(EYYÜHE'L-VELED
TERCÜMESİ)
Tercüme: Hüseyin Okur
Semerkand
Yayıncılık
İÇİNDEKİLER
Gazâlî ve Eyyühe'l-Veled ..............................7
Mukaddime ..................................................13
Risalenin Telif Nedeni..................................13
Boş İşleri Terketmek....................................15
İlim Amelsiz Fayda Vermez ........................17
İlimle Amel Etmenin Lüzumu........................23
Nefis Muhasebesi ........................................26
İlim Öğrenmenin Amacı................................28
İlimsiz Amel, Amelsiz ilim Olmaz..................31
Geceleri İbadetle ihya Etmek ......................34
İlmin Özü: İbadet ve İtaat ............................39
Hakikat Yolcusuna Gereken Dört Şey..........43
İlimden Elde Edilecek Sekiz Fayda..............45
Mürşid ve Terbiye ........................................53
Gerçek Mürşidin Sıfatları.............................54
Hak Yolcusuna Düşen Görevler..................55
• Zahirde Dikkat edilecek Edepler ......55
• Bâtınen Gerekli Edepler....................56
Tasavvufun Temel Özelliği ..........................57
Kulluk, Tevekkül, İhlâs ve Riya....................58
Terk edilecek İşler........................................63
• Cehalet Hastalıkları ..........................65
• Vaaz ve Nasihatte Edep....................69
• Devlet Erkanına Karşı Tutum............74
• Devlet Erkanından Hediye Kabul Etmemek ... 75
Yapılması Gereken İşler..............................77
Her Vakit Okunabilecek Bir Dua..................82
GAZÂLİ VE EYYÜHE'L-VELED
"Huccetü'l-İslâm", yani "İslâm'ın Delili" lakabıyla ünlü Ebû Hâmid Muhammed b.
Muhammed el-Gazâlî, (450/1058) yılında İran'ın Horasan eyaletinin Tûs şehrinde
doğdu. Babasının vefatından sonra onun vasiyeti üzerine sûfî dostlarından
birinin gözetiminde ilim öğrenmeye başladı, fakat maddî yetersizlikler nedeniyle
buna devam edemeyince yakınlarının da isteğiyle medrese hayatına başladı.
Sırasıyla Tûs, Cürcân, Nîşâbur gibi devrin önemli ilim merkezlerinde tedrisat
gördü, ancak onun üstün zekası ve ilme olan susamışlığı, kendisini daha büyük
yerlere gitmesi için zorluyordu.
Nîşâbur'da tedrisatı devam ederken, zamanın büyük âlimlerinden, aynı zamanda
hocası İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî'nin de vefat etmesi üzerine oradan ayrılarak,
Sultan Alp Arslan'ın veziri Nizamülmülk'ün kurmuş olduğu ünlü Bağdat Nizamiye
Medresesi'ne gitti. Kısa zamanda Nizamülmülk'ün beğenisini ve güvenini kazandı.
Onun ilmî ve hukukî danışmanı oldu.
Bir müddet sonra da Nizamiye medreselerinin bir zinciri olan Bağdat Nizamiye
Medresesi'ne baş müderris olarak tayin edildi (484/1091). Tayininden henüz bir
sene geçmiş iken Nizâmülmülk bir suikasta uğramış, aynı sene içerisinde Sultan
Melikşah da eşi tarafından zehirlenerek öldürülmüştü.
Bu olaylardan sonra artık tamamen iç içe bir devlet gibi olan Abbasî Devleti ve
Selçuklu İmparatorluğu, taht kavgalarına bağlı olarak
8
bunalımlara ve siyasî kargaşalara sahne olmuştu.
Dış dünyadaki bu huzursuzlukların yanı sıra, Gazâlî'nin iç alemi de huzursuzdu.
Fıtrî merakı ve kendi ifadesiyle, "hadiselerin hakikatini anlamaya olan
susamışlığı" ve hakikatin ne olduğunu tam manasıyla kavrama arzusu onu iç
âleminde bir sıkıntıya sokmuş, sonunda hakikate götüren gerçek yolun tasavvuftan
geçtiğine inanarak (488/1095) yılında Nizamiye medreseleri baş müderrisliğinden
istifa ederek uzlet ve manevî terbiye hayatına yönelmişti.
Nizâmiye'den ayrılış tarihinden itibaren başlayan bu uzlet döneminde kendisini
tamamen Allah'a vermiş, hiç kimseyle meşgul olmayarak ibadetlerini zühd ve takva
üzerinde yoğunlaştırmıştı. Bu dönemde ilk yazdığı kelâm, felsefe mantık,
münazara ve siyaset gibi ilimlerin aksine; ahlâk, tasavvuf, öğüt ve nasihat
niteliği taşıyan kitaplar telif etmişti.
Bunlardan en önemlisi, İhyâu Ulûmi'dDîn adlı eseridir.
Gazâli'nin tasavvuf ve ahlâk üzerine yazmış olduğu kitaplar arasında;
Minhâcu'l-Âbi-dîn, Kimyâ-ı Saadet, Mîzânü'l-Amel, el-Meâri-fu'l-Akliyye,
Ravdatü't-Tâlibîn, er-Risâletü'l-Le-dünniyye gibi eserleri ve kendisinin de
dediği gibi İhyâu Ulûm'un özü niteliğinde olan, Eyyü-he'l-Veled adlı bu eseri
sayabiliriz.
Gazâlî yaklaşık on bir sene süren bu manevî terbiye, ibadet, taat, tefekkür,
uzlet ve yenilenme hayatından sonra tekrar memleketi Tûs'a döndü. 505 (1111)
yılında burada vefat etti.
Gazâlî bu kitabında toplumla iç içe olan bir insanın en çok karşılaşabileceği
temel ahlâk kurallarını zikretmiş, bunların uygulanması halinde kişinin
kurtulmasının mümkün olabileceğini söylemiştir.
10
Kitabın özgün adı Eyyûhe'l-VeledTürkçe'ye çevirisi ile Ey Oğuldur. Müellif
kitabını, kendisinden öğüt ve nasihat içerikli bir risale yazmasını isteyen bir
öğrencisine yazmış ve kitabında ona hitaben "ey oğul" ifadelerini kullanmıştır.
"Ey oğul" büyükten küçüğe sevgi ve saygının bir ifadesidir. Kitap, âmir-memur,
öğretmen-öğrenci, anne-baba ve aile bireyleri arasındaki tüm ilişkilerin
temellerini belirleyecek niteliktedir. Biz kitabın ismini, içeriğini göz önünde
tutarak "Gençliğe Öğütler" şeklinde tesbit ettik.
Hamdolsun âlemlerin sahibi yüce Allah'a.
Hüseyin OKUR
11
MUKADDİME
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla
Bütün övgüler âlemlerin Rabbi olan yüce Allah'a mahsustur. Hayırlı son Allah'tan
korkan müttakî kullaradır. Salât ve selâm O'nun peygamberi Hz. Muhammed'e
(s.a.v) ve tüm aile fertlerine olsun... Âmin!
RİSALENİN TELİF NEDENİ:
Şeyh, imam, Zeynüddîn, Huccetü'l-islâm Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed
el-Ga-zâlî'nin (rah) talebelerinden biri, uzun müddet onun hizmetinde bulunmuş,
yanında ilim tahsil ederek bütün ilimlerin ince noktalarına ve derin
meselelerine vâkıf olmuş; bu müddet içeri-
13
sinde iken de ahlâkî faziletlerini kemâle erdir-
misti.
Bu talebesi günün birinde tefekküre daldı ve kalbine şu düşünceler geldi: "Çok
çeşitli ilimler okudum, gençliğimi bu ilimleri öğrenmek ve toplamakla geçirdim.
Şimdi bana düşen, öğrendiğim ilimlerden yarın hangisinin bana fayda vereceğini
öğrenmek, kabrimde bana arkadaş olanı bilmek ve fayda vermeyeni de terketmektir.
Nitekim Resûlullah (s.a.v) bir duasında:
"Allah'ım! Faydasız ilimden sana sığınırım"11
buyurmuştur.
Bu düşünceler kendisinde o kadar devam etti ki, nihayet bir fikir almak üzere
hocası İmam Gazâlî'ye bir mektup yazdı. Bu mektup-1 Nesâî, İstiâze, 64; Ebû
Dâvûd, Salât, 367; İbn Mâce,
Duâ, 2; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/143.
ta hocasına bazı meseleler sordu, nasihat ve dua isteyerek şöyle dedi:
"Her ne kadar hocamın yazmış olduğu İh-yâu Ulûmi'd-Dînve diğer eserleri
sorularımı cevaplandırıyorsa da gayem; hocamın bana yazacağı birkaç sayfayı
yanımda taşımak ve Allahu Teâla'nın izniyle hayatım boyunca onda olanlarla amel
etmektir. Bu sebeple, zât-ı âlinizden, bu ihtiyacımı giderecek bir risale
yazmanızı istirham ederim!"
