İyiliğin Kaynağı

Timaş Yayınları

 


Birinci Kısım
ÖNSÖZ
Ben Bir Müslüman'ım Neye Nasıl İnanırım?
isimli kitabımla Ölüm Yokluk mudur? ilgiyle karşılandı. Baskı üstüne baskı yaptığı gibi bu kitapların devamı istendi. İyiliğin Kaynağı'nı
yani bu eseri yazmak zorunda kaldım. Avrupalılar hep kötülüğün kaynağı üzerinde durmuş. Denebilir ki bu yönde bir felsefi görüş geliştirmişler. Elbette ki sınırsız kabiliyetlere sahip olan insan, bir de imkânı varsa, dinden uzak kalınca sınırsız kötülükler de işleyebilir. İşte Allah İslamiyet'i göndermiş ki insan sınırsız kötülükleri terk edip, sayısız iyilikler yapsın. Bu bakımdan iyiliğin kaynağı İslamiyet'tir. O da çok basittir: Haramları terk etti mi, iyiliği, ölçüyü, ahengi bulmuş oluruz. Evvela haramları red, sonra helal dairede yaşamak! İslamiyet tarih boyunca üstün insan yetiştirmiş, yine de yetiştirecek.
Saygılarımla Hekimoğlu İSMAİL
TAHLİLLER
İNSAN
İNSAN iradesi dışında dünyaya gelir. Biyolojik bir yaratıktır.
Biyoloji, bitkileri, hayvanları ve insanları, yani canlıları inceleyen bilim dalıdır. Memeli hayvanlar sınıfında insan ve insanın organları anlatılır.
Avrupalılar da insanla hayvanı "Homo" kelimesi içinde ele alır.
Çocuk, annesinin, babasının, bir de çevresinin tesirinde kalarak; bilgisini artırarak, okuma yazma öğrenerek, öğrendiklerini anlatarak, hayvanlar sınıfından ayrılır.
İnsanı hayvanlardan ayıran: İlim, sanat, teknik ve ahlaktır.
Müslümanın İslam ahlakıyla ardaklanması en tabii hal ve inancının gereğidir.
SEÇME VE MUKAYESE
Bir yaşındaki çocuk bile, bazı şeyleri yer, bazılarını yemez. İçeceğini ve oyuncaklarını da seçmeye başlar.
Seçme işi devam eder: Büyüdükçe elbisesini, ayakkabısını, arkadaşını seçer.
Ateşin yaktığını, bıçağın kestiğini anlar.
Artık ona göre de iyi, kötü şeyler vardır.
Bu sebeple 15 veya 16 yaşına gelen genç, dinini de seçmek zorundadır. Çünkü Allah, seçme konusunda onu epeyce eğitti. Mukayese gücü de gelişti. Şimdi bu genç çevresine bakıp, iyilerle kötülerin farkını anlamalı, iyi olmaya gayret etmeli ki, dünyasını cennet etsin.
İKİ HAL
Yaratıklar içinde sadece insan, istediği kadar kötü, istediği kadar da iyi olabilir.
tnsan, helalla haramın yol kavşağına bırakılmıştır; helâli de, haramı da seçebilir, bunları karıştırabilir de...
İnsan Cennet'Ie Cehennem'in yol kavşağına bırakılmıştır: İsterse dünya ve ahiret'ini Cennet, isterse Cehennem edebilir.
Her insana bu kabiliyet verilmiştir. Kabiliyetli olmamız kadar, kabiliyetimizi nere-rede kullandığımız da önemlidir.
KABİLİYETLER
_ Bugünkü ilim ve teknoloji de gösteriyor ki Allah, insana sınırsız kabiliyet vermiştir.
Eğer din gönderilmeseydi, insan, bu sınırsız kabiliyetiyle sayısız kötülükler işlerdi.
İnsanı yaratan Allah, din göndermiş ki insan, sayısız kötülüklerden vaz geçip, sayısız iyilikler yapsın...
KAİNAT VE DİN
Kainatı yaratan Allah, İslamiyet'i göndermiştir.
Kainatla İslamiyet, ruhla ceset gibidir, biri giderse, diğeri kalmaz.
Bütün dünya İslam'a düşman olsa, kainat nizamını devam ettiren Allah, İslamiyeti de devam ettirecektir. Bunu yapmak için hiçbir şeye muhtaç değildir. Çünkü Allah Samed'dir, her şey O'na muhtaçtır, O ise hiçbir şeye muhtaç olamaz.
10
11
İyiliklerin bütünü İslamiyet'te toplandığı için, insanlar İslam'a muhtaçtır.
Kainatı yaratan Allah, İslamiyet'i gönderdiğinden, kainat ne kadar mükemmelse, İslamiyet de o kadar mükemmeldir, İslam'a uyan insan da mükemmel olur.
Dünyanın neresinde üstün insan, mesut aile, büyük şirket, büyük devlet varsa, bunların hepsi İslam prensipleriyle bu hale gelmiştir.
İSLAM'DA SÜREKLİLİK
Milyonlarca sene evvel yaratılan su, hava, toprak ve güneş; her asrın ihtiyacına nasıl cevap ver-mişse, İslamiyet de her asrın ihtiyacına cevap vermiş, verecektir de... Çünkü hepsini yaratan, maddi ve manevi nizamları kuran Allah'tan başkası olamaz!
Toprağın basitliğine bakınız, bir de topraktan yaratılan bitkilere, hayvanlara, insanlara bakınız...
Her ayet, her hadis, toprak kadar mükemmeldir, ilmi olana...
Nasıl ki fizik ve kimyadaki formüllerle, denklemlerle, teoremlerle binlerce problem çözülürse; her ayet ve hadis de bir formül, bir denklemdir, bunlarla da hayatın binlerce formülü çözülür, düşünene bilene...
İslamiyet'in en büyük özelliklerinden biri de he"r asırda büyük, üstün ve değerli insanlar yetiş-tirmesidir. Bazı yerlerde bu büyük insanlar çadırın orta direği gibi yükselir, etrafındakiler çadırın yüzeyi gibi mertebeler alır.
Yaz aylarında nasıl ki meyvalar olgunlaşırsa, insan da İslamiyet'le kemale erer.
DÜNYA VE AHİRET İŞİ
İslamiyet, dünyayı cennet etmek için gönderilmiş bir dindir. Hiç değilse onu cehenneme çevir-memeliyiz.
Dünyanın 3 yüzü vardır:
1- Burada Allah'ın sıfatları öğrenilir; insanlar ilimde, sanatta, teknikte ilerler, İslam ahlakı ile ah-laklanır ki bunlar adetullahtır, sünnetullahtır, ibadettir.
2- İslamiyet dünyada yaşanır, ahirette mükafatı alınır.
Müslüman için dünya işi ayrı, ahiret işi ayrı olamaz. Çünkü namaz kılan her Müslüman'ın yaptığı helal işlerin bütünü ibadettir. Böylece dünya ve ahiret bir bütün olarak ele alınır, her ikisi de mâmur edilir.
12
13
3- Müslüman, dünyadaki haram işlerin, haram sözlerin bütününden kaçınmalıdır.
Müslüman'ın her sözü, her hareketi İslam'a uygun olmalı. Hata ederse tevbe edip, haramdan helala dönmeli.
İMAN
İnanmamak mümkün değil. Herkes bir şeylere inanır. İnsanlar inançları yönünde hareket eder.
Müslüman evvela inanılmaması gerekenlere inanmayacak, sonra haramlardan uzaklaşarak, İsla-mî daire içinde, Allah'a, Kur'an'a ve Peygamber'e inanacak. Bu inanç onun her sözünü, her hareketini İslam'a uyduracak.
Ameller imanın cüzü olmasa da, haramlardan kaçan mü'min kamil imana sahiptir. Kamil iman sahibi de ateşe düşmekten korkarcasına haramlardan korkar.
İneğe tapan Hintli, Allah'a inanan Müslüman'dan üstün olmamalıdır.
14
DİN
Dinler tarihi, bir tekamülün sonucu İslamiyet'in doğduğunu anlatır; yanlıştır. Dinlerin, İslamiyet'e tesiri yoktur, O'nu Allah göndermiştir.
Allah indinde din, İslamiyet'tir. Diğerlerine "din" denmesi, yerleşmiş yanlışlardan biridir.
Adem aleyhisselam'dan Ahirzaman Nebisi'ne kadar ki peygamberlerin bütünü Müslümandır.
Peygamberler'e gelen suhufların ve kitapların bütünü Kur'an'a uygundur fakat değiştirilmiş, asılları kalmamış: sadece Kur'an, ilk indiği gibi günümüze ulaşmış, herhangi bir değişikliğe uğramamıştır.
Kur'an'ın ilk tefsiri hadis-i şeriflerdir. İçtihadlar da bir kısım ayet ve hadislerden çıkarılmış hükümlerdir.
Kur'an'ı ve Peygamber'i gönderen Allah, insana öyle bir beyin vermiş ki, bu ikisini anlasın diye.
Sadece insan, din sahibi olur, başka yaratıklar olamaz. (Cinler konumuzun dışında.)
Kur'an, hadisler, insan beyni, bunların üçü bü-tünleşince İslamiyet ortaya çıkar.
Müslüman beynini İslam'dan çekip, başka şeylere verirse din, nazariye de kalır, felaketler birbirini takip eder.
İslamiyet'e göre yeryüzü bir mektep, Kur'an temel kitap, Peygamber'imiz başmuallim, İslam
15
alimleri öğretim üyesi, kainat laboratuvar, Müslüman da beşikten mezara kadar talebe!..
İyiliklerin, güzelliklerin, ölçünün, ahengin bütünü İslamiyet'te toplandığından, İslamiyet her zaman ve her yerde üstün insan yetiştirmiştir.
MÜSLÜMAN
İnsana sınırsız kabiliyetler veren Allah, din göndermeseydi, insanlar sayısız kötülükler işlerdi.
Müslüman ise sayısız kötülükleri terk edip, sayısız iyilikleri işleyen insandır.
Müsjüman olmadığı halde iyi insan olanlar, ya İslam kültürüyle veya deneme usulüyle o hale gelmişledir.
Müslüman evvela hiç kimseye zarar vermeyecek, sonra gücü yettiği kadar faydalı olacak.
Elbette bu vasfa sahip olan Müslümanlar üstündür.
İBADETLER
Aslında Müslüman'ın her sözü, her hareketi İslam'a uygun olursa, bu hal küllî ibadettir.
Amma "İbadet" deyince akla İslam'ın beş şartı gelir: Namaz, Oruç, Hac, Zekat ve Kelime-i Şehadet.
Sahabenin kıldığı namazla, bizimki aynıdır. Fakat onlar namazda okudukları ayet ve hadisleri anlayıp, bunları ilahi emir kabul ederek, hayatlarını İslam'a uydurup, yine küllî ibadete geçiyorlardı.
Bugünkü Müslümanlar'ın çoğu, namazda okuduklarını anlamadıklarından caminin içi İslam'a uygun-, çarşı, pazar başka alem! Böylece namaz, cüz'i ibadet planında kalıyor.
Ya Arapça öğrensek veya tefsir okusak, yahut sayısı çok az olan haramları terk etsek, namazımız yine külliyet kazanıp, hayatı kuşatır.
Oruç tutan, fakirin açlık ıstırabını anlar, zekatla, fitreyle, borçla, bağışla veya iş yeri açarak, ücret vererek, onun derdine derman bulursa...
Maddi, manevi organlarına oruç tutturursa...
Oruçluyken içmediği sigarayı, içkiyi, ömür boyu içmezse, orucu da, külli ibadet içine girer.
Hacca giden, ihramı kefen bilip, ahirette hesap vermeyi düşünürse...
Çeşitli ülkelerden, gelen Müslümanlar'la itti-had-ı İslam'ı anlarsa...
Haca, Müslümanlar'ın yıllık kongresi bilip, birbirlerinin derdine derman bulup, sevinçlerini paylaşırlarsa...
16
iyiliğin Kaynağı, F:2
17
Ecnebilerin malını almayıp, Müslümanlar arasındaki ekonomik beraberliğe önem verirlerse...
Kul hakkı varsa onları öder, haramdan da ömür boyu kaçarsa Hac ibadeti de külliyet kazanır, insanı temizler.
Madem ki zekat farzdır, öyleyse Müslümanlar ya sanat öğrenerek veya üniversiteyi bitirerek para kazanmak zorundalar. Zira kendine hayrı olmayanın dinine hayrı olabilir mi?
Helal kazançla Müslümanlar ancak, millet, ümmet olabilir.
Haram kazanç ise itimadı sarsar, kardeşlik kalkar, felaketler umuma gelir.
Her zengin zekatını verse fakir kalmaz, sınıf mücadelesi de olmaz. Vermeyen de komünizmden bile mesuldür.
Zekat veren Müslüman kapitalist ve sosyalist sıfatından kurtulur.
Kelime-i Şehadetin geniş manalarından biri de: Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed (s.a.v.) O'nun resulüdür.
Bunu dil ile söyleyip, kalbiyle tasdik eden Sahabe, her türlü haramı terk edip, her türlü sevabı işlemeye çalışarak, kelime-i şehadeti külli planda uygulayarak üstün oldular.
Son üç yüz senedir Müslümanların ekserisi hem
kelime-i şehadet getirip, hem de helalla haramı birbirine karıştırınca, perişanlık devam ediyor.
Allah'tan başka ilah olmadığına inanan mü'min, canının istediğini değil, Allah'ın istediğini yapmalı. Arkadaşa, komşuya, basına, yayına uy-mamalı, Sünnet-i Seniyyeye uymalı. O zaman kelime-i şehadetle de dünyasını cennet edebilir.
Her ibadet, bizi haramlardan geri çekmeli, he-lallara sevk etmeli; her ibadet ferdi, aileyi, milleti ve devleti üstün duruma getirmelidir.
Getirmiyorsa ibadetler anlaşılmamıştır.
AKIL
Canlılar deyince akla bitkiler, hayvanlar ve insanlar gelir. Bunların içinde sadece insan ilim ve sanat öğrenebilir, bilgisayar ve uçak gibi şeyler yapabilir.
İnsan beyniyle bazı hayvanların beyni yapı ve şekil bakımından birbirine benzese de, 20. Asır medeniyeti tamamen insan beyninin mahsûlüdür. Beynimiz de etten yapılmıştır.
Ayet ve hadisler akla hitap ettiği için insan beyninin en mühim vazifesi İslamiyeti öğrenmek, anlamak, yaşamaktır.
18
19
- Fizik, kimya gibi okul ders kitapları ne olacak?
İlim, Allah'ın sıfatı oluduğundan dinli, dinsiz kısımlara ayrılamaz. Okul ders kitapları, bir kısım ayet ve hadislerin şerh ve izahıdır.
Akıl su gibidir, konduğu kabın rengini ve şeklini alır. Bu sebeple kumarbaz da, Kur'an okuyan da akıllıdır.
Akıllı olmak önemli değildir, aklın nerede kullanıldığı önemlidir.
Aklını yöneten kendini de yönetir. İnsanın kendi kendini idare etmesi çok önemli, zira kitleleri idare edenler kendilerini idare edemedikleri için çok kötü duruma düşmüştür.
Akıl, İslamiyetle buluştuğu, bütünleştiği ölçüde faydalıdır. Bunlar birbirinden aynlırsa akıl dalalete gider, İslamiyet de anlaşılmaz.
Avrupa filozoflarından bazıları kiliseye şiddetle karşı çıkarken, Hıristiyanlık açısından münkir olurken; şahsi fikirleriyle İslam'a yaklaştıklarını görüyoruz. Çünkü İslamiyet'i gönderen Allah, insanı yarattığı için, okuyan, düşünen, anlayan insan, er-geç İslam'la bütünleşir. Bu da İslamiyet'in fitrî bir din olduğunu gösterir.
İnsanı yaratan Allah, İslamiyet'i göndermiştir.
ALLAH
İnkar ve iman sadece insana ait bir haldir.
Amma dünyaya gelmemizdeki gaye, Allah'a i-man etmektir.
Allah'a inanmak ilmin ve aklın gereğidir. Çünkü insanlar canlı organizma yapamaz. Öyle ise canlıları yaratan Allah'tan başkası olamaz.
Atom harfleriyle, molekül heceleriyle, yaratıklar kadar cümlelerle kainat kitabını yazan Allah, insana da okuma kabiliyeti vermiştir.
Biyoloji, fizyoloji, fizik, kimya, astronomi ve coğrafya gibi okul ders kitapları, sadece ve sadece Allah'ın yarattıklarını anlatmaktadır.
Yaratıkları anlayıp, yaratanı anlamamak olmaz!
Allah'a inanmak ilmin ve aldın gereğidir.
İnandığımız Allah'ı sadece sıfatlarıyla öğreniriz. Ayet ve hadisler Allah'ın İlim, Sâni, Rezzak, Kudret gibi sıfatlarını sayarken, kainat kitabı da bunlara açıklık getirir.
Sıfatlarıyla öğrendiğimiz Allah'ı severiz. Sevmenin alâmeti haramlardan kaçmak, helalları da yapmaya çalışmaktır.
Organlarımızı yaratan ve çalıştıran Allah'tan, hangi organımızla işleyeceğimiz günahı gizleyebiliriz?
20
21
Küçük, büyük her şeyi birbiriyle irtibatlayan, her şeye nizam veren Allah, insan için İslam nizamını göndermiştir.
Her şey nizam içindeyken, insan de İslam niza-mıyla, hayatını düzene koymalıdır. İnancın gereği budur.
VİCDAN
Nasıl ki küçücük barometre, kocaman atmosferi ölçerse; vicdan da bir göstergedir, kötü hareketlerimizden müteessir olur, iyilikle de rahatlar.
Arızalı barometreye de yine "barometre" deriz.
Vicdan da arızalanır, kötü insanlarda olduğu gibi.
