Köleliğin Alfabesi
Hürriyetin Elifbası
Rabbimize Hamdolsun, Rasûlüne
salat olsun, Ashabına ve sizlere selam olsun.
Arkadaşlar.!
İnsanoğlunun katıldığı ilk seçimde
seçtiği Rabbidir.
Ve o seçimde, oyunu belli
eden şey, “Bela” kelimesidir.
Katılma oranı yüzde yüz olup,
kabul: “Bela” da yüzde yüz olduğundan, kıyamete kadar Rab’lık iddiasına kalkan
fanilerin zorla yaptırdıkları seçimleri de geçersizdir.
Ruhlar aleminde insanın ilk
duyduğu isim, “Rab” ismi celalidir.
Rabbimiz bütün ruhlara: “Ben
sizin Rabbiniz Nesr putları, insan oğlunun kendi gönlünde yitirdiği Rab inancını
dışarıda ararken, şaşkın şaşkın dolaştığı yerlerin ve arayışların işaret taşlarıdır.
Rabbimiz, Rahmetinden; bu dünya
hayatında taşlardan, ağaçlardan, yıldırımlardan, insanlardan...Kendimize Rab
edinip, kendimizi onlara köle yapmamamız ve başka yerlere bağlanmamız için, önce
kendi Rab’lığını bize onaylatmış. Ruhumuzu da kendisine bağlayarak, başka bağlardan
kurtarmıştır.
Bazı insanlar bu sözleşmeyi
inkâr ederek: “Böyle bir şey olmamıştır. Olsa hatırlardım” diyebilirler.
Çocukluğumuzda bize verilen
ve söylenenleri, onlara gülerek veya ağlayarak verdiğimiz cevapları da hatırlamıyoruz.
Altı aylık iken kucaktan düştüğümüzü, başımızın yarıldığını “hatırlamıyorum” diye
inkâr eden insana, yaranın izi olayın doğruluğunu ispat eder.
Köleliğin veya özgürlüğün ne
olduğunu bilmeyen, yumurtadan yenice çıkmış bir civcivin, ele avuca gelmemek için
insandan kaçması, insan fıtratının başlangıçta kölelikten nefret etmesi, daha önce
bir Rabbe bağlanarak hürriyetin tadını almasındandır.
Yoksa ağzına hiç tatlı koymayan
birisinin acıyı anlaması mümkün değildir.
Bülbülün altın kafeste çırpınması,
özgür güller diyarının hasretindendir.
Kur’an’da:“Yerde hareket eden
hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da, ancak sizin gibi birer ümmettirler.” Buyrulur.
(K.Kerim – En’am 6/38)
Onlar da bizim gibi ümmettirler.
Rabbime bağlandıklarından, başka yerlere bağlanmayı istemezler.
Rabbimiz: “Sen yüzünü Allah’ın
insanlara yaratılışta verdiği hanif dine doğru çevir” (Rum 30/30) ayetinde,
insanların fıtratlarında var olan dine yönelmelerini emreder.
Sorbon Üniversitesi’nin
profesörleri ile, Notre Dame Kilisesi’nin papazlarının, insanı köleleştirmek için
kurdukları tuzaklardan oğlunu kurtarmak için; “Bırakın oğlumu tabiat terbiye
etsin” diyen düşünür, Rabbine Papazdan biraz daha yakın olurken uzaklaşıyor.
Peygamber Efendimiz; “Her doğan
İslam fıtratı üzerine doğar. Anne babası onu, ya Yahudi, ya Hıristiyan veya
Mecusi yapar.”buyurur. (Buhari K. Canaiz 80, Müslim K.Kader 25) “Anne ve babası
Müslüman yapar” demiyor. Çünkü çocuk Müslüman dır. Hür fikirlidir.
İki yaşında iken değerli bir şeyi
kırdığında annesi; “Senmi kırdın?” dese, gülerek “Evet” diye cevap verir. Annesinden
bir tokat veya babasından “Ben kırmadım de” diye bir akıl alırsa, Yahudilik, Hıristiyanlık
veya komünistlik huylarından bir şeyler almaya başlar.
Elest bezminde Rabbini tanıyan
insanın, canla ten’inin birlikte dünyaya teşrif ettiği gün; kulağına ilk fısıldanan
söz, Ezanı Muhammedideki: “Allah-uEkber = En Büyük Allah’tır.” kelimeleri ile şahadetler,
namaza davet ve felaha davettir.
Tek bir, şahadet ve selat da,
en büyük Allah olduğunu İman ve İkrardan sonra, Allaha itaati ifade eden salat
ve bütün engelleri aşmaya davet eden felaha çağrı kelimeleri, çocuğun tertemiz
gönlüne dünyada yapılan ilk bant kaydıdır.
En büyük Allah’tır. Dünyada
yapılan ilk kayıt, hayat boyunca büyüklük taslayanlara gönlünde yer kalmaması içindir.
Allah’ın topraktan yarattığı bu
insan; bedeniyle toprağa bağlı iken, kendi tarafından verdiği ruhla Rabbine bağlıdır.
Bedenin gıdası olan yiyecek,
içecek ve giyecekler, topraktan gelirken, ruhunun gıdası olan kitaplar
Rabbinden gelir.
Köleliğin veya özgürlüğün ne
olduğunu bilmeyen, yumurtadan yenice çıkmış bir civcivin, ele avuca gelmemek için
insandan kaçması, insan fıtratının başlangıçta
Rahman olan Rabbimiz insanı yaratmış,
kalemi öğretmiş, Kur’anı ve Beyanı öğretmiş. (Rahman 55/104 Alak 1-5) yeryüzünü döşek, gökyüzünü tavan
yapmış. (Bakara 2/22) Dünya semasını yıldızlarla donatmış. (Mülk 5) Bir gülün açması,
bir böceğin uçması, bir buğdayın oluşması için havaya, toprağa, güneşe suya işbirliği
yaptırmış.
