OKUDUKLARIMIZ VE YEDİKLERİMİZ
(03/12/2001/Pzrts/Milligazete)
02/02/2005/Çrşmb/Millig
Üzümün şırasını içersek, ağzımız tatlanıyor, vücudumuz kuvvetleniyor.Aynı üzümün şarabını içersek, vücudumuz uyuşuyor, gözler her şeyi çift görmeye başlıyor,trafikte canavarlaştırıyor.Dostu, düşman gibi gösterip meyhanede kavgalar çıkartıyor.Buna rağmen bir kısım siyasilerimiz ve aydınlarımız, karşısındakinin ilericilik derecesini içtiği şarap şişesiyle ölçüyor.
Bizim gibi hissiyyatı olmadığını zannettiğimiz arabalarımızın deposuna su karıştırılmış benzin konduğunda o demir parçası bile isyan ediyor, öksürmeye başlıyor ve yanlış gıda verdiğinden dolayı sahibini yolda bırakıyor.
Edremitliler iyi bilirler, zeytin ağaçları bile üzerinde yaşadığı toprağa göre zeytinine ve zeytin yağına tat veriyor.
Tarihi eserlerin ahşap kısmının tamirinde en iyi olan bir değerli sanatkarımız, servi/selvi ağaçlarını işlerken “Mezarlıklarımızda servi ağacı bol” dediğimde “Hocam mezarlık servileri gıdalarını insandan aldıklarından bu işe uygun değiller, iyi randıman alınmıyor”demişti.
Hayvanlar bile kendilerine zarar verecek otları yemezler. Canlılar içerisinde kendisine zarar verecek şeyleri yiyen ve içen bir tek canlı vardır o da Allaha isyan eden insan.
Rabbimiz Bakara süresinde yiyip içeceklerimize dikkat etmemiz konusunda şöyle buyurur:
172- “Ey iman edenler, size verdiğimiz rızkın temizinden yiyiniz. Ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, yalnız Allah'a şükrediniz.
173- O, size ölü hayvan etini, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası için kesilen hayvanı haram kıldı. Kim yeme zaruretinde olursa, başkasınınkine el uzatmamak ve zaruret ölçüsünü aşmamak üzere ona günah yoktur. Şüphesiz Allah, bağışlayıcıdır, merhamet edendir.
174- Allah'ın indirdiği Kitapta olan bir şeyi gizleyip, onu az bir para karşılığında satanlar var ya, işte onların yedikleri karınlarında ancak ateştir. Kıyamet gününde Allah, onlarla konuşmaz, onları temize de çıkarmaz. Ve onlar için acıklı bir azap vardır.”
Rabbimiz,hayvanları dahi zararlı bitkilerden korunmaları için onlara iç güdü verirde, en değerli yaratık olan insanı başıboş bırakıverir mi hiç.
İnsanın fıtratı kendine zarar verecek şeylerden tiksinir şekilde yaratılmıştır.Hayatta hiç bir insan ilk içki içişinde o içkiyi severek içmemiştir.Ağzı,boğazı ve midesi kavrulmuştur.Ama o kötü şeye ısrar ederek vücudun dengesini bozuyor ve bir gün zevk alır hale geliveriyor.Denge öylesine bozuluyor ki deniz orgenerali olan bir subay,başbakanın sofrasında çağdaşlığını ortaya koyacak başka hiçbir şey bulamayınca sofraya rakı getirttiriyor.
Rektör,öğretim üyelerinin ilmi ve çağdaşlık seviyelerini ölçmek için yemekli toplantılar tertip ediyor ve öğretim üyelerinin içtiği bardak sayısınca makam ve mevki veriyor ve içmeyenlerin başı üşümesin diye bir çorap örüveriyor.
Ayetleri dikkatle yeniden okuyun.Leş yemek,domuz eti yemek haram ama Allah’ın ayetlerini satarak geçim temin etmek,birilerine yaranmak için ayetlerin manasını gizlemek veya onların gönüllerine göre yorumlayarak para kazanmak,domuz eti yemekten daha şiddetli olduğunu görüyoruz.
Yediklerimize dikkat edelim ama okuduklarımıza daha çok dikkat edelim.
