DİL BAĞI 6-3-2000 (Taha)

Musa aleyhisselâm dua ediyor: “Rabbim, gönlümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin bağını çöz ki sözümü anlasınlar.” (Taha 25-28)
Geniş yürekli insanlar bütün insanlığı kucaklayabilirler. Kursağı dar insanların gönül evine kimse giremez. Yeri göğü yaratana iman edenlerin gönlü ise bütün yaratılanlara bağdaş kurup oturtacak yer bulur kendinde. İkram edecek ekmek bulamazsa gül gibi yüzün gülümseyen ekmeğine bal gibi sözleri sürerek ikram eder. Efendimiz buyurur: “Kardeşiyin yüzüne gülümsemen sadakadır.” (Tirmizi,Birr,bab36,hadis 1957)
“Gelin tanış olalım işi kolay kılalım” diyen Yunus Emre’de Musa aleyhisselâmın duasına “Amin” diyor. “Olmaz, yapılmaz, çok zor, biz başaramayız, vermezler, almazlar, yapmazlar, boşuna gayret.....”gibi sözlerle işleri zorlaştırmayalım. Her işin bir “püf” noktası vardır. Orasını göremeyenler işi zorlaştıranlardır.
Firavun gibi zalim zorba bir yöneticiye “dur” demeden kendi iç hazırlığını yapıyor Musa aleyhisselâm . Onun için ilk önce lazım olan şey geniş bir yürek . Dünyanın bütün zalimleri bir araya gelseler , elele verseler, dünyayı top gibi oynasalar onların bütün bu yaptıkları , attıkları onun gönlünde çöldeki karıncalar kadar yer alırlar.
Dünyanın bütün iyi insanları onun gönül ülkesine girseler kelebekler vadisi gibi hepsinin kanat çırpmasına yer bulunur .
Yeri göğü içine alacak bir gönülün tellerinin mıdrabı gibi olan dil’de yerde ve göktekilerin anlayacağı ve hayran kalacağı şekilde olmalıdır.
Dilin ve gönlün bütün yaratılmışlara yetişebilmesi içinde bütün yaratılmışları yaratanın sözüne kulak vermesi gerekir. .
Binlerce yıldır Musa,İsa, Muhammed aleyhisselâmlar bu insanlık ailesini etkilemeye devam ediyorlarsa bu vahye kulak vermelerindendir.
Temiz suyu temiz bardağa koyarız .Bardak kirli ise önce yıkar sonra temiz su koyarız. Vahye kulak veren insanda önce gönül kabını şirkten, kibirden, isyandan , yalandan, haramdan temizlemelidir.
Dua’da “Dilimin bağını çözki sözümü anlasınlar.” Buyuruyor. Korku kişinin dilini bağlar. Bir meydanda veya kapalı bir yerde konuşuyorsunuz. En güzel manaları en güzel kelimelerle dile kolay , kulağa hoş gelecek ve anlaşılmasında zorluk çekilmeyecek kelime ve cümlelerle aktarmak için beyninizin bütün hücrelerini harekete geçiriyorsunuz. Kevser ırmağına dayanmış bir şelale gibi kelimeler ağzınızdan dökülürken zihninizi birde “acaba bu kelime filan maddeye dokunurmu? Filanı yaralarmı? Filanların en hassas noktası burası, burayı es geçeyim”gibi şeylerle meşgul olursa dilde düğümlenme meydana gelir.
Profesörlerimizin çoğunluğunun konuşurken “eeeeee şey, ııııııı yani” diye konuşmalarının sebebi o anda belaların altından geçiyorda ondan. Kendine, makamına , ünvanına bir “Gürz” dokunup da parçalamasın diye kelime seçerken eeee...ıııı yapıyorlar.
Kırlangıç a sormuşlar “niçin hep uçarken aşağıdan yukarıdan sağdan soldan uçuyorsun? Doğru uçmuyorsun ? demişler. “ Belanın , atmacanın altından üstünden sağından solundan uçuyorum” demiş.
Birde konuşurken veya yazarken kendini patronunun sevdiklerini sevmek , sövdüklerine sövmek mecburiyetinde hissederse dilde ve kalemde düğümlenme meydana gelir. Yazı veya konuşma boyunca zikzaklar çizer. Rabbimizden dilimizin bağını çözmesini isteyeceğiz. Yani hiçbir kimseden korkmadan , birilerinin nefretinin ve muhabbetinin hesabını yapmadan yalnız ve yalnız gerçekleri en güzel şekilde en uygun zaman ve mekanında söylemeye çalışacağız ama muhataplarımızın anlayışını da gözeteceğiz.
