildir.”(Fâtır 16-17)
ayetini verir.
Ayette “dört nesil” ifadesi
yoktur. Dört nesil ifadesine Sevgili peygaberimizin: “Kerim oğlu,kerim
oğlu,kerim oğlu,kerim,ancak İbrahim oğlu,İshak oğlu,Yakub oğlu,Yusuf’tur”
hadisinden çıkarır. (Buhari,Enbiya,hadis 3382,Tefsir,4688) Tabiiki hadiste de
doğrudan dört nesle delalet yok,ancak İbn’i Haldun,hadisin işaret ettiğine
işaret eder.(Mukaddime 128,M.E.Bak.Terc. 1/345)
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (12)
(27/08/2001/Pzrts)
İbn’i Haldun,”Aslan ceylan
gibi hayvanlar ormanda yakalanıp hayvanat bahçesine konulsalar,ormandaki
arkadaşlarından daha fazla bakımlı olsalar bile
çeviklikleri,cesaretleri,asaletleri ve güzellikleri yok olur.
İşte bedevilikten medeniliğe
geçen insanlarda öyle olurlar. Çeşitli çok yemek yemekten,hareketsizlikten,
hantallaşırken cesaretlerini kaybederler.
Ülke yönetimini elinde
tutanlar refah ve arzularının esiri olunca henüz medenileşmemiş, taraftarı çok
olan tarafından yönetimden alınır ve kendileri yönetimin başına geçerler” der
ve
“Eğer Allah, insanların bir
kısmını diğer kısmıyla savmasaydı yeryüzü fe
Asabiyyet/kan bağı birliğinin
iki şekilde yok olacağını bildirir.-Biz günümüzde asabiyyet yerine parti
sözcüğünü koyarak düşünelim-
1-Yönetimi ele aldıktan sonra
iktidarın nimetlerine dalarak,kendi işlerini kendisi değilde hizmetindeki
insanlar görerek eski hassasiyetini kaybedip hantallaşma neticesinde bir başka
güçlü biri gelir ve iktidardan götürür.
2-Zillete alışma,kölelikten
zevk alır hale gelme,bir başkasından emir almanın zevkine varma.
Bunlara örnek olarak İsrail
oğullarını verir. Hz.Musa,İsrail oğullarını Şam diyarında özgürce yaşamalarını
temin için oraya girmelerini istediğinde : “Dediler ki: “Ey Musa, orada zorba
bir kavim vardır. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya katiyyen girmeyiz. Eğer
onlar oradan çıkarlarsa, biz gireriz.” (Maide 22)
“Ey Musa, onlar orada
kaldıkça biz oraya hiçbir zaman girmeyiz. Sen ve Rabbin gidiniz ve onlarla harp
ediniz. Biz burada oturacağız” (Maide 24) dediklerini haber verir.
Toplum hayatının güzel bir
şekilde gitmesi için bir yönetime ihtiyaç olduğunu daha önce söylemişti.
İnsanın devlet kurması ve siyasetle uğraşması da insan olmasından ileri gelir.Çünkü bunlar insana mahsus özellik olup
hayvanda yoktur.
“Siyaset ve devlet,halkın
idaresini ve onları korumayı kendi üzerine almış bir kurumdur. Tanrının hüküm
ve kanunlarını amelde tatbik eden ve Tanrının yeryüzündeki naibi
yöneticiliktir.”
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (13) (28/08/2001/Salı)
“Şeriatlar tanıklık ettiği
gibi Tanrının yaratıklarını ve kullarını idare etmek üzere koyduğu hüküm ve kanunları
da insanlar için hayırdır, onların menfeat ve işlerine uygundur.”
“Çünkü yalnız beşeri olan
hükümler bilgisizlikten ve şeytani olan arzu ve heveslere uymaktan ibarettir.”
.....................
“Bu açıklamadan anlaşılıyor
ki asabiyyet/yakın çevre desteği ile beraber bir kimsede Tanrının hüküm ve
emirlerini yarattıklarına tatbik edeceğini gösteren güzel ahlak,adalet vesaire
gibi hayır belgeleri bulunur ise o kimse yeryüzünde Tanrının naibi olmaya
hazırlanmış olur ve halkın idaresini üzerine alabilir.”
...................
“Bunun tersine olarak
yöneticilerin devletlerinin yıkılması çağı geldiğini,Tanrı bunları yerilen
işlere,rezaletlere katlandırır ve kötü yollara saptırır,onların siyasi
meziyetleri büsbütün kaybolur,devlet ellerinden çıkıncaya kadar gittikçe
meziyetleri azalır. Tanrının onlara bağışladığı devlet, kötülüklerinden
dolayı ellerinden alınır ve bu suç ve
kötülüklerini aleme açıklamak üzere
Tanrı onları başkalarıyla değiştirir, hayrı başkalarının elinde toplar.
Tanrı kitabında:
“Biz, bir ülkeyi helak etmek
istediğimizde şımarık zenginlerine (itaatı) emrederiz, orada bozgunculuk
çıkarırlar, oraya (azab) sözü hak olur, biz de orayı yerle bir ederiz.” (İsra
16) (Mukaddime 134, M. E.Bak. tercümesi
1/366)
İbn’i Haldun bu ayeti
kerimeyi Birinci kitabın,dördüncü bölümün 18 inci faslında ülkeyi yönetenler
zevkü sefaya dalarlar,paralar yetmez olur vergileri artırırlar,yeme ve
içmelerinde aşırı israfa girerler,zina ve homoseksüellik yayılır, kanunlara karşı hileler
geliştirilir,bahçelerine meyveli ağaç değil zakkum gibi selvi gibi meyvesiz
ağaçlar dikilmeye başlar,çalışmak ayıp hale gelir işte böyle bir toplumun
helaki nin geldiğini bildirir ve yukarıdaki ayeti verir. (Mumaddime
344,M.E.Bak.tercümesi 2/301) Ve bu bölümü
“Bir topluma (kötülükleri
sebebiyle) azap istedi mi onu geri çevirecek yoktur. Onlar için Allah’dan başka
yardımcı dost da yoktur. “(Ra’d 11)
ayetiyle sona erdirir.
