Köleliğin Alfabesi

Hürriyetin Elifbası

 

Rabbimize Hamdolsun, Rasûlüne salat olsun, Ashabına ve sizlere selam olsun.

Arkadaşlar.!

İnsanoğlunun katıldığı ilk seçimde seçtiği Rabbidir.

Ve o seçimde, oyunu belli eden şey, “Bela” kelimesidir.

Katılma oranı yüzde yüz olup, kabul: “Bela” da yüzde yüz olduğundan, kıyamete kadar Rab’lık iddiasına kalkan fanilerin zorla yaptırdıkları seçimleri de geçersizdir.

Ruhlar aleminde insanın ilk duyduğu isim, “Rab” ismi celalidir.

Rabbimiz bütün ruhlara: “Ben sizin Rabbiniz Nesr putları, insan oğlunun kendi gönlünde yitirdiği Rab inancını dışarıda ararken, şaşkın şaşkın dolaştığı yerlerin ve arayışların işaret taşlarıdır.

Rabbimiz, Rahmetinden; bu dünya hayatında taşlardan, ağaçlardan, yıldırımlardan, insanlardan...Kendimize Rab edinip, kendimizi onlara köle yapmamamız ve başka yerlere bağlanmamız için, önce kendi Rab’lığını bize onaylatmış. Ruhumuzu da kendisine bağlayarak, başka bağlardan kurtarmıştır.

Bazı insanlar bu sözleşmeyi inkâr ederek: “Böyle bir şey olmamıştır. Olsa hatırlardım” diyebilirler.

Çocukluğumuzda bize verilen ve söylenenleri, onlara gülerek veya ağlayarak verdiğimiz cevapları da hatırlamıyoruz. Altı aylık iken kucaktan düştüğümüzü, başımızın yarıldığını “hatırlamıyorum” diye inkâr eden insana, yaranın izi olayın doğruluğunu ispat eder.

Köleliğin veya özgürlüğün ne olduğunu bilmeyen, yumurtadan yenice çıkmış bir civcivin, ele avuca gelmemek için insandan kaçması, insan fıtratının başlangıçta kölelikten nefret etmesi, daha önce bir Rabbe bağlanarak hürriyetin tadını almasındandır.

Yoksa ağzına hiç tatlı koymayan birisinin acıyı anlaması mümkün değildir.

Bülbülün altın kafeste çırpınması, özgür güller diyarının hasretindendir.

Kur’an’da:“Yerde hareket eden hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da, ancak sizin gibi birer ümmettirler.” Buyrulur. (K.Kerim – En’am 6/38)

Onlar da bizim gibi ümmettirler. Rabbime bağlandıklarından, başka yerlere bağlanmayı istemezler.

Rabbimiz: “Sen yüzünü Allah’ın insanlara yaratılışta verdiği hanif dine doğru çevir” (Rum 30/30) ayetinde, insanların fıtratlarında var olan dine yönelmelerini emreder.

Sorbon Üniversitesi’nin profesörleri ile, Notre Dame Kilisesi’nin papazlarının, insanı köleleştirmek için kurdukları tuzaklardan oğlunu kurtarmak için; “Bırakın oğlumu tabiat terbiye etsin” diyen düşünür, Rabbine Papazdan biraz daha yakın olurken uzaklaşıyor.

Peygamber Efendimiz; “Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar. Anne babası onu, ya Yahudi, ya Hıristiyan veya Mecusi yapar.”buyurur. (Buhari K. Canaiz 80, Müslim K.Kader 25) “Anne ve babası Müslüman yapar” demiyor. Çünkü çocuk Müslüman dır. Hür fikirlidir.

İki yaşında iken değerli bir şeyi kırdığında annesi; “Senmi kırdın?” dese, gülerek “Evet” diye cevap verir. Annesinden bir tokat veya babasından “Ben kırmadım de” diye bir akıl alırsa, Yahudilik, Hıristiyanlık veya komünistlik huylarından bir şeyler almaya başlar.

Elest bezminde Rabbini tanıyan insanın, canla ten’inin birlikte dünyaya teşrif ettiği gün; kulağına ilk fısıldanan söz, Ezanı Muhammedideki: “Allah-uEkber = En Büyük Allah’tır.” kelimeleri ile şahadetler, namaza davet ve felaha davettir.

Tek bir, şahadet ve selat da, en büyük Allah olduğunu İman ve İkrardan sonra, Allaha itaati ifade eden salat ve bütün engelleri aşmaya davet eden felaha çağrı kelimeleri, çocuğun tertemiz gönlüne dünyada yapılan ilk bant kaydıdır.

En büyük Allah’tır. Dünyada yapılan ilk kayıt, hayat boyunca büyüklük taslayanlara gönlünde yer kalmaması içindir.

Allah’ın topraktan yarattığı bu insan; bedeniyle toprağa bağlı iken, kendi tarafından verdiği ruhla Rabbine bağlıdır.

Bedenin gıdası olan yiyecek, içecek ve giyecekler, topraktan gelirken, ruhunun gıdası olan kitaplar Rabbinden gelir.

Köleliğin veya özgürlüğün ne olduğunu bilmeyen, yumurtadan yenice çıkmış bir civcivin, ele avuca gelmemek için insandan kaçması, insan fıtratının başlangıçta

Rahman olan Rabbimiz insanı yaratmış, kalemi öğretmiş, Kur’anı ve Beyanı öğretmiş. (Rahman 55/104  Alak 1-5) yeryüzünü döşek, gökyüzünü tavan yapmış. (Bakara 2/22) Dünya semasını yıldızlarla donatmış. (Mülk 5) Bir gülün açması, bir böceğin uçması, bir buğdayın oluşması için havaya, toprağa, güneşe suya işbirliği yaptırmış.