Neyi nasıl ve niçin söylediğimiz önemli ama söylediğimizin nasıl anlaşıldığı dahada önemli .
Konuşmacılar “ben Ogün o konuşmada sizin anladığınızı kaydetmemiştim”diyor. Genellikle siyasilerimizde görürüz bunu . İyi niyetli hatipler konuşmanın özü, sözü, zamanı ve mekanına dikkat ederken dinleyenlerin kültür yapısını da dikkate alarak, nasıl anlaşılabileceğine dikkat etmeli ve doğru anlaşılmasını sağlamalı.
“Taha suresiyle yolculuğa devam.”

BATARKEN BATIRANLAR 7-3-2000 (Taha)
-“Hoca efendi, Türkçe namaz niçin kılınmasın?”
_Sen kıl.
Canım ben kendim için sormuyorum.
_“Onlar kendileri sorsun. Sen onların avukatımısın? Yoksa sen zorbamısın?”
_“Kadınlar aybaşı halinde niçin Kur’an okumasınlar?”
_ “Senin eşin aybaşı olmadığı yirmi beş gün okuyor da yalnız o beş gün okuyamadığı içinmi soruyorsun?
_ “Yok canım biz okumasını bilmeyizki.
_ “Peki niçin soruyorsun?”
_ “Okuyanlar için soruyorum.”
_ “Cevap aynı,sen onun avukatımısın?”
_ “Kadınlar niçin camiye gitmez?”
_ “Sen hiç camiye gitmiyormusun?”
_ “Hayır.”
_ “ Belli. Öğle ve ikindi namazlarında Sultanahmet camiinde, Fatih camiinde en az elli altmış kadının namaz kıldığını camiye giden herkes görür.”
_ “Kurban parasını deprem zedelere verseniz olmazmı?”
_ “Siz bodrumda köpük dansı yaparken , islama göre hayatını düzenleyen insanlar işlerini bırakıp depem bölgesine koştular. Hükümetten önce aşevleri , sağlık merkezleri kurdular. Yardımları dağıtırken kuyruğa giremeyen , depremden önce zenginken zekat yardım dağıtan insanları buldular ve “bizim getirdiğimiz malzemeyi dağıtmada bize yardımcı ol” diyerek onore ettiler.
Şimdi kurbanlıklar alıp deprem zedelere vermekte oldukları aş evinde kesip aş dağıtımına devam edecekler. Eskiden kurban kesen ailelere canlı kurban teslim ederek kesememenin üzüntüsünü çektirmeyecekler.
Tuzu kuruların bu incelikleri anlamaları mümkin değil. Banka hesabına para yatırmakla iş bitmiyor. Ağlayanla ağlayabilirsek ağlamanın acısını biraz paylaşmış oluruz . İnleyeni dinleyebilirsek iniltisini hafifletmiş oluruz.
Türkçe namaz , Türkçe Kur’an konusunda LİONS kulübünde konuşma yapan ihtiyar,eğer konuşma arasında kulüp yöneticilerine “sizde şu LİONS kelimesini Türkçeleştirin” dese bir daha o mahfillerde konuşamaz. Kulüp yöneticileri isimlerini Türkçeleştirseler derhal genel merkez o kulübü lağv eder.
Kulların kurduğu bir kulübün bir tek kelimesini türkçeleştiremeyenler , Allah’ın kelamını Türkçeleştirmeye teşebbüs ediyorlar.
Peki günümüzde Kur’ana inanmayanlar , ahirete iman etmeyenler, Haccı inkar edenler, niçin bu konularda yazı yazarlar , açık oturumlara katılırlar?
Fahişe ve hırsız yaptığı işin kötü olduğunu bilirlermiş. Onların iffeti ve namusu onları açığa çıkarıyormuş. “Ohooo biz açıkdan yapıyoruz onlar gizlice ne haltlar çeviriyorlar” diyerek temiz insanları da kendi seviyesizliklerine indirmek isterlermiş.
Rabbimiz inkarcıları bize tanıtırken “Onlar kendileri inkar ettikleri gibi sizinde inkar etmenizi ve onlarla denk olmanızı isteler.” Buyurur.(Nisa89)
Peki niçin kendi seviyesizliklerine düşürmek isterler? Rabbimiz ona da açıklık getiriyor: “Ehli kitaptan çoğu gerçek kendilerine açıklandıktan sonra , içlerindeki haset nedeniyle sizi imandan sonra kafirliğe çevirmek isterler” buyuruyor. (Bakara 109)
Kardeşinin , ortağının , devletin, milletin, malından eline geçeni zimmetine geçirenler, hayır kuruluşlarının başında yardım dağıtanların o paraları dağıttığına inanamaz. “Eee mutlaka mercimeği fırına verip afiyetle yer” der. Herkesi kendisi gibi zanneder veya kendisi gibi olmasını ister. Batarken batırmak ister.