Bazı insanlar kalb ve vicdan temizliğinden söz eder. Bankalar ve meyhaneler de temizdir. Fakat İslam'a uygun değil. Öyle ise vicdan İslami ölçülerle hareket ederse faydalı olur, aksi halde kediye acıyan, insana acımayabilir.
Nefsin kademelerini okursak, vicdan meselesi daha iyi anlaşılır.
Vicdan ilmin ışığında, imanın rotasında olursa işe yarar.
22
KALB
Kalbimizi tanzim ve tertip eden, ona hareket veren, bu hareketi devam ettiren Allah'tan başkası olamaz.
Bir de imanın yuvası olan kalb vardır: "Kalben inandım..."
İslamiyet'de bilgiler beyine dolar, Kur'an'ın nuruyla münevver olan insan, hakla batılı ayırır, sair organlar gibi kalb de bundan payını alır. Demek ki iman, ilimle bütünleşir, ibadete dönüşürse, işe yarayan bir Müslüman tip ortaya çıkar.
Kalbimizi, bankalar ve meyhaneler gibi değil, camiler gibi temiz tutmalıyız.
Kalbi çalıştıran Allah, kalpten geçeni bilmez mi?
Kalb vücuda, iman ibadetlere hareket verir.
DUA
Mutlaka dua etmeliyiz. Çünkü dua eden, Allah'ın varlığına inanıyor ki dua ediyor.
Dua eden kendi aczini, Allah'ın kudretini kabul etmiştir, artık firavunlaşamaz.
Kainat ne kadar büyük, insan ne kadar küçük!
Büyüklüklerin bütünü Allahu Ekber ibaresinin yanında küçük kalır.
23
Yediğimiz ölü gıdalardan canlı organları yaratan ve yaşatan Allah, elbette ki aklımızdan ve kalbimizden geçenleri de bilir.
Bunu bilirsek, kötü düşünceleri azaltmaya çalışırız.
İyi düşüncelerle dua ederiz.
Dualarımız evvela bizi dindar eder. Sonra kabul olunur. Bazen aynen, bazen farklı neticeler verir. Hasta, doktordan bir şeyler isteyebilir. Hastanın isteğiyle doktorun isteği birbirine uygunsa, hastanın isteği aynen yerine getirilir. Değilse doktorun istediği olur. Hasta diyemez ki: "Doktor ricamı kabul etmedi." Halbuki en güzel şekilde kabul edildi ki, hasta şifa buldu.
Sırat-ı müstakim'de (ölçülü, ahenkli) Müslü-manca bir hayat yaşamamız, dualarımızın kabul edildiğine delildir.
Kur'an okumak, namaz kılmak da duadır.
Amma dualarının kabul olmadığını söyleyen de çoktur.
Dualarımızın kabul olması için:
1- Dil ile dua ederken fiili duayı buna eklemeliyiz. "Ey Rab'bim rızkımı artır" diyen, tarlasını iyi sürmelidir. Bir işi çok iyi öğrenen, doğru ve çalışkan olan fiilen dua ediyor ki, zengin olabilir.
2- Bir insanın yediği, içtiği, giydiği helal olmalı
ki duası kabul olsun. Kirli eller duaya açılsa da, Allah ne kadar rahmeder?
3- Felaketler ya günahlarımız sebebiyle gelmiştir veya manevi makamımızı yükseltmek için...
4- İbadetler, sadaka, insanlara yardım, bunlar da, duadır, felaketlere şemsiye olabilir.
5- İslam'ın derdiyle dertlenenlerin sair dertleri azalabilir.
Dua eden, Allah'la irtibat kuruyor demektir.
VESVESELER
Elimiz, ayağımız irademizle çalışır.
Kalbimiz, böbreğimiz, beynimiz, irademiz dışında çalışmaktadır. Bu sebeple vesveseler irademiz dışında gelmektedir. Namazda kötü şeylerin aklımıza gelmesi gibi.
Pis bir mazgaldan yıldızlara baksak gözümüz de, yıldızlar da kirlenmez. Kötü düşüncelerle kılınan namaz da imana zarar vermez. Çünkü vesvese bizim irademizle gelmemiştir. Önem verilirse büyür, verilmezse küçülür.
Nasıl ki necaset ve benzeri şeyler vücuttan çıkmadıkça namaz bozulmazsa kötü düşünceler de uygulanmadıkça haram olmaz.
24
25
Aynadaki yılan, insanı ısırmaz, biz aynaya yakın olabiliriz, yılana yaklaşmayalım.
Vesvese, şeytanla, insanın yapısıyla yakınen ilgilidir.
Kötü düşüncelerle hayalet göreceğimizi sanmak; onu, bunu düşman bilmek; küçük şeyleri büyütmek; insanın yapısıyla, bulunduğu ortamla ikilidir.
Böyle hallerde ilmiyle amil olan insanlara yaklaşmak, onları dinlemek, sormak, onlara itaat etmek dermandır.
FELSEFE
Felsefe insan beyninin mahsûlüdür, insana has bir olaydır.
Yeryüzünde sadece İslamiyet hak ve hakikati bıldırd.ğinden, insanların üçte ikisinin bu hakikatten habersiz kalmalarından, müslümanların da her zaman bu hakikate ayna olamamalarından bir kısım insanlar, düşünerek, araştırarak hakikati bulmaya çalışmışlar ki, bunlara filozof denir.
Filozoflann düşünceleri ve hayatları birbirinden çok farklıdır. Hiç şüphe yok ki insanlık tarihi boyunca filozoflar olmuş ve bundan sonra da olacaktır. Fakat Milattan evvelki en büyük dahî, bugün 26
bir lise talebesinden geride kalabilir. Her filozof yaşadığı devrin alimi, belki de arifidir. Onu yaşadığı şartlar içinde ele alırsak bir kıymet ihtiva eder. Fakat ilmin, tekniğin bu kadar geliştiği günümüzde ele alırsak elbette ki yanlışları ve noksanları olacaktır.
Felsefe mesleği hala devam etmektedir. Hıristiyan dünyasında bu iş daha yaygındır. Gerek İndilerden, gerekse kiliseden memnun olmayanlar hakikati aramak zorunda kalmıştır, kalacaktır da. Felsefe tarihinin de şehadetiyle anlıyoruz ki, filozoflar gerçeği hâlâ bulamamışlar. Çünkü her filozof kendinden evvelkini tenkit eder, sonra mesleğini yerleştirir. Bu da gösteriyor ki filozoflara göre felsefe halen devam ediyor.
Felsefeyi sadece filozoflara mâl etmek de yanlıştır. Bize göre İslam dışı yürütülen her fikir felsefedir. Mesela bir tüccara "Sağlam mal üretmek, faizden kaçınmak, alacağına vereceğine doğru olmak, İslam'ın gereğidir" desek, o da: "Zaman değişmiş, rekabet dünyasındayız, ayakta kalmak için bir şeyler yapmak gerek" derse, bu şahıs buz gibi filozofdur. O da kendine göre gerçeği arıyor, o da düşünüyor, o da İslam dışı fikir üretiyor...
Felsefe beynin mahsûlüdür, dedik. Müslüman, beynini İslamiyetle bütünleştirirse felsefeye yer kalmaz; düşünmeye, araştırmaya devam eder, amma elinde bir ölçü vardır. Filozofların ise elinde ölçü yok, onu da aramak zorundadır. 27
Ekseri Müslümanlar İslamiyete ayna olamadık- , n , .,_,,. . . ^
lanndan gerçeği arayan ecnebilerin İslamiyet! bul- müridler Ç'rak" B°ylece dındar kımselerın de sa" mas. zorlaşıyor. Hatta bazı yabancılar Müslüman'a y'5' artabÜ[T-
bakıp, İslamiyet'ten uzaklaşıyor. Bu da büyük ve- Sadece tövbe istiğfarı, salavatları ve Allah de-baldir. meyi zikir kabul etmeyip, Kur'an okumak, tefsir
okumak, Arapça öğrenmek, İslamı yaşamak da zikirdir.
TARİKATLAR
Bir şahıs İslamiyet'i çok iyi öğrenmiş, onda miknatısiyet gibi bir hal de olduğundan bazıları, o-nun etrafında toplanıyor. O da bakıyor ki, İslamiyet'i bilmeyen bu şahıslara nasıl faydalı olabilirim?
Yakınına gelenlere: "Tövbe istiğfar ediniz, sala-vat getiriniz, şu kadar da 'Allah' deyiniz, nasiha-tında bulunuyor.
Bunlara zikir denir.
Alime "Şeyh", ona tabi olanlara da "Mürid" dersek, tarikat böylece kurulmuş oluyor.
Mürid, şeyhini sevmese ona tabi olmaz. Sevdiğine göre onun gibi yemeğe, onun gibi giyinmeye, onun gibi konuşmaya çalışır, yani kamil şeyhini taklit eder, böylece İslami bilgileri öğrenmeden kemale erer.
Nasıl ki tornacı hem sanat okulunda, hem de ustanın yanında yetişirse... Tarikatda şeyh ustadır,
28
Zaten Allah diyen mürid, Allah'ın kitabını öğrenmek zorundadır.
Allah diyerek zikre başlayan mürid, artık İslami bilimlerde, İslami yaşamada ilerledikçe ilerler, bu yol açıktır.
Hiç bir kelime "Allah" kadar söylenmemiş, ve bu kelime kadar tesirli olmamıştır.
20. Asır Rusya'sında olduğu gibi, her türlü dini öğretim ve eğitimin yasak edildiği zamanlarda şuurlu Müslümanlar güvendikleri kimselere "Dilini oynatmadan Allah de" tenbihinde bulunarak, onların İslamiyet'le olan irtibatlarını devam ettirmişlerdir.
Bu açıdan batanca tarikatlar her zaman gereklidir ve çok faydalıdır. Yeter ki İlmihal ölçü olsun!
Rabıta meselesinde dikkatli olmalıdır.
Şeyh Efendi İslamiyet'i anlatan, yaşayan bir kimsedir. Kur'an'a ve Peygamber'e gölge ve vekil olmamalı, ayna olmalı.
29
Onun resimlerini almak, cüzdanda taşımak, duvarlara asmak, resme hürmet etmek tehlikelidir, dikkat etmeli.
Eğer İslam'a aykırı bir söz söyler, bir hareket yaparsa, münasip bir surette, hürmette kusur etmeksizin gereken tashihi yapmaya çalışmalı, mü'min her zaman İslam'dan yana olmalı.
Her sene, Aralık ayında yapılan Mevlevi gösterileri gibi İslam'dan uzaklaşan tarikatler de olabilir. Mevlana Celaleddin Rumi'nin ibadetleri, ilmi ve eserleri bir yana bırakılmış, sadece neyle, kudümle, sema ile bir şeyler yapılıyor. Böyle hallerde gerekirse hepsini aşıp, Resullullah'a, O'nun sünnetine bakmak gerekir. O ne yapmışsa, ne söylemişse doğrudur, isabetlidir.
Her Müslüman, haramlardan kaçmak, helalları yapmak zorundadır, İslamiyet bu kadar kolaydır.
ORGANLARIMIZ
Asm Saadette bir müşrik kelime-i şehadeti getirir getirmez, her türlü haramı terk edip, her türlü helah yapmaya çalışıyordu. O zaman Müslüman olmak, bir hayat şeklinden diğerine geçmek demekti.
Medine-i Münevverede Müslümanların bütünü bir aradaydı. Haram işlemek zordu, ibadet kolaydı.
30
i
Başlarında Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve-sellem Efendimiz vardı. Her türlü müşküllerini O'-na sorup, İslamiyeti anlamaları ve yaşamaları ko-laylaşıyordu.
Günümüze doğru geldikçe görüyoruz ki, pek çok müslüman hem kelime-i şehadet getiriyor, hem haram işliyor, hem helal. Helalla haramı birbirine karıştırıyor.
Dindar olanlarla olmayanlar birbirine karıştığından, haram işleyenle işlemeyen bir arada yaşamak zorunda kalmış.
Haramlar reklam ediliyor. Hatta haram işleyenler ilerici, çağdaş sayılıp, onlara mevki, makam veriliyor.
Bu ve buna benzer şartlar, bazılarında Müslümanlığı dilde veya birkaç harekette bırakmış. Bu sebeple Müslümanlar organlarını tek tek Müslüman etmeli.
Organ deyince aklımıza el, göz, kulak, ayak gibi uzuvlarımız gelir. Bunlara "maddi organ dersek; inat, kin, şehvet gibilerine de manevi organlarımız demeliyiz.
Bugünkü Müslümanlar, maddi ve manevi organlarını İslam'a uydurdukları ölçüde şuurlu Müslüman olabilirler. Aksi halde fertten, aileden, işyerlerinden devlete kadar felaketler birbirini takip edebilir.
31
İnsan vücudunu bir şehre benzetirsek onun valisi beyindir. Kalb ise müftü durumundadır. Müslüman evvela İslamiyeti kendi vücudunda ilan edip, o şehrin sakinlerini İslam'a uydurmalıdır.
İnsan vücudunu bir saraya benzetirsek hemen arkasından sormak gerek, Bizans Sarayı mı, Osmanlı Sarayı mı?
İnsan zaman okyanusunda cennet sahiline git-, meye çalışan bir gemi durumunda olmalıdır. Bid'at ve dalalet kayalıklarına çarpmamaya dikkat etmelidir.
Şurası hiç bir zaman unutulmamalı ki, canının istediğini yapan, er-geç gönlüne nedamet ağacı dikecektir.
Haramda hayır yaratılmadığı, haram işleyen kimselerin, kötü alışkanlıklara sahip olanların perişan olduğu görülmektedir.
Vücudumuza giren her haram, kaleye girmiş casus gibidir. Tövbe ile o haram dışarı atilmazsa, bir gün kapıları düşmana açabilir.
Eğer vücudumuzda hücreler adedince asker varsa, bunların kumandanı organlarımız, padişahı beyin, şeyhülislamı kalptir.
Şeriatı evvela vücudumuzda ilan-etmeliyiz.
Evvela vücut şehrindeki putlar (eğer varsa) devrilmeli.
32
İslami yönetim evvela vücudumuzda kurulmalı.
Mükemmel müslümanların ailesi de, işyeri de, milleti de, devleti de mükemmel olur ve onlar kurtulur.
NEFİS
Nefis: Çok beğenilen, pek güzel, pek iyi manalarına gelir. Bizim anlatmak istediğimiz ise NEFS'dir.
Nefs ise: Kişinin kendisi, öz varlığı. Biz, buna nefis diyerek yazımıza devam edeceğiz, telaffuzu kolay olduğu için.
Dinden, kanunlardan, beşeri kontrollerden uzak kalan insan, iyilik, güzellik adına bir şey yapamaz, canının istediğini yapar, onlar da kendi menfeatine ve başkalarının zararınadır.
Elbette ki nefsinden şikayet eden çoktur. Eğer menfeatimizi ve zevklerimizi İslam'a uydurursak, nefsimizi de islam etmiş oluruz.
Bu devirde menfeatlerin bütünü gelip, parada, malda ve makamda toplanmış.
Bir insan imanın altı esasına inansa, İslamın beş şartını yerine getirse, eğer parada, malda ve makamda müslümanca davranmazsa, hem kendisi helak olur, hem de çevresindekileri perişan eder.
iyiliğin Kaynağı, F:3
33
Halbuki bir Müslüman evvela zararı olmamalı, sonra imkanları nisbetinde faydalı olabilir.
Para, mal ve makam meselelerinde müslüman-ca hareket etmeyen müslüman, "Mü'minler kardeştir", ayet mealine zıt hareket ederken, millet, ümmet ve îttihad-ı İslam mefhumlarını gündemden kaldırır. Böyle Müslümanların İslamiyet'e ve müslümanlara vereceği kötülüğü gayri müslimler veremez. Çünkü pirincin içindeki siyah taş kolayca görülüp ayıklanırken, beyaz taş pirinç zannedilir, diş kırar. İşte bu sebepten münafıklar, kafirden daha kötüdür, cezaları da daha ağırdır. Çünkü onlar, müslü-mana dost görünürken, onu arkadan hançerler.
Zevkler de para ister, zaman ister... Bir de haram zevkler müslümanın manevi hayatını eritip, bitirebilir.
"Helal daire keyfe kafidir, harama girmeye hiç gerek yok."
Her insan, dünyaya nefs-i emmare ile gelir, hakla batılı birbirine karıştırır, helali, haramı pek bilmez veya uygulamaz.
Ne zaman ki haramlardan, günahlardan müteessir olur, üzülür: "Neden bu işi yaptım, neden böyle bir söz söyledim?" diye kendisini kınamaya başlayınca nefs-i levvameye geçmiştir. Müslüman en azından nefsin bu kademesinde bulunmalıdır. O zaman vicdan işe yarar.
34
Günahlara sebebiyet veren huylarını terk edip, güzel bir ahlak edinmişse, İslamiyeti yaşamayı gaye bilmişse, ilmini, çalışmalarını ve gayretlerini bu yolda kanalize ediyorsa nefs-i mütmainrîeye geçmiştir.
Velayet ancak bu makamda başlayabilir. Velayetin en mühim şartlarından biri de istekleri azaltmaktır. İnsanlardan isteklerini azalttıkları gibi, Allah'tan da isteklerini azaltır, O'nun rızasına talip olur, O'nun razı olacağı işleri yapar, böylece nefe-i Raziye makamına yükselir.
Bu insanlar üstün insanlardır. Bunların faziletin' herkes kabul edebilir. Bunların etrafında toplanan^ lar çadırın yüzeyi gibi, herkes kendi durumuna göre bir seviye kazanır, orta direk bu faziletli insandır.
İslamiyet'in en büyük mucizelerinden biri de: Her asırda, her yerde üstün insanlar yetiştirmesi-dir. Her zaman böyle insanlar olmuştur, olacaktır. İlmiyle amil olmak da buna denir.
İnsan İslam'a uyarsa, dünya ve ahirette en yüksek makama erişir... Uymazsa en kötü durumlara düşebilir.