Peki ama Evrensel değerleri” kim belirleyecek? İçtiğimiz suyun, soluduğumuz havanın,kokladığımız çiçeğin,yediğimiz buğdayın kanununu kim koyduysa,özetle evreni kim yarattıysa evrensel değerleri de o belirler. Yaratmayan, kendisi yaratılan biri kendisi gibi yaratılan hakkında değer biçerse bu hakiki değer olmaz, izafi değer olur.
Allah (c.c.) evrensel değerleri belirlemek, iyi ile kötüyü, hak ile batılı ayırt etmek için bir ismi de “Furkan” olan Kur’anı indirir. Allah’ın Rasulü de o “Furkan” hak ile batılı ayırt eden kitapla evrendekileri uyarır. (Bak Furkan suresi ayet 1)
Değerleri sıralarken birinci sıraya Allah’a iman oturur. Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğer batıl dinler uyarılır. Göklerin ve yerin mülkiyeti ve otoritesi Allah’a aittir. Onun çocuğu da yoktur, ortağı da yoktur.
Eğitim ve öğretimimizde Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik ilimlerinden önce Fizik kanunlarını, kimyanın kanunlarını koyan Allah tanıtılmazsa, resmi gösteripte Ressamı halktan gizleyenlerin durumuna düşeriz.
Allah’ı tanıtmadan kimya ilmini öğrettiğimiz çocuklar o ilim sayesinde el bombaları, tahrip kalıpları, füzeler yapıp insanları yakıyor, yıkıyor, tahrip ediyorlar.

KİMİN DEĞERLERİ(05/12/2001/Çrşm Milligazete)
Şaraptan viskiye, rakıdan votkaya kadar her türlü içkinin faydalı mı yoksa zararlı mı olduğu konusunda dünyanın bütün doktorları arasında bir anket yapılsa %100 e yakın doktor, zararlı olduğunu söyleyecektir.
Bundan birkaç sene öncesine kadar Amerika, Hollanda gibi ülkelerde erkeğin erkekle, kadının kadınla evlenmesi için yapılan teklifler meclis veya senatodan geçmiyordu.Ama şimdi geçti.
İnsan fıtratına aykırı olan şeyi bütün dünyadaki insanlar reddeder.Ancak zaman içinde insanların bozulması devam edince daha önce kötü olan şeyler,daha sonra iyi olmaya başlıyor.Hatta bir gün gelir ki fıtratı bozulmadığı için içkiye,fuhşa,sömürüye karşı olan insanlar,çoğunluğu elde eden güçler tarafından “Gerici,yobaz”damgası vurulur ve toplum gözünden düşürülmesi için aydınlara görev verilir ve onlar da görevlerini yerine getirirler. “Sen evrensel değerleri yakalamış batılıdan daha mı iyi bileceksin?”deyiverirler.
Peki ama Evrensel değerleri” kim belirleyecek? İçtiğimiz suyun, soluduğumuz havanın, kokladığımız çiçeğin, yediğimiz buğdayın kanununu kim koyduysa,özetle evreni kim yarattıysa evrensel değerleri de o belirler. Yaratmayan, kendisi yaratılan biri kendisi gibi yaratılan hakkında değer biçerse bu hakiki değer olmaz, izafi değer olur.
Eğitim ve öğretimimizde Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik ilimlerinden önce Fizik kanunlarını, kimyanın kanunlarını koyan Allah tanıtılmazsa, resmi gösteripte Ressamı halktan gizleyenlerin durumuna düşeriz.
Allah’ı tanıtmadan kimya ilmini öğrettiğimiz çocuklar o ilim sayesinde el bombaları,tahrip kalıpları, füzeler yapıp insanları yakıyor, yıkıyor, tahrip ediyorlar.
Rabbimiz bize evrensel değerlerden bir kısmını Bakara süresinin 177’inci ayetinde özetleyivermiş.
“Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. İyilik ancak Allah'a, ahiret gününe,meleklere,kitaba,peygamberlere iman eden,çok sevdiği malını,yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelerin hürriyetine kavuşması için veren, namaz kılan, zekât veren, söz verdiklerinde sözlerini yerine getiren, zor ve dar zamanlarda ve savaş anında sabredenler(in yaptığı)'dir. İşte doğru olanlar onlardır. Ve işte Allah'tan sakınan da onlardır.”