Kendisine bu kadar masraf yapılan insanın, bunları yaratanı tanımasından ve Ona, yalnız Ona itaat etmesinden, daha zevkli bir şey olmasa gerek.

İşte bu hürriyetin zevkini tadan İmran’ın hanımı, Meryem validemize hamile kalınca, Allaha ibadet edip başkalarına itaatten azade olma zevkinin, evladında da devam etmesini Rabbinden şöyle ister: “Rabbim karnımda olanı hür olarak, yalnız sana adadım onu benden kabul buyur.”(Ali İmran 3/35)

Hür olarak, yalnız Rabbine adamak. Yüreğinde hiçbir şeyin, hiçbir kimsenin korkusunu duymadan, ağırlığını hissetmeden, Rabbinin çizdiği sınırlar içerisinde uçmak.

Tirmizi’nin Ebvab-üd-Tefsir’inde, 3366 numaralı Hadisinde haber verildiğine göre; dağlardan, demirden, ateşten, sudan, havadan daha güçlü olarak yaratılan insan. Havanın, suyun olduğu yerde yaratılan her şeyi emri altına almalı, insana en büyük değeri vermeli ve mevcut enerjisini son haddine kadar kullanmalıdır.

Yüz binlerce tonu kaldıran, dünyayı geceleyin aydınlatan elektrik enerjisini suda bulan insandır. İnsandaki enerji ise hepsinden fazladır.

Bu gün; elektrik enerjisi üreten barajlardan birine bir sabote olsa, okullar, hastaneler, postaneler, evler ve fabrikalar elektriksiz kalsa, herkes, haklı olarak sabotaj yapanı lanetleyecektir. Ancak; her gün dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen adam öldürme olaylarına karşı, kınamalar, lanetlemeler baraj yıkanlara karşı yapılan kadar değildir.

Halbuki Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Haksız yere bir mü’minin öldürülmesinden (insansız) bütün bir dünyanın yok olması, Allah katında daha hafiftir.” buyurmuş. (İbnü Mace K.Diyat Hadis 2619, Tirmizi K. Diyat Hadis 1394)

İslama göre; insansız bir dünya terazinin bir kefesinde olsa, öbür kefesinde de haklı bir Müslüman olsa, haklı Müslüman ağır basıyor.

Rabbimizde K.Kerim’inde: “Kim bir insanı diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibidir” buyurur. (Maide 5/32)

Harabelerde bulduğumuz alçıdan yapılmış antik eserleri, kırmadan yumuşacık fırçalarla temizler, yapımcısını tespit etmeye çalışır ve değer fiyatından satmaya çalışırız. Eser, yapımcısı ve yapıldığı asra göre değer kazanır.

Bu insanın yapımcısı, bütün sanatkarları yaratan Allah (c.c.)’dır. Ten olarak tarihi yeni ise de, can olarak yaratılış tarihi, dünya kadar eskidir. Sahip olduğu enerji, bütün dünyanınkinden fazladır. O halde bu insan, haksız yere kırılmamalıdır. Rabbimiz. “Kim haksız yere bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir.” Buyurur. (Maide 5/32) Buradaki kırılma ve öldürülmedeki kastım yalnız bedenin kırılıp yok edilmesi değildir. Kabiliyetlerin değerlendirilmemesi, nice beyinlerin çalışması için ortam hazırlanmaması, çalışan ve gelişen akıl ve kabiliyetlerin engellenmesi veya yavrularımızın çocukluğundan itibaren yanlış yönlere kanalize edilerek israf edilmesi, köleleştirilmesi kastedilmiştir. Hz. İbrahim (s.a.v.), nesli için Rabbine dua ederken, neslinden İmamlar (önderler) gelmesini ister. (Bakara 2/124) Furkan suresinde (25/74): Rabbimize dua ederken, bizleri önder kılması için istekte bulunmamız öğütlenir. Her Müslüman kendisini İmam (lider) olacak şekilde bedenen, ilmen, zihnen, ruhen, aklen geliştirmeli ve Rabbinden de yardım istemelidir.

Efendiler!

Zekeriyya aleyhisselam Rabbinden tertemiz evlat ister ve Rabbimiz de Yahya aleyhisselamı verir. Ve Yahya aleyhisselamı müjdelerken, efendi, şirk’e ve isyana kapalı, Peygamber ve salih olarak müjdeler.(Ali İmran 3/38-39)

Köle değil, efendi, Allah’tan başka hiçbir şahıs, kuruluş veya herhangi bir eşyadan korkmak, ona itaat etmek yok. Yalnız Allah’ın büyüklüğünü kabul eden efendi.

“Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar” yani, efendi olarak doğar. “Anne babası onu Yahudi Hıristiyan veya Mecusi yapar” Anne babası, çevresi, okulu, işyeri onu etkiler.

Türkçe karşılığı “El bombası” anlamına gelen “kumbara” çocuklarımızın eline küçücükken verilip yememeyi, dağıtmamayı, para biriktirmeyi, para şıngırtısını dinlemeyi öğreterek yetiştirirsek büyüyünce; paradan başka kavgası verilecek bir şeyin olmadığını, para sesinden daha güzel bir sesin bulunmadığını iddia eden ve para için her şeyi yapmaya hazır, köle ruhlu bir nesil yetiştiririz.

İlkokuldan Üniversite sonuna kadar, on beş senelik tahsil koşusunun sonunda ödül olarak hep ekmek gösterilirse. Yetişen genç, maaş veya makama mahkum olmuş köledir.