Bilindiği gibi biyoloji insanları memeli hayvanlar içinde inceler. Avrupalılar buna "Homo" der.
Evet, insanın yapısı hayvanın yapısına çok benzer. Canının istediğini yapmaya devam ederse bu-
35
na da nefe-i hayvani denir. Çünkü hayvanların bir dine tabi olmaları mümkün değildir, iç güdüyle canının isteği doğrultusunda hareket eder ki, buna da nefs-i hayvani demişler.
1997 itibariyle dünya nüfusu altı milyara yaklaşmaktadır. Bunların beş milyarı işe yaramamak-tadır. Çeşitli sebeplerle tahsil yapamamışlar, sanat öğrenememişler... Veya bunlara sahip olmuşlar, yüce bir ahlaktan mahrum kalmışlar... Cehalet, tembellik, beceriksizlik, kabalık, saldırganlık insanları maddeten ve manen ne kadar yeyip bitirmiş.
İnsana düşman olan insanları ne kadar insan sayacağız?
Sadece Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında öldürülenleri düşünürsek, hiç bir canavar ailesi, insanlık tarihi boyunca bu kadar cinayet işlememiştir.
Mahkemelerde yığılan dosyalan düşünürsek, bozulmanın boyutlarını daha iyi anlarız.
Bazı insanların dostu sadece köpekse, medeniyet bunun neresinde?
Öyle ise nefsimizi İslahta zevklerimize ve men-featimize dikkat etmek, bunları İslam'a uydurmak zorundayız.
36
İkinci Kısım
MADDİ ORGANLARIMIZ
GÖZ
Vücut sarayının dışarıya bakan penceresi...
Hafıza kamerasının merceği...
Beynin gözetleme kulesi: göz.
Hayvanın da, insanın da gözü var.
Amma hiç bir hayvan kitap okuyamaz.
Kuşlar dünyayı dolaşır, yiyecek için...
İnsan da yer, içer amma kainat kitabını da okumalıdır. Atom harfleriyle, molekül heceleriyle; yaprak, çiçek, kök, gövde kelimeleriyle yazılan ağacın her meyvesi bir nokta, her noktada kitap tekrar yazılmış, zira her çekirdekte bir ağaç vardır. Bunu sadece insan bilir.
Her yaratık, Allah'ın insanlara yazdığı bir mektup, bir kitap veya şahane bir laboratuvar!
Rur'an'la kainat kitabı bütünleşir, bunlar birbirini şerh ve izah eder.
Göz bu iki kitap için yaratılmış.
37
Gözü yaratan, gözün nereye baktığını görmez mi? Çıplak resime bakan göz, ha Amerikalı'nın, ha müslüman'ın fark etmez.
İnsanı gözünden avladılar: Gazetelerde, dergilerde, ekranlarda, perdelerde çıplak kadın resimleri...
Bir taraftan güzel yaratılan kadın, güzelliğiyle Allah'a isyan ediyor... Öte yanda göz, İslam sarayına kadın taşıyan insana benzer.
Bir solist düşünün, giyimiyle de soyunmuş... Hem oynuyor, hem şarkı söylüyor... Öyle bir hal ki, insanlar sanki kilotun içinde kaybolmuş... Zevkler dünyayı kuşatmış, din sürgün...
O dünyanın en büyük suçlusu göz! O, güzelliklerin aşıkı.
Lakin mecazi aşkla kurulmuş bir dünyada göz de mahkum. Avrupa, başka milletlerin, başka dinlerin, başka insanların dünyası... Neye baksa İslam dışı... İslam, köşede, bucakta kalmış...
En büyük haramı en güzel şekilde süsleyip verirken... En büyük hakikati nerdeyse en kötü şekilde takdim edeceğiz, göz ne yapsın!
Piknik!
Şu çiçekler, şu otlar, ağaçlar, sular, kuşlar bu kadar güzelse, cennet ne kadar güzel, bunları yaratan ne kadar güzel!
38
Göz güzele aşıksa, gülde gülü yaratanı görmeli. Böylece mecazi aşktan hakiki aşka geçer, kurtuluruz.
Gözü haramlardan, helala çevirdiğimiz kadar müslüman edebiliriz. Zira o kadar göz var ki, sahibi Müslüman, kendisi Fransız!
Göz yaratıktan yaratanı görecek ki, basiret de görsün.
Gözü aldattılar: Meyhaneleri, barları, bankaları süslediler, temizlediler...
İnsan, gözünün gördüğü yere gider. Fransızlar gibi bakan insan, ne kadar Müslüman gibi yaşıya-cak?
Günahı süslediler, gözü aldattılar.
KULAK
Bir kulaktan girip, öbür kulaktan çıkan sözler vardır, fakat iki kulaktan hafızaya dolan kelimeler ve cümleler, sadece beyni fethetmekle kalmaz, organların bütününü da tesiri altına alır.
Bizi kulağımızdan tuttular: Şarkılar, türküler, dedi kodular, manasız, hatta kötü, çirkin kelimeler, dünyamızı doldurdu.
Kültür, sınır, ülke tanımıyor... Antenler dünyayı
39
topluyor... Hoperlörler kulağımıza üfürüyor... Böylece bizi sel alıyor, yel götürüyor. "Ben, ben değilim!" diyenlerin sesi yükselirken, bu viranede herkes kimliğini arıyor.
Yüzlerce beste ve güfte ezberleyenlerin, hafiza bantı da dolmuş.... Kulağını bu dünyaya açanlar, belki başka dünyaya, dünyalara kapatmıştır.
Böylece bir dünyada kulağı İslam'ın emrine vermek zor.
Evde, sokakta, işyerinde, hatta her yerde, kulak her sese açık. Nasıl ki burnumuzu pis kokulardan koruyamazsak, kulağı da kötü sözlerden koruya-mayiz.
Yalnız içimizde bir gösterge olmalı, kulaktan giren her şeyi tahlil etmeli: İyi, kötü... Faydalı, zararlı... Helal, haram! İşte bu insan şuurludur.
Organlarımızı tek tek Müslüman etmek lazım, zira pek çok insan, Müslüman olduğu halde perişandır.
AĞIZ
Koyun ekin tarlasına girer, durmadan yer. Düşünmez ki: "Bu, helal mı, haram mı?"
İnsan da, helal, haram demeden yer, içerse, ha koyunun ağzı, ha insan ağzı farketmez.
40
Ağzımızı, koyun ağzı olmaktan kurtarmalıyız. Diş tabibine duvardaki çene resmini gösterdim:
- Bakınız alt çenede iki delik var, hem birbirine eşit, hem de simetrik. Eşitlik ve simetrilikte tesadüf olamaz, dedim.
Durdu, düşündü ve tebessüm ederek:
- Sizi anlıyorum... Dahası var, şakaklardan gelen sinirler, bu deliklerden geçip, dişlere taksim olur...
Ben dişimin ağrısını, o da vazifesini unutup, devam etti;
- Çocuğumun dişlerini seyrederek, Allah'a inancım arttı: Ben öyle diş yapamam, hem de bedava.. Bu çocuğu bana bedava veren kim? Onun gözlerini, ellerini yapan kim? Bu sorular beni de dine bağladı...
Genç doktordan bunları yazmasını rica ettim, birkaç makalesini okudum.
Ağzımızı tanzim ve tertip eden, ne yeyip, ne içtiğimizi, ne söylediğimizi bilmez mi?
"Ağza süzgeç koymalı" tabirini çok beğenirim. Her düşündüğümüzü, aklımıza gelen her şeyi söylemesek, huzurumuz biraz daha artar. Bir de haram yeyip, içmesek birbirimize daha çok güveneceğiz.
Hafız da olsak, ağızımızı kontrol etmezsek, Kur'an'ı ne kadar temsil edebiliriz.
41
Kelimeler, kelimeler... İnsanı berbat eden de bunlar, aziz eden de...
Dudaklarımıza, dilimize az sayıda, belli hareketleri verebilirken, ağzımızdan sonsuz sayıda kelime çıkıyor bunlar da birbirinden çok farklı ve çok değişik manalar taşıyorlar..
Ses telleri, dil, dudak hayvanlarda da insanlarda da var.
İstediğimiz kelime ağzımızdan çıkıyor. Kelime seçme irademizde olduğu için, konuşmalarımızdan manen de mesulüz.
Madenlerden yapılan teybin, radyonun, televizyonun konuşması... Hâlâ elektriğin, mıknatısın mahiyeti bilinmiyor....
Etten yapılan ses telleri, dil ve dudaklar konuşuyor...
İnsan, ölü gıdalar yeyip, diri diri geziyor...
Allah, insanla çok yakından meşgul oluyor, ondan neyi gizleyebiliriz?
Bir müslüman içki içse, ha Amerikalı'nın ağzı, ha onun ki...
Adam müslüman amma ağzı Amerikan... Zevkler, insanı halden hale sokuyor...
Ağzını Müslüman eden, İslamiyet'te büyük mesafe almış demektir.
42
Ağzımızı müslüman etsek, aile hayatımız, işimiz ve sosyal yaşayımız en iyi, en güzel şekle girer.
Ağzı olmayan insan olmaz amma ağzımız iyiye de, kötüye de kullanmak elimizdedir. Zaten İslamiyet'ten kasıt da, maddi ve manevi organlarımızın yönünü serden hayra çevirmektir.
Derler ki, insan elbisesine göre karşılanır, konuşmasına göre uğurlanır. İç dünyamızın tercümanı ağzımızdır. Hiç tanımadığımız bir insanı bir tek cümlesiyle tanımak mümkündür.
Bununla beraber en büyük sahtekarların, en bü-
Iyük dolandırıcıların da çok güzel konuştuğu unutulmamalı. Riyakarlık, dalkavukluk, münafıklık, sözle, lafla sıkı sıkıya ilgilidir.
Kafirlerin, münafıkların organlarını yaratan, çalıştıran Allah iken; onlar sadece sözleri ile inkara giderler.
Maddi ve manevi organlarımızı tek tek İslam'a uydurursak, mükemmel bir Müslüman oluruz. Bunların içinde en önemlileri ellerimiz, ağzımız ve tenasül uzuvlarımızdır. Bu üçünü İslam'a uyduran dünya ve ahiretini cennet edebilir.
Yabana ülkeleri gezmiş birisi halkımızın çok az özür dilediğini, hatta özür dilemeyen bir millet olduğumuzu söyleyebilir.
43
Özür dilemesini bilen tövbe etmesini de bilebilir. Birisinden özür dilemek için evvela suçumuzu bilmeliyiz. Maddeten zarar verdikçe tazmin etmeliyiz, sonra "Özür dilerim, Afedersiniz" demeliyiz.
Bunu bilirsek, tövbe istiğfar ederken, hangi haramı, hangi günahı işledik? İslam'ın hangi emrini yapmadık? İslami ilimlerden noksanlarımız nelerdir? Bunları da bilerek tövbe etsek, şuurlu Müslüman oluruz, hem dille, hem de halle tövbe etme saadetine ereriz.
Sesi güzel solistlere bakıyorum da, Allah'ın verdiği güzel sesle, Allah'a isyan etmelerine şaşıyorum. Çok şükür onların da istisnaları çoğalmaya başladı.
Belagat ahirzamanda rağbet görecektir. Güzel konuşmak, güzel yazmak, inandığı gibi yaşamak belagatın nevileridir.
Herkes kendi davasını, kendi ideolojisini belagatın her çeşidini kullanarak anlatır. En tesirlisi, inandığı gibi yaşamaktır.
ELLERİMİZ
Perdenin arkasından bir el kadehe uzansa ve sorulsa:
- Bu el kimin eli?
44
Yanlış karar verebiliriz.
Ellerimiz kadehten, kumardan, haram paradan, maldan çekip; onları kitaba, tezgaha, laboratuvara uzatmak, karanlıktan ışığa çıkmak kadar önemlidir.
Sabunlarla, deterjanlarla ellerimizi yıkasak bile temizlenmeyen eller olabilir.
"Ellerim kirli Allah'ım!"
Kirli eller duaya açılsa bile, o ellere rahmet ne kadar yağar?
Operatör doktor:
- Şu an sağ başparmağım kırılsa veya felç olsa, bu kadar tahsilim, tecrübem, hepsi havaya gider ve ben hiç bir şey yapamam, demişti.
Başparmak olmasaydı, belki 20. Asır medeniyeti de olmıyacakti: Keser, testereyi, tornavidayı nasıl tutacaktık?..
Tırnaklarımız ileri değil, geri uzansa, ne büyük felaket!
Tırnaklarımız gibi parmaklarımız da uzasa...
Ellerimiz felç olsa, yaşamak ne kadar güçleşir?
Kıymetli organlarımızı yanlış yerlerde kullanırsak, emanete hıyanet etmiş olmaz mıyız?
"İki el bir baş içindir" demişler. Kazancımızı sağlayan en mühim organlarımızdan biri de elleri-mizdir.
45
Helalinden kazanmak, helale harcamak... İşte kurtuluşun reçetesi!
Yumruk olan elleri duaya açmak... Düşenin elinden tutmak... Kanayan yarayı sarmak, gözyaşı silmek, ağlatmamak, öpülesi ellerin yapacağı işlerdir.
Asr-ı Saadetteki Sahabe'nin elleri, insanları yüceltirken; materyalistlerin maneviyata vurdukları kilit, insanı köpekle arkadaş etmiştir.
"Arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyliye-yim..."
Ellerimiz haramdan çekip, helala uzatmak, bize yepyeni bir dünya bağışlıyacaktır, hem de cennet gibi...
AYAKLARIMIZ
Nasreddin Hoca yorgun, argın gecenin geç vaktinde hana girer:
— Aman bana bir yatak! der.
Gösterilen yatağa uzanır amma ayaklarını yastığa kor, başını aşağı uzatır. Hancı:
- Hoca ters yattın, başını yastığa koyacaksın, der. Hoca:
46
— Yoo, ne çektimse başımdan çşktim, ayaklarımın hiç kabahati yok, diye cevap verir. "Binbir derde uğradım ben bile bile Neler çektim neler bu kafa ile..." Diyen şair de, müşterek bir derdi dile getirmiyor mu?
İnsan da, devlet de, millet de ne çekerse başından çeker. Çünkü ayaklar başın emrindedir.
İnsanın önünde iki yol var: Biri Cennete, öbürü Cehenneme gider. Biri hayra, öbürü şerre gider. Kararı baş verecek ayaklar yürüyecek.
Camiyle, meyhane aynı yol üstündedir, isteyen istediğine gider. Herkes gittiği yerle mütenasiptir. Harama giden yolları bilsek, dönüp helala gitsek, dünya ve ahiretimiz cennet olmaz mı?
Zaten baş da ayaklar üstünde yükselir. Amma asansörle, uçakla yücelmek mümkün olsaydı, işimiz kolaydı. Ayaklar altına düşen baş çoktur.
Kısacası: Ayaklar helal yolda yürümeli ki, Müs-lümanla diğerlerinin arasında fark olsun.
47
Üçüncü Kısım
MANEVİ ORGANLARIMIZ
DIŞ dünyayla vücudumuzu irtibatlandıran maddi organlarımızı anlattıktan sonra manevi organlarımıza geçebiliriz. Bunlar: İnat, kin, şehvet, merak, muhabbet, menfaat, zevklerimiz ve diğerleri...
İNAT
İnat hali, en çok çocuklarda görülür. İnat eder elindeki bıçağı vermez. İnat edip, oturup ağlar...
"Yediden yetmişe çocuk" tabiri var ya, belki bu yüzden herkeste inat hali az çok vardır.
Nasıl ki kolumuzu kesip atamazsak, inadımızı da atıp, inatsız kalamayız.
Nasıl ki elimizi haramdan çekip, helala uzatırsak, inadımızın da yönünü değiştirebiliriz.
İnat edip, evde, işyerinde, surda, burda yakınlarımızın huzurunu bozacağımıza; haramlardan kaçmada, helalları yapmada inat ederiz, böylece
48
inadın zararlı halinden kurtulup, ondan faydalanırız.
Sigara içmemede inat etmek, sigara parasını kitaba vermek...
Sabah namazını kaçırmamak için tedbir almak...
İyilerle sürekli beraber olmak...
Güzel konuşmak, kibar olmak...
İşte kötü halleri terk etmede, iyi halleri benimsemede inat eden insan, inadın sırtına biner cennete gider.
Dedik ya: En çok inat eden çocuklardır.
Allah, İslamiyeti göndermiş ki, maddi ve manevi organlarımızın yüzünü serden hayıra çevirelim... Bunu yapmıyan insan, Müslüman da olsa, İslamiyet'i temsil edemez, temsil edemeyen tebliğ de edemez hatta zararlı olur.
- Efendim, sen daha dün ayyaşın biriydin, bugün başımıza hoca mı kesildin?
Bin sene evvelki koyun ne idiyse, bugün yine odur. Koyunlarda, atlarda, kuşlarda terakki ve tedenni olmaz.
İnsan ise her an yücelebilir de, alçalabilir de...
Tatlı dil, güzel söz, mütebessim bir çehre pek çok felaketi önlerken; bazan bir kelime de büyük felaketlere sebep olabilir.
Tövbe kapısı açıktır, haramdan helala geçilebilir.
iyiliğin Kaynağı, F:4
49
Cehaletten ilme, kabalıktan kibarlığa, pislikten temizliğe, kötülükten iyiliğe doğru inat etmek, insanı her zaman ve her yerde yüceltir.
Adam inat eder Kur'an okumasını öğrenir, Arapça'ya da başlar.
İnat, Allah'ın insanlara lütfettiği bir duygudur, yeter ki onun yönünü serden hayra çevirelim...
İnadını müslüman etmeyen şahsın da başına bir sürü felaket gelebilir.
Evet, Müslüman olmak maddi ve manevi kurtuluşumuz için yeterli değil; maddi ve manevi organlarımızı tek tek Müslüman ederken inadımızı da müslüman etmek, bize yüce bir ahlak kazandıracak, her balcımdan kazancımız büyük olacaktır.