İşte bunun üzerine İmam Gazâlî, talebesinin mektubuna cevap olarak bu risaleyi
yazmıştır.
Yüce Allah en iyisini bilir.
BOŞ İŞLERİ TERK ETMEK
Aziz ve sevgili evlâdım! Allahu Teâlâ ömrünü ibadet ve itaat üzerinde uzun etsin
ve seni sevdiklerinin ayırmasın.
15
14
Gerçek nasihat; peygamberlik nurunun , kaynağı Hz. Peygamber'e (s.a.v) ait olan
ve ondan alınıp yazılanlardır. Eğer onlardan na-siplendiysen benim nasihatlerime
ne ihtiyacın var! Şayet onlardan bir şey elde edemediysen bana söyle, bu kadar
sene neyi tahsil ettin?
EY OĞUL!
Resûlullah Efendimizin (s.a.v) ümmetine yaptığı nasihatlerden birisi şudur:
"Allahu Teâlâ'nm kulundan yüz çevirmesinin alâmeti; onun kendisini
ilgilendirmeyen boş şeylerle meşgul olmasıdır."2
Eğer bir insanın ömrünün bir saati, yaratılma gayesi olan Hakk'ın rızâsının
dışında ge-2 Bu mânayı destekleyen bir hadis için bkz: Tirmizî,
Zühd, 11; İbn Mâce, Fiten, 12; Mâlik, el-Muvatta, Hüs-
nü'l-Huluk, 3.
16
çerse, o kimse bu saati için uzun süre hasret ve pişmanlık çekecektir. Bir
hâdis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
V
"Kırk yaşını geçtiği hâlde, iyilikleri kötülüklerine galip gelmeyen kimse,
cehenneme hazırlansın."3
İlim ehline nasihat olarak bu yeter!
İLİM AMELSİZ FAYDA VERMEZ
EY OĞUL!
Nasihat kolaydır; zor olan onu kabullenip yapmaktır. Çünkü nasihat, nefsin kötü
zevklerine uyarak onlardan tat alanlar için acıdır. Zira yasak edilen haram
işler, onların kalpleri için 3 Şevkanî, el-Fevaidu'l-Mecmûa, Hatime, No: 52;
Suyû-
tî, el-Leâlî'l-Masnûât, 1/126-127.
17
sevimli olmuştur. Bu durum, özellikle nefis üstünlüğü ve dünyalık elde etmek
için çabalayan ilim talebelerinde sık görülür. Onlar, amelsiz ilmin
kurtuluşlarına yeteceğini, amele ihtiyaç duyurmayacağını zannederler. Bu düşünce
filozofların inancı olup yanlıştır. Hayret doğrusu! Onlar, kişi ilmi ile amel
etmeyince onun aleyhinde delil olacağını bilmiyorlar mı? Resûlullah Efendimiz
(s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuşlardır:
"Kıyamet gününde azabı en şiddetli olan kimse, Allahu Teâlâ'nın kendisini
ilmiyle faydalandırmadığı (ilmiyle amel etmeyen) âlimdir."*
4 Beyhakî, Şuabu'l-İmân, nr. 1778; Taberânî, Mu'ce-mu's-Sağîr, nr. 182-183;
Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 1/185; Münzirî, et-Terğib ve't-Terhîb, 1/222; Ali
el-Müt-takî, Kenzu'l-Ummâl, nr. 28977.
18
Anlatıldığına göre, Cüneyd'i-Bağdâdî (rah)5, vefatından sonra bazı salihler
tarafından rüyada görüldü. Kendisine: "Ey Ebu'l-Ka-sım! Berzah aleminden ne
haberler var (durumun nasıldır)?" diye soruldu. Cüneyd:
"O faydasız ibare ve konuşmalar yok olup gitti; yaldızlı sözlerden bir eser
kalmadı. Burada faydasını gördüğümüz ancak, gece yarısı . kalkıp Allah için
kıldığımız birkaç rekatlık namazdır" diye cevap verdi.
EY OĞUL!
Hayırlı amellerden yana müflis olma. Güzel hâllerden de eli boş kalma! Şuna
kesinlikle
5 Cüneyd'i-Bağdâdî; Ebu'l-Kasım Cüneyd b. Muham-med al-Hazzâz el-Kavârîrî (5.
297/909): ilk dönem meşhur sûfîlerden ve alim bir zattır. Bağdat'ta doğmuş ve
orada yaşamıştır. Şiblî, Kettânî, Vâsıtî gibi bir çok meşhur sûfî kendisinden
ders ve irşad icazeti almıştır. Cüneyd-i Bağdadî, tasavvuf terimlerini, usul ve
esaslarını tesbit ederek tasavvufun ortaya çıkışını sağlayan büyük
sûfîlerdendir.
19
inan ki, sadece ilim insanın elinden tutmaya yani onu kurtarmaya yetmez.
Şu misali düşün: Üzerinde diğer silâhlarıyla beraber on tane de keskin Hint
kılıcı bulunan cesur ve savaşçı bir adama, hiç kimsenin olmadığı bir arazide,
büyük ve korkunç bir aslan saldırsa, ne yapmalıdır? Acaba bu yiğit adam,
elindeki silâhları hiç kullanmadan o aslanın zararını defedebilir mi? Hiç
şüphesiz, adam harekete geçip elindeki silâhlarını kullanmadan kurtulamaz.
Aynen bunun gibi, bir adam da yüz bin ilmî mesele okuyup öğrense, fakat
öğrendiği ile amel etmese, bildikleri ona fayda vermez.
Bu konuda şu misali de verebiliriz: Bir kimsenin yanında, yakalandığı şiddetli
bir hastalığının ilâcı bulunsa; fakat o kimse bu ilâçları kullanmasa; sadece
ilâcı tanımak ve taşımakla hastalıktan kurtulması mümkün müdür? Tabii ki hayır!
20
Bu konuda söylenmiş pek çok misal ve şiir mevcuttur.
Şayet sen yüz sene ilim okusan ve bin kitap yazsan, bilginle amel etmedikçe
Allah'ın rahmetine hak kazanamazsın. Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle
buyurulmuştur:
"İnsan için yalnızca çalışmasının (amelinin) karşılığı vardır."e
"Her kim Rabbine kavuşmayı ümit ederse salih ameller işlesin..."7:
s Necm 53/39. 7 Kehf 18/110.
21
"Artık işlediklerinin (günahlarının) bir karşılığı olarak az gülsünler, çok
ağlasınlar!"8
"/man ec//p sa///7 amel işleyenlere gelince, işte onlar için bir ağırlanma yeri
olarak firdevs cennetlerinin konakları vardır. Orada ebedî kalacaklardır. Oradan
hiç ayrılmak istemezler."9
"Ancak tövbe ve iman edip iyi davranışlarda bulunanlar başkadır."1 °
Bir de şu hâdis-i şerifi düşün:
8 Tevbe9/82.
9 Kehf 18/107-108. 1" Furkân 25/70.
22
"İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Hz.
Mu-hammed'in onun elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek,
ramazan orucunu tutmak ve gücü yetenler için hacca gitmek."u
İman: (Allah'tan başka ilâh olmadığını ve Muhammed'in (s.a.v) onun elçisi
olduğunu) dil ile söylemek, kalp ile tasdik etmek ve (onun getirdiği dinin)
rükünleriyle amel etmektir.
İLİM İLE AMEL ETMENİN LÜZUMU
Amel etmenin gerekliliğini bildiren deliller sayılamayacak kadar çoktur. Her ne
kadar cennete girmek Allahu Teâlâ'nın fazlı ve ihsanı ile ise de, bu, Allah'a
tam bir itaat ve ibadet ile hazırlandıktan sonradır. Çünkü Allah'ın rahmeti,
iyilik edenlere yakındır.
Şayet, "Sadece iman etmekle cennete girilebilir!" denilirse bu doğrudur, fakat
ne zaman
11 Buhâri, İmân, 1; Müslim, imân, 20; Tirmizî, İmân, 3; Nesâî, İmân, 5.
23
girilebilir? Acaba oraya ulaşabilmek için hangi dağların sarp yamaçlarında
yürünmesi ve hangi engellerin aşılması gerekecektir?
Bu engellerin ilki iman geçididir. Acaba kişi, amelden yoksun olan imanını (ölüm
anında) koruyabilecek mi? Koruduğunu ve âhirete ulaştığını düşünelim. O kişi
Allah'a verdiği kulluk sözünden dönmüş ve elinde hiçbir sermayesi kalmamış bir
müflis olmaz mı?
Bu konuda Hasan-ı Basrî12 (rah) şöyle demiştir:
12 Hasan-ı Basrî; Ebu Saîd el-Hasan b. Yesar el-Basrî (ö. 110/728): Medine'de
doğmasına rağmen hayatının büyük bir kısmını Basra'da geçirdiğinden ve burada
vefat ettiğinden, kendisine Basra nisbesiyle Hasan-ı Basrî denilmiştir.