Hedef, sahasında iyi yetişmiş bir insan olsaydı, ekmeği bol, makamı yüksek hür bir insan yetiştirirdik.

“Salla başını al maaşını” Kölelik alfabesinin ilk sayfalarında yazılı olan cümlelerdendir.

İstanbul’da, Madrid’de, Londra’da eroin mafyasının babalığını yapan insanlarımızın gazetelerden haberlerini okuduğumda, yüreğimde sevgi duyduğum bu insanlara, aynı zamanda acımaktayım ve bunları ekmek yoluna yönlendiren, çeyrek ekmeğe boyun eğdiren, eğiticilere de lanet okumaktayım.

Bunlara çocukluğundan itibaren Madrid’de, Londra’da, New York’ta, Moskova’da bu milleti daha başka şekilde temsil etmenin yolları gösterilseydi, Madrid’de bir villaya değil, Madrid’in kendine ve insanlarına dost olurdu.

Ömer’i iyi yetiştiren efendimiz, Ömer’le İran’a ve insanına sahip olmuş, Kudüs’ü pislikten, şirkten zulümden arındırmıştır.

Rabbimiz Kur'an-ı Kerim’inde bizlere; örnek olsunlar diye, hapishaneden devlete, ateşin içine düşme pahasına da olsa, insanları hürriyetine kavuşturan devleti kuran, Peygamberlerin hayatlarını haber vermektedir.

Peygamberler, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali (r. anhüm.) Selahattin’ler, Alp Aslan’lar, Fatih’ler bir zamanın çocuklarının hayalinde, örnek insanlar olarak gösterilirken. Gür hisli, hür imanlı nesiller yetiştiriliyor ve onlar Estergon kalesinde, Çin seddinde Kafkaslarda ve Ümit burnunda günde beş defa bütün dünya insanına: “Hayyealelfelah = Haydin engellerinizi aşarak, zincirlerinizi kırarak kurtuluşa gelin” diyorlardı.

Ama günümüzün örnek insanları ise; gözyaşı, alın teri ve kan emerek, midesi patlamaya hazır, gözleri her şeyi karpuz kabuğu gibi gören yaratıklar olmuştur.

Gencecik yavrularımız, onların “Nasıl zengin oldum” isimli kitaplarını okuyup, onlar gibi olmaya çalışmaktadırlar.

Kölelik alfabesinden öğrendikleri ile, “Köprüden geçinceye kadar ayıya dayı derler.” Ayının yeğeni olurlar ve büyüyünce ayılaşırlar. Ufukları daralır. Armuttan başka meyve tanıyamazlar.

Rabbimiz onların Haleti Ruhiyelerini, geçmişte aynı kişileri örnek alanların söylediklerini, bize naklederek haber vermektedir.

“Dünya hayatını isteyenler, keşke Karun’a verilen gibisi bize de verilseydi” derler. (Kasas 28/79)

Allaha imanla hürriyetini elde edenler de dünyayı isterler. Amma!, Peygamberlerin istediği gibi isterler. Karun’un, Firavun’un, Ebu Leheb’in sonunu gördük. Mal insanı korumuyor. İnsan malı koruyor. İnsan ise, iç dünyasından alır enerjisini. Eğer iç dünyasını, kendisi gibi insanlar işgal etmişse veya para, makam gibi şeyler işgal etmişse, ufku daralmış kendi hayal ettiği sınırlar içine kendisini mahkum etmiştir.

Siyasi sahada kendine örnek kabul ettiği insanın yanına yaklaşabilmek için satmadık bir şey bırakmayan, ona yakın olunca da onun parmağına göre hareket eden binlerce siyasi, parmakla oynatılabilen yaratıklar haline gelebiliyorlar.

İki cambaz bir ipte oynamazken, bunlar marifet gösterip yüzlercesi bir parmak ucunda oynuyor, düşünmeden alınan kararlara kalıbını basıyor.

Peygamberimin en sevdiği insanlardan birisi Hz. Ebubekir’dir. O, Peygamberimin aldığı kararın inceliğini anlıyor ve ses çıkarmıyor, onaylıyordu.

Yine Peygamberimizin sevdiği insanlardan birisi de Hz. Ömer’dir. O da, Peygamberimin aldığı kararın Müslümanların aleyhine olduğu kanaatine varıyor ve “Olmaz ya Resulallah!” diyor.

Efendimiz ikisini de çok seviyor. Çünkü ikiside aklını çalıştırıyor. Körü körüne bağlılık yok.

“Gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” cümlesi kölelik alfabesinde yazar. Rabbimiz ise: Deki: “Benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar, insanları basiretle Allaha çağırırız.”(Yûsuf 12/108) buyurur ve gözünü ve gönlünü açan insanı ister.

İbrahim aleyhisselam, Babil’de zalimlerin zulmüne yardım ederek veya göz yumarak refah içinde yaşamayı çölde hür yaşamaya ve orada Babil’i fethedecek yepyeni hür bir nesil yetiştirmeyi tercih ederek, Dicle ile Fırat’ın bereketli sularını bırakarak susuz ve ziraata elverişsiz bir yere hicret etti. (K.Kerim. İbrahim 14/37)

Musa Aleyhisselam, Firavunun köşkündeki bol yiyecek, içecek, giyecek, atlar, altınlar, kadınlar ve her türlü sefahati terk etti ve uçsuz bucaksız, gölgesiz, susuz çölde hür yaşamayı tercih etti.

Filozof Rıza Tevfik de bir şiirinde bu durumu şöyle ifade eder.