Kendisine bu kadar masraf yapılan
insanın, bunları yaratanı tanımasından ve Ona, yalnız Ona itaat etmesinden,
daha zevkli bir şey olmasa gerek.
İşte bu hürriyetin zevkini
tadan İmran’ın hanımı, Meryem validemize hamile kalınca, Allaha ibadet edip başkalarına
itaatten azade olma zevkinin, evladında da devam etmesini Rabbinden şöyle ister:
“Rabbim karnımda olanı hür olarak, yalnız sana adadım onu benden kabul buyur.”(Ali
İmran 3/35)
Hür olarak, yalnız Rabbine
adamak. Yüreğinde hiçbir şeyin, hiçbir kimsenin korkusunu duymadan, ağırlığını hissetmeden,
Rabbinin çizdiği sınırlar içerisinde uçmak.
Tirmizi’nin Ebvab-üd-Tefsir’inde,
3366 numaralı Hadisinde haber verildiğine göre; dağlardan, demirden, ateşten,
sudan, havadan daha güçlü olarak yaratılan insan. Havanın, suyun olduğu yerde
yaratılan her şeyi emri altına almalı, insana en büyük değeri vermeli ve mevcut
enerjisini son haddine kadar kullanmalıdır.
Yüz binlerce tonu kaldıran, dünyayı
geceleyin aydınlatan elektrik enerjisini suda bulan insandır. İnsandaki enerji
ise hepsinden fazladır.
Bu gün; elektrik enerjisi üreten
barajlardan birine bir sabote olsa, okullar, hastaneler, postaneler, evler ve
fabrikalar elektriksiz kalsa, herkes, haklı olarak sabotaj yapanı lanetleyecektir.
Ancak; her gün dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen adam öldürme olaylarına
karşı, kınamalar, lanetlemeler baraj yıkanlara karşı yapılan kadar değildir.
Halbuki Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
“Haksız yere bir mü’minin öldürülmesinden (insansız) bütün bir dünyanın yok
olması, Allah katında daha hafiftir.” buyurmuş. (İbnü Mace K.Diyat Hadis 2619,
Tirmizi K. Diyat Hadis 1394)
İslama göre; insansız bir dünya
terazinin bir kefesinde olsa, öbür kefesinde de haklı bir Müslüman olsa, haklı Müslüman
ağır basıyor.
Rabbimizde K.Kerim’inde: “Kim
bir insanı diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibidir” buyurur. (Maide 5/32)
Harabelerde bulduğumuz alçıdan
yapılmış antik eserleri, kırmadan yumuşacık fırçalarla temizler, yapımcısını tespit
etmeye çalışır ve değer fiyatından satmaya çalışırız. Eser, yapımcısı ve yapıldığı
asra göre değer kazanır.
Bu insanın yapımcısı, bütün
sanatkarları yaratan Allah (c.c.)’dır. Ten olarak tarihi yeni ise de, can
olarak yaratılış tarihi, dünya kadar eskidir. Sahip olduğu enerji, bütün dünyanınkinden
fazladır. O halde bu insan, haksız yere kırılmamalıdır. Rabbimiz. “Kim haksız
yere bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir.” Buyurur. (Maide 5/32)
Buradaki kırılma ve öldürülmedeki kastım yalnız bedenin kırılıp yok edilmesi değildir.
Kabiliyetlerin değerlendirilmemesi, nice beyinlerin çalışması için ortam hazırlanmaması,
çalışan ve gelişen akıl ve kabiliyetlerin engellenmesi veya yavrularımızın çocukluğundan
itibaren yanlış yönlere kanalize edilerek israf edilmesi, köleleştirilmesi
kastedilmiştir. Hz. İbrahim (s.a.v.), nesli için Rabbine dua ederken, neslinden
İmamlar (önderler) gelmesini ister. (Bakara 2/124) Furkan suresinde (25/74): Rabbimize
dua ederken, bizleri önder kılması için istekte bulunmamız öğütlenir. Her Müslüman
kendisini İmam (lider) olacak şekilde bedenen, ilmen, zihnen, ruhen, aklen geliştirmeli
ve Rabbinden de yardım istemelidir.
Efendiler!
Zekeriyya aleyhisselam
Rabbinden tertemiz evlat ister ve Rabbimiz de Yahya aleyhisselamı verir. Ve
Yahya aleyhisselamı müjdelerken, efendi, şirk’e ve isyana kapalı, Peygamber ve
salih olarak müjdeler.(Ali İmran 3/38-39)
Köle değil, efendi, Allah’tan
başka hiçbir şahıs, kuruluş veya herhangi bir eşyadan korkmak, ona itaat etmek
yok. Yalnız Allah’ın büyüklüğünü kabul eden efendi.
“Her doğan İslam fıtratı üzerine
doğar” yani, efendi olarak doğar. “Anne babası onu Yahudi Hıristiyan veya
Mecusi yapar” Anne babası, çevresi, okulu, işyeri onu etkiler.
Türkçe karşılığı “El bombası”
anlamına gelen “kumbara” çocuklarımızın eline küçücükken verilip yememeyi, dağıtmamayı,
para biriktirmeyi, para şıngırtısını dinlemeyi öğreterek yetiştirirsek büyüyünce;
paradan başka kavgası verilecek bir şeyin olmadığını, para sesinden daha güzel
bir sesin bulunmadığını iddia eden ve para için her şeyi yapmaya hazır, köle
ruhlu bir nesil yetiştiririz.
İlkokuldan Üniversite sonuna
kadar, on beş senelik tahsil koşusunun sonunda ödül olarak hep ekmek gösterilirse.
Yetişen genç, maaş veya makama mahkum olmuş köledir.