Tabiînden, âlim ve zâhid bir zattır. Hulefâ-i Râşidîn'den Hz. Ömer, Osman ve Ali
başta olmak üzere yüz yirmi kadar sahâbî ile bizzat görüşme imkanı buldu. Pek
çok sahabeden hadis rivayet etti. Hayatını zühd ve takva ile geçirdi. Tasavvuf
ekolünün temellerinin kurucularındandır. Katâde, Mâlik b. Dinar, Vâsıl b. Atâ
gibi zatlara hocalık yapmıştır.
24
"Allahu Teâlâ kıyamet günü mümin kullarına: "Ey kullarım! Cennete rahmetimle
girin ve onun nimet ve derecelerini amellerinize göre bölüşün" der."
EY OĞUL!
Çalışmadan ücret alamazsın.
Anlatıldığına göre, İsrâiloğullan'ndan biri yetmiş senedir Allah'a ibadet
etmekteydi. Bir gün Allahu Teâlâ, bu kulunun durumunu meleklerine göstermeyi
diledi. Meleklerinden birini onun yanına göndererek, bu kadar ibadet etmesine
rağmen cennete girmeye lâyık olmadığını bildirmesini istedi.13 Melek adamın
yanına gelip bunu haber verince adam:
13 Ehli sünnet ve'l-cemâat inancına göre kul, işlediği amellerle değil, Allah'ın
rahmeti ve mağfiretiyle cennete girer. Allah (c.c) dilediğini yapmaya
muktedirdir. O, dilediği affeder...Hüküm yalnızca O'nun elindedir.
25
"Bizler ibadet etmek için yaratılmışız; bize düşen ibadet etmektir" dedi. Melek
bu cevabı alınca hemen döndü. Allah'a (c.c):
"Ey Allah'ım, kulunun ne dediğini sen benden daha iyi bilirsin" dedi. Bunun
üzerine Alla-
hu Teâlâ:
"Madem ki o bize ibadet etmekten vazgeçmedi, biz de iyilik ve ihsanımızla ondan
vazgeçmeyiz. Ey meleklerim! Şahit olunuz ki ben o kulumu atlettim" buyurdu.
NEFİS MUHASEBESİ
Hz. Ömer (r.a) hutbelerinin birinde şöyle
demiştir:
"(Kıyamet gününde) hesaba çekilmeden önce (dünyada iken) nefislerinizi hesaba
çekin; çünkü bu sizin hesabınızı kolaylaştırır. Orada amelleriniz tartılmadan
önce, burada siz tartın ve âmellerin Allah'a arzedileceği o
büyük gün için (hayırlı ve salih amellerle) süslenin."14
Hz. Ali (r.a) demiştir ki: "Hiç çalışmadan cennete kavuşabileceğini zanneden boş
bir ümide kapılmıştır. Çalışma ve gayreti ile cennete gireceğini zanneden de
(Allah'ın rahmetini unutup kendini yeterli bularak) aldanmıştır" Hasan-ı Basrî
(rah): "Amelsiz cenneti istemek bir çeşit günahtır"
demiştir.
Yine Hasan-ı Basrî: "Hakikate ermenin alâmeti, ameli terketmek değil, amelinden
karşılık beklemeyi terketmektir" demiştir.
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
14 ibn Asâkir, Tarihu Medineti Dımeşk, 44/357; Ali el-Müt-!: takî,
Kenzu'l-Ummâl, nr. 44203.
27
26
"Akıllı kimse, nefsini ıslah edip, ölümden sonrası için çalışandır. Ahmak kimse
ise, nefsine uyup Allahu Teâlâ'dan kendisini hayal ettiği şeylere kavuşturmasını
bekleyendir."^5
İLİM ÖĞRENMENİN AMACI
EY OĞUL!
Nice geceler okuduğun ilimleri tekrar etmek, kitaplarını mütalaa etmek için
uykusuz kaldın; uykuyu kendine haram ettin. Seni buna sevk edenin ne olduğunu
bilmiyorum. Şayet bundan maksadın dünyalık kazanmak, onun metaından bir şeyler
koparmak, makam ve
15Tirmizî, Kıyamet, 25; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek, 4/251; Münzirî,
et-Terğîb ve't-Terhîb, nr. 4916.
28
mevkilerinden elde etmek, emsallerin ve akranların arasında üstünlük taslamak
ise, vay haline! Yazık sana!
Eğer bununla maksadın, Hz. Peygamber'in (s.a.v) getirdiği dini yaşatmak,
ahlâkını düzeltmek, kötülüğü emreden nefsini yenmek ise, müjdeler olsun sana!
Şair ne kadar da güzel söylemiş:
Zarardır senden başkası için çekilen
uykusuzluklar,
Boştur senden başkasını kaybettikleri
için ağlayanlar.
EY OĞUL!
Dilediğin kadar yaşa, yine de öleceksin. Dilediğin kişiyi sev, yine de ondan
ayrılacaksın. Dilediğin kadar çalış, amel et, muhakkak onun karşılığını
bulacaksın.
29
EY OĞUL!
Kelâm, hilaf (münazara), tıp, şiir, divan, aruz, nahiv-sarf (gramer) gibi
ilimleri tahsil ederek Allahu Teâlâ'nın rızâsını kazanmanın dışında ömrünü
tüketmekten başka eline ne geçti? Ben İncil'de şunların yazılı olduğunu gördüm:
Ölü tabuta konulup kabre götürülünceye kadar Allah (c.c) ona kırk soru sorar;
ilk sualinde şöyle der:
"Ey kulum! Senelerce insanların baktıkları yüzünü hep yıkadın temizledin; fakat
bir saat olsun benim baktığım yeri, kalbini temizlemedin!"
Halbuki Allah (c.c) her gün senin kalbine bakar ve der ki:
"Benim hayırlarımla (nimetlerimle) kuşatılmış iken başkaları için mi
çalışıyorsun? Böyle yaptığında sen, gerçeği duymayan bir sağır olursun!"
30
İLİMSİZ AMEL, AMELSİZ İLİM OLMAZ
EY OĞUL!
İlimsiz amel olamayacağı gibi, amelsiz ilim de deliliktir. Bugün seni
günahlardan uzaklaştırıp itaat ve ibadete sevkedemeyen ilim, yarın da cehennem
ateşinden uzaklaştıramaz. Bugün ilminle amel edip geçen günlerde yapamadığın
hayırları yapmazsan, yarın kıyamet günü. "Ey Allahım! Bizi tekrar dünyaya geri
döndür de salih ameller işleyelim" diyenlerden olursun. Fakat orada sana: "Ey
ahmak, sen zaten oradan geliyorsun" denilir.
EY OĞUL!
Gayretin, ruhunu kemâle erdirmek, nefsini yenmek ve bedenini ölüme hazırlamak
olsun. Zira sonunda varacağın yer kabir çukurudur.
31
Kabir ehli seni: "Acaba bize ne zaman katılacak?" diye bekleşmektedir. Onların
yanına azıksız gitmekten sakın!
Hz. Ebû Bekir (r.a) şöyle demiştir: "Bu bedenler ya kuşların kafesi ya da
hayvanların ahırıdır."
Düşün! Kendinin hangisinden olduğuna bak! Eğer bedenin, kuşların kafesi gibi
temiz ve uçmaya hazır ise, o zaman:
Ol *
"Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak rabbine dön"16 ilâhî nidasını
işitince, cennetin en üst noktalarına ulaşıncaya kadar yükselirsin.
Resûlullah Efendimiz'in (s.a.v) Sa'd b. Mu-âz hakkında şöyle buyurmuştur:
"Sa'd b. Muâz'ın ölümünden Rahmân'ın Arşı sallandı."17
Yok, eğer -Allah korusun!- bedenini hayvan ahırına çevirip sadece yeme içme,
yatıp uyuma ve dinlenme ile meşgul olursan, şu âyetteki kimselerden olursun:
"Onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da sapık ve şaşkın bir hâldedirler."18
Bu durumda, dünyadan ölüp gittiğinde cehennemin bir çukuruna girmeyeceğinden
emin olma!
Fecr 89/28.
17 Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 12; Müslim, Fedâilu's-Sahâ-be, 123-125; Tirmizî,
Menâkıb, 50; İbn Mâce, Mukaddime, 11; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/234, 296,
316.
18 A'râf 7/179.
32
33
Rivayet edildiğine göre Hasan-ı Basrî'ye (rah) bir bardak soğuk su verildi.
Hazret bardağı tutar tutmaz bayıldı ve bardak elinden düştü. Ayılmca kendisine:
"Ey Ebû Saîd, sana ne oldu?" diye sorulduğunda şöyle dedi:
"Cehennem ehlinin cennet ehline: 'Ne olur bize de o cennetteki suyunuzdan yahut
Allah'ın size verdiği nimetlerden akıtın!' diye temennide bulunup yalvaracakları
vakit aklıma geldi."