HAFIZA
Etten yapılmış beynin ufacık bir kısmı, hem fotoğraf makinası gibi resim çekiyor, hem de teyb gibi ses kaydı yapıp, bilgi topluyor. Hiçbir kamera, hafıza kadar mükemmel değil.
Fotoğraf makinalan, teybler ve kameralar gayet pahalı iken, hiçbir insan, beynine, hafızasına beş kuruş para ödememiştir.
Elbette ki hayatımızı hafızamıza dolduran Allah, hayatımızı amel defterimize de doldurabilir. 50
Teypleri yapanları yaratan Allah, hepimizin sesini kaydedip, ahirette bize dinletebilir. Kötü sözlerimizi dinleyip, yüzümüzün kızarmasını istemiyorsak, ya hakkı söylemeliyiz yahut susmalıyız. Böylece dilimizin belasından kurtulmalıyız.
Kameraları yapanları yaratan Allah, hepimizin hayatını tesbit edip, bizim hayatımızı ahirette bize gösterebilir. Eğer hayatımızda seyretmek istemediğimiz, başkalarının görmesini istemediğimiz yerler varsa, onları tövbe ile silmeliyiz. Aksi halde kendi hayatımızı seyrederken öyle mahcup ve pişman oluruz ki, belki cehennem azabı onun yanında hafif kalır.
"Cehennem dediğin dal odun yoktur,
Herkes ateşini burdan götürür."
Çocuk dünyaya gelir gelmez kelimeleri, şekilleri hafızasına kaydetmeye başlar. Göz görüp, kulak işittikçe hafıza kaydına devam eder. Böylece hafı-za bilginin çöplüğü haline gelir. İyi, kötü ne varsa hepsi oraya doldurulmuştur.
Kur'an'ın bir ismi de Kitab-un Nur.
İslamiyet'i öğrenen, anlayan ve yaşamaya çalışan insan münevver olur, yani İslam'ın nuruyla beyni aydınlanır, hakla bâtılı ayırmaya başlar. Hafızasındaki bilgileri tasnif eder, sınıflara ayırır: "Şu zararlı, şu faydalı..."
51
Hafızaya doldurulan şarkılara, türkülere bakınız...
Spor severlerin, özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde, yağmur, soğuk demeden sabahın erken saatlerinde stadyumların önünde toplanmalarına, saatlerce tribünde oturmalarına, gece yarılarına kadar takımlarının galibiyetini kutlamalarına bakınız!
Hangi Cumada, hangi bayramda mü'minler sabahtan, gece yarısına kadar camiyle, dinle, imanla bu kadar meşgul olur?
İslamın nuruna mazhar olmayan hakla batılı ayıramaz.
Sapıtmasın bir insan, bir sapıtırsa eğer Onu ıslah edemez ne kanun, ne peygamber. Çünkü peygamberleri şeytan diyerek taşlar, Şeytanları da peygamber diye alkışlar.
Bilginin sarayı hafızadır. Oraya ne kadar düşman girerse, o kadar bizim değildir.
Hafızamız kamera olsa, kameraman biziz, objektifi nereye çevirmişiz?
Türkiye, Avrupa ülkelerinden biriymiş. Öyleyse hafızamıza iyi, kötü şeylerin hepsi girecektir.
Amma biz Müslümanız iyiye "iyi" kötüye de "kötü" diyerek hakla batılı, helalla haramı ayırarak, hafızamızı da İslam'a uydurmuş oluruz. •
52
KİN
Bir insanın en büyük düşmanı şahsi günahlarıdır. Bunlar bazan büyür inkar noktasına kadar uzanıp, hayatı da kuşatabilir.
Okuldan kaçan, ders çalışmayan bir gencin geleceğini düşünün. Sanat da öğrenmezse zor günler onu bekleyecektir.
"Fakirlik küfre yakındır."
Pek çok insan içkiye tek kadehle başlamıştır. Sonra ayyaş olan; çamura düşen, yuvası yıkılan, belki karakol kayıtlarına geçen yine odur.
Ekseri insanların hayatı hatalarla, haramlarla doludur. Bunun için altı milyar insanın beş milyarı işe yaramaz. Onlar zaman nehrine dökülmüş bir sepet çöp gibidir. Zamana uyarlar, zamanı kendine uydurmaya çalışmazlar.
Halkın peşine düşüp kahveye, plaja, stadyuma giden insan kalabalıktan birisidir.
Halkı peşine takıp ilme, irfana, fazilete götüren ise, kendine dost, günahlarına düşman olmuştur.
Kendine dost olmayana başkaları dost olsa da sonucu değiştirmez. Nice kimseler vardır ki dostunun hatırı için meyhaneye, kahveye gider. Kendine düşman olana başkası neden dost olsun?
Hayat, insaniyeti yutan kumsala dönünce, pek çok kimse birbirine sarılarak batar, dostça...
53
Öyle ise insan, evvela kendine dost, günahlarına düşman olmalı, bu seviyeyi tutturanlarla da dost olursa, dünya ve ahiret saadetine erer.
Haramlara düşman, mü'minlere dost olan kinini müslüman etmiştir.
Mü'minlere düşman olan, Alman yahut Amerikan da olsaydı farketmez...
Müslümanlar ittihad-i İslamı (İslam birliğini) yakalayamazsa gayr-ı müslimler onları ezer.
İhtilafların sebebi ise para, mevki ve kadındır. Mafya, kinin, intikamın teşkilatlanmış şeklidir.
Her zaman öldürenin suçlu olmayacağı da tecrübelerle sabittir.
Menfeat duygusu egoizmi, bencilliği, hırsı kamçılar. Hırs sahibi başkasına zarar verir, zarar ise kin ateşini körükler. Silah alınır, kan böyle akar, kanın da nerde duracağı bilinmez.
"Tedbir aldın alâmetidir."
Zengin malını, ilim de alimi korur.
Haram dairenin dışında kalan kimse, felaketlerin pek çoğundan kendini korumuştur. Bir de helal daireye girerse, dünyasını da cennet edebilir.
Korursa Allah korur. Allah'ın korumadığını hiç kimse koruyamaz. Öyle ise Sünnet-i Seniyye kalesine girip, kurtulmalı.
54
Müslüman dinini korumalı ki, din de onu korusun...
Kin ateştir. Nasıl ki ateşte yemeğimizi de pişiririz, yangın da çıkarırız...
Şahsi günahlarımıza düşman olursak kin duygusu dostumuzdur. Mü'mine düşman olursak yanarız ve yakarız.
ŞEHVET
Aile hayatının ve neslin devamında şehvetin rolü büyüktür.
Kediler evleneceği zaman nikah falan düşünmez.
Nikahsız evlenenler de kedi gibi bir şeydir.
Kuşlar ve benzerleri surda, burda sevişebilir. Onlar ayıp, utanma, edep gibi şeyleri bilmez.
Sokakta, parkta sevişenlerde kuşlara benzer.
Kuş olacağımıza insan olsak daha iyi değil mi?
İnsaniyet kayboldukça, insanlar birbirine zararlı olmaya başladı.
Kur'an-i Kerim'de nikahı ve mirası emreden Allah, herkesin yüzünü farklı yaratmış ki emirleri gerçekleşsin. Zira herkesin yüzü birbirine benzeseydi, kadın kocasını, koca da karısını tanımaz, hayvanlar gibi herkes birbirinin evine girerdi.
55
Herkesin yüzü birbirine benzeseydi; nikah olmayacağı gibi, miras da olmazdı. Baba oğulu, oğul da babayı tanımazdı.
Medeni Kanun bir kadınla nikahlanmayi; genelevlerde, barlarda ve benzeri yerlerde çok kadınla yaşamayı getirmiştir.
İslamiyet'te zina haramdır.
Dört kadına kadar evlenme izni, boşanmayı önlemek içindir: Kadın hasta olabilir veya çocuğu olmaz yahut huysuzdur. Bu hallerde boşanmak-tansa, erkeğin hanımıyla anlaşıp, ikinci hanımı alması daha uygun değil mi?
Birden fazla hanımla evlenen, her hanımına ayrı bir ev açması, adaletle muamele etmesi sünnete daha uygun olur.
Peygamberimiz 55 yaşına kadar tek hanımla yaşamış, Hazreti Hatice vefat ettikten sonra aldığı hanımlar İslam Üniversitesi'nin kadınlar kürsüsü profesörleridir.
Peygamberimiz dul, boşanmış, kız, hasta, çocuklu, çocuksuz, sinirli, sakin hanımlar alarak ümmetine örnek olmuş. Mesela hanımı sinirli bir erkek, peygamberimizin sinirli hanımına nasıl davrandığına bakıp öyle hareket edebilir. Evvela peygamberimiz, hiç bir hanımını hiç bir zaman döv-memiştir.
56
Hanımları da onu mal, mülk meselesinde sıkış-tırmamıştır.
Aile hayatında cinsiyetin önemini belirtmiştik. Erkekte cinsi hayat zorlayıcıdır. Hanımlar ise ya isteksiz veya aşırı istekli veya alıngandır.
Mesut olmak isteyen bir hanım kocasının cinsi hayatına dikkat eder, bir takvim yapar, ona yardımcı olur. Aksi halde kocası hırçınlaşabilir.
Bir genç hanım telefon açtı, kocasının kendisini terk ettiğini, bir başka kadınla yaşadığını anlatıp, çare aradı. Dedim ki:
— Sen de kadınsın, o da kadın. Niçin seni terk edip onunla yaşıyor. Acaba sende ne noksanlık, onda ne gibi fazlalık buldu?
Bunu keşfeder, giderirsen-, kocanla tekrar barışabilirsin...
Fedakarlığı her zaman kadın yapacak diye bir kaide yok. Her erkek bir kadına muhtaçtır, her erkek bir çocuktur. Kadın, çocuğuna baktığı kadar kocasına da baksa, dikkat etse, onu kendine köle eder. Cinsi hayat, yemek ve huzur, erkeği evine daha çok bağlar.

Mesut olmak bir ilim ve sanattır. Aile yuvası cennet bahçelerinden biri olmalıdır.
57
Erkek de kötü alışkanlıklardan uzak kalmalı, evini geçindirecek kadar kazanç sağlamalıdır.
Maddi ve manevi organlarımızı tek tek İslam'a uydurmak zorundayız. En önemlisi: Ağzımız, elimiz ve cinsi hayatımızdır. Bunları İslama uydurmayanın İslami hayatı olamaz!
MERAK
Çok önemli olmasına rağmen, farkına varmadığımız manevi bir organımızdır merak.
Merak etmeyen kimse yoktur. Bunu anlayan bir kısım gazete patronları muhabirlerden merak uyandıracak bir haber ister.
-Yok.
- Uydurun!
Hemen haber merkezi oturur hayali haberler yazar. Bunlardan biri beğenilir, gazetenin birinci sahifesinde yayınlanır:
Üç günlük gelin kaçtı!
Bunu gören merak edip: "Acaba niye kaçtı?" diye gazeteyi alır, böylece patron da para kazanır.
Halbuki merak duygusu verilmiş ki, Kur'an neden bahseder? Hadis ne demektir? Dinin sosyal hayattaki rolü nedir?
58
Bunlar araştırılsın, öğrenilsin diye.
İnsan her şeyle ilgilenir: Fransa-İtalya maçı ne oldu? Rus başkanı iyileşti mi? Amerika'nın bilmem neyi...
Hemen hemen herkes haberleri dinler. İşsizi, fakiri, cahili, alimi haberlerle yakınen ilgilenir. Evini idare edemeyen, işini düzüne sokamayan dünya haberlerini bile kaçırmaz.
Merakımızı çok yanlış yerlerde kullanıyoruz.
Romanlar, senaryolar merak uyandıracak şekilde yazılır.
İnsanların merakından faydalanan çok, insan da kendi merakından faydalanıp, dünya ve ahiret saadetini temin edecek şeyleri merak etse, merakımızı da müslüman etmiş oluruz.
AHLAK
Ahlak, insanlara ait bir davranış biçimidir. Hiçbir hayvandan ahlaki davranış beklenilemez. Hayvanlar iç güdüleriyle, yani canının istediği gibi hareket eder.
İnsanlar da canının istediğini yapar. Bazan kanunlar, bazan insanlar bu davranışlara karşı çıkınca, insan da sözlerine ve hareketlerine çeki düzen verir, böylece ahlaki davranışlar başlar. 59
Batılı bilimadamlari: "Gerek ahlak, gerekse ruh-bilim henüz deney aşamasındadır... Felsefecinin görevi, üstünde şüpheye düşülen inançların doğruluğunu ortaya koymak veya geçmezliğini isbat etmektir" diyor.*1) Ahlak konusunda onlar hala araştırma safhasındalar. Bizimkilere gelince, lise 3. sınıf sosyolojisinde <2> din anlatılırken Avrupa filozoflarının isimleri sıralanıyor, animizmden, naturiz-me felsefi görüşler anlatılıyor, dinin fonksiyonlarında bile ahlaktan hiç söz edilmiyor, sonra laikliğe geçiliyor. Aynı konu içinde Atatürk ve Atatürkçülük şöyle anlatılıyor, başlıklarıyla:
Atatürkçü düşüncede insanın yeri, insanlık kavramı, sevgi ve evrensellik... İnsan hak ve hürriyetleri...
Atatürkçü düşünce sistemi. Atatürkçülüğün tanımı ve önemi. Atatürkçülüğün nitelikleri. Atatürkçülük bir bütündür. Atütürkçülük yabancı siyasi akımlarla ve ideolojilerle açıklanamaz.
Atatürkçü düşünce sisteminin diğer düşünce sistemleriyle mukayesesi, amacı, hareket noktaları...
1 Eğitim Psikolojisi, Tercüme Sabrı Akdeniz, 1991, sh. 247 Adolph W. Aleck.
2 Sosyoloji 3. M.E.B. Prof. Dr. Nihat Nirun, Alev Öner, Nurten Baykurt. 1986, sh. 100
60
İslamiyet'te ahlaka gelince: Ahlak, hulk kökündendir, huylar demektir. Seciye, mizaç, karekter, prensip sahibi olmak, ölçülü, ahenkli hareket etmek manalarında kullanılmaktadır. Terbiye, mürebbi Rab kökünden türeltilmiş kelimelerdir. "Ya Rab!" diyen kimse, İslam ahlakıyla ahlaklanmalı ki Allah'ın bu sıfatını anlasın.
Hiçbir Firavun yahut Nemrut "Ben sizin tanrını-zım veya Allah'ınızım" dememiştir. Belki onlar bir tanrıya da inanıyordu. "Ben, sizin rabbinizim?" demişlerdir. Yani "Benim, istediğim gibi terbiye olacaksınız, benim istediğim gibi yaşıyacaksınız" emrini vermiştir.
Dünya üzerinde 6 milyara yakın insan, 200'e yakın devlet, bir sürü dini inanç, ideoloji, sistem ve rejim vardır.
Bunların hepsinde ahlakı anlayış farklıdır. Hatta denebilir ki kanunlar ahlakı yönlendiriyor. Kanun adamlarının da ahlak anlayışı farklı olunca, köpekten başka can yoldaşı bulamayan insanlann sayısı her geçen gün artıyor. Batıda olduğu gibi.
Bazıları şahsi prensipleriyle üstün duruma gelebilir. O prensiplerin de İslam'a uygunluğu hemen dikkatimizi çekiyor.
Dünyanın neresinde üstün insan, mesut aile, büyük şirket ve büyük devlet varsa, bunların hepsi İslami prensiplerle bu noktalara gelmiştir. 61
Yabancılar ya İslam kültürüyle veya deneylerle İslam prensiplerini bulup, başarıya ulaşmıştır ki, bu da İslamiyet'in fıtri din olduğunu gösterir.
Dinsiz (ateist) denen filozoflar bile kiliseden uzaklaştıkları ölçüde şahsi fikirleriyle İslam'a yaklaşmışlardır.
1705-1790 yılları arasında yaşamış olan Amerikalı bilim ve devlet adamı Benjamin Franklin hayat prensiplerini şöyle sıralıyor:
İmsak: Ağırlaşıncaya kadar yeme, havalanınca-ya kadar içme. Bununla beraber işçilerine bira içmelerini değil, portakal suyu içmelerini tavsiye etmektedir.
Sükut: Ancak başkalarına ve kendine faydalı olacak şeylerden bahset, boşuna çene çalma.
İntizam: Her şeyin yerli yerinde olsun, her işi vaktinde yap.
Azim ve sebat: Yapılması gereken iş için karar ver, karar verdiğin işi yap.
Tasarruf: Ancak başkalarına veya kendine iyilik için tasarruf et, hiç bir şeyi israf etme.
Çalışkanlık: Vakit kaybetme, daima faydalı işlerle meşgul ol, lüzumsuz işlerin bütününü terk et.
Samimiyet: Başkalarına zarar verecek bir hile yapma. Masumane ve adilâne düşün, düşündüğün gibi konuş.
62
Adalet: Haksızlık yaparak veya vazifen olan iyiliklerde kusur ederek, kimseyi zarara sokma.
İtidal: İfrattan kaçın. Haksızlara layık oldukları kadar da kızmaktan kaçın.
Temizlik: Vücutta, elbisede, meskende pisliğe izin verme.
Sükunet: Ehemmiyetsiz şeylerden veya müşterek, çaresiz kazalardan dolayı üzülme.
İffet: Aile hayatına önem ver.
Tevazu: Gururlanma, başkalarına tepeden bak-
Bu şahıs bir Amerikalı'dır, Hıristiyandır, matbaacılık yapmış, şimşek ve yıldırımın elektrik olduğunu keşfetmiş ve Amerika'nın posta teşkilatını kurmuştur. Tahsili ise ilkokul mezunudur. Yıllarca milletvekili olarak da Amerikan Meclisinde bulunmuştur.