Hedef, sahasında iyi yetişmiş
bir insan olsaydı, ekmeği bol, makamı yüksek hür bir insan yetiştirirdik.
“Salla başını al maaşını” Kölelik
alfabesinin ilk sayfalarında yazılı olan cümlelerdendir.
İstanbul’da, Madrid’de,
Londra’da eroin mafyasının babalığını yapan insanlarımızın gazetelerden
haberlerini okuduğumda, yüreğimde sevgi duyduğum bu insanlara, aynı zamanda acımaktayım
ve bunları ekmek yoluna yönlendiren, çeyrek ekmeğe boyun eğdiren, eğiticilere
de lanet okumaktayım.
Bunlara çocukluğundan
itibaren Madrid’de, Londra’da, New York’ta, Moskova’da bu milleti daha başka şekilde
temsil etmenin yolları gösterilseydi, Madrid’de bir villaya değil, Madrid’in
kendine ve insanlarına dost olurdu.
Ömer’i iyi yetiştiren
efendimiz, Ömer’le İran’a ve insanına sahip olmuş, Kudüs’ü pislikten, şirkten
zulümden arındırmıştır.
Rabbimiz Kur'an-ı Kerim’inde
bizlere; örnek olsunlar diye, hapishaneden devlete, ateşin içine düşme pahasına
da olsa, insanları hürriyetine kavuşturan devleti kuran, Peygamberlerin
hayatlarını haber vermektedir.
Peygamberler, Ebubekir, Ömer,
Osman, Ali (r. anhüm.) Selahattin’ler, Alp Aslan’lar, Fatih’ler bir zamanın çocuklarının
hayalinde, örnek insanlar olarak gösterilirken. Gür hisli, hür imanlı nesiller
yetiştiriliyor ve onlar Estergon kalesinde, Çin seddinde Kafkaslarda ve Ümit
burnunda günde beş defa bütün dünya insanına: “Hayyealelfelah = Haydin
engellerinizi aşarak, zincirlerinizi kırarak kurtuluşa gelin” diyorlardı.
Ama günümüzün örnek insanları
ise; gözyaşı, alın teri ve kan emerek, midesi patlamaya hazır, gözleri her şeyi
karpuz kabuğu gibi gören yaratıklar olmuştur.
Gencecik yavrularımız, onların
“Nasıl zengin oldum” isimli kitaplarını okuyup, onlar gibi olmaya çalışmaktadırlar.
Kölelik alfabesinden öğrendikleri
ile, “Köprüden geçinceye kadar ayıya dayı derler.” Ayının yeğeni olurlar ve büyüyünce
ayılaşırlar. Ufukları daralır. Armuttan başka meyve tanıyamazlar.
Rabbimiz onların Haleti
Ruhiyelerini, geçmişte aynı kişileri örnek alanların söylediklerini, bize
naklederek haber vermektedir.
“Dünya hayatını isteyenler,
keşke Karun’a verilen gibisi bize de verilseydi” derler. (Kasas 28/79)
Allaha imanla hürriyetini
elde edenler de dünyayı isterler. Amma!, Peygamberlerin istediği gibi isterler.
Karun’un, Firavun’un, Ebu Leheb’in sonunu gördük. Mal insanı korumuyor. İnsan
malı koruyor. İnsan ise, iç dünyasından alır enerjisini. Eğer iç dünyasını,
kendisi gibi insanlar işgal etmişse veya para, makam gibi şeyler işgal etmişse,
ufku daralmış kendi hayal ettiği sınırlar içine kendisini mahkum etmiştir.
Siyasi sahada kendine örnek
kabul ettiği insanın yanına yaklaşabilmek için satmadık bir şey bırakmayan, ona
yakın olunca da onun parmağına göre hareket eden binlerce siyasi, parmakla
oynatılabilen yaratıklar haline gelebiliyorlar.
İki cambaz bir ipte oynamazken,
bunlar marifet gösterip yüzlercesi bir parmak ucunda oynuyor, düşünmeden alınan
kararlara kalıbını basıyor.
Peygamberimin en sevdiği
insanlardan birisi Hz. Ebubekir’dir. O, Peygamberimin aldığı kararın inceliğini
anlıyor ve ses çıkarmıyor, onaylıyordu.
Yine Peygamberimizin sevdiği
insanlardan birisi de Hz. Ömer’dir. O da, Peygamberimin aldığı kararın Müslümanların
aleyhine olduğu kanaatine varıyor ve “Olmaz ya Resulallah!” diyor.
Efendimiz ikisini de çok
seviyor. Çünkü ikiside aklını çalıştırıyor. Körü körüne bağlılık yok.
“Gözlerimi kaparım vazifemi
yaparım” cümlesi kölelik alfabesinde yazar. Rabbimiz ise: Deki: “Benim yolum
budur. Ben ve bana uyanlar, insanları basiretle Allaha çağırırız.”(Yûsuf 12/108)
buyurur ve gözünü ve gönlünü açan insanı ister.
İbrahim aleyhisselam, Babil’de
zalimlerin zulmüne yardım ederek veya göz yumarak refah içinde yaşamayı çölde hür
yaşamaya ve orada Babil’i fethedecek yepyeni hür bir nesil yetiştirmeyi tercih
ederek, Dicle ile Fırat’ın bereketli sularını bırakarak susuz ve ziraata elverişsiz
bir yere hicret etti. (K.Kerim. İbrahim 14/37)
Musa Aleyhisselam, Firavunun
köşkündeki bol yiyecek, içecek, giyecek, atlar, altınlar, kadınlar ve her türlü
sefahati terk etti ve uçsuz bucaksız, gölgesiz, susuz çölde hür yaşamayı tercih
etti.
Filozof Rıza Tevfik de bir şiirinde
bu durumu şöyle ifade eder.
