|
Riyâziyye, matematik, geometri ve astronomi ilmlerinden ibâretdir.
Bunların hiçbirinin ne müsbet ne de menfî yönden, dînî mes’elelerle bir
alâkası yokdur. Bunlar, aklî delîller ile isbât edilen şeylerdir. Anlaşılıp öğ-
renildikden sonra, inkâra yer kalmaz. Fekat bu ilmlerden iki mahzûrlu durum
ortaya çıkmışdır.
Birinci musîbet, bu ilmlerle uğraşan kimse, bunlarda gördüğü incelikleri
ve delîlleri hayretle karşılar. Bu sebeble felsefecilere karşı takdîr hissi
uyanır. Felsefecilerin bütün ilmleri açık ve kuvvetli delîle dayanmak bakı
mından bu ilmler gibidir zan eder. Sonra, felsefecilerin Allahü teâlâyı inkâr
etdiklerini, küfrlerini, ma’neviyâta kıymet vermediklerini, sağdan soldan
işitir ve sırf onları taklîd etmek sebebiyle kâfir olur. Kendi kendine,
din hak birşey olsaydı, matematik ilminde bu kadar ilm sâhibi olan büyük
insanlarca ma’lûm olurdu, onlara gizli kalmazdı der. Onların inkârını işitince,
dîni inkâr etmenin doğru olduğuna kanâ’at getirir. Başka hiçbir dayanağı
olmadığı hâlde, sâdece böyle bir düşünce ile doğru yoldan çıkmı
ş nice kimseler gördüm. Onları taklîd ile, doğru yoldan ayrılan bir kim-
seye: Bir ilmde mâhir olan kimsenin diğer ilmlerde de mâhir olması îcâb
etmez. Fıkh ve kelâm ilmlerini iyi bilen bir kimsenin, tıp ilminde de mütehassı
s olması îcâb etmez. Diğer tarafdan, aklî ilmleri bilmeyen bir kimsenin,
nahv ilmlerini de bilmediği iddi’â edilemez. Her ilmin erbâbı vardı
r ve o ilmde ilerlemişdir. Diğerlerini geçmişdir. Bunlar ba’zan başka ilmlerde
câhil durumuna düşerler. Eskilerin matematiğe âid sözleri delîle dayanı
r. Fekat ilâhiyyâta dâir sözleri tahmîne dayanır. Bunu ancak onunla
meşgûl olup, tecribe eden anlar diyerek açıklanılsa,, bunu anlamaz ve kabûl
etmez. Nefsinin ağır basması, kendini akllı göstermekden hoşlanması
ve tenbellik arzûları gibi hâller, o kimseyi bütün ilmlerde felsefecilere
iyi gözle bakmaya ve bunda ısrâr etmeye sevk eder. Bu durum ise, büyük
bir felâketdir. Bu sebeble, bu ilmlerle fazla meşgûl olanları men’ etmek
lâzımdır. Her ne kadar bu ilmlerin din ile alâkası yoksa da, felsefecilerin
ilmlerinin başlangıcı olduğu için, felsefecilerin uğursuzluğu ve
kötülüğü, o kimselere de bulaşır. Bununla fazla meşgûl olanlar arasında
dinden çıkmayan, takvâ geminden sıyrılmayan, ya’nî takvâdan uzaklaşmı
yan pek az kimse vardır.
İkinci musîbet, islâm dîninde samîmî olan kimseler sebebiyle doğ-
muşdur. Bunlar, felsefecilere âid bütün ilmleri red etmeyi dîne hizmet saydı
lar. Böylece, onların bütün ilmlerini red edip, câhil olduklarını iddi’â etdiler.
Hattâ onların güneş ve ay tutulması ile alâkalı sözlerini kabûl etmediler.
Bu iddi’âların dîne muhâlif olduğunu söylediler. Câhillere yakışan
bu iddi’âları, güneşin ve ayın tutulmasını kesin delîllerle bilen kimse işitince,
kendi delîlinde şübheye düşmez. Fekat islâm dîninin kat’î delîlleri
tanımadığını, câhillik üzerine kurulduğunu zan eder ve felsefeye karşı
sevgisi artar. İslâmiyyetden yüz çevirir. Bu ilmleri red etmekle, islâmiyyete
hizmet yapdıklarını zan edenlerin, din aleyhinde işledikleri cinâyet
çok büyükdür. İslâmiyyetde bu ilmler hakkında müsbet ve menfî birşey
bildirilmemişdir. Bu ilmlerde de dînî mes’elelere dokunacak birşey yokdur.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” şöyle buyurmuşdur: (Ay ve
güneş, Allahü teâlânın varlığını ve birliğini gösteren iki mahlûkudur.
Kimsenin ölmesi ve kalmasıyla tutulmazlar. Onları görünce, Allahı hâtı
rlayınız.) Bu hadîs-i şerîfde güneşin ve ayın hareket etdiklerini ve bu hareketleri
sırasında yanyana veyâ karşı karşıya geldiklerini bildiren hesâba
dayalı astronomi ilmini red eden hiçbir hükm yokdur. Bu hadîs-i şerîfin
sonu olarak gösterilen, “Ancak, Allah bir şeye tecellî etdiği zemân,
o şey ona baş eğer” cümlesi mu’teber hadîs kitâblarında yokdur. İşte riyâziyye
ilminin hikmeti ve mahzûru budur.
|
|