Böyle bir insan kilise dışındaki arayışlarını sürdürürken, ortaya koyduğu düşünceleri gerçekten İslamiyet'e çok yakındır. Çünkü insanı yaratan Allah, İslamiyet'i gönderdiği için, İslamiyetle bütünleşen insan üstün olur ve insanlar, hangi dinden
3 Benjamin Franklin, Otobiyografi, İstanbul 1994, Tercüme İrfan Konur, Sh. 158.
63
hangi ideolojiden olursa olsun, ancak ve ancak Is-lami prensiplerle üstün olabilirler.
Ahlak, İslamiyet'te çok önemli bir yer tutar: Bunu daha iyi anlatabilmek için şöyle bir misal verelim: Müşrikler haram, helal tanımayıp, canlarının istediğini yaptıkları, bir başka deşiyle istedikleri kadar kötülükler işleyebildikleri bir hayat tarzından, müslüman olur olmaz her türlü kötülüğü terk edip, her türlü iyiliği yapmaya başlamışlar.
Denecek ki: "İyiliği, kötülüğü tayin ve tarif e-den İslamiyet?"
Bugün Müslüman olmayanlar da, harama, he-lala inanmayanlar da haramlardan kaçıyor: İçki, kumar, yalan, cehalet, tembellik gibi. İnsanı yaratan Allah, İslamiyet'i gönderdiği için, İslamiyet'in dışında kurtuluş bulamaz.
Asr-ı Saadette, ilk zamanlarda zaten Kur'an tamamlanmamıştı. Tecrübe edilmiş bir din de ortada yoktu. Amma, müşrikler, bir Peygamberimizin hayatına, bir kendi hayatlarına baktılar... Onun hayatını beğendiler. Ayetlerin hakkı, hakikati söylediğini akıllarıyla da anladılar. Böylece berbat bir hayattan güzel bir hayata geçtiler.
-Haramları terketmek, helal dairede yaşamak, en yüce bir ahlaktır. Bu sebeple İslamiyet'in her asırda yetiştirdiği yüce insanlar, herkes tarafından beğenilmiş onların etrafında toplananlar da kötü
64
hallerden vazgeçip, iyi hallere girmişler, dünyanın dengesi böylece kurulmuş.
İyi insanlara her zaman insanların ihtiyacı var. Başkaları için yaşayan insanlar, dünyayı yaşanacak hale getirir. Avrupa ve Amerika egoizmi (bencilliği) yaygın hale getirince oralarda yaşamak zorlaştı.
Bu arada "sosyal devlet" den bahsetmek gerekir. Danimarka'da bir gence sordum.
— Niçin okula devam etmiyorsun, çalışmıyorsun?
- Ne gereği var, devlet bana yetecek kadar para veriyor, ben hayatımı yaşarım, dedi.
Bu genç tahsil yapmıyor, sanat öğrenmiyor, bir işde çalışmıyor... Sağlığı yerinde, parası da var, amma boş kalıyor, canı sıkılıyor, zaman geçmek bilmiyor, bir gayesi de yok ki onun peşinde koşsun... Bu sefer ya içki içip sızıyor veya uyuşturucu kullanıp, hayaller alemine dalıyor. Hiç bir işe yaramayan bir insan modeli ortaya çıkıyor. Danimarka devleti halkına iyilik edeyim derken, bazılarına en büyük kötülüğü yapıyor.
İşte Allah, Peygamberine hitaben buyuruyor: "Sen en yüce bir ahlak üzeresin" (69/4).
Peygamberimiz de buyuruyor: "Ben en yüce bir ahlakı tamamlamak için gönderildim" (İbn Hanbel, Müsned 2/381).
iyiliğin Kaynağı, F:5
65
Günümüzde bir taraftan haramları süsleyip, onları reklam ediyorlar... Öte yandan bir kısım kimseler nefsinin avukatı kesilip, işledikleri haramlarda haklılık yönlerini göstermeye çalışıyorlar. Elbette İd mantık çarpıklığı, cehalet insanları acaip durumlara sokuyor. Bir adam çok hastalanmış. "Sadaka belayı def eder" sırrınca, alim bir zat nasihat etmiş.-
- Helal malından sadaka ver, belki sağlığına kavuşursun...
Oda:
— Kıratı çalarken çok zahmet çektim, onu sadaka edeyim, demiş.
Ahlakı düzgün olmayan Müslümanların sayısı arttıkça insanların birbirine itimadı kalmaz. Onlardan bir millet, bir ümmet olmaz. Bu durumdaki insanların başına şu felaketlerden biri veya bir kaçı gelir: Savaş, kıtlık, sari hastalık, kötü insanların başa geçmesi, deprem, sel felaketi... Masumların malı sadaka olur, caniler de cezasını çeker.
İhtilafların sebebi üçtür: Para, makam ve kadın.
Ahlakı bozuk Müslümanların İslamiyet'e yapacağı kötülüğü düşman yapamaz.
Allah, kimseye zulmetmez, başımıza gelen felaketlerin sebebi günahlarımızdır.
Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu H. Selim'den beri, yaklaşık 350 senedir, dünyanın her yerinde dövülen, öldürülen, aç kalan, sürünen müslüman-66
lardır. Her Müslüman tek tek düşünmelidir: Acaba İslam'ın hangi emrini yapmadık ki bu hallere düştük?
Son olarak şunu belirtelim ki İslam ahlakıyla ahlaklanmamış bir müslüman, ibadet adına bir şeyler yapsa da onun zararı faydasından fazladır. Müslümanlara zarar verene Allah ne kadar rahme-der, onları ne kadar af eder?
BELAGAT
Güzel konuşmak, güzel yazmak ve inandığı gibi yaşamak belagatın üç çeşididir.
İnsanlar kendi ideolojilerini, rejimlerini yahut sistemlerini telkin etmede belagatın her çeşidini kullanacak.
Özellikle haberleşmenin yaygın olduğu bu devirde yazarlar, hatipler, spikerler belagata çok dikkat edecekleri gibi, dava adamları da inandıkları gibi yaşayarak samimiyetlerini gösterecekler.
İnsanların ilimde ve teknikte ilerlediği bu zamanda, her bilim dalında ve her meslekte belagat vazgeçilmez bir telkin aracıdır.
Edebi sanatların her çeşidi: roman, hikaye, masal, şiir, kıssa, fıkra, makale ve hitabet... Bunlar belagatın vazgeçilmez unsurları.
67
"Sanat, sanat içindir" diyenler, İslamî yazıların dışında birşeyler yazıp, çizenlerdir. Özellikle sosyalistler bu yolu seçmişti. "Sanat, sanat içindir" derken, kendi fikirlerini anlattılar. Sonra felsefi görüşlerini, ideolojilerini, rejimlerini ve sistemlerini "Sanat, sanat içindir" sloganı altında telkin ettiler.
Mesaj vermeyen hiçbir yazı ve resim gösterilemez! Mesela çıplak bir kadın resmi, İslamiyet'e atılmış en güçlü bombadır. Çünkü haramla helali bir arada tutmak imkansız. Günah sellerinin ibadetlerin götürdüğü her zaman görülmüştür.
Yazılarında meyhaneye, bara, kumarhaneye yer veren, bâtılı anlatan, haramları öven insan, hangi rejimden, sistemden yana olursa olsun, dinimize, imanımıza kurşun sıkandan daha tehlikelidir. Zaten ahirzamanın harpleri harflerle olacaktır.
Hiçbir fikir vermeden sanat yaptığını zanneden de İslamî fikrin yerine fikirsizliği koymuyor mu? Santranç oynamak gibi. Bu oyunda kumar olmasa da zamanı öldürmek yönünden zararlıdır.
Şimdi basin-yayına bir göz atarsak, dergiler, gazeteler, radyolar, televizyonlar, videolar, tiyatrolar, sinemalar ve kitaplar, bunların bütünü, insanlara bir şeyler anlatmak, insanlara yön vermek içindir. Zevk kemendiyle insanları avlayanlar seks fi-limleriyle, dergi ve kitaplarıyla, hem para kazanıyorlar, hem de bâtıl davalarına hizmet ediyorlar.
68
Bu acı gerçekler karşısında deriz ki, kültüre yönelen sermaye mübarektir. Müslümanlar basın-ya-yının her çeşidine el atıp, davalarını edebi sanatlarla telkin etmek zorundalar.
Belagatın üç çeşidini de kullanamazsak, belagat sahiplerinin davasını kabullenmek zorunda kalırız. Kurban Bayramı namazından çıktığımızda hangi gazetelerin daha çok satıldığına dikkat edelim. Tekbir getiren insanlar, ne çeşit yazılar okuyup, ne biçim resimlere bakıyor...
Hangi televizyonların hangi programları daha çok seyrediliyor?
Çizgi filmler çocuklara nasıl tesir ediyor?
Dergilerin çoğu İslam'dan yana mı?
Kötüyü arayacağımıza iyiyi ortaya koyalım. Gazetemiz, kitabımız, dergimiz, televizyonumuz, radyomuz, şarkımız, türkümüz olsun. İslami ölçülerle her şey yapabiliriz, yapmalıyız, zira güneş yoksa karanlık vardır.
Son 300 senedir müslümanların ihmal ettiklerinden biri de belagattır. Belagatın ibadet hayatımızdaki yeri çok mühimdir. Haramların ibadetleri alıp götürmesini istemiyorsak, helları yaşanır hale getirelim.
69
HALVET
İki kişinin kapalı kapılar ardında yanyana kalması cinsi yönden tehlikelidir, buna "halvet" denir.
Akraba da olsa bundan kaçınmalı.
İnsanın eli, ağzı, cinsî hayatı çok önemlidir. Bunları haramdan korursa dünya ve ahiretini cennet edebilir. Harama sebebiyet verecek hallerden kaçınmalı.
Harama giden yollara girmemeli. Girilirse çıkmak imkansız gibidir.
Harama gidenin helalden, dolayısıyla İslam'dan uzaklaştığı unutulmamalıdır.
MUHABBET
Küçük - büyük her şey birbiriyle irtibatlandırıl-mış. Hayat mücadele değil, muhabbettir. Hayvanların birbirini yemesi, hayvanlıklarındandır. Eğer savaşları, cinayetleri, terör hareketlerini, anarşiyi, intikamı ve trafik kazalarını düşünürsek, insanların insanları yemesi hayvanlardan fazladır. Buna bir. isim vermek mümkün değil.
Her insanın içine sevme duygusu yerleştirilmiştir. Her insan, bir şeyler sever. Sevmeyen olmaz. İyi amma, bu sevme duygusunu içimize yerleştiren kim? Niçin böyle bir bir duygu verilmiş?
70
Dünyaya gelen çocuğun ilk sevdiği şey annesi ve onun sütü olacaktır. Çocuk büyüdükçe oyuncaklarını, oyunu, bazı yiyecekleri sevecek... Çocukluk bitmezse bu hal, böyle devam eder.
Çocukluk biterse "ben neyim?" diye sormaya başlar. Sorular peşpeşe sıralanır. Okur, dinler, gözetler ve düşünür. Anlar ki kendisi erişilmez bir sanat eseridir. Değil ki organları, kıl hücresi ve kıllar bile hepsi sanat harikası, hepsi bir nizam içinde... Görülüyor ki insan, gökteki bulutla, yerdeki toprakla, denizdeki balıkla irtibatlandırılmış. Sanki kainat ona hizmetkar edilmiş.
Bu kadar küçük bir insana, bu kadar büyük bir kainatın hizmetkar edilmesinin sebebi nedir?
Sağlığımızı koruyan kim? Niçin hastalanıyoruz? Nasıl şifa buluyoruz? Neden sakat olmadım? Dermansız dertler, ölümler...
Etten yapılan beynin bu kadar soru sorması, bunlara cevap araması, düşünmesi, kainatı kuşatması...
İşte o zaman insan muhabbet duygusuna parmak basarsa: Neyi sevmeliyim, sorusunu kendine sorabilir, isabetli cevap da bulabilir?
Sevmek duygusu içimize yerleştirildiğinden, şarkılar ve türkülerin bütünü sevmeye, ona bağlı olarak aşka ait.
71
Düşünen insan anlar ki, aşk için şarkılar söyleyenin aşık olduğu birisi yok. Belki de başının belası vardır.
Gel, diye bağıranın beklediği yok.
Amma içinde sevmek duygusu var.
Bu duygu insana verilmiş ki Allah'ı, Allah'ı sevenleri ve Allah'ın sevdiklerini sevsin.
İnsanların çoğu sevilmemesi gerekeni sevmiş. Mevla diyecek yerde Leyla demiş. Parkta bulduğunu sokakta kaybetmiş...
Çağdaşlık, yalnızlığı da beraberinde getirdi. İnsanlar meyvelerini döken ağaca döndü. Çok, amma çok erken gelen bir sonbahar ve ümitlerin bitişi, insanları da bitiriyor.
Bir yanda yalnızlıktan şikayet edenler, öbür yanda uzlete çekilip, aylarca yıllarca yalnız kalanlar. Acaba bunlar gerçekten yalnız mı? Yalnız iseler saatler, haftalar, aylar nasıl geçiyor?
On sene uzlete (riyazata) çekilen Gazali'yi, Emir Sultan'ı düşünün. İki sene hücre hapsinde tek başına yalnız kalan Said Nursi... Yine Said Nur-si'nin Barla'da Çam Dağına çıkıp, orada gece, gündüz kalışı... Yatak yok, yemek yok, ışık yok ve yalnız. Biz gündüz tek başımıza orada bir saat kalamazken, onun gece gündüz haftalarca orda tek başına kalışı...
72
Hayat, insana göre değer alıyor. Zevkler insana hükmediyor. İnsan neden zevk alıyorsa onu seviyor. Çok zaman helala, harama dikkat etmiyor. Ne yazık ki haramlar da zehirli bal gibi, evvela tat veriyor, sonra yavaş yavaş zehirliyor.
Müslüman muhabbet meselesine çok dikkat etmelidir. Zira insan annesini, babasını, gençliğini, parasını, mevkisini, makamını, böreği, baklavayı seviyor. Bunlar elinden çıktıkça her birinden derin azap çekiyor. Bu dertler bazan onu yeyip bitiriyor. Eğer sevgisine ölçü getirebilseydi böylesine büyük azaplar çekmeyecekti.
Üzüntünün de, sevincin de büyüğü, insanı med-cezir haline sokar. Bir yaprak misali esen rüzgara göre sallanır, hayat çekilmez hal alır.
İnsanlar kabukta kaldı, öze inemedi. Her türlü hoperlörden "Kadın, kadın! diye feryatlar yükseliyor. Sanki yeryüzü tekke, kadın ilahe ve insanlar "Kadın, kadın! diye zikrediyor, gündüz gece.
Hayat bu mu?
Yaşadığımız hayatta para büyük önem kazandı. Parasızlığın ne büyük felaketlere sebep olduğu ortada. Hatta materyalistler parayı putlaştırdı bile.
Mevlana: "İnsan zaman okyanusunda yüzen bir gemi gibidir. Parayı içine alma batarsın" diyor.
O iki yüzlü para ne ocaklar batırdı.
73
Allah'ı sevdiğini söyleyen çoktur. O'nu sevmenin alameti, O'na itaat etmektir. İnsan, pek çok kimseye itaat ediyor... Allah'a itaat etmezse bir terslik olmaz mı?
Kısacası haramlardan kaçmaya çalışan, Allah'ı seviyor demektir ki, ebediyet yolculuğu böyle başlar, inşallah ebedi saadete de ulaşır.
MENFEAT
Oyuncağını vermeyen çocuk "Benim" dediği her şeye sahip çıkar. Çocuktur, her şeye aklı ermez.
Oyuna, oyuncağa dalanlara, hak hukuk gözetmeden "Benim" diyen delikanlılara, amcalara, dayılara teyzelere ne diyeceğiz?
Menfeat duygusu içimize yerleştirilmiş ki,, İhtiyaçlarımızı temin edelim. Eğer bu duygu içimizden alınsa, birdenbire uçaklar, gemiler, arabalar, insanlar hepsi birden durur. Mecbur kalmadan kimse yerinden kımıldamaz.
Dikkat edilirse ihtiyaçlarımızı değil, ihtiyaçlarımızdan fazlasını kazanmak için çalışıyoruz.
Öyle insanlar var ki servetini sülalesi bile bitiremez, o yine koşturur. Onu koşturan menfeat duygusudur.
Elbette ki bu duygu para, mal biriktirmek için verilmemiştir. Yine dikkat edilirse bâtıl ideolojileri-74
ne malıyla, canıyla, ilmiyle, sanatıyla ve makamıy-la hizmet edenler var.
Müslümanlar da Islamiyete malıyla, canıyla, sanatıyla, makamiyla hizmet etmezse, o zaman kötüler iyileri ezer.
Yani gayri müslimler yan gelip yatsaydı, bizde. rahatımıza, keyfimize bakardık. Amma onlar çalışıyor, birşeyler yapıyor; İlimde teknikte hamle yapıyorlar. Müslümanların geri kalması da felaketleri olmuş, yine olur.
Öyle ise Müslüman para kazanmalı zengin olmamalı. Bir yandan para kazanmanın zevkini alırken, bir yandan da İslamiyete maddeten yardım etmenin zevkini almalı. Bu meşru zevk onun hayatını renklendirecek, güzel bir hayat yaşamasına sebep olacaktır.
Her şey Allah'ın sıfatlarının tecellisiyle yaratılmıştır. Bunu görmek, yaratıklardan yaratanı daha iyi anlamak, Kainat kitabıyla bir kısım ayet ve hadisleri şerh ve izah etmek, tefekkürdür, ibadettir.