Yolcu yolun Ankara’ya uğrarsa
Sende de birazcık yiğitlik
varsa
Git benden aldığın
salahiyetle,
Şu fani sözleri söyle
Deki, kanun yapan
dalkavuklara
Horoz gibi öten o tavuklara
O kanuna boyun eğmemek için,
Şerefine leke sürmemek için,
Feylesof ömrünü ikiye böldü,
Çölde yaşadı ve mesud öldü.
Bu hicret, dünya ve
nimetlerinden kaçış değildir. Eğer öyle olsa idi, geri gelip şehri
fethetmezlerdi. Bu bol nimetler içerisinde, köle gibi yaşamaktansa, çölde yaşamayı
tercih ettiler. Ama Rabbim onlara bir müddet sonra, en bereketli Nil vadisinin
kapılarını açtı ve çölde onları bulutlarla gölgeledi. Bıldırcın eti, kudret
helvası ile besledi. Ve bir taşın on iki yerinden su fışkırttı.(Araf 7/160)
“Rızkını sırtında taşıyamayan
nice hayvanlar vardır ki; onların rızkını da sizin rızkınızı da Allah verir.”(Ankebut
29/60) Mü’min olmak, köpekler gibi sahibinin “Yal”ını yalayarak yaşamaktansa,
kuşlar gibi hür olmayı tercih etmektir.
Peygamber Efendimizde: “Kuşlar
gibi olunuz” buyurur.(Tirmizi,Zühd 33. İbn-ü Mace, Zühd 14)
Bizim elimiz, ağzımız ve ayağımızı
gemleyenlerin başında yem gelir.
Allah (c.c.) bu konu üzerinde
çok durur ve “Yeryüzündeki bütün canlıların rızkı Allaha aittir” buyurur. (Hüd 11/6)
“Kim Allah’tan sakınırsa,
Allah ona bir çıkış yolu verir ve hiç hesap etmediği yerden rızıklandırır.” (Talak
sûresi 65/3) buyurur.
Her canlının rızkını veren
Rabbim Afrikalının Rızkını da vermiş. Ayağının altına altın, gümüş, fosfat
madenlerini serivermiş. Başının üstünü ormanlarla kaplayıvermiş. Küfrün önderleri
de gelmişler; tuvalet kağıdı yapacağız diye, ormanı kökünden kazımışlar. Afrikalının
ayağının altındaki rızkı, Afrikalının eliyle
çıkarıp götürmüşler ve geride aç bi-ilaç insanlar bırakmışlar. Peygamberimiz
buyurur: “malını korurken ölen (müslüman) şehittir.”(tirmizi, Diyat 21, Ebu
Davut Sünnet 29)
Elinde ki rızkını koruyamamış,
Allah’tan değil, başkalarından korkmuş. Titrek elleriyle zalimlere yardım etmiş.
Kölelik alfabesinden ezberlediğini tekrarlamış ve: “Beni sokmayan yılan bin yaşasın”
demiş. Kendi elleriyle kardeşlerini yakalamış, zalimlere teslim etmiş.
Her zalimin iki eli, iki ayağı,
iki gözü, bir başı vardır. Binlerce başı, iki ayak ezemez. Milyonlarca insanın
cebinden, iki eliyle para çalamaz. Milyarlarca başı bir tek baş yönetemez.
Rabbim Kur’an-ı Kerim’inde; (Mümin
sûresi 40/22/24) Firavun’un iki eli, bir başı ve iki ayağıyla değil, ilim
adamlarının başkanı Haman ile iş adamlarının başkanı Karun’un yardımı ile zulmünü
icra ettiğini haber verir.
Dünyanın her tarafında akan
sular üzerine kurdukları saltanatlarının sallanmaması için senede bir defa bir
araya gelen, Rus ve Amerikan devlet başkanlarının, dört elleriyle bütün bu zulümleri
yapmaları mümkün değil. Generalleri, polis müdürleri, profesörleri, iş adamları,
sanayicileri, elçilikleri bu zulüm piramidinin köşe taşlarıdır. Bulunduğu yeri
kaybederim korkusuyla, bütün bunlara boyun eğen, ses çıkarmayan insanlarda o
piramidi meydana getiren diğer taşlardır. En küçük zulümden dahi herkesin gücü oranında
sorumluluğu vardır.
Seçime veya zorbalığa dayalı bütün
sistemlerde, aslında halkın seçimi söz konusudur.
Bir zalim çıkmış, çekmiş kılıcını
ve binlerce kişiye “benim idaremi kabul etmeyenler başını kaldırsın, kabul
edenler başını eğsin. Kılıcım başı yukarda olanlarınkini kesecek” demiş ve
binlerce baş eğilmiş.
Binlerce baş eğilmese ne
olurdu? Yalnız zalimin kanı akardı belki. Ama binlercesi başlarını eğince, her
birinin kanı akmayı da hak etmiştir.
Peygamber Efendimiz: “İdarecileriniz
sizin amellerinizdir.” (Keşf-ül-Hafa 1/126)
Eski Atina’da, aşk tanrıçası heykelini
yapan heykel tıraş, aslında ahlaken dejenere olmuş Atinalıların, hepsinin iç dünyasında
taşıdıklarını, dışarıda şekillendir miştir.
Güz mevsiminde, ağacın en yükseğinde bir
yaprak sararmışsa, aslında ağacın bütün her tarafındaki gizli bir onayın
neticesinde sararmıştır.
Efendimiz buyurur; “Nasılsanız,
öyle idare olunursunuz” (Keşfü’l-Hafa 1/126)
Zalimin zulmünü başıyla
onaylayanların veya eliyle alkış tutarak onaylayanların, iç dünyalarındaki küçücük
zulüm parçalarının Müheykel şeklidir. Zalim yöneticiler.
“Akşam yattığımda yüz liram
vardı. Bir ekmek alabilirdim. Sabahleyin kalktığımda, o parayla ekmek alamadım.