GECELERİ İBADET İLE İHYA ETMEK
EY OĞUL!
Sadece ilim yeterli olup hiç amel işlemeye ihtiyaç bırakmasaydı, Allahu
Teâlâ'nın, gecenin üçte ikisi geçince: "Benden bir hacetinin görülmesini isteyen
yok mu? Af dileyen yok
34
mu? Tövbe eden yok mu?"19 çağrıları boş ve faydasız olurdu.
Resûlullah'ın (s.a.v) huzuruna sahâbecien bir topluluk Hz. Ömer'in (r.a) oğlu
Abdullah'tan bahsettiler. Hz. Peygamber (s.a.v):
"O ne güzel bir adamdır; keşke geceleri kalkıp namaz kılsaydı"20 buyurmuşlardır.
Yine bir defasında sahabelerden birine:
19 Hadîs-i şerifte şöyle buyurulur: "Gecenin son üçte biri ' kalınca Allahu
Teâlâ dünya semasına nüzul eder (iner) ve şöyle seslenir: 'Benden isteyen yok
mu, istediğini vereyim. Benden affını isteyen yok mu, onu affedeyim. Bana tövbe
eden yok mu, tövbesini kabul edeyim!" Bu çağrı, fecir doğana (tan yeri ağarana)
kadar devam eder." Bkz: Buhârî, Teheccüd, 14; Müslim, Müsâfirîn, 168-170; Ebû
Dâvûd, Sünnet, 19; Tirmizi, Salât, 211; ibn Mâce, ikâme, 182.
20 Buhârî, Kıyâmu'l-Leyl, 2; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe, 31; ibn Mâce. Ta'bir, 15;
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/146, ibn Hıbban, es-Sahih, nr. 7070;
35
"Ey falan! Geceleri çok uyuma, zira çok uyku kıyamet günü insanı fakir bırakır,
gider."21
EY OĞUL!
"Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl"22
âyeti bir emirdir.
"Seher vakitlerinde onlar mağfiret dilerlerdi"
23 âyeti bir şükürdür.
"(Bu nimetler) seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler (içindir)" 24 âyeti de
bir zikirdir.
Resüiullah (s.a.v) bir hâdis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
21 ibn Mâce, Kıyâmu'l-Leyl, 174; Beyhakî, Şuabu'l-İmân, nr. 4746; Münzirî,
et-Terğîb ve't-Terhîb, nr. 945.
22 İsrâ 17/79.
23 Zâriyât 51/18. 24Â!-İİmrân3/17.
36
"Üç ses vardır ki Allahu Teâlâ onları sever: Horoz sesi, Kur'an okuyan kişinin
sesi, seher vakitlerinde istiğfar edenlerin (bağışlanma dileyenlerin) sesi."zs
Süfyân es-Sevrî (rah) demiştir ki: "Allahu Teâlâ seher vakitlerinde esen bir
rüzgâr yaratmıştır. Bu rüzgâr o vakitte yapılan zikir ve istiğfarları kendisine
ulaştırır."
Yine bu zat demiştir ki: Gecenin ilk yarısı olduğu zaman Arş'ın altından bir
melek: "Allah'a ibadet edecek olanlar kalksınlar!" diye seslenir; ibadet ehli
kalkar ve Allah'ın (c.c) dilediği kadar ibadet ederler.
Gecenin yarısı olduğu zaman Arş'ın altından bir melek: "Geceyi ibadetle
geçirecek
25 Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 2361; Ali el-Müttakî, Kenzu'l-Ummâl, nr.
35285.
37
olanlar kalksınlar!" diye seslenir; bu kimseler kalkıp seher vaktine kadar namaz
kılarlar.
Seher vakti girdiğinde bir melek: "İstiğfar edenler, kalksınlar!" diye seslenir;
istiğfar ehli olanlar kalkarak Allah'tan af ve mağfiret dilerler.
Fecir doğduğunda bir melek: "Gafiller kalksın!" diye seslenir; sabaha kadar
uyuyanlar, kabirlerinden dirilip kalkan ölüler gibi yataklarından kalkarlar.
EY OĞUL!
Rivayet edildiğine göre Lokman Hekim (a.s) oğluna yaptığı öğütlerden birinde
şöyle demiştir:
"Ey oğlum! Sen uyuyor iken seher vakti horoz kalkıp öterek senden daha akıllı
(gayretli) olmasın!"
Şu şiiri söyleyen kimse ne kadar da güzel söylemiş:
38
Bir güvercin inledi gecenin karanlığında,
Orada bir dal üstünde; halbuki ben uyuyordum. |
Yalan söylemişim! Kabe'ye yemin olsun ki, eğer ben gerçek bir âşık olsaydım,
Geçemezdi güvercinler beni ağlamakta.
Ben kendimi gönülden Allah'a bağlanan biri sanıyordum,
Rabbime yemin olsun ki, hayvanlar ağlarken ben ağlamıyordum.
İLMİN ÖZÜ: İBADET VE İTAAT
EY OĞUL!
İlmin özü, ibadet ve itaatin ne demek olduğunu bilmendir.
Bil ki, ibadet ve itaat, söz ve fiil ile yüce Allah'ın ve Resûlü'nün (s.a.v)
emir ve yasaklarına uymaktır. Yani söylediğin, yaptığın ve ter-kettiğin her
şeyde İslâm dinine uymaktır.
39
Yapılan işin dine uyması gerekir. Meselâ, ibadet gibi gözükse de bayram ve
teşrik26 günlerinde oruç tutmak günahtır. Yine gasbe-dilmiş bir elbiseyle
kılınan namaz da günahtır. Bizden istenen dinimize uygun amel etmektir. Hayır
bundadır.
EY OĞUL!
Sözünle ve işinle her zaman dine uygun davranman gerekir. Zira İslâmiyet'e
uyulmadan yapılan her ilim ve amel sapıklıktır.
Sana düşen, bazı sûfîlerin (manevî sarhoşluk hallerinde)'söyledikleri haddi aşan
sözlere kanmamaktır. Çünkü bu yolda ilerlemek boş
26 Teşrik, kurban bayramının 2., 3. ve 4. günlerine verilen isimdir. Lügat
anlamıyla teşrîk; kurban bayramında kesilen hayvanların etlerini kızgın kaya
üzerine serip güneşte kurutma işlemine verilen isimdir, iki bayram günlerinde ve
kurban bayramının 2, 3, 4. günleri olan teşrik günlerinde oruç tutmak tahrîmen
mekruhtur.
ve faydasız sözlerle değil; mücahede ederek, riyazet kılıcı ile nefsin şehvetini
kesip onun kötü arzu ve zevklerini öldürmekle olur.
Şunu bil ki, akla gelen her şeyi konuşan bir dil ile gaflet ve şehvetle dolu bir
kalbe sahip olmak, ilâhî rahmetten mahrumiyetin belirtisidir. Eğer gerçek bir
mücahede ile nefsinin kötü arzularını yok etmezsen, kalbini marifet nuru ile
diriltemezsin.
Bil ki, bana sormuş olduğun meselelerin bazılarını yazı veya söz ile
cevaplandırmak doğru olmaz. Onları yaşayacak dereceye ulaşırsan ne olduklarını
anlarsın. Yoksa, onları bu hâlinle bilmen mümkün değildir. Çünkü bunlar zevk
işidir; tadılmadan anlaşılmaz. Tatlının tatlılığı, acının acılığı gibi ancak
tadarak anlaşılan şeyleri, söz ile anlatmaya kalkmak doğru değildir. Bunlar
tadılmadan bilinemez. Bu hususta anlatılan bir hikâye şöyledir:
40
41
İktidarsız bir adam dostlarından birine gönderdiği bir mektupta, kendisine cima
etmenin lezzetini anlatmasını istedi; o da cevabında şöyle yazdı:
"Ben seni sadece iktidarsız biri olarak zannediyordum; şimdi anladım ki sen, hem
iktidarsız hem de ahmak birisin. Çünkü cima, ancak tadılarak zevki anlaşılan bir
şeydir. Onu yaparsan tadını anlarsın; yoksa onu söz veya yazı ile anlatmak
mümkün değildir.
EY OĞUL!
İşte senin benden cevabını istediğin bazı sorular bu türdendir. Cevap verilmesi
mümkün olan diğer bazılarını ise İhyâu Ulûm ve benzeri kitaplarımızda anlattık.
Orada anlattıklarımızı hatırla. Biz onlardan bazılarına işaret ederek anlatmaya
geçelim:
42
HAKİKAT YOLCUSUNA GEREKEN DÖRT ŞEY
Hakikat yolcusuna gereken dört şey vardır;
bunlar:
1- Sahih itikad. Bu, içinde bidat (yanlış, bozuk inanç) bulunmayan bir
itikaddır.