Dünya ahiretin tarlasıdır. Burada sevap kazanılır, ahirette mükafatı alınır. Haramlardan kaçınmak da sevaptır, helalları yapmak da sevap. Maddenin girmediği hiçbir ibadet yoktur. Bu sebeple helalın-dan kazanmak, helala harcamak... Yediğimiz, giydiğimiz, içtiğimiz şeylerin helal olmasına dikkat etmek, hem dünyamızı, hem de ahiretimizi cennet eder. Zaten İslamiyet'te dünya işiyle ahiret işi-
75
ni ayırmak olmaz. İslamiyet bu dünyada yaşanırsa, ahiret de kazanılmış olur. Şu hususu hiç unutmamak lazım ki.- İslamiyet maddiyatı ve maneviyatı bütünüyle kuşatır. Maddi meselelerde Müslüman-ca hareket etmeyen kimse, manastırda ruhban hayatı yaşayanlara benzer, müslüman olsa da... Elbette dünyada haram işler de çok. İşte Müslüman bunlardan kaçınacak.
Helal kazancın yolu açıktır: Kazanıp, İslamiyete hizmet etmek şartıyla.
MİRAS
Mirasta erkek iki, kız bir hisse alır. Adaletsizlik var diye itiraz eden var.
Halbuki erkek evlenirken mehir verir, karısına bakmak zorundadır, askere gider, boşanmada nafaka öder.
Evlenmeden evvel kıza babası, erkek kardeşi bakmak zorunda. Kadınlar mehir vermez, askere gitmez, kocasına bakmak zorunda değildir.
Dul kadının geçimini oğlu temin edecektir.
Görülüyor ki kadın, erkeğe emanettir. O, her türlü zor ve pis işlerden korunacak ve her türlü geçimi temin edilecektir. Bu durumda kadının mirastan aldığı yarım hisse, erkeğin tam hissesinden fazladır, az değil.
76
ZEVKLER
Müslümanları İslamiyet'ten uzaklaştıran zevkler, buna bağlı olarak menfeat...
Zevklerle menfeat sıkı sıkıya bir birine bağlıdır. Çünkü zevk-ü sefa için para lazım.
Para, menfeatin meyvesi.
Menfeat, haram süt emiyorsa, "Düşman Kardeşler" filmi gösteriye girer.
Bugünkü hayat, menfeat ve zevk üzerine oturtulmuş.
Yememiz, içmemiz, görmemiz, gezmemiz, duymamız ve şehvetimiz zevk!
Reklam edilen zevkler bizi çok çekiyor, iç dünyamız olanca gücüyle bizi ona itiyor, İslamiyet haykırıyor: "Harama gitme yanarsın!" Acı hakikatler de sürünen, perişan olan insanları gösteriyor: "Ahıretten evvel dünyasını cehennem edenleri görün," diye.
Savaşlardan, felaketlerden, yoksulluğa kadar perişan olan insanlar, kim bilir, insanlık adına hangi insani vazifeyi ihmal etti de bu hale düştü.
Sigarasını tüttüren çocuklar...
Aylak aylak dolaşanlar...
Kendine hayrı olmayanlar...
Yan gelip yatanlar...
77
Okuldan kaçanlar... Serseriliğe özenenler...
Hepiniz zevkinizin esirisiniz. Öyleyse efendinizin zulmünü bekleyiniz.
Rabb'im beni haram zevklerden helalına döndür. Kötülüklerin kapısını bana kapat, iyiliklerin kapısını aç!
Sanki bir ses ikaz ediyor:
- İslamiyet yetmiyor mu? Yeni bir din mi bekliyorsunuz?
Eğer irademle o yöne gidemiyorsam ey din, sen mıknatıs ol, ben de demir tozu, sana yapışıp, ayrılmıyayım.
Ey beni kainatla bütünleştiren Rabb'im Ey organlarımı yaratıp, çalıştırarak, beni sıfatlarıyla bütünleştiren Rabb'im! Bütünlüğümü devam ettir, harama atarak, harama girmeme müsaade ederek beni ayrılık ateşine atma Rabb'im!
Her haram ilahi huzurda edepsizliktir. Hele bu haram bir başkasına zarar veriyorsa...
Zevkleri müslüman etmek, dünyayı da cennet eder, zira haramdan hayır yoktur.
78
Dördüncü Kışını
HAYATIN İÇİNDEN
AHIRZAMAN
Materyalistler maddenin ezeliyetine inanmakla beraber astronomi alimleri Güneş Sistemi'nin he-lezonik bir yay çizerek Vega burcuna doğru gittiğini astronomi kitaplarında izah etmektedir.
Güneş Sisteminin son gezegeni Plüton, güneşten ayrılıp Vega burcunun etrafında dönmeye başlayınca, Güneş Sistemi bozulacak, dolayısıyla kıyamet kopup, her şey tekrar atomlara dönüşecektir.
Kimya bilginleri de "zincirleme" reaksiyonla kainat bir bomba gibi patlayacaktır, diyorlar.
Enerjinin tükenmesi, güneşin soğuması gibi bir çok nazariyeler var. Bunların bütünü kainatın ebedi olmadığını göstermektedir.
Fakat bozulan insanlar, dünyayı yaşanmaz hale getirdiğinde, inkar da yaygın hal aldığında artık kainat yaratılış gayesini kaybedip, kıyamet kafirlerin başında patlayacaktır.
Bu alemi yaratan elbette buna son da verebilir.
79
Bu alemi yaratan elbette bir başka alem de yaratabilir.
Bizi bu aleme getiren, bizi bir başka aleme de götürebilir.
Öyle ise bu alem son bulacak, insan da bir hayat şeklinden diğerine geçecek ve hayatının hesabını verecektir. Allah'ın Kudret sıfatı her şeyi yapmaya yeterlidir... Allah'ın Adalet sıfatı da zalimi cezalandırmayı, mazlumu mükafatlandırmayı gerektirir.
Kıyametin ne zaman kopacağını bilmeyiz amma, ihtiyar dünyamız herhalde yaşadığı kadar yaşamayacak. Bu sebeple ahirzamandan söz ediliyor.
Peygamberlerin evveli Hazreti Adem (a.s), ahiri Hazreti Muhammed (s.a.v.).
Peygamberimiz ahirzaman Nebisi'dir, ta o zamandan başladı ahirzaman, kıyamete kadar da devam edecektir.
Hadis-i şeriflere göre kıyamet alametleri:
Emanet zayi edildi mi kıyameti belde;
İş, ehli olmayana verilince emanet zayedilmiştir,
İslamiyet mü'mine emanettir.
Organlarımız bize emanet.
Çocuklarımız emanet...
Ve, müslümanların malı, canı, namusu emanet.
80
Yalınayak, çıplak ve fakir olan koyun çobanlarının birbiriyle bina yapmakta yarışması da kıyamet alametlerindendir.
Büyükler küçüklere merhamet etmezse, küçükler de büyüklere hürmet etmezse, aile küçülür. Aileler küçüldükçe, oğlana ev, kıza ev... Binalar yetmez olur, en fakirler bile bina yapmakta birbiriyle yarışır.
Cariye sahibini doğurduğu zaman yani baldırı çıplaklar, seviyeleri düşük cahiller yeryüzünün hükümdarı oldukları vakit ahirzamandır.
Soysuz ahmak kimselerin malı bol, geçimi güzel, mevki ve makamı yüksek olduğu zaman kıyameti bekle.
Şiddetli ve sıcak yağmur yağmadıkça, çocuklar haşin ve öfkeli olmadıkça kıyamet kopmayacakür.
Ahirzamanda yalancıların sözlerine inanılacak, doğruların sözlerine inanılmayacak. Hain olanlara güvenilecek, emin olanlara hain gözüyle bakılacak. Aşağılık, hakir ve haysiyetsiz kimseler söz sahibi olacak.
Fuhuş artmadıkça, cimrilik olmadıkça, güvenilir kimselere hain işlemi, hainlere de güvenilmedikçe, şerefli insanlar yok olup, rezilleri ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmaz. (4>
4 imam Şarani, Ahırzaman Alametleri, Bedir Yayınları, Sh. 465 İyiliğin Kaynağı, F:6 - 81
Resulullah buyurmuş ki: "Ümmetim 15 kötü huyu işlediği zaman artık onlara belaların inmesi vacip olur:
1 - Ganimet malını (milli gelir) zenginlere, mevki, makam sahiplerine tahsis edip, halk mahrum bırakıldığında,
2- Emanete ihanet edildiği zaman. (Bunu yukarıda açıklamıştık)
3- Zekat verilmediği zaman,
4- İslam'a aykırı olarak erkek, karısına itaat ettiği zaman,
5- Anaya eziyet edildiği zaman,
6- Arkadaşına iyilik ederken, yakınlarına kötülük ederse,
7- Babasına eziyet ederse,
8- Mescidlerin içinde İslama aykırı sesler yükselirse,
9- Milletin en kötüleri başa geçtiğinde,
10- Kötülüğü dokunmasın diye kötüye hürmet edilirse,
11- İçki içmek yaygın hal alırsa,
12- Erkekler halis ipekten yapılmış elbiseler giyerse,
13- Şarkıcı kızlar çoğaldiğı zaman,
14- Çalgı aletleri çoğaldığı zaman
82
I
15- Müslümanlar Sahabe ve Tabiin'in yollarını terkettiklerinde, ya kırmızı rüzgar eser, yahut zelzeleler büyük tahribat yapar veya suretler, kalbler değişir, insanlar insanlıktan çıkar."<5>
Yine hadislere dayanarak, ahirzamanda Deccal ve Mehdi meselesine gelelim:
Deccal da, Mehdi de birden fazla olacak. Bu konuda ayet yok, hadislerde müteşabih olduğundan Deccal ve Mehdi meselesinde müslümanlar ittifak edemeyebilir. Deccal, bütün dinlere karşı çıkacak, Hakk'la Bâtıl'ı karıştıracak.
Mehdi ise dinlerden yana olacak, hakla batılı ayıracak.
Deccal çıkmadan Mehdi çıkmaz. Çünkü Deccal'la mücadele eden evliya, Mehdi unvanını alır.
Seve seve haram işleyen, helala meyletmek istemeyen, hayat düzenini insanlara göre kuran kimseler Deccal'dan yanadır.
Haramlardan kaçmaya çalışan, helallan yapmak için gayret edenler de Mehdi'den yanadır.
Sel gibi akan günahlar, ibadetleri alıp götürüyor. Haramların reklam edilmesi, haramzadelere geniş imkanlar veriyor. İbadet edenler de zor duruma düşüyor.
5 İmam Şarani, Ahırzaman Alametleri, Bedir Yayınları, Sh. 466 83
Bu durumda "Deccal veya Mehdi kimdir?" sorusu üzerinde durulmamak, deccaliyetten kaçmaya çalışmalı.
Ahirzamanda çıkacak Yecüc ve Mecüc'ü Said Nursi anarşi olarak yorumluyor. Bugüne kadar görülen terör ve anarşi, gelecekte olanların öncü kuvvetidir. İbadetin zahmetine katlanmayanlar, anarşinin çilesini çekmek zorundadır.
İsa aleyhisselam'ın Dünya'ya inmesini de Said Nursi birkaç yönden tefsir ediyor.
Kıyametlerin alemetlerinden biri de: Doğudan batıya doğru insanları sürecek ateştir. Cinle Hindistan'ın nüfusu iki milyarı geçiyor. Dünya nüfusunun üçte biri. Bu kadar kalabalık, ellerindeki silah araç ve gereçlerle batıya yürüse, her şey yerle bir olur. Her zaman Batının zenginliği, Doğuyu gıpta ettirecektir.
Duhan Suresi'ni tefsir edenler, ahirzamanda bir dumanın çökmesinden söz ediyorlarsa da, insanların üzerine çökecek gaflet ve cahalet dumanıdır. Onlar hakla batılı karıştıracaklar.
Said Nursi hazretleri, Dabbetülarz'ın bir nevi mikrop olacağı, insanların kemiklerini çürüteceğini, seve seve haram işleyenlerin kitleler halinde öleceğini, haramlardan kaçan müslümanların bundan zarar görmeyeceğini yazıyor.
Akşam üzeri güneş batacak, kısa zaman sonra 84
batıdan doğacak. O zaman kıyamete inanmayanlar da artık kıyametin koptuğunu kabul edecek amma tevbeleri kabul olmayacak.*6'
Güneş batıdan doğmadan evvel gerçek mü'minlerin ruhu kabzedilecek, onlar ölecek ve güneşin batıdan doğmasını sadece kafirler görecek.
Bir hadisten daha bahsetmek istiyorum. Resu-lullah buyurmuş ki:
"Muhakkak ki müslümanların müslümanlara zarar vermesi Deccal fitnesinden daha korkunçtur. Büyük ve küçük fitnelerin bütünü Deccal'in fitnesine eklenir. Her kim Deccal'dan önceki fitnelerden kurtulursa, Deccal'ın fitnesinden de kurtulur. Vallahi iki gözünün arasında kafir yazılı kimse, müslümanlara zarar veremez. "(7)
Bunları yazmamın sebebi ahirzamanda bulunuyoruz. Bu zamanda günah işlemek kolaydır, sevap işlemek zordur. Nasıl ki tek başına kalan bir ağaca, güneş doğar onu kurutmak için, rüzgar eser onu devirmeye çalışır ve sel gelir kökünü oyarsa... Tek kalan müslüman da bu gibi felaketlere maruz kalır. Eğer ilmihale uyan bir cemaatın içine girersek, haramlardan kaçmamız, ibadet yapmamız kolaylaşır. Çünkü hiç bir sel ormandan bir tek ağacı söke-
6 imam Şarani, Ahırzaman Alametleri, Bedir Yayınları, Sh. 474
7 imam Şarani, Ahırzaman Alametleri, Bedir Yayınları, Sh. 478
85
mez. Hiçbir fırtına ormandaki bir ağacı deviremez. En sıcak günlerde ağaçlar birinin köküne gölge eder, ormandaki ağaç kurumaz.
Cemaatler İslam üniversitesinin fakülteleri hükmündedir, eğitim ve öğretimin kolaylığı için cemaat olmak zorunluğu vardır, faydalıdır.
PARA
Sanayi devrimiyle para önem kazandı. Paranın sermayeye dönüşmesi, sermayenin kapital, kapitalin de kapitalizm şeklinde rejim haline gelmesi, Müslümanlar'ı mağlup etmesi, son 300 senenin acı hikayesidir.
Küçük tasarrufların işe yaramadığı bilinen bir gerçektir.
Küçük tasarrufları bankalarda toplayıp, onları büyük sermaye yapan kapitalizm, büyük işler de başarmıştır.
Ayet ve hadisle müslümanlar faize karşıdır. Bankalar faizli kuruluşlardır, bankalara para yatıranlar da müslümanlardır.
Bu tersliğin sebebi: Kâr edenler ortak almamış, kâr etmeyenler de ortak alıp, batarak, müslüman-ların bankalara akmasına sebep olmuştur.
Bankalar da anonim şirkettir. Daha çok para satarak, para kazanırlar.
İslamiyet'te ise para satarak değil, mal satarak, alarak para kazanma şartı vardır.
Eğer Müslümanlar, kâr dağıtan şirketler kursa, her geçen gün banka şubeleri azalır.
Finans kurumlan, faizle fiili mücadele eden kuruluşlardır, desteklenmeli.
Amma müslümanların parayla, malla ve makamla alakalı hususlarda müslümanca hareket etmemeleri, bugüne kadar felaketleri olmuş, bundan sonra da olur.
Materyalistlerin putlaştırdığı para esir alınıp, İslamiyet'in hizmetine sokulmalı...
Kapitalizmde bazı insanlar, sosyalizmde devlet, İslamiyet'te ise millet zengin olur.
İslamiyet'te kitle kalkınması vardır. Bu sebeple batıdaki çok ortaklı, çok işçi çalıştıran firmalar İslam'a uygundur.
Ortaklığı, ücreti, primi emreden İslamiyet'tir, bunları uygulayan ise başkaları...
Müslümanlar tahsili, sanat öğretmeyi yaygın hale getirmek zorundalar. Bir de çok ortaklı, çok işçili firmalar kurup, çalıştırabilirlerse, o zaman kapitalizmin ve sosyalizmin tehdidinden kurtulabilirler.
86
87
Büyük işleri bazı insanlar başarabilir. Onlar da küçük işlerle uğraşır, küçük insanlar da büyük işlere el atarsa; bu sadece müslümanlar'ın değil, insanlığın da felaketidir.
Bir işi iyi bilen,
bildiği işten kâr eden,
kâr ettiği işe ortak alan,
kâr dağıtan,
dünyanın en büyük şirketini kurar.
Parayla, malla, makamla alakalı konular da müslümanca hareket etmeyen, Amerikan yolcu gemisinde, kamarasına kapanıp ibadet eden Müslüman'a benzer ki, geminin yönetimi başkasının elinde; bu Müslüman Amerikalı kaptanın gemi tüzüğüne uymak zorunda; gemideki ekseriyet yabancı olduğundan bar, balo, kumar hakim durumdadır.
Bugün politika, kültür, hakimiyet, ekonomiye; ekonomi de paraya dayanıyor.
Fertten devlete, devletlere ve dünyaya kadar her şeyin temelinde para. B"u nesne iyiye de, kötüye de kullanılır.
Paraya karşı çıkan da para için çalışıyorsa mantıkta arıza var demektir.
Tekrar edelim ki paraya, mala, makama Müslümanca hükmetmek kuftuluşumuzdur.
88
MAL - MÜLK
Bu açıdan insanlara bakınca değişik durumlar gözüküyor.
1- Ev eşyaları: Mefruşat, mobilya, kristaller, avizeler, gardrop, büfe... Kazancın büyük bir kısmı bunlara gidiyor. Bazıları çok kazanmak için çok çalışıyor ilme ve ibadete zaman kalmıyor. Bazıları da borcunu ödemeyip, müslümanlar arasındaki itimadı sarsıyor.
İnsanlar eşyadan şeref ve şan almaya başlayınca; ilmiyle, ibadetiyle, faziletiyle eşyaya şeref veren insanların sayısı azalıyor.
Eşyaya bu kadar önem verirken, her evde bir kütüphane var mı? Her ay eve belli miktarda kitap, hep hafta birkaç dergi, hergün gazete giriyor mu?