Yolcu yolun Ankara’ya uğrarsa

Sende de birazcık yiğitlik varsa

Git benden aldığın salahiyetle,

Şu fani sözleri söyle

 

Deki, kanun yapan dalkavuklara

Horoz gibi öten o tavuklara

O kanuna boyun eğmemek için,

Şerefine leke sürmemek için,

Feylesof ömrünü ikiye böldü,                           

Çölde yaşadı ve mesud öldü.

Bu hicret, dünya ve nimetlerinden kaçış değildir. Eğer öyle olsa idi, geri gelip şehri fethetmezlerdi. Bu bol nimetler içerisinde, köle gibi yaşamaktansa, çölde yaşamayı tercih ettiler. Ama Rabbim onlara bir müddet sonra, en bereketli Nil vadisinin kapılarını açtı ve çölde onları bulutlarla gölgeledi. Bıldırcın eti, kudret helvası ile besledi. Ve bir taşın on iki yerinden su fışkırttı.(Araf 7/160)

“Rızkını sırtında taşıyamayan nice hayvanlar vardır ki; onların rızkını da sizin rızkınızı da Allah verir.”(Ankebut 29/60) Mü’min olmak, köpekler gibi sahibinin “Yal”ını yalayarak yaşamaktansa, kuşlar gibi hür olmayı tercih etmektir.

Peygamber Efendimizde: “Kuşlar gibi olunuz” buyurur.(Tirmizi,Zühd 33. İbn-ü Mace, Zühd 14)

Bizim elimiz, ağzımız ve ayağımızı gemleyenlerin başında yem gelir.

Allah (c.c.) bu konu üzerinde çok durur ve “Yeryüzündeki bütün canlıların rızkı Allaha aittir” buyurur. (Hüd 11/6)

“Kim Allah’tan sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu verir ve hiç hesap etmediği yerden rızıklandırır.” (Talak sûresi 65/3) buyurur.

Her canlının rızkını veren Rabbim Afrikalının Rızkını da vermiş. Ayağının altına altın, gümüş, fosfat madenlerini serivermiş. Başının üstünü ormanlarla kaplayıvermiş. Küfrün önderleri de gelmişler; tuvalet kağıdı yapacağız diye, ormanı kökünden kazımışlar. Afrikalının ayağının altındaki rızkı, Afrikalının eliyle  çıkarıp götürmüşler ve geride aç bi-ilaç insanlar bırakmışlar. Peygamberimiz buyurur: “malını korurken ölen (müslüman) şehittir.”(tirmizi, Diyat 21, Ebu Davut Sünnet 29)

Elinde ki rızkını koruyamamış, Allah’tan değil, başkalarından korkmuş. Titrek elleriyle zalimlere yardım etmiş. Kölelik alfabesinden ezberlediğini tekrarlamış ve: “Beni sokmayan yılan bin yaşasın” demiş. Kendi elleriyle kardeşlerini yakalamış, zalimlere teslim etmiş.

Her zalimin iki eli, iki ayağı, iki gözü, bir başı vardır. Binlerce başı, iki ayak ezemez. Milyonlarca insanın cebinden, iki eliyle para çalamaz. Milyarlarca başı bir tek baş yönetemez.

Rabbim Kur’an-ı Kerim’inde; (Mümin sûresi 40/22/24) Firavun’un iki eli, bir başı ve iki ayağıyla değil, ilim adamlarının başkanı Haman ile iş adamlarının başkanı Karun’un yardımı ile zulmünü icra ettiğini haber verir.

Dünyanın her tarafında akan sular üzerine kurdukları saltanatlarının sallanmaması için senede bir defa bir araya gelen, Rus ve Amerikan devlet başkanlarının, dört elleriyle bütün bu zulümleri yapmaları mümkün değil. Generalleri, polis müdürleri, profesörleri, iş adamları, sanayicileri, elçilikleri bu zulüm piramidinin köşe taşlarıdır. Bulunduğu yeri kaybederim korkusuyla, bütün bunlara boyun eğen, ses çıkarmayan insanlarda o piramidi meydana getiren diğer taşlardır. En küçük zulümden dahi herkesin gücü oranında sorumluluğu vardır.

Seçime veya zorbalığa dayalı bütün sistemlerde, aslında halkın seçimi söz konusudur.

Bir zalim çıkmış, çekmiş kılıcını ve binlerce kişiye “benim idaremi kabul etmeyenler başını kaldırsın, kabul edenler başını eğsin. Kılıcım başı yukarda olanlarınkini kesecek” demiş ve binlerce baş eğilmiş.

Binlerce baş eğilmese ne olurdu? Yalnız zalimin kanı akardı belki. Ama binlercesi başlarını eğince, her birinin kanı akmayı da hak etmiştir.

Peygamber Efendimiz: “İdarecileriniz sizin amellerinizdir.” (Keşf-ül-Hafa 1/126)

Eski Atina’da, aşk tanrıçası heykelini yapan heykel tıraş, aslında ahlaken dejenere olmuş Atinalıların, hepsinin iç dünyasında taşıdıklarını, dışarıda şekillendir miştir.

 Güz mevsiminde, ağacın en yükseğinde bir yaprak sararmışsa, aslında ağacın bütün her tarafındaki gizli bir onayın neticesinde sararmıştır.

Efendimiz buyurur; “Nasılsanız, öyle idare olunursunuz” (Keşfü’l-Hafa 1/126)

Zalimin zulmünü başıyla onaylayanların veya eliyle alkış tutarak onaylayanların, iç dünyalarındaki küçücük zulüm parçalarının Müheykel şeklidir. Zalim yöneticiler.