Rabbimiz “Taha” suresinin 16 ıncı ayetinde “Ona (kıyamete) iman etmeyen ve hevasına uyan kimse , sakın seni ona (kıyamete) iman etmekten alıkoymasın , Yoksa alçalır helak olursun.” buyurur.
Toplumu tanımak için “Taha” suresiyle yolumuza devam edelim.





YÜK AĞIR 8-3-2000 (Taha)
Gönlünü Allah’a vermiş, onun yarattıklarını sevmiş, midesine haram lokma girmemiş, elleri haram mala ve haram tene uzanmamış, kulağından gönül denizine hep Allahın ayetleri dökülmüş, dili hep Allah’ın ayetleriyle ıslanmış bir mümin bu dünya üzerinde Rabbin rızasını yitirme korkusundan başka bir korku taşımaz.
Musa Aleyhisselâmın Tur dağında Rabbin kelamına muhatap olmak için na’linlerinden =benliğinden sıyrıldığı gibi Kur ‘ana muhatap olurken bütün bilgi, mal, makam ve rütbe ağırlıklarından sıyrılıp beyaz bir sayfa halinde gönlünü Kur’ana açanların da gönlünde Kur’an tecelli eder.
Eli “yedi beyza” gibi olur. Dostun elinden tutar. Zalim zorbaların karanlıktan hoşlanan gözlerini kamaştırır.
Musa Aleyhisselâmın asası yılana dönüşmüş ve Firavunun adamlarının silahlarını yutmuş. Bir tek asa ile Firavunu saltanatı sallanır mı? sallanır. Sallanmakla kalmaz denizin derinliklerinde yok olur gider.
Ama onlar geçmişte kaldı denmez.
Çanakkale harbinde Mehmet Akif’in ifadeleriyle “Top tüfekten daha sık gülle yağan mermiler” e karşı balta, kazma, kürek, öğendirelerin hepsi silaha dönüşmüş.
Afganistan da Rus tanklarına karşı tank çıkaramayan Müslümanlar bir avuç çamurla tankın camını kapatmış ve tankın işini bitirmiş.
Davut aleyhisselâmın Calut’a fırlattğı taş binlerce yıl sonra Filistin de Müslüman çocuklar tarafından Amerikanın jandarması olan İsrail’in tankları, füzeleri, üzerine atılmakta.
Amerikanın gizli desteği ile saldıran kızıl orduya karşı 2500 mücahit Kafkas kayalıklarını yastık, karları yorgan yaparak verdikleri mücadelelerle Müslümanların alnındaki kara lekeyi kanlarıyla yıkamaya çalışıyorlar.
Yüzde doksan sekizi Müslüman olan Türkiye’nin işi daha zor. Dıştan Birleşmiş Milletlerde, Nato’da, Avrupa birliğinde, Bosna’nın, Kosova’nın, Çeçenistan’ın, Afganistan’ın, Kıbrıs ‘ın Keşmir’in, Azerbeycan’ın haklarını koruyacaksın. Yaralarını saracaksın,. Gözlerinin yaşını sileceksin. Doğrudan veya dolaylı olarak yardım göndereceksin.
Fiilen Avrupa’ya giren beş milyon Türk’ün, Avrupa’daki sıhhatli büyümesine destek vereceksin. Batının her türlü baskısını göğüsleyeceksin. Ama yoluna devam edeceksin.
Ahmet Yesevi’nin
“Merkep yağır, yük ağır,” dediği gibi yükümüz ağır, vasıtamız yağır ama bizler Musa, İsa, Muhammed Aleyhisselâmlara iman etmişiz.
“Taha” suresi Firavunun ilim adamlarının Firavunun ve halkın huzurunda Musa Aleyhissselâmla mücadelede Musa aleyhisselâmın doğru söylediğine kanaat getirince toplu halde Müslüman olduklarını haber verirken bize “sizde dünya insanına Kur’anı sunun nice ilim adamları, komutanlar, sanatçılar, işçiler, çiftçiler, çobanlar, kısaca gönlü doğruya iyiye, güzele açık olan insanlar topluca bu dine girecek” müjdesini vermektedir.