Alınan gazeteler okunan cinsten mi, seyredilen cinsten mi?
Televizyonda hangi kanalı daha çok seyrediyoruz, niçin?
2- Buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinası, firın, elektrik süpürgesi... Bunlar hanımların işini kolaylaştırırken, hanımlar işsiz ve hareketsiz kalıyor, bu da bir kısım hastalıklara yol açıyor. Yani eşyaya verilen para yetmiyor, bir de doktora, ilaca para...
3- Yazlık evler, kışlık evler, arabalar, derken imalata yatırım yapılmıyor.
89
Mark, dolar, altın, borsa senetleri de yatırımı önlüyor.
Böyle kimselerin çocukları yatırım yapanlara işçi oluyor.
İmalata yatırım yapmayan milletler evvela diğer devletlere pazar, sonra da köle olur.
4- Malsiz, mülksüz, parasız kalmak zor! Varlıklı olanlar da "Ben Müslümanım, dinime, imanıma nasıl hizmet edebilirim?" diyebilmeli...
Servetle kültür bir arada olursa ne âlâ!
Servet kültürün emrinde olursa kurtarıcıdır. Kültürsüz servet ise felaketlere sebebiyet verir.
Hem yoksul, hem de cahil olan insanlar ise, ibret almak için gereklidir.
Paraya, mala mülke ve makama müslümanca yön vermek kurtuluşumuz için şarttır.
MAKAM
"Mevki, makam" deyince akla memuriyet gelir.
Rızık, Rezzak-i Kerim'den olunca, maaş ve ücret için memur ve işçi olmak caiz değil. İslam'a hizmet için memur veya işçi olunur, maaş dolayısıyla gelir.
İslam düşmanlarının güçlü olduğu ülkelerde ücretliler, işinden atılma pahasına dinine hizmet
90
edecek!
Dine hizmet etmek: İlmini ve ibadetini artırmakla olur.
Din için, Allah için işten atılmayı göze alanlar, kendilerini yeni bir işe hazırlamalı. Ehliyet almak, bir sanat öğrenmek, bir tarafa birkaç kuruş koymak, din düşmanlarının karşısında biraz daha güçlü durmaya sebeptir.
Memurlar ve işçiler akşamdan, gece on bire kadar ki boş zamanlarından hergün bir veya iki saati değerlendirseler, din düşmanlarının karşısında boyunları eğik olmaz.
Hergün kahveye, meyhaneye gidenlere inat, memur ve işçilerden şuurlu müslümanlar, kendilerini manen ve maddeten daha iyi duruma getirmeliler.
Düşününüz ki bir İslam ülkesinde memur ve işçiler İslam'a aykırı hareket etmeseler ne kadar iyi ve hoştur.
Harama hizmet edenlere inat helala da hizmet edenler olmalıdır.
Şu husus hiçbir zaman unutulmamalıdır. İşe ya-ramıyan Müslümanlann sayısı arttıkça, felaketlerin de sayısı artar.
Dindarlığından dolayı zarar gören memur ve işçilere yardımcı olacak vakıflarımız, şirketlerimiz yoksa, o İslam ülkesinde beyin kadrosu noksan demektir. 91
'II
Her ülkede üst düzeydeki memurların bir kısmı yeminlidir. Bunlar 40-50 kişi bir araya gelip "Hayatın her kademesinde birbirimize yardımcı olacağız" diye söz verirler. Aralarındaki parti ve ideoloji farkını bile avantaj sayarlar. Bunlar her iktidar döneminde makamlarını korur, bunlar arabasını dağdan aşırır, borularını öttürürler.
Türkiye'de herken. Müslüman. Bunların içinde bir de dindarlar var.
Dinine bağlı dindarlar "Müslüman olmayı" yemin saymalı, şuurlu müslümanlar birbirinden haberdar olup, birbirine yardım etmeli. Bunlar da her iktidar devrinde makamlarını korumalı, kadrolarına sahip çıkmalı.
Din düşmanları harama hizmet ederken, helala hizmet edenler de bulunmalı...
YALAN
İki türlü yalan vardır: Biri başkasına zarar veren yalan ki, bütünüyle haramdır.
İkincisi şahsın kendisini veya aileyi, vatanı milleti koruyan yalandır.
Mesela, aldığı parayı "Almadım" diye yalan söylemek, dünyayı ve ahireti zindan edebilir.
Amma güvenilmeyen biri borç istiyor, ona "Param yok" demek, malın muhafazasıdır, bu da farzdır. 92
1960'lı yıllarda Risale-i Nurların kapaklarını değiştirip, içindeki Said Nursi isimlerini silip, böylece o kitapları okuyup, okutturuyorduk.
Fakat içkiden, kumardan, kız arkadaştan uzak kalanlar "Nurcu" damgasını yeyip, sorgulanıyordu. Onlara "Risale-î Nurlar'ı okumadım, bende o kitaplar yok" deyiniz dediğimizde:
- Bu yalan olmaz mı? Ben yalan söyliyemem, derlerdi.
Yahu, adam seni dinsiz bırakmak için seferber olmuş, sen dinini, imanını korumak için niçin yalan söylemeyesin?
Bir eve baskın yapılıyor ve iki delikanlı mahkemeye çıkıyor.
Hakim:
- Sen Nurcu musun?
Deyince, delikanlı çenesini gösteriyor:
- Buraya kadar! -Üçsene hapis... Öbürüne soruyor.
- Sen Nurcu musun?
- Efendim Nurculuk'tan kastınız ne, onu anlayabilir miyim?
- Yani cemiyetiniz falan var mı? Aranızda para topluyor musunuz?
93
- Hayır efendim, ben bazan kahveye gitmeyip, dinimi öğrenmeye çalışıyorum...
- Beraat!
İki delikanlı da aynı yerde, aynı şartlarda yakalandı, biri üç sene hapis giydi, diğeri beraat etti.
Başkalarına zarar veren yalandan şiddetle kaçınınız.
Malın, canın, dinin, neslin ve aklın korunması ise farzdır.
Vatan, her şeyimizi koruyan kasadır. O gitti mi geriye bir şey kalmaz. Korunmalıdır.
KİMLİK
Devlet dairelerinde nüfus cüzdanı sorarlar. Resmimize bakıp; adımızı, soyadımızı yazarlar...
Mahkemelerde "Kimlik tesbiti" yapılır.
Bir ülkeye gittiğimizde pasaportumuza bakarlar...
"Aynalar söyleyin bana ben kimim?" diyen şair, aynadaki "Ben"i yeterli bulmuyor, çünkü insan sadece fiziki yapıdan ibaret değil. Kimin kültürünü almış/nasıl bir inançla yaşıyor, gayesi nedir?
"İnsan dilinin altında gizlidir" derler. Ben'de gizli olan "Ben"i aramak ve "Ben neyim?" sorusunu sormak...
94
"Bir ben var bende, benden içeru" derken, iç dünyamızdan söz ediyoruz.
Hani "Testinin içindeki ne ise dışına sızan odur" derler. İnatçı insanı, inatçı bir hayvana benzetirler... Maymun gibi mukallit, köpek gibi kapıyor, çifte attı, vesaire...
Orta oyuncusu, Dünbüllü sahnedeyken biri ona hıyar atıyor. Dümbüllü hıyarı eline alıyor: "Arkadı-şımızın hüviyetini aldık, kendini tanıdık, teşekkür ederim" diyor.
Hüviyet zahiri, kimlik bâtîni... Fizyoloji, psikoloji... Osmanlı Devleti zamanında İstanbul'un Kara-köy semtinde Rumlar, Ermeniler, Yahudiler çoğun-luktaymış. Sirkeci tarafındaki bir Müslüman elbisesini ve ismini değiştirip, Karaköy'e geçip, içki içermiş...
Salamon da, Süleyman da insan. İnsanların inancı, dini, kültürü, hedefi başka başka...
Ölüm, dünya şehrinden ahiret âlemine gitmektir. Orda da pasaport sorabilirler. İsim o kadar mühim değil, "Ahiret'e ne kadar inandın?"
Ahiret'e çıkan insan, onu artık inkar edemez ki... "Neden inanmadım?" diye öyle bir pişmanlığa düşer ki, cehennem ateşinden beterdir. İmanda mertebeler... İmana göre derecelenen ibadetler...
95
Akılla kalbin, imanla ibadetin, ilimle dinin bütünleşmesi gerekirken; insan bu âlemlerin neresinde? "Aynalar söyleyin, bana ben kimim?" Hüviyetimizi cebimizde taşısak da, kimliğimizi biz yazdık, onu biz taşıyoruz, hüküm ellere kalmış... Bize bakan, bize ne diyor?
Siz hiç Avrupa'da veya Amerika'da bulundunuz mu? Yedinci sınıf vatandaş muamelesi gördünüz mü? Toplu fotoğraf çektirdiğinizde "Bu benim" diye tanıtma ihtiyacı duydunuz mu?
Ne ise...
Elbisemiz, kıyafetimiz, işimiz, lisanımız ne olursa olsun hüviyetimize "İslam" yazdırdığımız gibi kimliğimize de aynı kelimeyi yazdırabildik mi? Ahmetler, Mehmetler. Aliler, ismine uygun ne kadar İslamî bir hayat yaşadılar?
Meyhanedeki Mehmet'in ismi başka, hüviyeti başka, kimliği bambaşka!
İslam mezarlığındaki yolların bütünü cennete gitmez ki...
Öyle bir kimlik olmalı ki, ahlakımız İslamiyet'le bütünleşmeli...
96
ÇOLUK-ÇOCUK
"Yıkılası hanede evlad-ı ıyal var" demişler.
Evlad çocuklar, ıyal da hanım...
Dava adamı sofraya yürür gibi sehbaya da yürüyebilir fakat ölümünden sonra çoluk, çocuğu perişan olacaksa vazgeçer.
Böylece nice davalar evde erimiş, bitmiştir.
Her ideolojinin, her dinin filizlendiği yer de, battığı yer de evdir.
İslamiyet, Erkam (r.a.)'ın evinde filizlenirken, Cumhuriyet'in başlangıç yıllarında bazı evlerde oynanan kumar, içilen içkiler de sonra vatan sathına yayıldı.
Said Nusri, evleri medrese yaparken; ehl-i tarik onları tekke; erbab-ı ilim de evleri mektep yaptı.
Televizyonla Amerikalı'nın ban ve yatak odası, müslüman'ın evine taşındı.
Evin çekirdeği karı koca... Ana, baba, sonra çocuklar, torunlar uzar gider.
Karı kocaya göre ev, maddeten ve manen şekillenir. Orda cennet hayatından cehennem hayatına kadar maddi ve manevi boyutlar vardır.
Batıl bir davaya hayatını veren sosyalistler de; ulvi bir davaya hayatını veren dindarlar da evlerde, aile hayatı yaşıyor.
iyiliğin Kaynağı, F:7
97
Her şey zıddıyla gelişir. Din düşmanları yan gelip yatsa, biz de aynı şeyi yapabiliriz. Fakat, onlar davaları için maddeten ve manen seferber olurken, Müslüman'ın Paris gecelerini yaşaması, felakete davetiyedir.
"Yıkılası hanede evlad-ı ıyal var."
Hayır, hane yıkılmasın. Fakat dava adamı, o haneden hizmete yol bulsun.
Şövalyeler İslam kalesine giden yolları kesse de, ne İslâm, ne de küfür bütünüyle yok olacak. İkisi de her zaman kendine göre yol bulacaktır.
İslam güneşi doğsa bile gölgeler karanlığı temsil edecektir.
Gece bütün dehşetiyle çökse, sabahı kimse inkar edemeyecek!
Mü'min imanıyla Allah'ın emrine girer. Artık o, Peygamberin yolundadır. "Tedbir aklın alametidir." Evlad-ı ıyalı için tedbirini alır, o yolunda yürür. Gözyaşları sel olup yolunu kesemez, minnacık eller onun yakasına erişemez.
O, asırlardır devam eden gecenin sabahına güneşi taşır, hem de yanarak...
Aile hayatımız dini hizmetlere mani olursa; gelen felaketler onu temelinden sarsar.
Ne mutlu o aileye ki maddeten ve manen İslam'a hizmet eder. Çünkü biz Müslümanız!
98
ŞEYTAN
Besmele'de Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başladıktan hemen sonra şeytanın şerrinden Allah'a sığınırız.
Şeytan, Sünnet-i seniyyenin dışına çıkan Müslüman'ı iyice azdırır.
Sünnet-i seniyyeye uyana da hiçbir şey yapamaz.
Öyle ise şeytanın şerrinden Allah'a sığınan Mü'min, haramlardan kaçmada azami dikkat göstermeli ki bu duası da kabul olsun.
Seve seve haram işleyenlerden belki şeytan da kaçar ki daha fazla bozulmasın diye.
İnsanda yükselmenin alçalmanın sınırı yoktur. Yükselmekte melekleri geçebilirken, alçalmada şeytandan daha şerli olabilir.
"Şeytan gibi insan" tabiri boşuna değildir. Haramdan kaçarsak şeytan bize zarar veremez, münafık verir. İşte Müslüman gibi görünüp, mal, makam, servet hırsıyla Müslümanlar'a zarar veren münafıklar, şeytandan daha zararlıdır.
Şeytanın yaratılması şer değil, Müslüman'ın şeytana uyması serdir.
Müslüman harama meyledip şaytana uymazsa onun hiçbir zararı olmaz.
99
Şeytana lanet okuyan, kendi hatasını anlasa kurtulur.
"Şeytan Mü'minin düşmanıdır." O düşmana kale kapılarını açan zevklerimiz ve menfeatimizdir.
Dıştaki düşmanı tanıyıp içteki düşmanı tanımamak gaflettir.
Sahabe içteki putları yıkınca, dıştakilerini de devirebildi.
Bugünkü iki milyar Müslümanın ekseriyeti şeytana uymasa ne büyük bir güç ortaya çıkar!
Amma herkes tek tek haramlardan kaçmaya, şeytana uymaya veya şeytanlaşmamaya memur ve mecburdur. Çünkü tek başımıza öleceğiz, hayatımızın hesabını vereceğiz...
ALKOL
Sanayide, tıpta, kimyada kullanılan alkol faydalıdır.
İnsan içki içti mi, alkol zararlı olur.
Öyle ise alkolün yaratılması şer değil rahmettir; insanın alkol kullanması serdir.
Bazı kimseler günde bir veya iki kadeh içki alır, bunun faydasından söz eder.
"Bir kötülüğe sebep olan, o kötülüğü işlemiş gibidir" sımnca, günde iki kadeh içki- içen de, ay-
100
yaşın halinden mesuldür. Çünkü içki içenler olmasaydı, bunların içinden bazıları da ayyaş olmazdı.
İçki içen, meyhanelerden, içki fabrikalarından mesuldür.
Zekatını vermeyen komünizmin gelmesinden; yatırım yapmayanlar bankaların varlığından mesul olduğu gibi.
Allah, Kur'an'la insanın beynine hitap eder.
İçkiyle beynini karartanlar, Kur'an'a ve Pey-gamber'e nasıl muhatap olsun?
"Azı sarhoş edenin çoğu da haramdır."
Uyuşturucu da sarhoş ediyor, o da haramdır.
Boş kalan can sıkıntısını atmak için kendini içkiye, uyuşturucuya veya kumara verir.
İslamiyet'i bilmeyen, anlamayan, geçmişin piş-manhklarıyla, geleceğin evhamlarıyla kıvranırken, içki veya uyuşturucu alıp ya hayale dalar veya sızar...
Zamanı öldüren bu insanlar manen ölmekle kalmaz, hem neslini mahveder, hem de insanlara zarar verir. Hiçbir içki şişede durduğu gibi durmaz.
Haram helal bellidir. İçkinin, kumarın, uyuşturucunun haram olduğunu bilmeyen yok. İsteyen haram yoldan Cehenneme, isteyen helal yoldan Cennete gider. Mutlaka gider, zira burda kalan
101
yok. Dünyasını cehennem eden de çok. İslamiyet ise dünya ve ahiretimizi cennet etmek için gönderilmiş bir dindir.
Müslüman alkole giden yola adım atmamali. Bir adım atarsa nerde duracağı belli olmaz.
Müslüman fuhşa, kumara sebep olacak hallerden uzak kalmalı... O senaryo uygulanırsa insan figüran olur.
Kurtuluşumuz çok kolay amma, delikanlılar, kanı deli olanlar, akıllı geçinirken deli sıfatı alanlar!.. Yaşlı bebekler...
Ve haramların zehirli bala benzemesi, insanları felaketlerin içine atmıştır.
102
Beşinci Kısım
İSLAMÎ ANLAYIŞIMIZ
RAHMAN ve Rahim olan Allah İslamiyet'i göndermiş ki, cennet gibi dünyayı cehennem etmeyelim...
Madem ki 300 senedir dünyanın her yerinde öldürülen, dövülen, aç kalan Müslümanlar'dır; öyleyse 300 senelik İslami anlayışımız değişmelidir. Bunun için okulla camiyi, tekkeyle ilmi, seccadeyle tezgahı ve Müslüman'la İslamiyet'i bütünleştirmek lazım.
OKULLA CAMİ
"Okul", ilkokul birinci sınıftan üniversite son sınıfa kadar ki eğitim ve öğretim sisteminin bütünü... Belli yaştaki insanlar, bir kısım şartlarla buralara devam eder.
Cami ise, her yaştaki insana şartsız ve ömür boyu eğitim ve öğretim verir.
Camide temel kitap Kur'an. 103
Okulda da kainat...
Kur'an'ı gönderen Allah, kainatı yaratmış, bunlar birbirine ters olamaz.
Cami de, okul da beyne hitap eder, birbirine ters düşemez.
Kainat kitabı okullarda fizik, kimya, biyoloji, coğrafya, astronomi, arkeoloji gibi bilim dallarıyla okutulmaktadır.
Okul ders kitapları yaratıkları anlatır.