“Akşam yattığımda yüz liram vardı. Bir ekmek alabilirdim. Sabahleyin kalktığımda, o parayla ekmek alamadım. Yirmibeş lirasını çalmışlar.” Diye bağırma, o parayı sen çaldın. Adam sana gelip böyle yapacağını söylemişti.

Arkadaşlar!

Tarihte; adil bir topluluğun başına, zalim bir yönetici hiçbir zaman gelmemiştir.

Rabbimiz: “zalimlerin bir kısmını diğerine, işte böylece yönetici kılarız” buyurur.(Enam 6/129) Ve “Hiçbir kavim kendini değiştirmedikçe, Allah o kavmi değiştirmez” (Ra’d 13/115)

Şair Üsküdarlı Talat:

“Adam olmazsak, kalırsak biz bu isti’datta

 Devri Hürriyette birdir devri istibdatta.”der.

Hz. Ömer (r.a.) Medine sokaklarında, iğne kaybetmişte onu arayan biri gibi yürüyen, bir kişi görür ve onu durdurur, başını kaldırır, kamburunu düzeltir ve sorar: “Kambur değilsin niçin böyle yürürsün?” deyince: “Tevazu gerekir onun için böyle toprağa bakarak yürüyorum” diye cevap verince, Ömer: “Dinimizi öldürmeyin. Böyle yapan sizleri Allah öldürsün” diye bağırır. Ve ben size Ömer’in söylediğini tekrarlıyorum:

“Okuyanlar! Başlarını dik tutunuz. (Kur’an’la) yolunuz açılmıştır. İnsanlara yük olmayınız.”(Et-Tibyan Fi adabi hameletil Kuran 26)

Canınızı korumak için; yolda karşıdan karşıya geçerken, solunuza ve sağınıza bakarak geçtiğiniz gibi dininizi korumak için, altı ciheti de kontrol ederek yürüyünüz. Caddede, şehirde veya dünyanın herhangi bir yerinde, bir insana yapılan haksız bir davranışı gidermekle memur olduğunuzu biliniz.

Sofya’yı fethe yürüyen bir mücahide; “Nere?” dediğimizde “Sofya’ya” diye cevap verirse, onunda gönül ufku kapalıdır. Peki Viyana, Amsterdam, New York, Tokyo, Pekin şehir değil mi? Orada yaşayanlar insan değil mi?

Rabbimiz ise bize “Cennete doğru koşunuz ve yarış ediniz” buyurur.

Ahiretteki cennete, bu dünyayı cennet eyleyenler layıktır. Adamlara soruyoruz:

–Nereye gidersin?

–Pekin’e

–Niçin?

–Ağamın koyduğu sistemi oradakilere ulaştırmak için.

–Peki oradaki insanlar senin ağandan daha zeki iseler ve daha güzel sistemleri varsa. Demek sen kendin gibi kölelerin adedini çoğaltmak için koşuyorsun.

Rabbimiz ise; “Ey İnsanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk yapınız ki, korunabilesiniz.” Buyurur.(Bakara 2/21)

Kendisi gibi bir insanın fikirlerini yayan ve onun yayılması için çalışanla, Roma’da efendisine hizmet eden köle arasında ne fark vardır?

Arkadaşlar,

Bundan 30 sene önce Torosların eteğindeki bir köyde, Radyo ve Gazetenin ne olduğunu bilmediğimiz bir zamanda, çocuklar arasında Rusya ile Amerika’nın elindeki atom bombasını konuşuyor ve “Bir düğmeye bassalar bizim köyü yok edebilirler” diyorduk.

Bu haberleri bize hangi hain veya gafil getiriyordu bilmiyorum ama her halükarda, bizim çocuk ruhumuzu köleleştiriyor ve bu süper güçlere baş kaldırılamaz imajını veriyordu.

Bu imajı kölelik alfabesinin, “Ayıya dalaşmaktansa çalıyı dolanmak iyidir.” Cümlesi perçinleşiyordu.

Biraz daha büyüdük. Şehirde gazeteleri okuduk gazetelerden okuduğumuz kadarı ile gördük ki, bu iki süper devlet, geri kalmış ülkelerin subaylarını üç aylık eğitimler için ve yeni teknolojileri tanıtmak için davet ediyor ve onlara tarihi efsanelerde adam yutarak yaşayan devlerin hortlamış şeklini alan, çağdaş dev silahları gösteriyorlar. O subaylar yurtlarına dönünce ellerindeki silahlara bakarak onlara karşı hiçbir şey yapılamayacağını kara gözlüklü ve kara çantalı diplomatların, kara sömürülerine boyun eğmekten başka bir çıkış yolu olmadığını anlatıp yayıyorlar.

Küfür, kendi gücünü her gün basın yayın yoluyla dünyaya duyurarak, yüreklere korku salarak, sömürüsünü devam ettiriyor.

Küfrün teknolojisiyle; teknik, askeri ve siyasi uzmanlar ilgilenmesi gerekirken, basın yayın yoluyla küfrün sahip olduğu silahlar abartılarak halka tanıtılmakta ve körpe yüreklere kölelik tohumları atılmaktadır.

Halbuki Rabbimiz; bu tür haberlerin yayılmaması gerektiğini, konuyla ilgili birimlere haber verilmesi gerektiğini tavsiye ederek şöyle buyurur: “Kendilerine güven veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu yayarlar, halbuki o haberi Peygambere veya kendilerinden olan Ulul-emre götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler onu bilirdi.” (Nisa 4/83)

Korku denen şey insanın içinden gelir ve korku Rabbimizin bize en büyük hediyesidir. Korkusuz bir çocuğumuzun olmasını istemeyiz. Eğer korku olmasaydı elektrik cereyanını avuçlar, yolda giderken yolun ortasından gider otobüsle çarpışırdık. Sonra keşifler dururdu.