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (14) (29/08/2001/Çrşmb)
İbn’i Haldun ülkeleri ele
geçirmede tutunacak yeri
olmayan,akrabalık bağları kuvvetli olan,kaybedecek bir şeyi bulunmayan
insanların önemine dikkat çeker ve Hz. Ömer’in halife seçildiğinde yapmış
olduğu şu konuşmayı verir: “Hicaz sizi geçindirecek bir yurt değildir.O, sizin
için ancak otlaklar aramaya yarar,yani siz,Hicaz’da ancak göçebe bir hayat
yaşayabilirsiniz.Hicaz ahalisi ancak bu yolda geçinebilir.Tanrının fethini
va’dettiği yerlere gidecek olan,Tanrının kitabını okuyan bilgin sahabeler
nerede? Haydi Tanrının varis olacağınızı va’dettiği topraklarda dolaşınız.
Tanrı kitabında İslâmiyet’in bütün dinlere galebe çalacak bir din olduğunu
buyurmuştur:
“O Allah ki, müşrikler
istemese de bütün dinlere üstün çıkarmak için, Rasülü’nü hidâyet ve hak dinle
gönderdi.” (Saff 9)
Alıp verdiğimiz her nefes
bize hayat verirken Rabbimizin takdir ettiği ömrümüzden de alıp götürüyor.
Gündüz ve gecede günümüzü gün ederken yine o gündüz ve gece sayılı günlerimizin
tükenmesine sebep oluyor.
“Geceyi ve gündüzü Allah
takdir eder.”(Müzzemmil 20)
İbn’i Haldun,insanların ömrü
olduğu gibi devletlerin de ömrü olduğunu söyler ve şöyle der:
“Doktor ve müneccimlerin
iddialarına göre insanın tabii olan ömrü 120 yıldır.120 yıl ise, müneccimlere
göre, en büyük kameri yıldır. Her neslin ömrü kıranlara (yıldız ve seyyarelerin
birbirlerini yaklaşması ve birbirinin hizasında bulunmasının) nispetine ve
bunun insanların hayatının tesirlerine göredir. Bu kıranlara göre, neslin ömrü
uzun veyahut kısa olur. Bazı kıranlar vaktinde doğanların ömürleri tam yüz yıl
olur, yıldızların bu kıranlarına bakanların bunlarda gördükleri delil ve
eserlerin gösterdiğine göre, bazı kıranlar vaktinde doğanların ömürleri 50, 80
veyahut yetmiş olur. Tanrı elçisinin hadisinde de insanların ömürlerinin bu
miktarda olduğu anılmaktadır.”
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE KUR’AN
AYETLERİNİN TEFSÎRİ (15)
(30/08/2001/Prşmb)
İbn’i Haldun diyorki:”Nuh
vakası gibi nadir haller müstesna olmak üzere insanlar, tabii ömür olan 120
yıldan fazla yaşamazlar. Devletlerin ömürleri kıranlardan dolayı her ne kadar
çeşitli olur ise de, çoğunlukla ömürleri üç batnı/nesli geçmez. Batın (veyahut
nesil) insan ömrünün ortasından ibarettir. İnsanın ise orta ömrü kırk yıldır.
Kırk yıl ise insanın olgunlaşma devresidir. Böylece Tanrı:”İnsan en kuvvetli
çağına erişerek kırk yaşına gelirse” der.(Ahkaf 15) Biz bu delille bir insan ömrünün bir batın
ömrü olduğunu söyledik. Bizim burada söylediklerimizin doğruluğunu Tih olayı
ispat eder. Tih olayı anılırken kırk yıl tabiri bir batın (bir nesil) i ifade
etmek üzere kullanılmıştır ki, kırk yıl içinde bir nesil yok olup gitmekte ve
düşkünlüğün ne olduğunu bilmeyen yeni bir nesil yetişmektedir.(Maide 26) Bundan
bir batnın ömrü bir adamın ömrü olan
kırk yıl olduğu anlaşılır. Devlet ömrünün çoğunlukla üç batın müddetini geçmeyeceğini
kaydetmemizin sebebi şudur: Devleti kuran ilk nesil göçebelik kılık ve
kabalığını, dar yaşayış, bahadırlık, atılganlık ve yırtıcı hayvan gibi
saldırganlık, ululuk ve şeref gibi göçebelik alışkanlık tabiatın, yani
asabiyyetin şiddet ve kudretini muhafaza
eder ve kılıçlarının çalım yerleri keskin olur, budan dolayı kavim ve uruğlarca
korkunç tanınırlar. Diğer kavimler onlara yenilirler. İkinci batın (nesil) a
gelince o batın devlet sahibi olmak ve bolluk ve refah içinde yaşamak sonunda göçebelik halini bırakarak, yerleşik
hayata alışır, darlıktan kurtularak bolluk ve genişliğe kavuşur, bu nesil
ululuk ve şerefi ortaklaşmaktan mahrum edilerek ululuk ve şeref bir şahısta
toplanır, bunun tesiri ile kalanları devleti korumak hususunda tembelleşirler.