Yaratıkları bilip, yaratanı bilmemek mantıksızlıktır.
Eskiler: "Kainatla Kur'an birbirini şerh ve izah eder" dermiş. Biz de : "Ders kitapları, bir kısım ayet ve hadislerin şerh ve izahıdır" deriz.
Bu acıdın bakınca ilim dinli, dinsiz kısma ayrılamaz bir bütündür.
Zaten İlim, Allah'ın sıfatıdır; Allah sonsuz ilminden bize bir parça verdiğinden, her bilim dalı sınırlıdır, her bilim Kur'an'in anlaşılmasını kolaylaştırır.
Kur'an da, sosyal ve fen bilimlerinin doğru hedeflerini gösterir.
Din görevlileri bir kısım ayet ve hadisleri okul ders kitaplarıyla; öğretmenler de Allah inancıyla derslerini anlattığında camiyle okul bütünleşir, iyi günler gelmeye başlar.
104
TEKKEYLE İLİM
Eskiden tarikat mensuplarının toplanıp zikrettikleri yerlere "tekke" denirdi.
Şimdi buna benzer yerler olmakla beraber evler de tekke vazifesi görmektedir.
Tekkeyle camiyi bütünleştirmek lazım: Bir gecede binlerce defa Allah diyen mürid, Allah'ın kitabını da öğrenmelidir.
Salavat getirdiği Resullah'ın sünnetinden haberdar olmalıdır.
Yani yalnız kalb ayağı ile seyr-i sülük etmeyip, bu manevi ve ulvi yolculuğa beyin de arkadaşlık etmeli. Hafızaya doldurulan İslamî bilgiler, zeka tarafından anlaşılmalı; kalb, bu bilgilerden iman şeklinde payını almalıdır.
İslamiyet zaten "İlim dini" dir, çünkü kitaplı bir din.
Asrımızda ilim ön plana çıkmış, bir kısım ülkeleri süper güç yapan ilim ve tekniktir.
İlmi ve tekniği haram eden bir tek ayet ve hadis gösterilemez. Tam tersine pekçok ayet ve hadis ilimde ve teknikte ilermeyi emrettiği halde 300 senedir Müslümanlar çeşitli sebeplerle ilimde teknikte geri kalmışlar, bu da felaketimiz olmuş.
İslam tarihi boyunca devam eden tarikatlar ve tekkeler kıyamete kadar da devam edecektir. Eğer
105
tarikatlar zikre verdikleri önemi ilme ve tekniğe de verirlerse "İnanıyorsanız üstünsünüz" ayetine layık olurlar.
Beyinle kalbi, dünyayla ahıreti, seccadeyle tezgahı, camiyle okulu ve
tekkeyle camiyi bütünleştirmek lazım ki Müslü-manla da İslamiyet bütünleşsin.
SECCADEYLE TEZGAH
Cami cemaatinin ekserisi ihtiyar. Eğer bu ihtiyarlar, gençlik yıllarında namaz kılmak nasıl iba-detse helal kazanç için atölyede, laboratuvarda, fabrikada çalışmak da öyle ibadettir, sırrını anlasalardı, bugün teknik ziraattan fabrikalara kadar her türlü işletmeyi ellerinde tutar, çocuklarını da orda çalıştırıp, onların ilmiyle, ibadetiyle yakınen meşgul olurlardı.
İlmin, tekniğin önemini anlamayan Müslümanlar çocuklarını başkalarının iş yerlerine gönderip, camileri ihtiyarlara, çarşıyı pazarı da "başkaları"na teslim ettiler.
106
Tarih şahittir ki. Müslümanlar ne zaman İslamiyet'i öğrenmiş, anlamış yaşamışsa süper güç olmuş... Ne zaman da İslam'dan uzaklaşmışlarsa, düşmanın ayağının altına düşmüşler.
Afganistan'daki, Bosna'daki, Filistin ve Lübnan' daki binlerce cami, ülkeyi de, kendisini de koruyamadı. Çünkü cemaat, seccadeyle tezgahı bü-tünleştiremedi, namaz kılmak nasıl ibadetse ilimde, teknikte ilerlemek, helal kazanç için çalışmak da ibadettir sırrını anlamamıştı.
Caminin içiyle dışı birbirine uygun olmalı.
Namazdan çıkan cemeat, çarşıyı da İslam'a uydurmalı, hilesiz, kaliteli imalat, yalansız pazarlama ve çekler, senetler dönmemeli. İşte o zaman Müslümanlar birbirine itimat eder, dünya piyasalarına hakim olurlar. Türkiye de süper güç olur.
Seccadeyle tezgahı bütünleştirmek, külli ibadettir.
MÜSLÜMANLA İSLAMİYET
18. asırda başlayan Sanayi Devrimi, İslam aleminin felaketi oldu.
Sanayi devrimi fabrikada, atölyede, laboratuvarda seri üretimdi.
Üretilen bu malların satılması lazımdı. Zaten ticarette en mühim husus pazarlamadır. Malı sattıktan sonra üretim kolaydır. 107
Pazarlama için pazarlar lazımdı. İslam ülkeleri bunun için en uygun yerlerdi.
Avrupa teknolojisi 19. asrın başlarında İslam ülkelerini esaret altına alırken, Osmanlılar tarihten siliniyordu ve İslam tarihinin en kanlı olayları oluyor, Müslümanlar kitleler halinde katlediliyordu.
1923'de Lozan'da galip devletlerle aynı masaya oturduk.
Lozan Andlaşmasının iki yönü vardır: Biri İnkılap tarihlerin de yazılı, öbürünü ise uygulamalardan anlıyoruz: 1923'den sonra Türkiye'de İslami öğretim ve eğitim yasaklanmaya başladı.
Türkiye'nin askeri zafere ulaşması, bağımsızlılı-ğını ilan etmesi, belli bir oranda önemlidir. Eğer bunu ekonomik, politik ve kültürel zaferler takip etmezse, esaretin bir şeklinden diğerine düşülecekti.
Evet modern dünya, modern bir kölelik icat etmişti. O da "Pazar ülkeler", ekonomik köleler. '
Ekonomideki kölelik, politik ve kültürel köleliği de beraberinde getiriyordu.
Demek İd başta Avrupa, Amerika ve Rusya Türkiye'nin pazar olarak kalmasını istediler, bunun için de Müslümanin İslamiyeti öğrenmemesini, anlamamasını ve yaşamamasını temin ettiler.
Müslümanlarda yaşanmayan bir dinin sadece ismi kalmıştı. Bu da kurtarıcı olamazdı.
108
İslamiyet'ten uzaklaşan müslümanlar bid'atlara, İsrailiyata, hurafelere daldılar. Böylece indirilen dine değil, uydurulan dine tabi oldular. Halkın dini başka, devletin öğrettiği din başka, kitaplardaki din daha başkaydı. Bunun için Kanuni Sultan Sü-leyman'nın oğlu II. Selim'den bu yana, yaklaşık 350 senedir, dünyanın her yerinde öldürülen, dövülen, aç kalan Müslumanlardı, bu hal halen devam ediyor. Çünkü Müslümanlar İslamiyet'i öğrenmekten, anlamaktan ve yaşamaktan mahrum bırakıldı.
İslâm Medeniyetinin dört unsuru vardır: İlim, teknik, sanat ve İslam ahlakı.
Müslümanlar, İslamiyeti bu şekilde anlasa, hemen pazar olmaktan kurtulup, pazar aramaya başlayacak.
Süper güçler de : "Bu zamana kadar biz sizleri pazar olarak kullandık, buyurun bundan sonra da siz bizlere mal satın" demezler, kavgaya girişirler. İç karışıklıklar çıkarırlar, terör, anarşi, savaşlar, kalkınmak isteyen ülkelerin belini büker.
"İnanıyorsanız üstünsünüz" ayetine istinat ederek söyleyelim ki, imanın altı şartı, İslamın beş şartı ferdi, aileyi, işyerini ve devleti üstün kılmıyorsa bunlar yeteri kadar anlaşılmamış demektir.
Gerek devletler, gerekse onların içimizdeki uşakları, müslümanla, İslamiyetin arasına utanç
109
duvarları çekmiştir. Müslümanın İslamiyet'e ulaşması, onunla bütünleşmesi önlenmiştir.
İslam sarayına müslümanlar gitmek, girmek, içinde dolaşmak hatta orada kalmak istiyor. Bu, o-nun hakkıdır.
İslam sarayı bin kapılı. Bin yoldan da bu saraya ulaşmak mümkün. İsteyen istediği yoldan gidebilir. Böylece müslümanlar yola çıkıyor. Bir yolda laiklik, öbür yolda cumhuriyet, diğer yolda demokrasi, beri yolda tabiatçilık, bir başkasında doğacılık, solculuk, sağcılık, sosyalizm, kapitalizm, materyalizm, kahveler, meyhaneler, barlar, karma liseler, içki, kumar, diskotek, ekranlar, perdeler, vitrinler... Say sayabildiğin kadar herbiri bir yolu kesmiş, Müslümanın İslamiyete ulaşması mümkün değil.
Günah selleri ibadetleri alıp götürüyor, geriye ibadetsiz müslümanlar kalıyor, onlar da işe yaramıyor.
Günah işleyen müslümanlar su alan gemi gibi batıyor.
Günah işlenleyenlere mevki makam dağıtılıyor.
Haramlardan kaçmak isteyenler gerici, yobaz, şeriatçı yaftalarıyla damgalanıp, memuriyetten atılıyor.
Hâlâ çağdaşlığın alameti, balolar, kokteyl partiler ve kıyafet!
110
Vatanını, milletini çok sevdiğini söyleyenler, Türkiye'nin pazar olarak kalması için gereken her şeyi yapıyor.
İslamiyet vicdanlara, kalblere gömülmüş. Vicdanlar İslamiyet'in hapishanesi olmuş, dışarı çıkması yasak.
"Kalbim temiz" diyenler, dananın, koyunun yüreğinin temiz olduğunu bilmiyor mu. Bu sebeple yürekleri alıp, pişirip yemiyor muyuz?
Günahı süsiediler, haramları reklam ettiler, helalları piyasadan sildiler, böylece Müslüman, İslamiyet'ten çok amma çok çok uzaklarda kaldı.
Bugünkü Müslümanlar batan geminin mallarıdır. Herkes kendini kurtarmaya çalışsın. Özellikle parada, malda ve makamda müslümanca hareket etmek zorunluluğu vardır. Bunu başardığımız ölçüde kurtuluruz başaramazsak felaketler peşpeşe gelir.
Müslümanla İslamiyeti bütünleştirmek, müslümanın baş gayesi olurken, düşmanlarımız da bunu önlemeye çalışıyor.
111
CEHENNEM FEDAİLERİ
Adam her gün kahveye gidiyor ki, dünya ve ahiretini cehennem etsin...
Kahveye giden zamanın kıymetini bilmez. Zamanın kıymetini bilmeyen kıymetsiz olur. Kıymetsiz insanların kendine de, İslamiyet'e de hayrı olmaz, böyece dünya ve ahiretini cehennem eder.
Hergün kahveye gidene inat, dindarlar hergün Tefsir dersine gidebiliyor mu?
Şu misal de gösterir ki, Cehenneme gitmek isteyenler, Cennete gitmek isteyenlerden çok gayretlidir.
Kahveye gidenlerden biri bu alışkanlığından vazgeçse, kitap okusa, yahut bir sanat öğrense, veya bir iş yapsa, hem kendine, hem dinine faydalı olur, hem de dünya ve ahiretini cennet eder.
İçki içenler de dünya va ahiretini cehennem etmek için seferber olmuş kimselerdir.
Sarhoşun içkiye verdiği parayı İslam'a veren kaç Müslüman vardır?
• • •
112
Cehennem hayatı yaşamak için herşeyini kumara verenlere inat, her şeyini İslamî hizmetlere veren kaç Müslüman gösterebilirsiniz?

Bu misaller de gösteriyor ki, Cehenneme gitmek isteyenler, Cennete gitmek isteyenlerden çok çok gayretli. Bu sebeple cennet gibi dünya başımıza cehennem olmaktadır.
Firavun rüyasında görüyor ki doğacak bir çocuk tahtını elinden alacaktır.
Emir veriyor: "Doğan erkek çocukların hepsi öldürülsün!"
Firavun, bu çocukların sadece dünya hayatına son verdi, ahiretleri cennet...
Şimdi öyle analar, babalar var ki çocuklarını, kahve, meyhane, bar, kumarhane için yetiştiriyor. Onların hem dünyasını, hem de ahiretini cehennem ediyor. Siz söyleyiniz Firavun mu daha zararlı, bir kısım ana - babalar mı?
Aslanlar, filler, yılanlar yavrularına hizmet ederken öyle babalar var ki çoluk çocuğunun rızkını kahvede, meyhanede, barda, kumarhanede bitirebiliyor.
iyiliğin Kaynağı, F:8
113
Canavarlar yavrularına hizmet ederken, bir kısım insanlar ihanet ediyor...
Çünkü insan İslam'dan uzaklaşırsa canavarlardan daha tehlikelidir.
SİYASET
Bu kelime İdarecilik, yöneticilik manasına geliyorsa:
1- Müslümanın kendi kendini müslümanca idare etmesi siyasettir.
2- Müslümanın yakınlarını müslümanca idare etmesi yine siyaset.
3- En önemlisi Müslümanın iş yerini idare etmesi...
4- Müslüman devlet işlerinde vazife alırsa haramlardan kaçınıp, helal dairede yaşamaya çalışması siyasettir.
Elbetteki siyasetin ilk üç maddesini şahsında uygulamayan, devlet işlerine talip olsa da sonu hüsrandır.
İSLAM DEVLETİ
Kur'an'da ve hadislerde "İslam Devleti" tabiri yoktur.
Asr-ı Saadette olduğu gibi her Müslüman tek tek mükemmel müslüman olursa, onların kurduğu her kuruluş da İslam'a uygun olur.
İslam Tarihinde Gazneliler, Selçuklular, Osmanlılar gibi devletlere şahıs veya yer ismi verilmiş. Bu devletlere bakan ecnebiler de onlara "İslam Devleti" demiş.
İslamiyeti temsil etmek büyük bir iddiadır. Önemli olan haramlardan kaçmaktır. Hangi devlet haramlardan kaçınırsa o, İslamiyet'e uygun düşer. Güç yettiği kadar da helal dairede yaşamalıdır.
İSLAM İKTİSADI
Ayet ve hadislerde bu tabir yoktur. Hangi iktisat sistemi haramları terk etse, İslam'a uygun duruma gelir.
Müslümanlar doğru olsa veya doğru Müslümanlar halka açık anonim şirket kurup kâr dağıtsa, dünyanın en büyük süper gücü olur.
114
115
ŞERİAT
Ayet ve hadislerden çıkarılan hükümler, şeriat olduğu gibi, okul ders kitaplarındaki kanunların, formüllerin, denklemlerin ve teoremlerin bütünü de şeriat-ı fîtri ve şeriat-ı kevni'dir. Bunların hepsine Müslümanların itaat etmesi lazımdır. Böylece okulla cami bütünleşir.
Ey insan!
Sen taş olmadın, toprak olmadın, hayvan olmadın.
Allah, seni insan olarak yarattı. Sana üstün kabiliyetler verdi. Ve, din gönderdi ki dünya ve ahiretini cennet edesin diye.
Sadece haramları terketmeye başla, kurtulduğunu göreceksin!
Helal dairede dünya va ahiretini cennet edeceksin. Bunun misalleri pek çok. Sen de haramlardan kaç, helal daireye gir, üstün ol, dünya ve ahiretini cennet et. Dileğimiz, duamız budur.
100 Soruda
Bediüzzaman
Said Nursi
Hekimoğlu İsmail
Yaşadığı dönemde ve günümüzde her zaman odak noktası olmuş, eserleri ve yetiştirdiği talebeler ile yakm tarihimize damgasını vurmuş önemli şahsiyetlerdendir Bediüzzaman Said Nursî... Üstad ve eserleri hakkında, Risale-i Nurlar ve talebeleri hakkında zihinlerde dolaşan sorulara en açık ve net cevapları bu kitapta bulacaksınız.
İNSAN OKUDUKÇA..

Ben Bir Müslümanım
NEYE, NASIL
İNANIRIM?
Hekimoğlu İsmail
İçinde yaşadığımız toplumda kime sorsanız "ben müslümanım" der. Fakat şu da üzücü bir gerçektir ki, müslüman olmakla ne tür bir sorumluluk aldığının farkında değil kimi insanlar.. İslam'ın temeli olan Akaid ilminde, Akaid kelimesinin manasım bilmeyeler dahi bu eserden istfade edecek, imanlarını kuvvetlendireceklerdir.
İNSAN OKUDUKÇA..
DERDİMİ SEVİYORUM
•H eki.m oğlu İsmail R.Şükrü Apuhan A. Erkan Kavaklı
Dertlerin insanın karşısına dağ gibi dikildiği zamanlarda, derdini sevmekle işe başlayanların tevekkül ve huzur dolu gönüllerinden yansıyan parıltılar.. Özgün tarzı, sohbet havası içindeki üslubuyla severek okuyacaksınız. Büyük bir beğeni ile karşılanan Derdimi Seviyorum serisi dört cilde ulaştı.
L _ _ — _
İNSAN OKUDUKÇA..
lî ••
ÖLÜM YOKLUK MUDUR?
Hekimoğlu İsmail
Bu kitapçıkta; her hayat bir ölümün sonu,' her ölüm de bir hayatın başlangıcıdır, sırrı sadece anlatılmamış, isbat da edilmiştir. İnsanın ve herşeyin dirildiği, herşeyin ebediyet müzesine gittiği, Yokluk'un yok olduğu, ölenin de yok olmayacağı yine isbat edilmiştir. Bazen büyük hacimli kitaplarda bulamayacağınız bilgiler, bu kitapçıkta istifadenize sunulmuştur.
İNSAN OKUDUKÇA..