Önemli olan korkularımızı yönlendirmek, kimden korkup, kim ve nelerden  korkmayacağımızı belirlemektir.

 

 

 

Ölüm Korkusu

 

Arkadaşlar!

Günümüz insanının en fazla korktuğu şeylerden biride ölümdür.

Vatanını kaybedenler, ölüm korkusuyla düşmana karşı durmayıp teslim olanlardır. Bilmiyorlar veya bilmek istemiyorlar ki; harp meydanından ölmemek için kaçanlar kendi evlerinde öldürülüyorlar.

Rabbimiz buyurur: Deki: “Doğrusu kendisinden kaçtığınız ölüm mutlaka karşınıza çıkacaktır” (Cuma 62/8) “Nerede olursanız olun yükseltilmiş burçlar (Kaleler, Apollolar, Soyuzlar, Uzay mekiklerinde) içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir” (Nisa 4/78)

“Ecelleri gelince, ne bir saat geciktirilebilirler nede öne alınabilirler”(Nahl 16/61)

Bütün harplere katılan ve vücudunda el kadar yarasız yeri olmayan ve yatağında vefat eden Halid b. Velid’i sevenlerdeniz biz.

İlk defa Uhud harbine katılan bir saat sonra şehit olan Amr b. Sabit B. Vakş’ı da sevenlerdeniz biz (İbnü Hişam 2/90) Bu iki olay; bizi öldüren ve diriltenin Allah (c.c.) olduğunu gösteriyor. Halbuki, Halid b. Velid Bizans’ın CIA ajanları ile İran ajanlarının müşterek hedefi idi.

 

 

Azlık Korkusu

 

Arkadaşlar!                                                      

Adedimizin azlığından ekonomik ve askeri gücün azlığından, küfrün aşırı derecede büyüklüğünden dem vuranlar bilsinler ki, bu milyarlarca insan, bir tek Adem (s.a.v.)’den türemiştir. Peygamber Efendimiz tek başına idi ve Bizans, İran ve Habeş İmparatorluklarının ortasında şeytan üçgeninde yaşıyordu. Askeri ve Ekonomik gücü temsil eden amcası Ebu Leheb’te en amansız düşmanı idi. Ama bu iman mayası o bir kişiden tuttu. Bütün dünyaya sirayet etti.                                                        

Yüz kiloluk sütü yoğurt yapan bir avuçluk yoğurttur. O bir avuçluk yoğurt, kazanın tabanına oturur ve kendine en yakın olanı kendine bağlayarak, bütün kazana yoğurt yapar. Eğer o bir avuçluk yoğurt taviz verirse, kendisi de bozulur, yüz kiloluk süt de bozulur. Vardığın yer kör ise sende kırparak bak.

Kölelik alfabesinin bir sloganı olan bu cümle, “Toplum toplumca intihara gidiyorsa, sende ona katıl” diyor. Halbuki Peygamberimizin ümmetlerinden biri ellerini makas gibi açıyor ve “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” diye bağırıyor. Dünyada tek başına Müslüman sen olsan, yine de galip geleceğin inancında olmalısın. “Allah kuluna yeterli değil mi?” (Zümer 39/36) Bütün bir kovandaki arıyı yöneten, bir tek arı beyidir. “Bir mıh bir nalı tutuyor bir nal bir ayağı bir ayak bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu ve devleti tutuyor.” Bir mıh ne yapar denemez. “Benim bu davaya ne katkım olur?”da denemez. Beş milyar insan Müslüman olsa da bir tanesi dinden dönse, kafir olsa bir kişiden ne çıkar denmez. O bir kişi, ordunun komutanının atının ayağındaki naldan düşen bir mıh gibidir. Nalı da, atı da, komutanı da, orduyu da düşürebilir.

Bizim hastalanmamıza sebep olan mikrop, vücudumuzun yüz trilyonda biri kadar yoktur. Ama bünyede bir hücrenin bozulması, bazen milyarlarca hücrenin bozulmasına sebeptir.

 

 

Var olanı değerlendirmek

Arkadaşlar!

Karate kursuna giden bir delikanlı, kursa vardığı gün tartılıyor altmış beş kilo geliyor. O gün eline bir tuğla veriyorlar ve kırmasını istiyorlar, ama kıramıyor.

Bir sene kursa devam ediyor. Tekrar tartılıyor yine altmış beş kilo. Ama bu defa tuğlayı kırabiliyor. Bu delikanlının kilosunda, maddi gücünde bir artma yok. Ama o bütün enerjisini bir eline toplayıp, vurma melekesini geliştirdi. Saçından tırnağına kadar bütün hücreleri, tuğlayı kırma olayına iştirak ediyor. İşte konsantre olmak budur.

Evinizin camı ne kadar büyük olursa olsun, camdan geçen güneş ışını sizi yakmaz. Ama el kadar merceği güneşe tutsanız, o mercekten geçen güneş ışını değdiği yeri yakar ve yangın çıkarır.

Kocaman can, güneş enerjisini toplamadığı için yakamıyor. Ama küçücük mercek topladığı için yakıyor.

Rabbimiz de, “Mallarınız ve canlarınızla cihad ediniz” buyurur. (Tevbe - 9/4)

Yani mali, bedeni, akli, makam, mevki, diploma, şan, şeref, şöhret gücünüzü bir yere toplayınız ve küfrün, zulmün beline öylesine vurunuz.