Bu nesil başkalarına el uzatarak galebe çalamaz ve hakir düşer. Bu
değişikliklerin bir sonucu olarak asabiyetin şiddet ve kuvveti az çok
kırılır.Onlar düşkünlüğe ve boyun eğmeye alışır. “
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (16)
(31/08/2001/Cuma)
İbn’i Haldun devletlerin
ömrünü belirlerken kendi çağının şartlarını ve devlet şekillerini göz önüne
alarak fikir yürütüyordu. Biz verdiği rakamlardan ziyade devletlerin yıkılış
sebepleri konusunda ona kulak verelim:”....Fakat bu nesil, devleti kuran ilk
nesli idrak edip, onların hallerini, yücelik ve kudretlerini, ululuk için
çalıştıklarını, korumak ve korunmak hususunda nelere katlanmış olduklarını ve
atılganlıklarını gözleri ile gördükleri için bu özelliklerden bir kısmını
kaybeder iseler de, asabiyyet ve şerefi büsbütün bırakamazlar. Bunlar hal ve
durumun ilk nesil çağındaki şeklini alacağını ümit eder veyahut bu hal ve
şerefin kendilerinde bulunduğunu zannederler. Üçüncü batın (nesil) a gelince
bunlar göçebelik çağını ve kabalığı büsbütün unuturlar, hakirliğe katlanmaya,
lezzet ve nimetler içinde yaşmaya alıştıkları ve bu hayatın en tekamül etmiş
derecesine yükseldikleri için, çoluk çocuk derecesine inerek devletin
korumasına ve terbiyesine muhtaç olurlar. Bunun üzerine asabiyyet büsbütün
kaybolur. Korumak ve korunmak büsbütün unutulur. Bunlar giyim kuşamlarında,
atlara binmek ve güzel süngü kullanmak hususlarında askere benzer işler de bu bir zahiri
gösterişten ibaret olup, gerçekten ise bunlar atların üzerinde kadınlardan da
korkaktırlar. Düşman üzerlerine yürüdüğünde karşı koymaktan acizlerdir. Bundan
dolayı devletin başında hükümdar şecaat sahibi olan değerleri sayesinde kudret
kazanmak ister,kölelerini çoğaltır, kendisine az çok arka olacaklara bağışlarda
bulunur. Tanrı büsbütün yıkılmasını irade edinceye kadar devlet bu hali üzere devam
eder. Gördüğün bu üç neslin hali böyledir. Devlet bu üç nesilde ihtiyarlık ve
yıkılma çağına gelir, aynı sebeplerin tesiri ile asalet ve şeref dördüncü
nesilde sona erer ki, biz bunu yukarıda (ululuk ve asaletin dört nesile
ereceğine dair) ayırdığımız bölümde anlatmıştık. Eserin bu bölümünde yukarı
kısımlarında tespit ettiğimiz mukaddimelere dayanarak, davayı ispata yeter
derecede kuvvetli olan tabii delillerle bunu sana da anlatmıştık. O sözlerimizi
düşünür ve insaf ehlinden isen hak ve
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (17)
(03/09/2001/Pzrts)
“Devletin bu tabii olan ömrü
herhangi bir kimsenin ömrü gibi olup, duraklama çağına kadar artar, bundan
sonra gerileme (sukut) veyahut alçalma çağı gelir. Bundan dolayıdır ki insanlar
arasında ağızdan ağıza: “Devletin ömrü yüz yıldır” sözü nakledilir ve
meşhurdur. Tabii ömrün nesep şecerelerindeki sayılarını bilmeden, yalnız ilk
batnın başlandığı tarihi bilir isen, her yüz yıl içinde üç baba gelip geçmiş
olduğunu hesap edersin şeceredeki babaların sayısı (beher yüzyıl içinde) üçü
geçmez ise, şecere doğrudur, taksim edildiğinde
yıllar eksik çıkarsa, şecereye bir baba ilave edilerek şecere bozulmuş,
taksimden sonra yıllar bu nispetten az olur ise, şecereye o nispette baba
eklenmek suretiyle şecerede yanlışlık husule gelmiş olur. Bir kimsenin ata ve
babalarının sayısı açık surette belli olup da zaman miktarı belirsiz olur ise,
babalarının sayısı ile zaman tayini olunur, “Gece ve gündüzleri Tanrı takdir
eder.”(Müzzemmil 20)(Mukaddime,M.E. Bak.Tercemesi 1/431-43
Kuyu kazılırsa su çıkar,
koyun sağılırsa süt çıkar,ekin ekilirse ekmek yenir.Yani ekmek için ekmek şart.
Rabbimiz tabiat kanunları gibi rızkın kanunlarını da koymuş. Biz onlara uyarsak
kazançlı çıkarız. İbn’i Haldun’u okuyalım, ayetlerin ışığında bakalım neler
yazmış:
“Bil ki insanlar,
yaratılıştan,hayatlarının bütün devrelerinde olgunluk ve ihtiyarlık çağlarında
dahi,tabiatlarının sevkiyle geçinme vasıtalarına ve gıdaya muhtaçtırlar.Yüce ve her türlü
noksandan münezzeh olan Tanrı:”Tanrının yardımına muhtaçsınız” der. (Muhammed
37) Yüce Tanrı dünyada olan her nesneyi insanların istifadesi için
yarattı.Kitabının birçok ayetlerinde bunları kullarına bağışladığına işaret
etti: “Denizleri sizlere müsahhar etti.” yani,size denizlerden istifade etmek
üzere kudret ve kuvvet verdi istifadeyi kolaylaştırdı ve: “Gemileri size
müsahhar etti” (İbrahim 32) yani, gemiler yapmak ve gemilerde sefer edebilmek
kudretini verdi ve “Size hayvanları müsahhar kıldı”, yani, size boyun eğdirerek
hayvanlardan istifadenizi kolaylaştırdı,gibi birçok ayetler (13:3, 14:37, 16:12,
29:61, 31:28, 33:14, 39:7, 45:12) de, varlıkları kişilerin istifadeleri için
yaratmakla bağışlarının büyük olduğunu anlattı.
