"Ele geçen her adamın gövdesi delik deşik edilecek, ve tutulan
her adam kılıçla düşecek. Yavruları da gözleri önünde yere çalınacak, evleri
çapul edilecek, ve karıları kirletilecek."
Düşünün, bu cümleler kime ait olabilir? Hangi akrep yuvasında doğmuş, yılan
zehri emerek büyümüş ve sırtlanlardan eğitim görmüş kişiye ait olabilir?
Rus çarı korkunç İVAN VASİLİEVİÇ’e (1530-1584) mi ait? Yoksa Hitlere mi? Yoksa
Hindistan da İngiliz kumaşıyla rekabet eden, Hintli ustaların baş parmaklarını
kestiren İngiliz komutana mı ait? (Bu konu için bak: Mehmet Akif Ersoy,
Kur'andan ayetler ve nesirler sayfa 226 Yüksel Yayınevi 1944 İstanbul)
Hayır, bilemediniz. Bu cümleler şu anda Telaviv de, Vatikanda, Newyork da,
Sinagog ve Kiliselerde okunan Muharref Tevrat'ın İşaya 13/15-16 bölümünden
alınmıştır.
Miladi 520’li yıllarda Yahudi kralı Zunuvas, Necranlı Hıristiyanlardan 40 bin
tanesini ateş çukurlarında yaktırır. "Büruc" suresinde kraldan ve dininden
bahsetmez. Ancak Allah'a imanlarından dolayı, ateş çukurlarında yakılan
müminlerden haber verir. Mevdudi merhum Süryanî tarihçiler ile "Book of The
Himyeriles" isimli kitaplarda Yahudilerin yaktığı Hıristiyan sayısının 40 bin
olduğunu naklediyor.
Buna karşılık Hıristiyan Hitler de yüz binlerce Yahudi'yi yakıyor. Binlercesi
değil bir tanesinin yanmasıda değil, bir tane Yahudi veya Hristiyanın, bir damla
kanının haksız yere akıtılması, insansız bir dünyanın yok edilmesinden daha ağır
ve kötüdür. (Bak el Ğıyasi s. 256 İmamül Harameyn el Cuveyni (419-478 H) 400
senedir Çeçenler, Kafkaslarda Rus zulmü altında işkencenin her çeşidi
denenmesine rağmen, dinlerinden vazgeçmediler.
Rus uzmanlarla, batılı uzmanlar, 70 sene Arnavutluğu laboratuar gibi
kullandılar. Arnavutları İslam dininden ayırmak için, Hümanizm ağzından komünizm
ağzına kadar bütün ağızları ve silahları denediler, başaramadılar.
Yetmiş sene boğazı sıkılan Arnavut Müslüman'ın, aklı başına gelmiştir diye
gevşetiverdiklerinde ilk söylediği “Allaah” oluyor. Akif Merhum ne güzel
söylemiş:
"Sanıyorlar ki, kafa kesmekle beyin ezmekle,
Fikri hürriyet ölür. Hey gidi şaşkın hazele.
Daha münbit oluyor kanla sulanan toprak.
Ekilen gövdelerin hepsi yarın fışkıracak." (Süleymaniye kürsüsünde-Safahat)
"Hocam, bunlar eskidendi, bu Yahudiler o eski Yahudi değil, bu Hıristiyanlar
haçlı seferlerinde üzerimize gelenler değil" diyenler var. Sen kim adına
konuşuyorsun? Onlar adına konuşan siyasiler ve NATO yetkilileri düşmanın İslam
olduğunu söylüyorlar.
Bu günkü Yahudiler, Amerika'dan, İsrail'e göç ediyor. Binlerce yıldır Filistin
de yaşayan Müslüman ailenin elinden evini, bağını, bahçesini alıyor. Direnen
babasını öldürüyor. Oğlunun kolunu dünya televizyonlarının gözü önünde kırıyor.
Feryat eden anneyi de "Ses kirliliği yapıyor" diye A.B. çetesine şikayet ediyor.
Afveden, Seven, Dilediğini yapan Yüce arşın sahibinden gelen Kur'anla yürüyoruz.
Yurtları, orduları ve ekonomileri helak edilmiş Firavun ve Semud kavminin
harabelerini görerek, Allah'ın kitabına karşı gelenlerin sonunun geleceğini
bilerek yürüyoruz. Siz iki binli yıllarda neler olacak diye onun, bunun kitabını
okumak yerine Allah'ın kitabını okumaya devam edin. Her yazar kendi
penceresinden olayı değerlendirir. Bu konuda yazılmış binlerce pencereden
bakacak göz de yok, zaman da yok. Öyle ise siz yarına kadar "Tin" suresini "Şifa
Tefsiri 8/369" inden bir okuyuverin.