2- Nasuh tövbesi. Bu, peşinden bir günah zilletine düşülmeyen samimi tövbedir.
3- Hak sahiplerini razı etmek. Öyle ki, sende kimsenin bir alacağı kalmamalı;
sende alacağı ve hesabı olan herkesle helâlleşmelisin.
4- Allahu Teâlâ'nın emirlerini yerine getirebilecek kadar din bilgisi. Sonra da
seni kurtaracak kadar âhiret ilmi.
Anlatıldığına göre Şiblî dört yüz hocaya hizmet etti ve onlardan ders aldı. O
şöyle demiştir: "Hocalarımdan dört bin hadis okudum. Sonra onlardan bir tanesini
seçtim ve onunla amel ettim; diğerlerine hacetim kalmadı. Çün-
43
kü ben, kurtuluşumu bu hadiste buldum. Öncekilerin ve sonrakilerin ilminin bu
hadisin içinde saklı olduğunu gördüğüm için onunla yetindim. O hadis Peygamber
Efendimiz'in (s.a.v) ashabından nakledilen şu hadistir:
"Dünyan için orada duracağın kadar çalış! Âhiretin için orada kalacağın kadar
çalış! Allah için O'na ihtiyacın olduğu kadar çalış! Cehennem için ona
sabredebileceğin kadar çalış!"21
EY OĞUL!
Bu hadisi iyi bildiğin ve onunla amel ettiğin zaman çok ilme ihtiyaç kalmaz.
27 Benzer rivayetler için bkz: Beyhakî, Şuabu'l-imân, nr. 3886; Ahmed Ziyâeddin
Gümüşhanevî, Levâmiu'l-Ukûl adlı eserinde Deylemî'nin bu rivayetin benzerini
ibnü'l-Âs'tan ve İbn Ömer'den rivayet ettiğini kaydeder, bkz: a.g.e., s. 488.
Ayrıca bkz: Ebû Nuaym, Hılyetü'l-Evliyâ, 7/9206.
44
İLİMDEN ELDE EDİLECEK SEKİZ FAYDA
Bir de şu hikâyeyi düşün: Hatim el-Esam28, Şakîk-i Belhî'nin29 sohbetlerine
devam eden talebelerinden biriydi. Bir gün Şakîk-i Belhî ona:
"Otuz senedir benim yanımda bulunmaktasın; bu zaman içerisinde ne elde ettin?"
diye sorar. Hatim el-Esam:
"Ben okuduğum ilimden sekiz faydalı şey elde ettim, onlar da bana yeter. Çünkü
kurtulu-
28 Hatim el-Esam; Ebû Abdurrahman Hatim b. Unvan el-Esamm (ö. 237/851): Belh
şehrinde doğmuştur. Âlim, zâhid, salih bir zattır. Tasavvuf yolunun
büyüklerinden-dir. Şakîk-i Belhî'nin öğrencisidir.
29 Şakîk-i Belhî; Ebû Ali Şakîk b. İbrahim el-Belhî (Ö.194/809):
Tebeu't-Tâbiîn'dendir. Âlim, zâhid, takva sahibi bir zattır. Hatim el-Esam'ın
hocasıdır, imam-ı Âzam Ebû Hanîfe ile aynı asırda yaşamıştır.
45
sumun bunlarda olduğunu ümit ediyorum" der. Şakîk:
"O sekiz şey nedir?" diye sorar. Hatim el-Esam şöyle anlatır:
Birinci fayda: Ben bütün mahlûkata baktım; onların her birinin aşık olduğu ve
sevdiği birinin var olduğunu gördüm. O sevgililerden bazıları, sevdiklerine ya
ölüm hastalığına yakalanana ya da mezarının başına kadar eşlik ediyorlardı.
Sonra onu tek başına bırakıp gidiyorlardı. Kimse onunla beraber kabir çukuruna
girmiyordu. Ben de düşündüm ve kendi kendime: "Kişinin en sevgili dostu,
kendisiyle beraber kabir çukuruna girip ona arkadaşlık edendir" dedim. Kabrimde
bana dostluk yapacak hayırlı ve salih amellerden başka bir şey göremedim. Ben
de, kabrimde bana ışık olsun, benimle muhabbet kursun, beni yalnız başıma
bırakmasın diye salih amelleri kendime sevgili edindim!
46
İkinci fayda: Ben insanları, arzu ve isteklerinin peşinde koştuklarını, onun
emirlerini yerine getirmek için acele ettiklerini gördüm. Allahu Teâlâ'nın:
0
"Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıranın varacağı
yer cennettir"30 âyetini düşündüm; Kur'ân-ı Ke-rîm'in hak ve sadık olduğuna
inandım. Ben de, nefsimin kötü arzularına muhalefet etmek için çalıştım, onu
terbiye etmek için kolları sıvadım; nefsim, Allahu Teâlâ'ya itaate razı olana ve
O'na boyun eğene kadar buna devam ettim.
Üçüncü fayda: Gördüm ki, bütün insanlar dünya malı toplamak için çırpınıyorlar,
sonra
30 Nâziât 79/40-41.
47
da onu ellerinde tutmak için çaba sarf ediyorlar. Ben yüce Allah'ın:
"Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bakidir"31
âyetini düşündüm. Ben de dünyadan elde ettiğim her şeyi Allah için harcadım ve
onları Allah katında benim için âhiret azığı olsun diye fakirlere ve miskinlere
dağıttım.
Dördüncü fayda: Bazı insanların, izzet ve şerefin akraba ve kabilenin çokluğunda
olduğu zannedip bununla aldandıklarını gördüm. Bazıları bunu, mal ve evlâdın
fazlalığında olduğunu zannedip onunla iftihar ediyorlardı. Bazıları da izzet ve
şerefin, insanların mallarını zorla alıp onlara zulmetmekte ve kan akıtmakta
olduğunu sanıyorlardı. Bazıları ise bunun, malı ve mülkü israf etmek, onu saçıp
savurmakta
31 Nahl 16/96.
48
olduğunu zannediyorlardı. Sonra ben Allahu Teâlâ'nın:
"Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'na karşı en çok takvâlı
olanınızdır"32
âyetini düşündüm ve takva ile (Allah korkusuyla) amel etmeyi tercih ettim. Ben
inanıyorum ki Kur'ân, hak ve doğrudur. Onların kıymetli olarak düşündükleri
şeyler ise boş ve geçicidir.
Beşinci fayda: Ben insanların birbirlerini kö-tülediklerini, arkalarından
gıybetlerini edip çekiştirdiklerini gördüm. Bunun sebebinin, mal, makam ve
ilimde birbirlerine karşı haset olduğunu tesbit ettim . Ben de Allah'ın (c.c):
32 Hucurât 49/13.
49
"Dünya hayatında onların geçimlerini (rızıklarını) aralarında biz
paylaştırdık"33 âyetini düşündüm; anladım ki her şey ezelde Allahu Teâlâ
tarafından taksim edilmiştir. Ben de hiç kimseye haset etmedim ve Allah'ın
taksimatına razı oldum.
Altıncı fayda: İnsanların bazı amaç ve maksatlarla birbirlerine düşmanlık
ettiklerini gördüm. Allahu Teâlâ'nın:
"Gerçekten şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman edinin"34 âyetini
düşündüm; anladım ki, asıl düşman şeytandır; ondan başkasına düşmanlık beslemek
doğru değildir. Ben de, diğer insanları bırakıp onu düşman edindim.
33 Zuhruf 43/32.
34 Fâtır 35/6.
50
Yedinci fayda: Gördüm ki insanlar azık ve maişetlerinin temini için hırsla,
gayretle çabalıyorlar. Öyle ki, bunu yaparken şüpheli ve haram şeylere düşüyor,
kendilerini zelil ve hakir durumlara düşürüyorlar. Ben, Allah'ın (c.c):
"Yeryüzünde yürüyen (yaşayan) her canlının rızkı yalnızca Allah'a aittir^5
âyetini düşündüm; anladım ki, rızkım Allah'a aittir ve O rızkıma kefil olmuştur.
Bundan sonra ben de Allah'a (c.c) ibadetle meşgul oldum ve O'ndan başkasından
ümidimi kestim.
Sekizinci fayda: Herkesin bir şeye bağlandığını gördüm. Bazıları paraya,
bazıları mal ve mülke, bazıları bir sanata ve mesleğe, bazıları da kendileri
gibi insanlara bağlanıyorlardı. Yüce Allah'ın (c.c):
35Hûd 11/6.
51
"Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, her emrini yerine
getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur"36 âyetini düşündüm; ben de
Allah'a güvendim, O'na tevekkül ettim. O bana yeter. O ne güzel vekildir, dedim.
Bunları dinleyen Şakîk-i Belhî, Hâtim'e: "Allah seni bütün işlerinde başarılı
kılsın! Ben Tevrat, İncil, Zebur ve Kur'ân-ı Kerîm'i inceledim ve gördüm ki, bu
dört kitap senin bahsettiğin sekiz fayda üzerinde dönüyor. Kim bunlarla amel
ederse dört kitapta bulunanların tamamı ile hareket etmiş olur" dedi.