Yirmibeş lirasını çalmışlar.” Diye bağırma, o parayı sen çaldın. Adam sana
gelip böyle yapacağını söylemişti.
Arkadaşlar!
Tarihte; adil bir topluluğun
başına, zalim bir yönetici hiçbir zaman gelmemiştir.
Rabbimiz: “zalimlerin bir kısmını
diğerine, işte böylece yönetici kılarız” buyurur.(Enam 6/129) Ve “Hiçbir kavim
kendini değiştirmedikçe, Allah o kavmi değiştirmez” (Ra’d 13/115)
Şair Üsküdarlı Talat:
“Adam olmazsak, kalırsak biz
bu isti’datta
Devri Hürriyette birdir devri istibdatta.”der.
Hz. Ömer (r.a.) Medine
sokaklarında, iğne kaybetmişte onu arayan biri gibi yürüyen, bir kişi görür ve
onu durdurur, başını kaldırır, kamburunu düzeltir ve sorar: “Kambur değilsin niçin
böyle yürürsün?” deyince: “Tevazu gerekir onun için böyle toprağa bakarak yürüyorum”
diye cevap verince, Ömer: “Dinimizi öldürmeyin. Böyle yapan sizleri Allah öldürsün”
diye bağırır. Ve ben size Ömer’in söylediğini tekrarlıyorum:
“Okuyanlar! Başlarını dik tutunuz.
(Kur’an’la) yolunuz açılmıştır. İnsanlara yük olmayınız.”(Et-Tibyan Fi adabi
hameletil Kuran 26)
Canınızı korumak için; yolda
karşıdan karşıya geçerken, solunuza ve sağınıza bakarak geçtiğiniz gibi
dininizi korumak için, altı ciheti de kontrol ederek yürüyünüz. Caddede, şehirde
veya dünyanın herhangi bir yerinde, bir insana yapılan haksız bir davranışı gidermekle
memur olduğunuzu biliniz.
Sofya’yı fethe yürüyen bir mücahide;
“Nere?” dediğimizde “Sofya’ya” diye cevap verirse, onunda gönül ufku kapalıdır.
Peki Viyana, Amsterdam, New York, Tokyo, Pekin şehir değil mi? Orada yaşayanlar
insan değil mi?
Rabbimiz ise bize “Cennete doğru
koşunuz ve yarış ediniz” buyurur.
Ahiretteki cennete, bu dünyayı
cennet eyleyenler layıktır. Adamlara soruyoruz:
–Nereye gidersin?
–Pekin’e
–Niçin?
–Ağamın koyduğu sistemi
oradakilere ulaştırmak için.
–Peki oradaki insanlar senin
ağandan daha zeki iseler ve daha güzel sistemleri varsa. Demek sen kendin gibi
kölelerin adedini çoğaltmak için koşuyorsun.
Rabbimiz ise; “Ey İnsanlar! Sizi
ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk yapınız ki, korunabilesiniz.” Buyurur.(Bakara
2/21)
Kendisi gibi bir insanın
fikirlerini yayan ve onun yayılması için çalışanla, Roma’da efendisine hizmet
eden köle arasında ne fark vardır?
Arkadaşlar,
Bundan 30 sene önce Torosların
eteğindeki bir köyde, Radyo ve Gazetenin ne olduğunu bilmediğimiz bir zamanda, çocuklar
arasında Rusya ile Amerika’nın elindeki atom bombasını konuşuyor ve “Bir düğmeye
bassalar bizim köyü yok edebilirler” diyorduk.
Bu haberleri bize hangi hain
veya gafil getiriyordu bilmiyorum ama her halükarda, bizim çocuk ruhumuzu köleleştiriyor
ve bu süper güçlere baş kaldırılamaz imajını veriyordu.
Bu imajı kölelik alfabesinin,
“Ayıya dalaşmaktansa çalıyı dolanmak iyidir.” Cümlesi perçinleşiyordu.
Biraz daha büyüdük. Şehirde
gazeteleri okuduk gazetelerden okuduğumuz kadarı ile gördük ki, bu iki süper
devlet, geri kalmış ülkelerin subaylarını üç aylık eğitimler için ve yeni
teknolojileri tanıtmak için davet ediyor ve onlara tarihi efsanelerde adam
yutarak yaşayan devlerin hortlamış şeklini alan, çağdaş dev silahları gösteriyorlar.
O subaylar yurtlarına dönünce ellerindeki silahlara bakarak onlara karşı hiçbir
şey yapılamayacağını kara gözlüklü ve kara çantalı diplomatların, kara sömürülerine
boyun eğmekten başka bir çıkış yolu olmadığını anlatıp yayıyorlar.
Küfür, kendi gücünü her gün
basın yayın yoluyla dünyaya duyurarak, yüreklere korku salarak, sömürüsünü devam
ettiriyor.
Küfrün teknolojisiyle;
teknik, askeri ve siyasi uzmanlar ilgilenmesi gerekirken, basın yayın yoluyla küfrün
sahip olduğu silahlar abartılarak halka tanıtılmakta ve körpe yüreklere kölelik
tohumları atılmaktadır.
Halbuki Rabbimiz; bu tür
haberlerin yayılmaması gerektiğini, konuyla ilgili birimlere haber verilmesi
gerektiğini tavsiye ederek şöyle buyurur: “Kendilerine güven veya korku
hususunda bir haber geldiğinde onu yayarlar, halbuki o haberi Peygambere veya
kendilerinden olan Ulul-emre götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler
onu bilirdi.” (Nisa 4/83)
Korku denen şey insanın içinden
gelir ve korku Rabbimizin bize en büyük hediyesidir. Korkusuz bir çocuğumuzun
olmasını istemeyiz. Eğer korku olmasaydı elektrik cereyanını avuçlar, yolda
giderken yolun ortasından gider otobüsle çarpışırdık. Sonra keşifler dururdu.