Sinesi SÎNÂ olanlar lazım
30-11-1999 Salı (Tin)
13/06/2002
Üç kıtanın ortasındayız. Üç yanımız denizlerle çevrili. Üç kıtaya hem karadan,
hem denizden geçen yol kavşağındayız. İstanbul’dan dört yöne uçakla dört saat
uçtuğumuz takdirde dünyanın yarıdan fazlasına ulaşabiliriz. Petrol ve doğal gaz
yataklarına çok yakınız. Çok genç nüfusa sahibiz. İklim açısından dört mevsimin
tadını çıkaracak bir bölgedeyiz. Yer üstü ve yer altı kaynaklara sahibiz. Güçlü
bir orduya, büyük bir mirasa sahibiz.
Coğrafi, siyasi, sosyal, ekonomik, stratejik ve askeri bütün imkanlara sahip
olduğumuz halde halâ hasımla hısımı ayırt edemiyoruz. Hısım kabul ettiklerimizle
hasım kabul ettiklerimizin bizim üzerimizdeki emelleri üzerine kafa yoruyoruz.
Emeli olmayanın elindeki bütün imkanları emerler. Ot bitmeyen, her tarafı
çöllerle çevrili Mekke vadisinde Peygamber olarak görevlendirilen Efendimiz ve
bedevi iken medeni yaptığı o değerli ashabı yarım asır içinde bir taraftan
Endülüs’e/İspanya’ya, öbür taraftan Buhara’ya İslam medeniyetini taşıdılar.
Coğrafyanın insan üzerindeki etkisi inkar edilmez ama Allah (c.c.) yeryüzünü
insan için yarattığını haber verir. (Bakara29) Önemli olan insandır.
Tur dağına Musa (a.s.) çıkarsa her taraf nur görünür. Aynı dağa İsrail
cumhurbaşkanı çıksa Filistinlilerin içilecek kanını görür. Zeytin ve incir
dalları arasında İsa (a.s.)’ın elleri ve nefesleri, ölüleri diriltip, hastaları
iyileştirirken, Ortodoks eller ve nefeslerle, Ruslar Çeçenlerin dirilerini
öldürüyorlar, eceli gelmeyenleri sakat bırakıyorlar.
Katolik Amerikalılar Sudan’da ilaç fabrikasını bombalayarak, Irak’a ambargo
uygulayarak, çocukları mamasız, memesiz, ilaçsız bırakıp acı çektirerek
öldürmeye veya sakat bırakmaya çalışıyorlar. Çölün vahşi tabiat şartlarında
büyüyen Rahmet Peygamberi 23 senede Türkiye’nin iki buçuk katı toprağı
fethediyor. İki taraftan harp meydanlarında ölenlerin sayısı 240’ı geçmiyor.
(Bak: Prof. Muhammet Hamidullah. Hz. Muhammet’in savaşları)
Aşiretten devlet çıkaran Osman Bey’i yetiştiren Söğüt şimdi bira otu
yetiştiriyor. Domaniç yaylasında ceylanlar gibi koşan Oğuz atları yerine sırtı
yağırlı eşekler dolaşıyor.
Hz. Ali’nin Zülfikârı Topkapı’da bağlı duruyor. Musa (a.s.)’ın asası değnek gibi
duruyor. Arabistan çölünün altı petrol fışkırdı. Araplar dolarla boğuldu. Demek
ki çölü değerlendiren Efendimizdir. Asa Musa (a.s.)’ın elinde, Zülfikâr Hz.
Ali’nin elinde mucizeler ve kerametler gösteriyor. Domaniç yaylası Osman
Gazi’yle değer kazanıyor.
Biz, yazımın başında saydığım bütün imkanlarla, içinde hazine saklayan harabe
gibiyiz. Esfeli Safiline yuvarlanmışız. Eski kıvamımıza kavuşmamız için önce
iman tazeleyeceğiz. Hakimler Hakimi Rabbimizin hükmüne boyun eğeceğiz. Onun
dışında hiçbir kuvvetin önünde boyun eğmeyeceğiz.
İşimizi, aşımızı, kültürümüzü, siyasetimizi, şahsiyetimizi, ticaretimizi,
sanatımızı, imanımız doğrultusunda düzeltirsek o zaman bizim emelimiz ortaya
çıkar ki O’ da Yeryüzü coğrafyasının insanlık ailesine mescid olarak
düzenlenmesidir.
“Ne yapalım” diyerek ömür tüketmek yerine yarına kadar “Kureyş” suresini “Şifa
tefsiri 8/381” den okuyuverelim.