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (18)
(04/09/2001/Salı)
“Tanrı, kişileri yer yüzünde
kendisinin halifesi yaparak onları bütün alemden ve alemdeki her varlıktan istifade etmek kudretini verdi. Kişilerin
elleri bu varlıklara uzanmış haldedir, varlıklar, kişiler arasında müşterektir,
herkes ondan kudreti nispetinde istifade edecektir. İnsanın emek sarf ederek
ele geçirdiği şey O’nun mülkü olup, başkaları ancak karşılığını vererek bundan
istifade edebilir. Kişi zayıflık ve acizlik devresini geçirerek varlıklardan
istifade edebilecek kadar kuvvet kesb ettikten sonra, geçinmesi için, kazanç
temin etmeye başlar. Tanrı’nın kendisine olan bağışlarından istifadeye
koyularak, ihtiyaçlarını temin etmek üzere, emek sarf eder. Yüce Tanrı kişilere
bunu bir görev olarak yüklemiştir ki:”Tanrı’nın sizin için yarattıklarından
geçinmenizi talep ve temin ediniz” der.(Ankebut 17) İnsan bazı varlıklardan
emek sarf etmeden de istifade etmektedir. Bitki ve hayvanlar için faydalı olan
yağmurlar ve başkası bu cümledendir. Fakat kişilerin emek sarf etmeden istifade
ettikleri bu nesneler, ancak yardımcı kabilindendir. Bu yardımcılarla beraber geçinmesini
temin edebilmek için insan emek sarf etmeye muhtaçtır ki, bunu aşağıda
anlatacağız. İnsan bu suretle emek sarf edip, asgari olarak ihtiyaç ve
geçinmesi için gereken ve zaruri olan nesneleri temin eder. Ve buna geçinme
(veyahut geçinmelik) adı verilir. Zaruri olan ihtiyacından fazlasını temin
ettiğinde onun bu kazancı “(servet) refah ve bolluk hali” adıyla anılır. Elde
edilen veyahut toplanan bu madde ve paralar, insanın menfaat ve ihtiyaçlarına
(yemek içmek giyinme... ve başkasına) sarf edilirse “rızk” adıyla anılır. Tanrı
elçisi: “Senin elindeki malından “mal”
adı verilebileceği ancak yiyerek tükettiğinden, giyerek eskittiğin veyahut
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (19) (05/09/2001/Çrşmb)
Kesp (kazanç) ancak toplamaya
çalışmak ve emek sarf etmekle elde edilir. Rızk ise gerek taleb ve gerek sarf
edildiği vakit çalışmayı emek sarfını icab ettirir.Kur’anda: Yüce Tanrı’da
“rızklarınızı taleb ediniz” der.(Ankebut 17) Yani “rızk” için talep ve
çalışmanın gerekliliğini anlatır. Çalışmak ve emek sarf etmek ise, ancak,
Tanrı’nın kudret ve kuvvet vermesi ilhamıyla olur. Her şey Tanrı’dandır. Her
kazanç ve mal kuvvet ve emek sarf etmekle elde edilir. Çünkü kazanç, hüner ve
sanayi vasıtasıyla elde edilirse, bu kazancın emek sarf etmeyi icap
ettirdiği bellidir. Hayvandan, bitkiden
ve madenlerden istifade suretiyle kazanç temin edilirse, bunun da insan
kuvvetiyle ve emek sarf etmekle olacağı meydandadır. Emek sarf edilmeden bir
şey elde edilmez ve faydalanmak imkanı hasıl olmaz. Bundan başka, Tanrı,
madenlerden çıkartılan altın ve gümüşten ibaret olan iki taşı her mal ve
madenin fiyat ve kıymeti olarak yaratmıştır. İnsanlar, zamanla bu iki maddeyi
ihtiyaç için biriktirir ve toplarlar. Bazan bu iki maddeden başkası da toplanır
fakat, bu maddeler ancak altın ile gümüşü elde etmeye bir vasıta olmak üzere
toplanır. Altın ve gümüşten gayrısının kıymetleri bazan yükseldiği, bazan da
ucuzladığı için: kıymetleri yükseldiğinde bunları pazarlara götürerek altın ve
gümüş karşılığında satarlar. Altın ve gümüş daima revaçta olduğu için bütün
kazanç ve hazinelerin asıl ve temelini bu iki madde teşkil eder.
Burada söylediklerimiz
hatırda tutulur ise, kişilerin çalışarak ve emek sarf ederek ele geçirdikleri
ve topladıkları para ve mal, zanaat ve saniyede çalışmak suretiyle elde edilirse bu kazançların ve topladıkları
mal ve paranın iş ve emeğinin kıymetinden ibaret olduğu meydandadır. Çünkü
sanat ve hünerden maksat yalnız iş ve amel ihtiyaç vakti için muhafaza edilecek
bir şey de değildir. Bazan hüner ve sanayide, iş ve çalışma ile birlikte diğer
bazı unsurlarda bir araya toplanır. Marangozluk ve dokumacılık bunun bir
örneğini teşkil eder. Burada emekle birlikte ağaç ve iplik de işe karışır.