Bir insanın dünya vatandaşı olabilecek bir kıvama gelmesi için önce dünyayı yaratan Allah’a iman etmesi gerekir.
“Yaratılmışı severiz,yaratandan ötürü”diyen Yunus Emre, UNESCO tarafından dünyanın bütün ülkelerinde anılacak insan olarak ilan edilmiştir.
Bu dünyada makamına,rütbesine,kuvvetine güvenerek suç işleyenlere hiçbir şey yapılamadığını görüyoruz.Bu tür insanları bir tek şey engeller o da malın,evladın,makam ve mevkiin fayda vermediği ahiret inancı.
Dünya hayatında Allah’ın koyduğu tabiat kanunlarına uyduğu oranda huzur bulduğu gibi Kur’anın kurallarına uyduğu oranda huzur bulacağına inanan insan da evrenseli yakalamış ve çoğunluğun despotluğundan kurtulmuş olur.
“Dünyadaki iki yüz zenginin sahip olduğu servetin %4’ü dünyadaki açlığı giderecek durumda” diyen insanlar bu adil dağıtımı yapmak şöyle dursun onlara övgüler yazarak geçimlerini sağlarken,Kur’anın “İyi”dediği insanlar sahip oldukları malın en sevimlisini fakir insanlara,borçlulara,yetimlere,yolda kalanlara,özgürlüğüne kavuşmak isteyenlere verirler.
Verenler ve yardım alanlar,namazda bir araya gelirler.Hepsi aynı hizada dururlar.Zekat köprüsüyle zenginlerin malı fakirlerin cebine akar.
İyi insan, sözünde durur.Bolluğa da darlığa da sabreder.
İşte bir tek ayetin bize söyledikleri.Gelin bütün ayetleri,üzerinde düşünerek,anlayarak,anladığını yaşayarak okuyalım.

KISAS (06/12/2001Prşmb Milligazete)
On üç yıllık Mekke döneminde nazil olan ayetler genellikle toplumun inancını yerleştirme,pekiştirme,toplum içinde ki ekonomik farklılıkları en aza indirme,yardımlaşmayı sağlama,selamlaşma,tatlı dil,güler yüz,bal gibi söz söylemeyi öğretir.
İnananlar,birbirlerini kardeş bilmişler,inanamayan anne ve babalarına sevgi ve saygılarını eskisinden daha güzel devam ettirmişler.Kendi kız çocuğunu öldürebilecek kadar vahşi olan insanları,akıttığı kan,aldığı can sayısınca şöhret kazanan insanları,karıncayı ezemez hale getirmiş İslâm.
Medineye hicret ettiklerinde Medineli yerli Müslümanlar,Mekkeden gelen din kardeşlerine evlerinin bir odasını,bahçelerinin yarısını vermek süretiyle kardeşliklerini göstermişler.
Şairin : "Gülden terazi yaparlar,gülü gül ile tartarlar,gül alırlar gül satarlar,çarşı pazarı güldür gül"dediği gibi Medine, gülistana döner.
Her gülün ve her güzelin bir çok düşmanı olur. "Giremediği bahçeyi yıkıp viran edenler,sevemediği güzelin adını dillere destan edenler" her dönemde olmuştur ve bundan sonra kıyamete kadar da olacaktır.
Görev gereği uzun süre Amerika’da kalan bir emekli asker,Amerikalıları tarif ederken:Koklayamadığı gülü soldurur,sevemediğini öldürür"demişti.Anasıyla beraber Roma'yı yakan kırallar gördü bu ihtiyar dünyamız.
Bir komünizim vebasında dünyanın her tarafında milyonlarca insan can verdi.Kapitalizmin kravatlı teröristleri hala can almaya devam ediyorlar.Ülkelerin medeniyet ölçüsü, sahip olduğu öldürücü silahların gücüyle ölçülmeye başlandı.