Eğer, kölelik alfabesinden ezberlediğin Eğ başını, gör işini, al maaşını cümlesine göre hareket eder, enerjisini hapsedersen, sinek tabiatlı insanların esiri olursun.

Hayvanat bahçesinde bol sığır etiyle beslenen Aslanı, bir sineğin rezil ettiğini gözlerimle gördüm. Sinek aslanın gözlerine konuyor. Aslan arada bir kafasını sallıyor ve akşama kadar mücadele devam ediyor. Ve sineğin zaferiyle akşam sona eriyor.

Halbuki o aslan ormanda olsa idi, sinek ona yetişemezdi bile.

Su hareket ettiği için mermerleri deliyor. Ağacın kılcal kökleri, hareket ettiği için kayaları parçalayarak kök salıyor.

Hareket eden, enerjisini bir yöne teksif edenler kazanıyor. Duranlar kaybediyor.

İmansız veya İmanı zayıfların: “Bugün bizim Amerika ile Rusya’ya karşı koyacak gücümüz yok” sözü, tarihte ilk defa söylenmiş bir söz değil.

Beni İsrail komutanlarından Tâlût; o gün için en güçlü bir devletin komutanı olan Câlût’a karşı harb etmek üzere yürüdüğünde, düşmanın askeri ve silah gücünü görünce bir kısmı, “Bugün Câlût’a ve ordusuna karşı bizim gücümüz yok” dediler. (Bakara - 2/249) İçlerinde Allah’a kavuşacağını bilenler ise; “Nice az topluluk, Allah’ın izniyle çok topluluğa galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir” dediler. (Bakara 2/249) bu ayetlerin devamında Talut’un galip geldiğini, Câlût’u, Davut’un öldürdüğünü haber verir Rabbimiz.

İbrahim Aleyhisselam tek başınadır.

Ateşe atılmıştır. Ama Rabbim ateşi gülistana çevirmiştir.

Rabbimiz; Efendimizin arkadaşlarına da, “Yeryüzünde az sayıda olduğunuz ve zayıf sayıldığınız için insanların sizi esir olarak alıp götürmesinden korktuğunuz zamanları hatırlayın. Allah şükredesiniz diye sizi barındırmış, yardımıyla desteklemiş, temiz şeylerle rızıklandırmıştır.” buyurarak, az iken çok fakir iken zengin olduklarını hatırlatır.(Enfal - 8/26)

Rabbimiz “Gevşemeyin üzülmeyin. Eğer mü’minseniz en yüce olan sizsiniz” buyurur. (Ali İmran- 3/139) “İzzet; Allah’a, Resule ve Mü’minlere aidtir”(Münafikün 8) yüce olanlar ve izzetli olanlar mü’minlerdir. Yüce olanlarda, yüce olan Rabbinin yarattıklarının alçalmasına razı olmaz.

Mezbelelikten, küllük bidonlarından kağıt, cam, demir döküntülerini toplayarak zengin olan, aynı zamanda ülke ekonomisine katkıda bulunan insan gibi. İnsan döküntülerinin bulunduğu yerler dolaşılarak, oralardan alınıp değerlendirilmelidir.

Şahsi çıkarları için dinini ve vatanını satan politikacı, Sultan Ahmet Camisi’nin imamını tanımazken, Notre Dame Kilisesi’nin kanburu’nu millete tanıtan yazar. Ayağındaki gön, sırtındaki yün, damarındaki kan bu milletten gelirken, başka devletlerin propagandasını yapan Profesör. Ramazanda oruç tutan kerhane kadını, fakirlik nedeniyle hırsızlık yapan, ama komünist olmayan, çocuklarımız. Hastalığına doktorlardan çare bulamayan, mecbur kalınca kocakarı tavsiyesine uyarak insan pisliğini süren hasta gibi, komünizmi benimseyen. Ama Müslümanlığını da atamayan insanlarımız, döküntülerimizdir.

Kölelik alfabesinden ezberlediğimiz;

“Gemisini kurtaran kaptan” sloganına göre hareket edenlerden kurtulan olmamıştır.

Rabbimiz ise “Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının. Allah’ın azabının şiddetli olduğunu bilin” buyurur.(Enfal 8/25)

Bir bela, fitne, zulüm, sefalet, cehalet gelirse bütün bir toplumu sarar. Mikrop gibidir. Bir yerden girer ve bütün vücudu toplar.

Hem bakmışsınız, çöplük de bulunan bir inci, gerdandakinden de değerli olabilir.

“Altın yere düşmekle pul olmaz”

Battal gazi at satın alacağında, sürünün içinden en deli atı seçermiş. Sürü sahibi, eğer vurulmuş, geme alışmış bir atı teklif ederse kabul etmez ve o gem almaz atı tercih edermiş.

Peygamber Efendimizde Rabbine dûa eder. Ömer veya Ebu Cehil’in Müslüman olmasını ister. Bunlar, Mekke’nin iki delidolu insanıdırlar. Yalnız deli değil, Delidolu insan bunlar.

Küllükten kağıt, cam, demir toplayanlar. Kötü kokuya ellerine batan, kanatan şeylere sabrederler.

Sarhoşu sırtında evine taşıyan dervişin veliliği, sonradan anlaşılmıştır.

Rabbimiz: “Eğer sabreder ve de sakınırsanız, onların hileleri size zarar vermez” buyurur.(Ali İmran 3/120)

Sabreden ve de tedbirini alan kazanır. Sabredip tedbir almayan kaybeder.

Sakınmak diye terceme edilen Takva kelimesi vikaye kökündendir. Vikaye ise: önlem almak, önleyici tedbirler almak, uyanık olmaktır.