Fakat iş ve çalışmanın kıymeti, sarf edilen maddelerin kıymetinden yüksek
olduğu için, elde edilen kazanç iş ve emeğin kıymeti sayılır. Kazanç ve fayda
hüner ve sanat vasıtasıyla elde edilmeden (alışveriş gibi) vasıtalarla elde
edilirse: bu kazanç ve kârda dahi iş ve emeğin payı olacağından şüphe yoktur.
Çünkü emek sarf edilmediği takdirde kâr ve kazanç elde edilemezdi.”
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (20) (06/09/2001/Prşmb)
“Kâr ve kazançların çoğunda
iş ve emeğin eser ve tesiri daha açık gözüktüğü için az veyahut çok nispette
olsun kazanç ve kârdan iş ve emeğe hisse ayrılır. Pazarlarda satın alınan ve
gıda maddesi olan hububatın kıymeti gibi hususlarda iş ve emeğin tesiri açık
gözükmediği için bu cihet düşünülmez. Halbuki sarf edilen iş, emek ve masraflar
hububatın kıymetine dahildir. Fakat bazı yurt ve bölgelerde ekin ekmek işi
kolay olduğundan, çiftçilerden birçok kimseler iş ve emeklerinin ücret ve kıymetini
düşünmezler. Bu açıklamamızdan anlaşılıyor ki, kazanç ve kâr ile elde edilen
para ve malların hepsi veyahut çoğu kişilerin iş ve emeklerinin kıymetidir.
insanlar arasında bölünen rızklar (Ehlisünnete göre) istifade edilen
nesnelerden ibaret olup, helâl ve haram hep rızktır, bu açıklamamızdan kazanç
ve rızkın mânası da anlaşılmıştır.
Bil ki, ülkede bayındırlığın
eksilmesiyle iş ve çalışma azalır veyahut büsbütün durursa , Tanrı o ülkeden
kazancı kaldırır. Nüfusu az olan şehirlerde kazancın az, geçinmenin zor,
veyahut iç ve çalışma az olduğu için kâr ve kazanç temin edilmediğini görmüyor
musun? Bunun tersine olarak bayındır olan yerlerin ahalisi bolluk ve refah
içerisinde yaşar ki, yukarıda biz bunu anlatmıştık. Halk:”Bir yerin
bayındırlığı giderse, oradan rızk ve kısmette gider” der. Bayındırlığın ve
nüfusun azalmasının tesiri ile çöllerdeki kuyular bile kurur, çünkü çeşme ve
kuyulardan su ta dibine kadar kazmakla çıkar ki, bu da ancak insan çalışmasıyla
olur, kazılmadan kendi hali üzerine bırakılırsa, suları kesilir. Suyun
kaynağının hali hayvanın memesindeki süte benzer. Sahipleri hayvanlarının
memesini çektikçe süt aktığı gibi, suyun kaynağı kazıldıkça da su kaynayıp
çıkar. Kaynaklar kazılmadan kendi haline bırakılırsa su yerin dibine çekilir,
kaynaklar kurur, Sen, şehir bayındır iken çeşmelerinde sularının çokluğuna,
bayındırlığını kaybettiğinde sularının hepsinin yerin dibine çekildiğine dikkat
et ki, şehirler harap olduktan sonra kaynaklarında hiçbir vakit su bulunmamış
gibi olur. “Gece ve gündüzleri (ve her şeyi) Tanrı takdir ve tayin eyler.”
(Müzzemmil 20)(Mukaddime,Birinci kitap,beşinci bölüm,M.E.Bak,tercümesi
2/319-325)
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (21)
(07/09/2001/Cuma)
“Devlet bir kavmin bir
boyunun idaresinden çıkar ise, asabiyyet kaybolmadığı takdirde, o kavmin diğer
bir boyunun idaresine geçeceğine dair.
İbn’i Haldun,bu başlık
altında kendinden önce ve kendi döneminde yaşayan devletlerde kabilenin önemine
dikkatimizi çekerken biz bu kabile kelimesinin yerine partileri koyarak
okuyalım. İktidara gelen partilerin devler imkanları içinde zevki sefaya
dalmaları,yandaşlarına koltuk çıkmaları,hazineyi hortumlamaları,muhalefeti hep
kamçılamakta ve onları zinde tutmakta,sonuçta fazla atak olan
muhalefet,iktidarda ihtiyarlama,hantallaşma emareleri gösteren partiyi
devirmekte.
Tabiat kanunları gibi siyaset
kanunları vardır.Tabiat kanunları önünde Müslüman’la kafir aynıdır. Soğuk
ikisini de üşütür,sıcak ikisini de yakar.Rabbimizin tabiat kanununa uyan
kazanır.
Siyasetin kuralının ahirette
geçmeyeceğini ve ahiret yurdunun yalnız müttakilere ait olacağını ifade etmek
için Zuhruf süresinin 35’inci ayetini delil getirir. Ben, verilen ayetin önünde
geçen iki ayetle beraber verdikten sonra İbn’i Haldun’u okuyalım.
Zuhruf süresi 33- Eğer insanlar
(inkârda) bir ümmet olmayacak olsalardı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerine
gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler (asansörler) yapardık.
34- Evlerine kapılar, yaslanacakları koltukları (gümüşten yapardık.)
35- Ve nice altın süslemeler. Bütün bunlar dünya hayatının
geçimliğidir. Rabbin katında ahiret, müttakiler içindir.
Mukaddime, birinci
kitap,ikinci bölüm,22’inci fasıl.