Önemli olan korkularımızı yönlendirmek,
kimden korkup, kim ve nelerden
korkmayacağımızı belirlemektir.
Ölüm Korkusu
Arkadaşlar!
Günümüz insanının en fazla
korktuğu şeylerden biride ölümdür.
Vatanını kaybedenler, ölüm
korkusuyla düşmana karşı durmayıp teslim olanlardır. Bilmiyorlar veya bilmek
istemiyorlar ki; harp meydanından ölmemek için kaçanlar kendi evlerinde öldürülüyorlar.
Rabbimiz buyurur: Deki: “Doğrusu
kendisinden kaçtığınız ölüm mutlaka karşınıza çıkacaktır” (Cuma 62/8) “Nerede
olursanız olun yükseltilmiş burçlar (Kaleler, Apollolar, Soyuzlar, Uzay
mekiklerinde) içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir” (Nisa 4/78)
“Ecelleri gelince, ne bir
saat geciktirilebilirler nede öne alınabilirler”(Nahl 16/61)
Bütün harplere katılan ve vücudunda
el kadar yarasız yeri olmayan ve yatağında vefat eden Halid b. Velid’i
sevenlerdeniz biz.
İlk defa Uhud harbine katılan
bir saat sonra şehit olan Amr b. Sabit B. Vakş’ı da sevenlerdeniz biz (İbnü Hişam
2/90) Bu iki olay; bizi öldüren ve diriltenin Allah (c.c.) olduğunu gösteriyor.
Halbuki, Halid b. Velid Bizans’ın CIA ajanları ile İran ajanlarının müşterek
hedefi idi.
Azlık Korkusu
Arkadaşlar!
Adedimizin azlığından
ekonomik ve askeri gücün azlığından, küfrün aşırı derecede büyüklüğünden dem
vuranlar bilsinler ki, bu milyarlarca insan, bir tek Adem (s.a.v.)’den türemiştir.
Peygamber Efendimiz tek başına idi ve Bizans, İran ve Habeş İmparatorluklarının
ortasında şeytan üçgeninde yaşıyordu. Askeri ve Ekonomik gücü temsil eden amcası
Ebu Leheb’te en amansız düşmanı idi. Ama bu iman mayası o bir kişiden tuttu. Bütün
dünyaya sirayet etti.
Yüz kiloluk sütü yoğurt yapan
bir avuçluk yoğurttur. O bir avuçluk yoğurt, kazanın tabanına oturur ve kendine
en yakın olanı kendine bağlayarak, bütün kazana yoğurt yapar. Eğer o bir avuçluk
yoğurt taviz verirse, kendisi de bozulur, yüz kiloluk süt de bozulur. Vardığın
yer kör ise sende kırparak bak.
Kölelik alfabesinin bir
sloganı olan bu cümle, “Toplum toplumca intihara gidiyorsa, sende ona katıl” diyor.
Halbuki Peygamberimizin ümmetlerinden biri ellerini makas gibi açıyor ve “Durun
kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” diye bağırıyor. Dünyada tek başına Müslüman
sen olsan, yine de galip geleceğin inancında olmalısın. “Allah kuluna yeterli
değil mi?” (Zümer 39/36) Bütün bir kovandaki arıyı yöneten, bir tek arı beyidir.
“Bir mıh bir nalı tutuyor bir nal bir ayağı bir ayak bir atı, bir at bir
komutanı, bir komutan bir orduyu ve devleti tutuyor.” Bir mıh ne yapar denemez.
“Benim bu davaya ne katkım olur?”da denemez. Beş milyar insan Müslüman olsa da
bir tanesi dinden dönse, kafir olsa bir kişiden ne çıkar denmez. O bir kişi,
ordunun komutanının atının ayağındaki naldan düşen bir mıh gibidir. Nalı da, atı
da, komutanı da, orduyu da düşürebilir.
Bizim hastalanmamıza sebep
olan mikrop, vücudumuzun yüz trilyonda biri kadar yoktur. Ama bünyede bir hücrenin
bozulması, bazen milyarlarca hücrenin bozulmasına sebeptir.
Var olanı değerlendirmek
Arkadaşlar!
Karate kursuna giden bir
delikanlı, kursa vardığı gün tartılıyor altmış beş kilo geliyor. O gün eline
bir tuğla veriyorlar ve kırmasını istiyorlar, ama kıramıyor.
Bir sene kursa devam ediyor. Tekrar
tartılıyor yine altmış beş kilo. Ama bu defa tuğlayı kırabiliyor. Bu delikanlının
kilosunda, maddi gücünde bir artma yok. Ama o bütün enerjisini bir eline toplayıp,
vurma melekesini geliştirdi. Saçından tırnağına kadar bütün hücreleri, tuğlayı kırma
olayına iştirak ediyor. İşte konsantre olmak budur.
Evinizin camı ne kadar büyük
olursa olsun, camdan geçen güneş ışını sizi yakmaz. Ama el kadar merceği güneşe
tutsanız, o mercekten geçen güneş ışını değdiği yeri yakar ve yangın çıkarır.
Kocaman can, güneş enerjisini
toplamadığı için yakamıyor. Ama küçücük mercek topladığı için yakıyor.
Rabbimiz de, “Mallarınız ve
canlarınızla cihad ediniz” buyurur. (Tevbe - 9/4)
Yani mali, bedeni, akli,
makam, mevki, diploma, şan, şeref, şöhret gücünüzü bir yere toplayınız ve küfrün,
zulmün beline öylesine vurunuz.
Eğer, kölelik alfabesinden
ezberlediğin Eğ başını, gör işini, al maaşını cümlesine göre hareket eder,
enerjisini hapsedersen, sinek tabiatlı insanların esiri olursun.