Yeterki biz insanlara kendi fikirlerimizi vermeyelim. İnsanla Kur’anı baş başa bırakalım. Bizim fikirlerimiz çağımızın iyi veya kötü akımlarından etkilenir ve bizim akıl kalıplarımıza göre dökülür. Bizim akıl kalıbımız birilerine dar gelirken birilerine de bol gelir.
Ama bütün akılları yaratan Rabbimizin kelamı ise insanların aklı oranında tecelli eder.
Öyle ise biz yine “Taha” suresini okumaya devam edelim.



CEMRE DÜŞÜNCE 9-3-2000 (Taha)

Toprağın bağrına cemre düşüyor. Kar altında uyuyan güzeller gözlerini açıyor. Toprağından silkinip çiçek gözleriyle gülümsüyorlar.
Kışın karından, tipisinden, boranından hiçbir şey, gülümseyen gözlerinde görünmüyor. Seher de saba rüzgarlarıyla teheccüde kalkıyorlar ve tan yerinin renklerinden sulanıyorlar. Karanlığın gidip aydınlığın gelişini alkışlıyorlar.
“Bizi kış boyu karanlıkta bırakanlar kahrolsun” demeye vakitleri yok. Onlar bir mevsimlik ömürlerinde güzel yüz ve güzel kokularıyla bizi güzelleştirmeye çalışırken geleceğinin teminatı olan tohumlarını da çiçek özleriyle besleyip büyütüyorlar.
Yolcu, hesap defterlerinin yapraklarını bırakta başını işinin arasından çıkar ve lalelerin, çayırların, güllerin yapraklarına bir bak. Her şey her an tazeleniyor. Güzelliğine güzellik, özelliğine özellik katıyor.
Karıncalar yuvalarından çıkmış. “Devler ve filler beni ezer” korkusu taşımadan çalışmaya devam ediyor. Geçen senenin yıldırımları, depremleri onun bu seneki çalışmasına engel olmuyor. “Bugün yağmur yağarsa beni sel alıp götürürse, veya biri beni tepelerse” korkusuyla yuvadan çıkmamazlık etmiyor.
Yolcu, dünyaya İslamın cemresi düşmüş “Yedi iklim dört bucak” ta İslam konuşuluyor. Kimileri bülbüller gibi şakıyor, kimileri yarasalar gibi çığlık atıyor.
Hava bulutlanınca köpeğe sormuşlar ne olacak? Köpek “gökten kemik yağacak” demiş. Kedi “fare yağacak” demiş. Bülbül: “gül yağacak” demiş. Çiftçi “yağmur yağacak” demiş.
Tabiatla birlikte bizde yürüyelim. Sahillerden yaylalara doğru yükselelim. Geçtiğimiz her yere ilim ve iman tohumları ekelim. Amel-i salih çiçekleri açtıralım.
“Dağına göre duman” “simaya göre sille” olur ama yücelerde açan kar çiçekleri de hiçbir çiçekle boy ölçüşmeye bile ihtiyacı olmadığı için yücelerde duruyor.
Aşağılardaki nar çiçekleri de güzellikte ondan geri kalmıyor. Onun için Rabbimizin koyduğu tabiat kanunları sahillerden yaylalara, yaylalardan sahillere cemre taşıyor.
Sevgili peygamberimiz Mekke müşrikleri tarafından insan yerine konmayan köleleri yanına almış. Birlikte aynı sofrada yemek yemiş. Sofrada Mekke parlamentosunun saygın üyelerinden Ebu Bekir ile Mekke halkının aşağıladığı kara, kuru, köle Bilal-i Habeşiyi iki tarafına oturtmuş, sohbet etmiş. İnsanlığın kurtuluşu için onlarla istişarede bulunmuş. Kar çiçekleriyle nar çiçeklerinden bir güldeste oluşturmuş.
“Karda yürüyüp iz bırakmayanlar”dan olma. Su gibi ol. Gittiğin yerleri yeşert. Engel tanıma. “Yırtarım dağları enginlere taşarım” de. Arkanda iyi izler olsun. Ağaçta çiçek olarak, ampulde ışık olarak görünen su, en yumuşak maddedir ama en sert olanları yumuşatır, eritir.
Onun için atalarımız “su gibi aziz ol” demişler. “Taha” suresinin 112. Ayetinde zulmetmemek, zulümden korkmamak, assimile olmamak için reçete veriliyor.
1- İman
2- Ameli salih.
Bir Mü’min bu iki özellikle kalbini ve kalıbını süslerse onu dünyada durduracak gönül ülkesini istila edecek bir güç yoktur.
Siz yarına kadar “Vakıa” suresini (Şifa tefsiri 7/313) nden okuyuverin.