“Devlet bir kavmin bir
boyunun idaresinden çıkar ise, asabiyyet kaybolmadığı takdirde, o kavmin diğer
bir boyunun idaresine geçeceğine dair.
“Bunun sebebi şudur: Devlet
idaresini ele geçirenler, ancak kahır ve şiddetle düşmanlarını yendikten ve
diğer kavimler onlara boyun eğerek onların hakimiyetine baş eğdikten sonra, o
devleti kurmuşlardır. Bundan sonra diğer uruğları yenen bu uruğ ve soyun
fertleri arasında devletin başına geçerek onu idare ve devletin tahtını işgal
edecek başkan seçilir. Çünkü o soya mensup olanların sayısı çok oluğu için,
hepsinin de devletin idaresine iştirak etmeleri ve devletin başına geçmeleri imkansızdır.
“
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (22) (10/09/2001/Pzrts)
“Bundan dolayı rütbe ve
mevkiler elde etmek üzere çekişen ve el uzatanları bundan alıkoymak üzere
gayret ve kuvvet sarf edileceği tabîi bir haldedir. Bu suretle aralarından bir
kısmı devletin idaresini ele geçirdikten sonra onlar nimetler, refah ve bolluk
içine dalarlar. Kendi boy ve uruğlarından olanları kendilerine köle edinirler,
devletin idaresinden uzaklaştırılan ve ortaklaşmadan mahrum edilenler, o nesebe
mensup oldukları için, o devletin gölgesi ve himayesi altında yaşarlar, bunlar
refah içinde yaşayarak nimet ve zevkler içine dalmaktan uzak bulundukları için,
ihtiyarlaşma çağından uzak bulunurlar, yani atılgan ve şecaatli olan bu
kimseler devletin korunması için gereken kuvvetlerini, tabîi halinde korurlar.
İdare başında bulunanlar ise, zamanın ve olayların darbesine maruz kalarak
ihtiyarlaşma onların refahlı hayatlarını yok ettikten, devlet onları
pişirdikten, zaman onları yedikten ve nimetlerini tamamıyla giderdikten ve zevk
düşkünlüğü onların sularını tamamıyla çektikten ve bunlar insanların
yükselebildiği medeniyetin ve siyasi üstünlüğün en yüksek derecesine eriştikten
sonra zaman ve olayların darbeleri altında ezilirler. Bundan sonra aynı
nesepten gelen, şecaat ve kudretleri lezzet ve nimetlerin tesiri ile za’fa
uğramayan diğer boy onların yerine geçer.
Bunların hali ipek kurdunun
haline benzer. İpek kurdu ağını örer, sonradan örgüsünün merkezinden başlayarak
tersine bir hareketle örgüsünü yok eder.
Çünkü nimet ve lezzetlere
dalmaktan mahrum edilenlerinin devletin idaresi ve korunması için gereken
şecaat, atılganlık ve şiddet gibi üstünlük ve galebe için gereken meziyetleri
tabîi halinde saklanmıştır. Bundan dolayı onların önce kendilerinden üstün ve
kendi neseplerinden sülâle tarafından mahrum edildikleri devlete sahip olmak
emel ve ümitleri artar. Bunların üstünlüğü belli olduğu için çekişmeler sona
erer, bu suretle bu yeni soy devletin idaresi başına geçer. (Nimet ve lezzetler
içine dalarak ihtiyarlama çağı geldiğinde) bunlar da ötekilerin katlandığı
hallere katlanırlar. Devletin idaresini onların elinden çekip alır. O nesepten
gelen uruğ ve boylar asabiyetlerini büsbütün kaybedinceye veyahut diğer boylar
büsbütün yıkılıncaya kadar devlet o kavmin sığınağı olmaya devam eder. Tanrının
dünya hayatına tatbik ettiği kaide ve kanun işte budur. “Ahrette Tanrı katında
bahtiyar olmak ise, Tanrının sakıngan (takvalı) kullarına mahsustur.”(Zuhruf
35)
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (23) (11/09/2001/Salı)
Bu halin arap kavimlerinde
devam ede geldiğine dikkat et. Ad kavminin devleti yıkıldıktan sonra onların
yerini kardeşleri olan Semûd kavmi, bunların devleti yıkıldıktan sonra, onların
kardeşleri olan Amalika, devletin başına geçti, bunların devleti yıkıldıktan
sonra Himyer’ler tarafından kurulan devletin ihtiyarlaşma çağı geldiğinde,
onların kardeşleri olan Tebabia, bunların devletinden sonra da Ezva devleti
doğdu. (İslamiyet'in doğuşundan sonra) devletin idaresi başına Muzar’lar geçti.
Farslarda da aynı hal devam etti. Kiyanî’ler devleti yıkıldıktan sonra
Sasaniler devleti kuruldu. İslâmiyet'in doğuşu ve galebesi ile bunların hepsi
de yıkılıncaya kadar bu hal devam etti.