Bütün olanları ve olacakları bilen Rabbimiz, insanın değerini bildiren ayetler indirir.Yeryüzünün insanlar için yaratıldığını bildirir.Öyle ise yeryüzünde hiç bir şey bir insanın öldürülmesine denk olamaz.Hatta haksız yere bir adamı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir"diyerek cürmün ve cinayetin boyutunu en veciz bir şekilde ifade ediverir.
Bütün bunlara rağmen,yani bir toplum ki orada herkes, hem iç huzuru, hem de dış huzuru, yakalamış.Evinde, dairesinde,dağında, ovasında, ülkenin her yerinde ana kucağındaki, baba omuzundaki güvenliği bulmuş.İşte böyle bir ortamdan rahatsız olup güllüğü küllüğe çevirmeye çalışanlar ve bunun için haksız yere cana kıyanlar için de Rabbimiz hükmünü vermiş: "Ey iman edenler,öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı....." dedikten sonra "Ey akıl sahipleri,kısasta sizin için hayat vardır.Umulur ki sakınırsınız." (Bakara 178-179)
İmani,sosyal, siyasal,ekonomik ve ahlaki tedbirlerin hepsi alındıktan sonra cezai müeyyideler geliyor İslâm’da.
Güllüğün küllüğe dönüşmemesi,binlerce kuzunun bir tane kurt tarafından yenilmemesi,bir bebek katilinin canına acıyıp otuz bin insanın canının alınmaması için,yani Kur'anın ifadesiyle "Hayat bulmamız"için haksız yere adam öldürenlerin haddini bildirmek gerektiğini ifade eder.
Kredi Yurtlar kurumuna ait bir yurtta sekiz yüz kız öğrenciye yaptığım bir konuşmada insanın değerini anlatırken Rabbimizin "Kim adam öldürmeyen,yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir adamı öldürürse,bütün insanları öldürmüş gibidir" (Maide 32) ayetini okuyunca kızlarımızdan biri "Haklı yere öldürülür mü?"diye sorduğunda "Düşün ki geçenlerde meydana gelen olayda sen olsaydın,Annenle beraber şehrin göbeğinden kaçırıldınız.Ormanda anneni elli yerinden bıçaklıyorlar ve kötü şeyler yapıyorlar.Senin de çantanda tabanca var.Sıra sana da gelecek ne yaparsın?.Yunanlı, ordularıyla İzmir’e giriyor.Sokak aralarında çatışmalar var.Evinizin balkonunda çiçek saksıların var, geçen Yunan askerlerine "Yazık,ben bunlara saksıları atıp başlarını parçalayamam"der misin?"dediğimde sorumu geri alıyor ve Ayete aynen katılıyorum"demişti.
Siz, onun bunun sözüyle değil,Rabbimizin sözleriyle özünüzü güzelleştirmeye bakın vesselam.

DOĞUM,EVLİLİK VE ÖLÜMÜNÜZ GÜZEL OLSUN
Doğum evinin önünde müjde haberini dört gözle bekleyenler,çocuğun ağlamasıyla gülmeye başlıyorlar.
Düğün evinde hepsi birden gülüyorlar.Damat,gelin ve iki tarafın dost ve yakınları şen ve şakraklar.
Mezarlığın kapısında,kendisinin doğumuna gülen bu insanların ağlamaları ayyuka çıkıyor.
Gülmeyle ağlamanın arasında gâh ağlayıp gâh gülerek bir ömür bitirip asıl vatanımıza dönüyoruz.
Şair: “Gözü Dünya mı görür aşıkı dîdâr olanın?” diyor. Sevgilisine doğru koşan insanın ayağına diken batsa onu görenlerin yüreği dayanmaz ama o sevdiğine doğru koşanın ayağına batan dikenden haberi olmaz.
Doğum yaparken ağlayan anne,doğan çocuğun ağlamasıyla acıları sevince dönüşür.
Ağlarken hüzün göz yaşları dökeriz,gülerken sevinç göz yaşları dökeriz. İkisinin de kaynağı aynı.