Hayvanat bahçesinde bol sığır
etiyle beslenen Aslanı, bir sineğin rezil ettiğini gözlerimle gördüm. Sinek
aslanın gözlerine konuyor. Aslan arada bir kafasını sallıyor ve akşama kadar mücadele
devam ediyor. Ve sineğin zaferiyle akşam sona eriyor.
Halbuki o aslan ormanda olsa
idi, sinek ona yetişemezdi bile.
Su hareket ettiği için
mermerleri deliyor. Ağacın kılcal kökleri, hareket ettiği için kayaları parçalayarak
kök salıyor.
Hareket eden, enerjisini bir
yöne teksif edenler kazanıyor. Duranlar kaybediyor.
İmansız veya İmanı zayıfların:
“Bugün bizim Amerika ile Rusya’ya karşı koyacak gücümüz yok” sözü, tarihte ilk
defa söylenmiş bir söz değil.
Beni İsrail komutanlarından Tâlût;
o gün için en güçlü bir devletin komutanı olan Câlût’a karşı harb etmek üzere yürüdüğünde,
düşmanın askeri ve silah gücünü görünce bir kısmı, “Bugün Câlût’a ve ordusuna
karşı bizim gücümüz yok” dediler. (Bakara - 2/249) İçlerinde Allah’a kavuşacağını
bilenler ise; “Nice az topluluk, Allah’ın izniyle çok topluluğa galip gelmiştir.
Allah sabredenlerle beraberdir” dediler. (Bakara 2/249) bu ayetlerin devamında
Talut’un galip geldiğini, Câlût’u, Davut’un öldürdüğünü haber verir Rabbimiz.
İbrahim Aleyhisselam tek başınadır.
Ateşe atılmıştır. Ama Rabbim
ateşi gülistana çevirmiştir.
Rabbimiz; Efendimizin arkadaşlarına
da, “Yeryüzünde az sayıda olduğunuz ve zayıf sayıldığınız için insanların sizi
esir olarak alıp götürmesinden korktuğunuz zamanları hatırlayın. Allah şükredesiniz
diye sizi barındırmış, yardımıyla desteklemiş, temiz şeylerle rızıklandırmıştır.”
buyurarak, az iken çok fakir iken zengin olduklarını hatırlatır.(Enfal - 8/26)
Rabbimiz “Gevşemeyin üzülmeyin.
Eğer mü’minseniz en yüce olan sizsiniz” buyurur. (Ali İmran- 3/139) “İzzet;
Allah’a, Resule ve Mü’minlere aidtir”(Münafikün 8) yüce olanlar ve izzetli
olanlar mü’minlerdir. Yüce olanlarda, yüce olan Rabbinin yarattıklarının alçalmasına
razı olmaz.
Mezbelelikten, küllük
bidonlarından kağıt, cam, demir döküntülerini toplayarak zengin olan, aynı zamanda
ülke ekonomisine katkıda bulunan insan gibi. İnsan döküntülerinin bulunduğu
yerler dolaşılarak, oralardan alınıp değerlendirilmelidir.
Şahsi çıkarları için dinini
ve vatanını satan politikacı, Sultan Ahmet Camisi’nin imamını tanımazken, Notre
Dame Kilisesi’nin kanburu’nu millete tanıtan yazar. Ayağındaki gön, sırtındaki
yün, damarındaki kan bu milletten gelirken, başka devletlerin propagandasını yapan
Profesör. Ramazanda oruç tutan kerhane kadını, fakirlik nedeniyle hırsızlık
yapan, ama komünist olmayan, çocuklarımız. Hastalığına doktorlardan çare
bulamayan, mecbur kalınca kocakarı tavsiyesine uyarak insan pisliğini süren
hasta gibi, komünizmi benimseyen. Ama Müslümanlığını da atamayan insanlarımız,
döküntülerimizdir.
Kölelik alfabesinden
ezberlediğimiz;
“Gemisini kurtaran kaptan” sloganına
göre hareket edenlerden kurtulan olmamıştır.
Rabbimiz ise “Aranızdan yalnız
zalimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının. Allah’ın azabının şiddetli
olduğunu bilin” buyurur.(Enfal 8/25)
Bir bela, fitne, zulüm, sefalet,
cehalet gelirse bütün bir toplumu sarar. Mikrop gibidir. Bir yerden girer ve bütün
vücudu toplar.
Hem bakmışsınız, çöplük de
bulunan bir inci, gerdandakinden de değerli olabilir.
“Altın yere düşmekle pul
olmaz”
Battal gazi at satın alacağında,
sürünün içinden en deli atı seçermiş. Sürü sahibi, eğer vurulmuş, geme alışmış bir
atı teklif ederse kabul etmez ve o gem almaz atı tercih edermiş.
Peygamber Efendimizde Rabbine
dûa eder. Ömer veya Ebu Cehil’in Müslüman olmasını ister. Bunlar, Mekke’nin iki
delidolu insanıdırlar. Yalnız deli değil, Delidolu insan bunlar.
Küllükten kağıt, cam, demir
toplayanlar. Kötü kokuya ellerine batan, kanatan şeylere sabrederler.
Sarhoşu sırtında evine taşıyan
dervişin veliliği, sonradan anlaşılmıştır.
Rabbimiz: “Eğer sabreder ve
de sakınırsanız, onların hileleri size zarar vermez” buyurur.(Ali İmran 3/120)
Sabreden ve de tedbirini alan
kazanır. Sabredip tedbir almayan kaybeder.
Sakınmak diye terceme edilen
Takva kelimesi vikaye kökündendir. Vikaye ise: önlem almak, önleyici tedbirler
almak, uyanık olmaktır.
Saatin ziline uyanamayan
anne, altı aylık yavrusunun iniltisine uyanır.