Yunanlıların durumu da böyledir.Yunan devleti yıkıldıktan sonra kardeşleri olan
Romalılar onların yerine geçti. Mağrip (Batı Afrika) Berberlerinin hali de
böyledir. Esik hükümdar olan Mağrave ve Ketame sülâleleri kudretini
kaybettikten sonra Sinhace’ler, bunlar kudretlerini kaybettikten sonra
Müslimin, bunlardan sonra Ma
Bunlarını hepsinin temeli
asabiyyet; yani bir nesilden gelenlerin bir araya toplanarak bir kuvvet, kudret
ve üstünlük sahibi olmaları ve bir ideal etrafında toplanmalarıdır. Asabiyyet
ise türlü çağ ve türlü kavimlerde başka başkadır. Zevkler ve nimetler içine
dalma, devleti eskitmekte ve aşağıda anacağımız gibi tamamıyla ortadan
kaldırmaktadır. Bir devlet yıkıldığında diğer bütün boylar ona boyun eğer ve bu
özellik, üstünlük ve galebesiyle tanınmış olan aynı nesilden gelen diğer bir
soy, devletin başına geçer. Bu özellikler bu boylarda bulunur. Çünkü
asabiyyetler hükümet süren boy ve soya yakın veyahut uzak bir boydan gelmekle
değişir. Alemde büyük bir değişiklik vukua gelerek bir kavmin değişmesi veyahut
ma’murluğun yok olması ve Tanrının kudret ve iradesiyle diğer büyük olaylar
oluncaya kadar bu hal sürer gider. Bu takdirde devlet Tanrının müsaadesiyle bu
kavimden diğer bir kavmin idaresine geçer. Nitekim Muzar’lar uzun asırlar
devletin idaresinden uzak bulunduktan sonra, kavimlere ve devletlere galebe
çalarak, idareyi dünya milletlerinin ellerinden aldılar ve hükümet sürdüler.
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (24)
(12/09/2001/Çrşmb)
Mukaddime,birinci
kitap,ikinci bölüm,23’üncü fasıl.
“Yenilmiş kavimlerin giyim ve
kuşam, mezhep, diyanet ve başkaca hal ve
itiyadlarında kendilerini yenen kavim ve hükümdarları örnek edinmelerine dair.”
Bunun sebebi şudur: Nefis ve
kalp daima kendi kavimlerine galebe çalmış ve kendi kavmine boyun eğdirmiş
olanların olgunluk ve üstünlüklerine inanır. Bu da kendisine galebe çalanı
ululamak, kalbinde yerleşmiş veyahut kendisinin ona boyun eğmesinin tabîi
sebeplerden olmayarak kendisini yenen kimsenin kemal ve fazilet sahibi
olmasından ileri gelmiş olduğu inanında olmasından ve bu hususta yanlış fikre
kapılarak, buna inandıktan sonra, bütün
iş ve hareketlerinde kendisini yeneni örnek edinir ve ona benzemeye çalışır.
Yahut kendisine üstün gelen kimsenin galebesini asabiyyetten , şecaat ve
kuvvetten ileri gelmeden onun alıştığı âdet, mezhep ve mesleğinden ileri
geldiği vehmine kapılır, bunu da
galebesinin sebepleri ile karıştırır. Yenilgiye uğrayanın bu karıştırması bundan
önceki karıştırması kabilindendir. İşte bu gibi sebeplerden dolayı yenilgiye
uğrayan kimse giyim ve kuşam, hayvana binmek, silahlanmak ve bütün diğer hal ve
işlerinde kendisini yeneni örnek edinir. Oğulların babalarına benzemeleri
hususundaki hallerine dikkat eder isen, oğulların daima babalarını kendine
örnek edinmekte olduğunu görürsün. Bu da oğulların babalarının olgunluk ve
üstünlüklerine inanmalarından ileri gelmesidir. Bütün etraf ve ülkelere
baktığında, ahalisinin giyim ve kuşamlarında çoğunlukla, kendilerini
koruyanların ve hükümet askerinin giyim ve kuşamını kendilerine örnek edinmiş
olduklarını görürsün. Çünkü onlar kendilerini yenmişlerdir. Bir kavim diğer bir
kavimle komşu olup, o kavim komşusu olan diğer kavimden üstün ise bir ölçüde
üstün olan kavme benzeme ve o kavmi kendilerine örnek etme hali görülür. O
kavmin hali ve âdeti onlara sirayet etmektedir.
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (25)
(13/09/2001/Prşmb)
Bu hal çağımızda Endelüs’te
de gözükmektedir. Bu ülkedeki Müslümanlar kendilerine galebe çalmakta olan
Gal’leri kendileri için örnek edinmektedirler, giyim ve kuşamları, bir çok âdet
ve halleri itibariyle onlara benzemeye çalışırlar, onlar gibi duvarlarına resim
ve heykeller çizerler ve korlar, bunları gören bu hallerin istilâ belgesi
olduğunu hikmet gözü ile görebilir. Hüküm ve iş Tanrının elindedir. Bu halleri
gören: “Halk hükümdarın dinindedir” sözünün manasını anlar. Çünkü bunlar bu
kabilden olan şeylerdir. Hükümdar idaresi altında bulunanlardan üstündür;
tebaa, çocukların babaları ve öğrencilerin öğretmenleri hakkındaki insanlar
gibi, hükümdarlarında olgunluk ve üstünlükler bulunduğunu inanırlar. Tanrı
hikmet ve bilgi sahibidir, başarı her eksiklikten uzak olan Yüce Tanrının
yardımiyledir.(Mukaddime,M.E.Bak.Tercümesi 1/374-76)
“Allah mülkü dilediğine
verir. “(Bakara 247)
Onların (Evs ile Hazrec
kabilelerinin) gönüllerini birleştirdi. Eğer sen yeryüzündekilerin hepsini
harcasa idin onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların arasını
birleştirdi. Şüphesiz O, Aziz’dir, Hakim’dir.(Enfal 63)
Mukaddime ,birinci
kitap,üçüncü bölüm,dördüncü fasıl.
Birçok ülkeleri istilâ eden
büyük bir peygambere iman veya herhangi bir hak mezhebe davet etme ve inan
sayesinde devletlerini kurmaya muvaffak olduklarına dair.