Hüzünle keder,geceyle-gündüz gibidir. birbirini izleyerek gider ve gelirler. Onun için Rabbimiz “Kaybettiğinize yerinmeyesiniz,verdiklerine de sevinmeyesiniz diye...”buyurmuş.(Hadid 23)
Bu hayat yolculuğunda doğduğumuz andan başlayarak değişime uğrarız.Delikanlılığımıza kadar yükselir,sonra toprağa doğru eğilmeye,geldiğimiz yere dönmeye başlarız.
Rolümüz gereği elbiseler giyeriz.İşçi-işveren,er-general,öğrenci-öğretmen,damat-gelin,hepimizin bir veya birçok makamı,rutbesi olur.Sonunda tek tip elbiseyle,kefenle gideriz ve iki tane taş,nişan olarak başımıza dikilir ve üzerine “Her şey fani,Allah bakidir.Ruhuna fatiha”diye yazılır.
Doğan her çocuk bu dünyadan aldığı ilk nefesle hayat kazanırken, hayat ağacının bir yaprağını da dökmüş olur.Kim bilir belkide çocuk “En değerli sermayem olan ömrümden bir nefes eksildi”diye ağlardır. Veya geniş alemden daracık dünyaya geldiğine ağlardır. “Dünya bir kişiye bol,iki kişiye dar gelir”demişler ve harpleri devam ettirmişler.
Bezden kundağa sarınarak adım attığımız bu dünyada ki ömrümüz yel gibi gelip gidiyor.Ölüm rüzgarları,hayat kandilimizin yağını hem yakıyor,hem tüketiyor.Altından ağaç,gümüşten yaprakla doymayan gözler,bir avuç toprakla da doymaz. Ağaçtan kundağa sarındıktan sonra.o kara gözler,o para gözler, sessiz dünyanın üzerinde çılgınlar gibi dolaşan,bağırıp çağıran insanlardan gelecek sevaplar gözler.
Ömür,bir göz açıp kapayıncaya kadarmış.Onun için “Gözünü aç”demişler.Mezar taşındaki “Ruhuna fatiha”yazısıyla insanlardan fatiha istemek yerine Fatiha okutacak işler yapalım.
Mesela;Rabbimiz Bakara süresinde ölüme halinde olan kişinin iyiliklerinin,hayırlarının,sevabının öldükten sonra da devam etmesi için “Vasıyyet”yapmasını tavsıye etmektedir.

(180) Sizden birine ölüm geldiğinde, eğer mal bırakıyorsa ana-babaya ve yakınlara (kitaba) uygun bir şekilde vasiyet etmek, müttakiler üzerine bir hak olarak farz kılındı.(Ana-babanın mirastaki payı daha sonra inen Nisa sûresinin 11 inci ayetinde açıklığa kavuşturulmuştur.)
(181) Kim bunu işittikten sonra değiştirirse onun günahı değiştirenlerin üzerinedir.Mutlaka Allah işitendir, bilendir.
(182) Vasiyet edenin hata edeceği veya günaha gireceğinden korkan kimse, aralarını düzeltirse ona günah yoktur. Muhakkak Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Sağlığında hep iyi işler yapan Müslüman,bu iyiliğin öldükten sonra da devam etmesi için malının bir kısmını varislerden başkasının yararlanması için vasıyyet etmesi istenir.
Vasıyyet eden kişi bu vasıyyetini meşru bir yöne yapacak. “Şu kadar liramla meyhane yapılsın”gibi vasıyyetler yerine getirilmez.
Vasıyyeti yerine getirmekle görevli kişi malın,vasıyyet edilene ulaşmasını sağlayacak.
Ve hiçbir şekilde vasıyyet edenin şartlarını değiştirmeyecek.
Vasıyyet edilen mal,mirasın üçte birini geçerse varislerin rızası alınır.Varisler razı olmazlarsa üçte birden fazla olan bölüm varislere taksim edilir ve üçte biri vasıyyet edilen yere verilir.
İşte hayat dini olan İslâm,kişinin öldükten sonra da geride kalanlara faydalı olmasını ve sevap hanesinin işlemesini öğretmiş ve bu ayetler İslâm hukukçuları tarafından çok güzel işlenmiş ve yürürlüğe konmuştur.Siz de sağlığınızda ve ölümünüzde faydalı olmaya çalışınız.