36 Talâk 65/3.
MÜRŞİD VE TERBİYE
EY OĞUL!
Şimdi sana, Hak yolcusuna lâzım olan şeyleri açıklayacağım:
Bil ki, Hak yolcusunun önünde, terbiyesiyle ondaki kötü ahlâkı çıkarıp yerine
güzel ahlâkı koyacak, onu yetiştirecek bir mürşide, rehbere
ihtiyacı vardır.
Terbiye, mahsulünün olgun ve güzel olması için tarlasındaki dikenleri ve yabancı
otları söküp atan çiftçinin işine benzer.
Doğru yola girmek isteyen için, onun başında, kendisine Allah'a (c.c) giden
yolları gösterecek bir hidayet rehberinin olması gerekir. Çünkü Allahu Teâlâ,
kullarını kendi yoluna ulaştırması için peygamberler göndermiştir.
Risâlet halkasının en sonuncusu olan Peygamber Efendimiz de (s.a.v) bu dünyadan
âhi-
53
52
rete irtihal edince, yerine insanlara yol gösterici halifeler bırakmıştır.
Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) halife (vekil) olabilmenin şartı öncelikle âlim
olmaktır; fakat her âlim, vekil olmaya uygun değildir.
Şimdi de sana Hz. Peygamber'e (s.a.v) vekil olabilecek mürşidin bazı
alâmetlerini kısaca açıklamak istiyorum. Bunlar iyi bilinsin; tâ ki herkes,
mürşid olduğunu iddia etmesin.
GERÇEK MÜRŞİDİN SIFATLARI
Gerçek bir mürşidde şu sıfat ve hâller bulunur:
Kâmil mürşid, dünya ve makam sevgisinden yüzünü çevirir.
Tâbi olduğu mürşidlerin silsilesi Hz. Peygambere (s.a.v) kadar ulaşır.
Nefsini terbiye etmiştir. Güzel ahlâk sahibidir. Az yer, az konuşur, az uyur.
Çok namaz kılar, oruç tutar, sadaka verir.
54
Ayrıca o, basiret sahibi bir şeyhe tâbi olarak sabır, dua, şükür, tevekkül,
yakîn, kanaat, nefis huzuru, ağırbaşlılık, tevazu, ilim, sadakat, haya, vefa,
vakar, sükûnet ve temkinli olmak gibi güzel ahlâkları kendinde bulundurur.
Bu kimse, Hz. Peygamber'in (s.a.v) nurlarından bir nurdur, ona uyulması
uygundur.
İşte böyleleri, kibrit-i ahmer (kırmızı kükürt) gibi nadiren bulunur.
HAK YOLCUSUNA DÜŞEN GÖREVLER
Böyle bir mürşidi bulan ve onun tarafından kabul edilen kimseye ne mutlu! Böyle
bir mürşidi bulan kimseye gereken, zahiren ve bâtı-nen ona hürmet edip saygı
göstermektir.
Zahirde Dikkat Edilecek Edepler:
Mürid, mürşidi ile tartışmaya girmemelidir.
55
Ne kadar da mürşidinin hata yaptığını bilse bile, her mesele hakkında karşıt
deliller getirmek gibi şeylerle meşgul olmamalıdır.
Namaz vakitleri haricinde önüne seccade sermemelidir; bunu sadece namaz
vakitlerinde yapmalı, namaz bitince de seccadesini kaldırmalıdır.
Onun huzurunda çokça nafile namaz kılma-malıdır.
Gücünün yettiği kadar şeyhinin emrettiği şeyleri yapmaya gayret göstermelidir.
Bâtınen Gereken Edepler
Zahirde dinleyip kabul ettiği şeyleri, iç âleminde de kabul etmeli; fiili ve
sözüyle inkâra gitmemelidir. Nifaktan korkarak böyle bir durumdan sakınmalıdır.
Eğer buna güç yetiremiyorsa içi ile dışı bir olana kadar mürşidinin yanından
ayrılmalı, kötü kişilerle de arkadaşlık etmekten sakınmalı-
56
dır ki, insanların ve şeytanî cinlerin üzerindeki tesiri azalsın. Bunu, kalbinin
ıslah olması ve şeytanî lekenin üzerinden kalkması için yapmalıdır. Ve o her
hâl-ü kârda fakirliği zenginliğe tercih etmelidir.
TASAVVUFUN TEMEL ÖZELLİĞİ
Bundan sonra bil ki, tasavvufun iki temel özelliği vardır: 1-İstikamet.
2-İnsanlara karşı sükûnetle güzel muamele.
Kim dinde istikamet üzerine olur, insanlara karşı da ahlâkını güzelleştirip
onlara karşı hi-lim ile muamele ederse o, gerçek bir sûfîdir.
İstikamet, nefsinin arzu ve isteklerini, yine nefsinin kurtulması için feda
etmek, yani onun kötü arzularını terkedip hakka tâbi olmaktır.
İnsanlara karşı iyi huylu olmak ise, nefsinin isteklerini insanlara yüklemek
değil; bilakis dine
57
ters düşmediği müddetçe, onların arzu ve isteklerini kendi nefsine yüklemektir.
KULLUK, TEVEKKÜL, İHLÂS VE RİYA
Sonra bana mektubunda kulluktan soruyorsun. Bil ki, kulluğun temeli üç şeydir:
1- Dinî hükümleri korumak.
2- Allahu Teâlâ'nın taksimine ve kazâ-ka-dere razı olmak.
3- Allahu Teâlâ'nın rızâsı uğruna nefsinin rızâsını terketmek.
Tevekkül nedir diye de sormuştun. Tevekkül, Allahu Teâlâ'nın vaad ettiği şeyler
hakkında inancının sağlam olmasıdır. Yani, şuna yakînen inanmandır:
Bütün âlem, yüce Allah'ın sana takdir ettiği bir şeyi senden engellemeye
çalışsalar, buna güçleri yetmez. Yine bütün âlem, senin için takdir edilmeyen
bir şeyi sana ulaştırmak isteseler, buna güçleri yetmez. Fayda ve zarar, yüce
Allah'ın takdir ve kudretindedir.
Bir de ihlâstan sormuştun.
İhlâs, bütün işlerini Allah (c.c) için yapman, kalbinin insanların övgüsüne
sevinmemesi ve onların yermelerine aldırış etmemesidir.
Bil ki riya, insanların seni övmesinden ve yüceltmesinden kaynaklanır. Bunun
tedavisi, insanları Allah'ın kudreti altında boyun eğmiş olarak görmen ve
onların sana bir rahatlık ve sıkıntı ulaştırma konusunda cansız varlıklar gibi
olduğunu düşünmendir.
İnsanları mutlak irade ve kudret sahibi zannettiğin sürece, riyadan
kurtulamazsın.
EY OĞUL!
Geri kalan sorularından bazılarının cevabı kitaplarımda yazılıdır. Onların
cevabını orada ara! Bir kısım sorularına cevap vermek ise yasaktır, onların
zamanı gelmeden anlatılması
59
uygun değildir. Bildiklerinle amel et ki, bilmediklerin sana açıklansın!
EY OĞUL!
Bugünden sonra sana müşkil gelen, anlayamadığın soru ve cevaplarını sadece kalp
diliyle sor. Nitekim Allah (c.c) Kur'ân-ı Kerîm'de buyurmuştur ki:
"Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için
daha hayırlı olurdu."37
37 Hucurât 49/5. Rivayet edildiğine göre; Uyeyne b. Hısn ile Akra' b. Habis,
Temîm oğullan'ndan yetmiş kişilik bir grup ile, öğle vakti Hz. Resûlullah'ın
yanına gelmişlerdi. Allah Resulü (s.a.v) evde kaylûle uykusunda idi. Onlar da:
«Ya Muhammedi Dışarı çık, yanımıza gel!» diye bağırmışlardı.
60
Hızır'ın (a.s) Hz. Musa'ya (a.s) yaptığı şu nasihati de aklında tut:
"Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında
bana soru sorma! dedi."™
Bir iş sana kadar ulaşana veya açıklanıp onun ne olduğunu görene kadar acele
etme!
"Size âyetlerimi göstereceğim, benden acele istemeyin"^ âyetini hatırla! Vakti
gelmeden önce benden bir şey sorma.
38 Kehf 18/70.
39 Enbiyâ 21/37.
Cehalet Hastalıkları
düşmanlık edenin düşmanlığı (kolay kolay) yok olmaz."