Saatin ziline uyanamayan anne, altı aylık yavrusunun iniltisine uyanır.

O; kendisi akşam yatarken yavrusuna göre kurmuştur. Bu, çocuğa bir zarar gelmemesi için annenin vikai tedbiridir.

Toplumda tehlike çanları çalmadan, derinden gelen iniltileri duymak gerekiyor. Bu iniltileri duymayanlar, tehlike çanlarını da yemek borusu zannedebilirler.

Rabbimin kullarına karşı, Annenin yavrusuna karşı olan hassasiyeti gibi hassas olmalıyız.

Ve de sabırlı olmalıyız.

Kur’ân-ı Kerim’de sabır, yüz on defa tekrarlanmıştır. Bütün ayetleri gözden geçirdiğimizde sabr’ın; kapıları ve pencereleri kapattıktan sonra “Ya sabır” çekmek olmadığını görürüz. Kafir Calut’un ordularıyla karşı karşıya gelen azıcık müslüman topluluğu, kılıçlarına el attıktan, harbin kurallarına riayet ettikten sonra “Ya Rab! bize sabır ver” diye dua ediyorlar.(Bakara 2/249)

Timur’a “Başarının sırrı nedir?” diye soran adamın parmağını Timur, kendi ağzına alıyor. Kendi parmağını da adamın ağzına veriyor ve: “İkimiz’de ısıracağız” diyor. İkisi de ısırmaya başlayınca, adamın canı yanar ve “aaa!” diyerek ağzını açar. Timur kendi parmağını çeker, ama ısırmaya devam eder. Adam “aaa!” diye bağırır. Sonra Timur: “İşte başarının sırrı bu. “Aaa” diye bağırmak karşı tarafa fayda verir” der.

Tedbirini alan ve sabreden bir mü’minin, bütün küfür mihraklarına meydan okumasını ister Rabbimiz, “Deki; bütün müttefiklerinizi çağırın (elinizden gelirse) bana tuzak kurun ve bana göz açtırmayın” (Araf 7/195)

“Oysa kötü tuzağa ancak sahibi düşer” (Fatır 35/43)

Bu ayetler doğrultusunda Akif :

Cehennem olsa gelen, Göğsümüzde söndürürüz,

Bu yol ki, Hak yoludur. Dönme bilmeyiz yürürüz. diye meydan okur.

“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var”

dedikten sonra Akif göz kırpar ve:

“Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakkın

Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın”

Diye müjdeler verir.

 

Arkadaşlar!

Küfür kötü tuzağına kendisi düşmüştür. Amerika Ortadoğu’dan, Rusya Afganistan’dan geldiği gibi çıkamaz. Değişime uğrayarak çıkacak.

Küfrün yüreğini korku sardı. Bir yere de korkunun kıvılcımı düştü mü, orası iflah olmaz.

İki koca köpek bir araya gelince, ikisi de hırlarken “Benim dedemin sende bir kemik alacağı varrrr!” dermiş. Etraftaki küçücük köpeklerde: “var, var, var, var,var...” diye bağrışırlarmış. Bu iki süper devletin başı bir araya geldiklerinde, birisi “Ulan koca oğlan, sekiz günde Pakistan’a varacağım dedin, sekiz sene oldu. Şimdi de geriye kaçıyorsun. Kaçışına da bakma, binlerce askerin Müslüman oldu. Onlar geriye gelir. Genelkurmayını Müslüman yaparsa, ne olur bizim halimiz? Senin bölgelerinde İslami hareketlenmeler varrrr” der. Öbürüde; “Sen orta doğuya hakim olamadın. Körfeze girdin, çıkamadın. Sekiz tane uçağın çarpıldı, ülkende çeşitli yorumlar yapıldı. Kendi ülkende on milyona ulaştı Müslümanların adedi, senin bölgelerinde varrrr” diye cevap verir.

Gazetelerin köşelerinde veya küçük koltuklara oturmuş gücücük yazar bozarlar ve siyasi yetkililer, hep birden “var, var, var, var, var, ” diye bağrışıyorlar.

“Nato karargahında ve Varşova Paktı Ülkelerinde, orta menzillilere ihtiyacımız yok, bunları sökelim, şu geri kalmışlara satalım. Biz öldüremedik bari birbirlerini öldürsünler.” Diye anlaşmaya varıyorlar. Yüreklerine korku girdi.

Bu iki süper deli; İslam aleminde yakıp yıkmadık yer bırakmayan Cengiz’in ordularının, zamanla Müslüman olduğunu da bilir.

Sözün kılınca galip geleceğini de bildikleri için kalplerine korku düşmüştür.

Rabbimiz, “Biz kafirlerin kalplerine korku salarız” buyurur. (Al-i İmran 3/151)

Düne kadar; “Rusya en büyüktür” sloganı attırılarak, İsraillilere karşı silah attıran Filistinlilerden korkmuyordu İsrail.

Ama bugün, taş atan çocuklardan korkmaya başladı. Çünkü bunlar “En büyük Rusya veya Amerika” demiyorlar, kulaklarına ilk defa üflenen kelimeyi söylüyorlar, “Allahü Ekber=En büyük Allah” diyorlar.

Ve dünyanın her tarafında boşalan camilere yeniden dolmaya başlayan Müslümanlar hürriyetin sloganı olan bir cümleyi günde kırk defa tekrar ediyorlar.

“İyyake Na’büdü Ve İyyake Nesteıyn”

Ancak sana itaat, ibadet ederiz ve ancak senden yardım isteriz.

Selam ve hürmetlerimle.

                  13 Haziran 1988/Pazartesi/Erzurum

                           Mahmut TOPTAŞ