“Çünkü, devlet ancak kuvvet,
kudret ve galebe çalmak sonunda kurulur. Galebe çalmak işi ancak asabiyyet ve
bir düşünce etrafında toplanarak onu tahakkuka azim ve kalpleri birbirine ülfet
ettirmekle olur. Kalpler ise ancak insanların Tanrının dinini yaymak ve hâkim
kılmak hususunda birbirine yardımlaşmaları ile telif edilebilir. Tanrı Elçisine
hitap ederek: “Tanrının yardımı olmaya idi, sen yeryüzünün bütün servetlerini
sarf ettiğin takdirde dahi, onların kalplerini birbirine ülfet ettirmezdin.”
(Kur’an Enfal 8 /64) diyor.
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (26)
(14/09/2001/Cuma)
“İnanç birliği olmayanların
parçalanma sebebi şudur: “Kalpler batıl
olan arzulara ve dünyayı sevmeye çağrılır ise, insanlar arasında birbiriyle
çekişerek yarışma ve bunun bir sonucu olarak da aralarında anlaşmazlık baş
gösterir. Kalpleri hak ve
Devletin din ve inana
çağırması, kuvvetine üstelik bir kuvvet teşkil ettiğine ve devletin temelini
sağlayacağına dair.
“Bunun sebebi yukarıda
anlattığımız gibi, dine inanma ve boyun eğme asabiyyet sahibi olanlar
arasındaki çekişip yarışmaları ve birbirlerini kıskanmaları durdurur ve sona
erdirir. Hepsi de hak ve
“Görmüyorlar mı ki, biz
yeryüzüne geliyoruz ve onu etrafından eksiltiyoruz. Allah hükmeder. O’nun
hükmünün peşine düşecek (geri çevirecek) yoktur. O. hesabı sür’atli
olandır.”(Ra’d 41)
+++++++++++++++++++++++++++++++++
İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ (27)
08/07/2002/Pzrts/Milligazete
10/08/2001 tarihinden
14/09/2001 tarihine kadar yazdığım yirmi altı makalemi “İBN’i HALDUN’UN DİLİYLE
KUR’AN AYETLERİNİN TEFSÎRİ” başlığı
altında sunmuştum. Ben bu yaz tatilimde yine İbni Haldunun Mukaddimesini
okumaya ve Kur’an ayetlerinden etkilendiği bölümleri sizinle paylaşmaya devam
edeceğim bu yazı serisi, geçen senenin devamı olacağından bölüm 27 diye başladım.
Bazı okurlarımın bu türden
yazıları kesip ciltlettiklerini haber vermeleri beni ayrıca sevindirmekte ve
araştırmamın daha güzel olması için beni de gayrete getirmektedir.
İbni Haldun
(732/1332-808/1406) Tunusta doğmuş,Arap kökenli, Sahabeden Vail b. Hucr
neslinden gelen, soylu, kahraman, alim ve amil bir ailede yetişmiştir.
Medreseden yetişmiş, devlet
başkanlarına danışmanlık yapmış, Timur’un dikkatini üzerine çekmiş, Mısırda
kadılık yapmış, o günün sanat dallarının hepsi hakkında bilgi sahibi olmuş ve
“Mukaddime”siyle hala dünya düşünürlerinin dikkatlerini üzerine çekmeyi
başarmış nadir insanlardan biridir.
Hz. Alinin : “Ünzur ilâ ma
Kale, Velâ tenzur ilâ men kale= Söylenene bak, söyleyene değil” sözüne binaen
ben, İbni Haldun’u tanıtmak yerine İbni Haldun’un “Mukaddime”sindeki
görüşlerinde hangi ayetlerin etkisinde kaldığını sunacak ve ben yine
dikkatinizi İbni HALDUN’UN sözlerinden ziyade Kur’an ayetlerine çekmeye
çalışacağım.
Lokman hekim, ibni Sina
ve çağdaş eczacılar aynı
tabiattan herkes kendi çağının
hastalıklarına ilaç bulduğu gibi,Kur’an ayetlerinden de her çağın alimleri
kendi çağının ilacını bulması gerekir.
Kur’an ayetleri anne sütü gibidir.
Bir günlük çocuğa, bir günlük gıdayı verir, altı aylık çocuğa altı aylıkken
lazım olan gıdayı verir. Rektörün aynı ayetten anladığı ile dağdaki çobanın
anladığı ayrı olacaktır. Altı milyar insan anlamak için gönlünü verirse
Rabbimizin murat ettiğine yaklaşılır. Gıdaların tabii olanı daha iyi olduğu
gibi, sözlerin ilahi olanı yani Allah’a ait olanı daha iyidir. Bu dünya
yolculuğunda en ünlü hatipleri yaratan Allah’ın hitabına kulak verelim.
Hak ile batıl da Kur’an’ın
adalet ölçüleri içinde belli olur. Kur’an’ı toplum hayatından çektiniz mi
korkaklar kahraman, devleti soyanlar baba, kadın ticareti yapanlar vergi
rekortmeni kutsal insan olup çıkıveriyor.
Güneş, hava, su, toprak ilk
insandan son insana kadar herkese faydalı olarak yaratıldığı gibi Kur’an-ı
Kerim de son insana kadar insanlığa yol göstermeye devam edecektir.
İbni HALDUN’UN hayatını
okumak isteyenler Diyanet Vakfı Ansiklopedisinin ondokuzuncu cildin son maddesi
ile yirminci cildin ilk maddesini okusunlar veya Süleyman Uludağ’ın Dergah
yayınlarından çıkan Mukaddime tercemesinin birinci cildinin baş tarafını
okusunlar.