Sana düşen bu gibi kimselerden yüz çevirmen ve onları hastalıklarıyla baş başa
bırak-mandır. Bu konuda Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:
"Artık sen, bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başka bir şey
istemeyen kimselerden yüz çevir."41
Haset edenler, konuştuğu ve yaptığı bütün işlerle, kenarda biriktirmiş oldukları
güzel amellerini yakıp yok ederler. Hz. Peygamber (s.a.v) bu hususta şöyle
buyurmuştur:
41 Necm 53/29.
66
"Ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi, haset de yapılan iyilikleri öylece
yakar."*2
İkincisi: Hastalığı ahmaklığından dolayı olan kimsedir. Böyle kimselerin
hastalığı da tedavi olmayı kabul etmez. Bu kimseler hakkında Hz. İsâ (a.s)şöyle
demiştir:
"Ben, Allah'ın (c.c) izni ile ölüleri diriltmekte bir zorluk çekmedim; fakat
ahmakları tedavi etmekten âciz kaldım."
Bu gibi kişiler, az bir zaman ilimle meşgul olmuş, aklî ve naklî ilimlerden bir
şeyler öğrendikten sonra, ömrünün tamamını ilim öğrep-mek ve öğretmekle geçiren
büyük âlimlere, ahmakça sorular sorar ve itirazlar ederler. İşte bu ahmak
kişiler, ilimden bir şey bilmezler, aynı zamanda kendilerinin bilmediği
meseleleri büyük âlimlerin de bilmediğini zannederler. Bu kadarcık hakikati
bilmekten âciz olanın sorula-« Ebû Dâvûd, Edeb, 525 ; İbn Mâce, Zühd, 22;
Beyhakî, Şuabu'l-İmân, nr. 6610.
67
rı elbette ahmaklığından kaynaklanır. Onların sorularıyla meşgul olmamak
gerekir.
Üçüncüsü: Bu kişi gerçeği bulmak için danışıyor, büyüklerin sözlerinden
anlayamadıklarını kendi anlayışındaki kusurundan sayıyor. Sorularını istifade
etmek için soruyor. Fakat anlayışı kıt, ahmak biri. Hakikati bir türlü idrak
edemiyor. Aynı şekilde onun da sorusuna cevap vermekle meşgul olmak gerekmez. Bu
konuda Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Biz peygamberler topluluğu, insanların anlayışlarına göre konuşmakla
emrolunduk."'43
43 Zebîdî, ithaf, 1/558; Sehâvî, el-Mekâsıd, nr. 180. Aynı konuda benzer bir
hadis için bkz: Ebû Dâvûd, Edeb, 23; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 4826; Aclûni,
Keşfu'l-Ha-fâ, nr. 590.
68
Dördüncüsü: Tedavi edilebilen cehalet hastalığıdır. Bu, gerçeği öğrenmek için
danışan, akıllı ve anlayışlı biri olup, haset, öfke, şehvet ve makam sevdasına
mağlûp olmayan kimsedir. O, doğru yolu aramaktadır. Soru ve itirazlarını, inkâr,
inat ve imtihan olsun diye yapmaz. İşte bu kimsenin hastalığı, tedavi olmayı
kabul eder. Onun sorularıyla meşgul olmak caiz, hatta vaciptir.
VAAZ VE NASİHATTE EDEP
Terkedilmesi gereken dört şeyden ikincisi; vaaz ve nasihat etmekten uzak
durmaktır. Çünkü bunda sakınılması gereken çok büyük âfetler vardır.
Söyleyeceğin şeyle önce kendin amel et, sonra insanlara nasihatte bulun. Allahu
Te-âlâ'nın Hz. İsa'ya (a.s) vahyettiği şu sözü düşün:
69
"Ey Meryem oğlu! Önce kendine vaaz et, ;, eğer yaptığın vaazı kendin kabul
ediyorsan başkalarına da anlat; yoksa Rabbinden haya et!"
Eğer sana vaaz işi verildi ise şu iki kötü
huydan sakın!
1- Konuşma, tabir, işaret ve şiirlerinde anlaşılması zor, yorucu ifadelerden
sakın. Çünkü Allah (c.c) yapmacık söz ve davranışlarda bulunanlara buğzeder.
Haddi aşacak kadar külfete, zorlamaya girmek, kişinin içinin harap olduğuna ve
kalbinin gaflet içinde bulunduğuna işaret eder.
Hatırlatma ve uyarmanın mânası; kula, âhi-ret ateşini ve yüce Rabbinin
hizmetindeki kusurlarını hatırlamaktır.
Ayrıca, boş şeylerle uğraşarak tükettiği ömrünü, önündeki, son nefes ânını, ölüm
meleğinin ruhunu alacağı zamanki durumunu, Mün-ker ve Nekir'in sorularına cevap
verip vereme-
70
yeceğini düşündürmek de bu hatırlatmanın içine girer.
Yine kulun kıyameti düşünmesi, onun dehşetli anlarını hatırlayıp kederlenmesi,
sırat köprüsünden selâmetle geçip geçemeyeceğini veya haviye'ye 44 düşme
tehlikesini düşünüp korkması da uyarmanın içindedir.
Bu gibi düşüncelerin hatırlanması, kulun bir
telaş içinde olması demektir. İşte, cehennem
ateşinin galeyanı ve âhiretteki diğer dehşetli
hâllerin gözünün önüne getirilmesine tezkir
(hatırlatma ve uyarma) denir.
Vaaz ise, bunların insanlara bildirilmesi, onların da bu şeylerden haberdar olup
kusurlarını anlamaları için uyandırılmasıdır.
Vaazın hedefi, insanların Allah'a (c.c) itaat ve ibadetin dışında tükettikleri
boş zamanlarına pişman olup geçmişte yapamadıkları hayırlı işleri,
44 Hâviye: Cehennemin en derin yerine veriler isimdir. Ayrıca bu isim cehennem
için de kullanılmıştır.
71
güçleri yettiği kadar yapmaya çalışmaları için, ileride karşılaşacakları sıkıntı
ve musibetlerle onları korkutmak, onlara, cehennem ateşine düşen kimselerin
oraya düşmeye sebep olan ayıp ve kusurlarını göstermektir. Vaaz eden kimsenin
durumu şuna benzer. Sen, içinde aile bulunan bir eve doğru büyük bir selin hücum
ettiğini görsen; hemen onlara: "Dikkat, dikkat; selden kaçın/" diye bağırırsın.
Acaba böyle bir durumda sen, evin sahibine selin geldiğini anlaşılması zor
ibareler/e, nükte ve işaretlerle haber vermeyi tercih eder misin? Elbette tercih
etmezsin.
İşte vaiz de böyle olmalı, insanları sakınılması gereken şeylerden açık, net ve
anlaşılır kelimelerle uzaklaştırmalıdır.
2- Vaazındaki amacın insanlara, bu meclis ne güzel bir yerdir dedirtmek, onları
etrafına
72
toplamak, onları aşka getirip, yaka-paça yırttırmak olmamalıdır.
Bu tür işlerin tamamı dünyaya meyletmektir. Bu da gafletten ileri gelir.
Sana gereken, bütün azim ve gayretinle insanları dünyadan âhirete, günahtan
itaate, hırstan zühde, cimrilikten cömertliğe, kibirden takvaya davet etmek
olmalıdır.
Onlara âhireti sevdirip dünyadan nefret ettirmeli, ibadet ve zühd hakkında
onları bilgilendirmelisin. Zira, çoğunlukla onların tabiatında dinin yolundan
sapmak ve Allah'ın razı olmayacağı şeylerle uğraşmak ve kötü ahlâklara bulaşmak
vardır.
O hâlde sen, onların kalplerine Allah'ın (c.c) korkusunu bırak ve
karşılaşacakları o korkutucu akıbet ile onları korkut yeter! Umulur ki, bu korku
ile onların içlerindeki kötü sıfatları değişir, zahirdeki amelleri düzelir,
Allah'a (c.c) olan itaatlerinde hırs ve rağbet göstermeye
73
başlarlar ve işledikleri günahları terkeder-ler.
İşte vaaz ve nasihatte takip edilmesi gereken yol budur.
Bu şekil üzerine olmayan her vaaz, söyleyene ve dinleyene vebaldir. Hatta kötü
ve fena vaizler hakkında: "Onlar, insanları yoldan çıkarıp helak eden birer âfet
ve şeytandır" denilmiştir.
Bu gibi kişilerden uzaklaşmak gerekir. Zira onların, insanları dinden soğuttuğu
kadar şeytan soğutamaz.
Yetkili kimselerin, insanları dinden soğutan bu tür vaizleri görevlerinden
almaları ve onlara engel olmaları gerekir.
DEVLET ERKANINA KARŞI TUTUM
Terketmen gereken şeylerden üçüncüsü, sultanlara ve siyaset adamlarına
karışmaman ve onlarla fazla görüşmemendir. Çünkü onlar-
74
la görüşmede, oturup kalkmada ve onlarla iç içe olmakta büyük sıkıntılar vardır.
Şayet onlarla beraber olmak zorunda kalırsan da, onları övmekten sakini Zira
Atlahu Teâlâ, fâsık ve zalim kişileri övenlere buğzeder.