Ülfet gelince külfet gider 1-12-1999 çarş (Kureyş)
Anlaşma, alışma, uyuşma, kaynaşma, hoş geçinme, ısınma manalarına gelen “ülfet”
hava gibi, su gibi muhtaç olduğumuz gıdamızdır.
“Kureyş” suresinde Rabbimiz “ülfet”i karnın doymasından ve güven içinde
yaşamaktan önce zikretmiştir. Çünkü kalplerin kaynaşmadığı ortamlarda güvenlik
olmaz. Kalpleri kaynaştırma metotları geliştirmeyen ülkelerin güvenliğe
harcadıkları para her şeyin üstünde olur.
Kalpleri kaynaştıran iman esaslarından biri koparıldığında hemen cambazlar onun
yerine güvenlik cihazı pazarlamak için televizyondan göz kırpıyorlar. “Güvenlik
elemanlarımız ve cihazlarımız var” diyorlar.
Ama Türkiye şartlarında güvenliğin her türlü tedbiri alınmasına rağmen Sabancı
Center’in 25nci katında da insan güvenlikte olamıyor. Para babasını para
koruyamıyor. Yer altı dünyasının babalarından İnci babayı kendi koruması
öldürüyor. Hindistan’da siyasetin anası bayan Gandiyi yine koruması öldürüyor.
Rabbimiz “Enfal” suresinde Ayet 63 de “Yeryüzünde olanların tamamını dağıtsan
yinede bunların kalplerini kaynaştıramazdın. Onların arasını ancak Allah
kaynaştırdı” buyurur. Bu topraklar üzerinde Türk’ü, Arab’ı Kürd’ü, Laz’ı
Çerkez’i, Abaza’sı, Arnavud’u, birbirine kaynaştıran ve kardeş ilan eden İslam
nimetidir. Bunların hepsi günde beş defa aynı yere, müşrik Kureyş’in bile
birliğini sağlayan Ka’be’ye dönmekteler.
Ülfet olan yerde külfet olmaz.Kardeş kardeşe yük olmaz, yükünü
hafifletir.Ekmeğini, kederini, sevincini paylaşır. Kitap yazarına müellif,
yazdığına “te’lif” diyoruz.Ülfet kelimesinden türemiştir. Yazarın iç dünyasından
dışa akan şeylerin önemine binaen sıraya koyarak dizme işlemidir. Bizde
dostlarımızı kendi aralarında sıraya koyarak doktoru, terziyi, makineciyi,
eczacıyı vesaire ilgi alanları içinde komutanı-eri, amiri-memuru yine yetkileri
ve sorumlulukları içinde, Özürlüyü, özürsüzü gücü oranında değerlendirerek
kaynaşmamızı sağlayacağız.
Faydacılardan olmayacağız. “Fakirden fayda gelmez, zenginle ülfet gerek”
demeyeceğiz. Efendimizin etrafında olanlar toplumun her kesiminden insanlar.
Hatta Mekke parlamentosunun üyeleri. “Şu senin yanında oturanlarla biz aynı
odada olamayız. Onların bizim yanımızdaki yeri ahırdaki devemizden sonra gelen
kölelerimizdir. Onları yanından kov; seninle görüşelim” teklifini Rabbimiz hemen
reddetmiştir. (Bak En’am 52)
Mekke’nin eşrafından olan Ebu Bekir’le Mekke’nin kölelerinden iken Hz. Ebu
Bekir’in satın alıp hürriyetine kavuşturduğu Bilal-i Habeşi, Peygamber
Efendimizin iki yanına oturarak sohbet etmişlerdir. 1400 sene önce gerçekleşen
bu kardeşlik ve kaynaşma seviyesine çağımız medeni Avrupa’sı hala ulaşabilmiş
değildir. Amerika da zencilere yapılan kötü muamele Avrupa da Türklere
yapılmaktadır. Leş etrafında toplananların, dünyayı paylaşma hesapları
yapanların sırıtan suratlarına aldanmayınız.
Kalpleri yaratan Allah’a kalpler yönelirse, gıdasını onun kelamından alırsa,
dünyanın dört tarafından aynı Ka’beye yönelirse, O’nun koyduğu tabiat
kanunlarına uyduğu gibi şeriat kanunlarına (Kur’an ve Sünnete) göre hayatını
düzenlerse gönüller kaynaşır, imkanlar bölüşülür ve korkunun yerini güven alır.
Çünkü “iman” ile “emniyet” kelimeleri aynı köktendir ve Allahın güzel
isimlerinden biri olan “MÜMİN” isminden türemiştir. Siz en iyisi yarına kadar
“Karia” suresini “Şifa tefsiri 8/347”inden bir okuyuverin