Kelâm ilminin gâyesi ve özü
 
 
 

 


Önce kelâm ilmi tahsîline başlayıp, bu ilmi esâslı bir şeklde öğrendim.
Bu ilmde mütehassıs olan âlimlerin kitâblarını inceledim. Bu ilme dâir
yazmak istediğim kitâbları yazdım. Gördüm ki, kelâm ilmi, kendi gâyesini
yerine getirmek bakımından kâfî geliyordu. Fekat benim maksadımı yerine
getirmiyordu. Çünki bu ilmin gâyesi, Ehl-i sünnet i’tikâdını muhâfaza
etmek, bid’at ehlinin bunu bozmasından korumakdır. Allahü teâlâ, Resûlu
Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla doğru i’tikâdı bildirdi. Kur’ân-ı
kerîmde ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hadîs-i şerîşerinde
bildirildiği gibi, kulların dünyâ ve âhıret se’âdetini sağlayacakdır.
Dahâ sonra, şeytân bid’at ehline, sünnete muhâlif birtakım vesveseler
verdi. Onlar da bu vesveseleri yaydılar. Neredeyse müslimânların
doğru i’tikâdını bozacaklardı. Allahü teâlâ, kelâm âlimlerini yaratdı. Onlar,
Ehl-i sünnete muhâlif olan bid’at ehlinin bozuk inanışlarını gâyet güzel
bir şeklde ortaya çıkarıp, çürüten, bir âlim zümresi oldular. İşte kelâm
ilmi ve kelâm âlimleri böyle meydâna geldi.
Kelâm âlimlerinden bir kısmı, Allahü teâlânın kendilerine ihsân etdiğ
i hizmetin kıymetini bildiler. Ehl-i sünnet i’tikâdını iyi müdâfe’a etdiler.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdiği bu i’tikâdı korudular.
Tam bir gayretle bid’atlere mâni’ oldular. Ancak, bu vazîfeyi yaparken, hası
mları tarafından ileri sürülen ba’zı mukaddemâta (prensiblere) dayanarak
cevâb vermişlerdir. Bunu benimsemelerinin sebebi; yâ taklîdden
dolayı, yâhud da icmâ-i ümmet veyâ Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîşere
uygunluğundan dolayıdır. Hasımlarının ileri sürdükleri düşüncelerde birbirine
ters düşen şeyleri meydâna çıkarmak, kabûl etdikleri esâsların ortaya
çıkardığı yanlış sonuçlarla onları susdurmak gibi şeylerle meşgûl oldular.
Açıkca anlaşılan delîle ihtiyâcı olmayan sözlerden başka sözleri kabûl
etmeyenler için, bu usûlün fâidesi pek azdır. Bu sebeble kelâm ilmi,
beni kâfî derecede tatmîn etmedi. Şikâyetci olduğum derdime çâre olmadı.
Evet, kelâm ilmi ortaya çıkdıkdan sonra, bu ilmle meşgûl olanlar ço-
ğalınca, bir müddet sonra, bir tarafdan sünnet-i seniyyenin müdâfe’ası-
nı yaparken, bir tarafdan da eşyânın hakîkatlerini anlatmağa özendiler.
Cevherden, a’razdan ve bunların hükmlerinden bahs etmeğe başladılar.
Fekat, bu konu kelâm ilminin gâyesi olmadığından, kelâm ilmi asl gâye-

sinden uzak kaldı. Bu sebeble insanlar arasında i’tikâddaki ihtilâşardan
doğan şaşkınlık karanlığını ortadan kaldıramadı. Benden başkası için, böyle
bir gâye gerçekleşmiş olabilir. Hattâ insanlardan bir kısmında böyle bir
gâyenin gerçekleşmiş olduğundan şübhe etmem. Fekat, bunun isbâta
muhtâc ve açık bilgilerden olmayan ba’zı noktalarda taklîd ile karışık olduğ
u da meydândadır. Ben burada kendi hâlimden bahs ediyorum. Gâyem,
kelâm ilminden şifâ bulanları kınamak ve onlara i’tirâz değildir. Şifâ
veren ilâclar, hastalığın farklılığına göre değişir. Nice ilâclar vardır ki,
bir hastaya fâideli olurken, diğer bir hastaya zararlı olur.