Böyle kimselerin uzun süre yaşayıp hüküm sürmelerine dua eden kişiler,
yeryüzünde Allah'a (c.c) isyan edilmesini sevmiş olur. Bundan kaçınmalıdır.
DEVLET ERKANINDAN HEDİYE KABUL ETMEMEK
Terketmen gereken şeylerin dördüncüsü, helâl olduğunu bilsen dahi, idarecilerin
(sultan, vezir, amir, müdür vb.) verdiği hediye türü şeyleri kabul etmemendir.
Çünkü onlardan bir şeyler beklemek dine zarar verir. Zira bu, onlara yağcılık
yapmaya, kendilerine yapmacık övgülerde bulunmaya ve onların zulümlerine ortak
olmaya neden olur.
75
Bunların hepsi dinde zarardır.
Bunun en ufak zararı şudur: Sen onlardan hediye ve bağış türü şeyler kabul edip
dünyalarından faydalandığın zaman, onları seversin. Kim birini severse, elbette
onun uzun yaşamasını ister. Zalimin uzun yaşamasını istemek, Allah'ın kullarına
zulüm yapılmasını ve âlemin harap olmasını istemek demektir. Bir insanın dinine
ve akıbetine bundan daha zararlı ne olabilir?
Şeytanın bu konudaki hile ve tuzaklarından sakın! Ama onun sözüne kanma!
Hediye alma konusunda bazı insanların sana söyleyecekleri şeylere de aldanma.
Onlar sana şöyle derler:
"En iyisi, sen bu paraları onlardan al; fakir ve miskinler arasında paylaştır.
Nasıl olsa onlar bu paraları kötü işlerde harcayacaklar. Senin o paraları alıp
fakir insanlara dağıtman daha hayırlıdır,"
76
Bütün bu sözler birer hiledir; şeytan, bu gibi vesveselerle birçok kişinin
kellesinin vurulmasına sebep olmuştur. Biz bunları İhyâu Ulûm adlı kitabımızda
anlattık. Bu konulara oradan bak!
Birincisi: Allahu Teâlâ'ya karşı muamelen, seni hoşnut
edip hatırını kırmayan ve seni kızdırmayan bir hizmetçinin sana karşı davranışı
gibi olmalıdır.
Sen geçici olarak senin hizmetini gören kimseden, razı olmadığın işleri
yapmasını istemiyorsan, sen de gerçek efendin olan Allahu Teâlâ'ya karşı o tür
şeyleri yapma!
İkincisi: İnsanlara karşı tüm işlerini, onların sana yaptıkları takdirde,
nefsinin hoşuna gideceği şekilde yap! Zira kişi kendisi için sevdiğini insanlar
için de sevmedikçe, tam bir imana sahip olamaz.
77
Üçüncüsü: Sana gereken şudur ki, okuduğun ve nice kereler mütalaa ettiğin
ilimler, kalbinin düzeltip ahlâkını güzelleştiren ilimlerden olsun.
Meselâ, eğer sen ömründen sadece bir haftanın kaldığını bilsen, bundan böyle
fıkıh, ahlâk, usul, kelâm ve buna benzer ilimlerle meşgul olmazsın. Çünkü (bu
vakitten sonra) bu ilimlerin sana fayda vermeyeceğini bilirsin. Hemen kalbinin
Rabbi ile hukukunu kontrol eder, nefsinin sıfatlarını tanımaya çalışır, dünya
ile alâkaları kesip nefsini kötü huylardan temizlemeye ve Allahu Teâlâ'ya sevgi
ve kulluk ile meşgul olmaya başlarsın. Güzel vasıflarla bezenmeye çalışırsın.
Halbuki, kulun üzerinden geçen her gün ve gece içinde ölmesi mümkündür. Öyle ise
insan niçin faydalı işlere bir an evvel yönetip boş işlerden elini çekmiyor?
78
EY OĞUL!
Benden dinleyeceğin bir başka söz daha var. Eğer onu iyi düşünürsen gerçekten
kurtuluşu bulursun.
Şayet bir sultan sana, bir hafta sonra seni vezir olarak seçeceğini haber verse;
iyi biliyorum ki sen, bu müddet içerisinde her şeyi bırakır, sultanını gözüne
takılabilecek ev, yatak, beden, elbise neyin varsa hepsine bir çeki düzen
vermeye çalışırsın.
Yukarıda işaret ettiğim şeyleri iyi düşün; zira sen anlayışlı birisin. Akıllı
olana tek bir söz dahi yeter. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) şu sözünü devamlı
göz önünde bulundur:
79
"Doğrusu Allah, sizin dış görünümlerinize ve yaptıklarınıza bakmaz; ancak
kalplerinize ve niyetlerinize bakar."^
Eğer kalbin hâllerini bildiren ilimleri öğrenmek istersen İhyâu Ulûm ve diğer
eserlerime bak!
Kalp ilmi, herkesin öğrenmesi gereken farz-ı ayın bir ilimdir. Diğerleri ise
-Allah'ın farz kıldığı şeyleri eda edebilecek kadarı hariç- farz-ı kifâyedir
(yani bilmesi gerekenlerin bunlarla ilgilenmesi yeterlidir).
Allah (c.c) seni bu ilmin tahsilinde başarılı kılsın.
Dördüncüsü: Dünya malından sana bir sene yetecek kadarından fazlasını yığma!
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) hanımlarından ba-
45 Müslim, Birr, 33-34; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/285; Beyhakî,
Şuabu'l-imân, nr. 11151; İbn Hıbbân, es-Sahih, nr. 394.
80
zıları için bunu yapıyordu. Diğerleri için de şöyle dua etmiştir:
"Allahım, Muhammed'in ailesinin günlük rızkını yeterli miktarda yap!"A6
Hz. Peygamber (s.a.v) bu bir senelik rızkı bütün zevceleri için değil, sadece
kalplerinde zayıflık olduğunu bildiği hanımları için hazırlıyordu. Sağlam bir
inanca sahip olduklarını bildiği hanımlarına ise bir günlük veya yarım " günlük
yiyecekten daha fazlasını hazırlamıyordu.
46 Müslim, Zekât, 43; Tirmizî, Zühd, 38; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel,
el-Müsned, 2/446. Hadisin tam metni için bkz: Gazâlî, ihya, 3/290; Zebîdî,
İthaf, 9/682.
81
HER VAKİT OKUNABİLECEK BİR DUA
EY OĞUL!
Bu bölümde senin istediklerini yazdım. Sana düşen bunlarla amel etmen ve beni
hayır dualarında unutmamandır. Sorduğun duaya gelince; onu da sahih hadislerde
ara.
Şu duayı da her zaman, özellikle namazların peşinden oku:
82
83
Mânası:
Allah'ım! Senden nimetinin tamamını, günahlardan korumanın devamını, her şeyi
kuşatan rahmetini, beden ve din afiyeti, güzel ve hoş bir yaşantı, ömrün
saadetlisini, ihsanın tamamını, nimetlerin bütününü, en güzel ihsanlarını,
lütfunun en yakın olanını istiyorum.
Allah'ım! Bizimle beraber ol; bizi terk ve helak etme! Ömrümüzü saadetle sona
erdir; umduklarımız gerçekleştir; sabah akşam bizleri afiyetten ayırma;
rahmetini ulaşacağımız yer kıl; affını günahlarımızın üzerine dök; bize ayıp ve
kusurlarımızı düzeltmeyi ihsan eyle; takvayı bize azık et, bütün gayretimizi
dinin için yap; sana dayandık, sana güvendik.
Allah'ım! Bizleri doğruluk yolunda sabit kıl; kıyamet günü bize pişmanlık
verecek şeylerden dünyada bizleri koru; günahlarımızın ağırlığını bizlerden
hafiflet; bizleri iyilerin yaşantısı ile rızıklandır.
Kötü insanların kötülüklerini bizlerden uzaklaştır.
Bizi, anne ve babamızı, kardeşlerimizi ve dostlarımızı rahmetinle cehennem
ateşinden
koru.
Yâ Azîz, yâ Gaffar, yâ Kerîm yâ Settâr, yâ Alîm yâ Cebbar, yâ Allah yâ Allah yâ
Allah.
Rahmetinle dileklerimizi kabul et, ey merhamet edicilerin en merhametlisi, ey
evvellerin evveli ve âhirlerin âhiri ve ey hakiki kuvvet sahibi.
Ey yoksullara merhamet eden; ey merhamet edenlerin en merhametlisi.
İbadet edilmeye lâyık senden başka hiçbir
ilâh yoktur.
Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim.
85
84
Hiç şüphesiz ben kendi nefsime kötülük edenlerden oldum.
Allah'ın salât ve selâm,, Efendimiz Hz.Muhammed'e (s.a.v), onun âline ve
ashabının tümüne olsun.
Hamdolsun âlemlerin sahibi yüce Allah'a...
86 son