O; kendisi akşam yatarken
yavrusuna göre kurmuştur. Bu, çocuğa bir zarar gelmemesi için annenin vikai
tedbiridir.
Toplumda tehlike çanları çalmadan,
derinden gelen iniltileri duymak gerekiyor. Bu iniltileri duymayanlar, tehlike çanlarını
da yemek borusu zannedebilirler.
Rabbimin kullarına karşı,
Annenin yavrusuna karşı olan hassasiyeti gibi hassas olmalıyız.
Ve de sabırlı olmalıyız.
Kur’ân-ı Kerim’de sabır, yüz
on defa tekrarlanmıştır. Bütün ayetleri gözden geçirdiğimizde sabr’ın; kapıları
ve pencereleri kapattıktan sonra “Ya sabır” çekmek olmadığını görürüz. Kafir
Calut’un ordularıyla karşı karşıya gelen azıcık müslüman topluluğu, kılıçlarına
el attıktan, harbin kurallarına riayet ettikten sonra “Ya Rab! bize sabır ver” diye
dua ediyorlar.(Bakara 2/249)
Timur’a “Başarının sırrı nedir?”
diye soran adamın parmağını Timur, kendi ağzına alıyor. Kendi parmağını da adamın
ağzına veriyor ve: “İkimiz’de ısıracağız” diyor. İkisi de ısırmaya başlayınca,
adamın canı yanar ve “aaa!” diyerek ağzını açar. Timur kendi parmağını çeker,
ama ısırmaya devam eder. Adam “aaa!” diye bağırır. Sonra Timur: “İşte başarının
sırrı bu. “Aaa” diye bağırmak karşı tarafa fayda verir” der.
Tedbirini alan ve sabreden
bir mü’minin, bütün küfür mihraklarına meydan okumasını ister Rabbimiz, “Deki;
bütün müttefiklerinizi çağırın (elinizden gelirse) bana tuzak kurun ve bana göz
açtırmayın” (Araf 7/195)
“Oysa kötü tuzağa ancak
sahibi düşer” (Fatır 35/43)
Bu ayetler doğrultusunda Akif
:
Cehennem olsa gelen, Göğsümüzde
söndürürüz,
Bu yol ki, Hak yoludur. Dönme
bilmeyiz yürürüz. diye meydan okur.
“Garbın afakını sarmışsa çelik
zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi
serhaddım var”
dedikten sonra Akif göz kırpar
ve:
“Doğacaktır sana va’dettiği günler
Hakkın
Kim bilir belki yarın, belki
yarından da yakın”
Diye müjdeler verir.
Arkadaşlar!
Küfür kötü tuzağına kendisi düşmüştür.
Amerika Ortadoğu’dan, Rusya Afganistan’dan geldiği gibi çıkamaz. Değişime uğrayarak
çıkacak.
Küfrün yüreğini korku sardı. Bir
yere de korkunun kıvılcımı düştü mü, orası iflah olmaz.
İki koca köpek bir araya
gelince, ikisi de hırlarken “Benim dedemin sende bir kemik alacağı varrrr!” dermiş.
Etraftaki küçücük köpeklerde: “var, var, var, var,var...” diye bağrışırlarmış. Bu
iki süper devletin başı bir araya geldiklerinde, birisi “Ulan koca oğlan, sekiz
günde Pakistan’a varacağım dedin, sekiz sene oldu. Şimdi de geriye kaçıyorsun. Kaçışına
da bakma, binlerce askerin Müslüman oldu. Onlar geriye gelir. Genelkurmayını Müslüman
yaparsa, ne olur bizim halimiz? Senin bölgelerinde İslami hareketlenmeler
varrrr” der. Öbürüde; “Sen orta doğuya hakim olamadın. Körfeze girdin, çıkamadın.
Sekiz tane uçağın çarpıldı, ülkende çeşitli yorumlar yapıldı. Kendi ülkende on
milyona ulaştı Müslümanların adedi, senin bölgelerinde varrrr” diye cevap verir.
Gazetelerin köşelerinde veya
küçük koltuklara oturmuş gücücük yazar bozarlar ve siyasi yetkililer, hep
birden “var, var, var, var, var, ” diye bağrışıyorlar.
“Nato karargahında ve Varşova
Paktı Ülkelerinde, orta menzillilere ihtiyacımız yok, bunları sökelim, şu geri
kalmışlara satalım. Biz öldüremedik bari birbirlerini öldürsünler.” Diye anlaşmaya
varıyorlar. Yüreklerine korku girdi.
Bu iki süper deli; İslam
aleminde yakıp yıkmadık yer bırakmayan Cengiz’in ordularının, zamanla Müslüman
olduğunu da bilir.
Sözün kılınca galip geleceğini
de bildikleri için kalplerine korku düşmüştür.
Rabbimiz, “Biz kafirlerin
kalplerine korku salarız” buyurur. (Al-i İmran 3/151)
Düne kadar; “Rusya en büyüktür”
sloganı attırılarak, İsraillilere karşı silah attıran Filistinlilerden
korkmuyordu İsrail.
Ama bugün, taş atan çocuklardan
korkmaya başladı. Çünkü bunlar “En büyük Rusya veya Amerika” demiyorlar,
kulaklarına ilk defa üflenen kelimeyi söylüyorlar, “Allahü Ekber=En büyük Allah”
diyorlar.
Ve dünyanın her tarafında boşalan
camilere yeniden dolmaya başlayan Müslümanlar hürriyetin sloganı olan bir cümleyi
günde kırk defa tekrar ediyorlar.
“İyyake Na’büdü Ve İyyake
Nesteıyn”
Ancak sana itaat, ibadet
ederiz ve ancak senden yardım isteriz.
Selam ve hürmetlerimle.
13 Haziran 1988/Pazartesi/Erzurum
Mahmut TOPTAŞ